Hz Davut ve Hz. Süleyman
Kayıtsız Üye
Kutsal kitaplarda büyük imparatorluklar kurduları söylenen bu peygamberlerden niye hiç bir tarihçi söz etmiyor hiç bir roma hitit mısır sümer kayıtlarında bundan söz edeilmiyor?
Cevap: hz.davut ve hz. süleyman
mumsema
Hz. DÂVUD (A.S) 1
Hz. Dâvud (a.s )’ın Kur’an da zikredilmesi 1
Hz. Dâvud (a.s)’ın Soyu: 1
Hz. Dâvud (a.s )’in İsrail oğulları Arasındaki Yeri: 1
Hz. Dâvud (a.s)’m Risaleti ve Daveti: 4
Yüce Allah’ın, Sadece Hz. Dâvud (a.s)’a Verdiği Özellikler: 5
Hz. Dâvud (a.s)’a Karşı Yapılmış Büyük Bir Yalan: 5
Hz. Dâvud (a.s)’ın Ölümü: 8
Hz. DÂVUD (A.S)
"Gerçekten Biz, bazı peygamberleri (diğerlerinden) üstün kıldık; Davud’a da Zebur’u gönderdik " (İsrâ: 17/55)
Hz. Dâvud (a.s )’ın Kur’an da zikredilmesi
Hz. Dâvud (a.s )’ın adı; Bakara, Nisa, Mâide, En’âm, İsrâ, Enbiyâ, Nemi, Sebe’, Sâd Surelerinde olmak üzere Kur’ân-ı Kerîm’in toplam 16 yerinde geçmektedir.[1]
Hz. Dâvud (a.s), İsrail oğulları peygamberlerinden olup Hz. Ya’kûb (a.s)’ın oğlu Yahûzâ’nm soyundan gelmektedir.
Yüce Allah, Hz. Dâvud (a.s)’a, hem peygamberlik hem de hükümdarlık verdi. Dünya ve ahiretin hayrını birlikte verdi. Çünkü, Dâvud (a.s), oğlu Hz. Süleyman (a.s) gibi, hem Peygamber ve hem de hükümdar idi. [2]
Hz. Dâvud (a.s)’ın Soyu:
Hz. Dâvud (a.s)’m soyu şu şekildedir: Dâvud b. Işâ b. Uveyd. Yahûzâ b. Ya’kûb b. İshâk b. İbrahim (a.s)[3]
Tevrat ve İncîl ehli, Hz. Dâvud (a.s)’m soyunun, kendi kitaplarında ayrıntılı bir şekilde geçtiğini söylemektedirler. Yine bunlar, Hz. Dâvud (a.s)’m, Hz. Ya’kûb’un oğlu Yahûzâ’nm soyundan geldiği konusunda tamamen görüş birliğine varmışlardır.
Hz. Dâvud (a.s), Hz. Mûsâ (a.s)’dan sonra kendilerine semavi kitap indirilen peygamberlerden biridir. Çünkü Allah, ona, Zebur adlı ilahi kitabı vermiştir. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
" Davud’a da Zebur’u verdik." [4]
Hz. Dâvud (a.s )’in İsrail oğulları Arasındaki Yeri:
Hz. Mûsâ ile Hz. Harun’un ölümünden sonra İsrail oğulları peygamberlerinden Yûşa’ b. Nûn denilen bir Peygamber, onların basma geçti. Bu Peygamber, onları, Mûsâ peygamberin lisanı üzere Tevrat’ta onlara vaat etmiş olduğu Arzı Mukaddes (Kutsal Şehir) denilen Filistin’e onları soktu. Ele geçirilen ar a-ziyi aralarında bölüştürdü. Ölünceye kadar da onların işi erini yürüttü. O öldükten sonra İsrail oğullarının işlerini, kendi içi e-rinden 356 yıl müddetle "kadılar" üstlendi. Bu ara döneme, "Kadılar Dönemi" denilir.
Bu ara dönemde İsrail oğullarının üzerine zayıflık ve gü ç-süzlük çöktü. İçlerinde masiyetler ve kötülükler yayıldı. Şeriatı zayi ettiler. Saflarına putçuluk girdi. Bundan dolayı d a Yüce Allah, onların üzerine, kendilerine yakın toplulukları musallat etti. Bu sebeple de Amâlika, Aramiler, Filistinliler ve daha bir çok toplulukla savaştılar. Bu düşmanlarına karşı yaptıkları savaşlann çoğunu kazanamayıp yenildiler.
İbn Cerîr et-Taberi, "Tarihlinde derki: "Sonra İsrail oğullarının işleri karıştı. Aralarında günahlar ve hatalar çoğaldı.
Peygamberlerden öldürebildiklerini öldürdüler. Bunun üzerine Allah, onlara gönderdiği peygamberlerin yerine; onlara zulmeden ve kanlarını döken zorba hükümdarlar musallat etti. Yine onlara, bunlardan başka düşmanlar da musallat etti. Düşmanlarından biriyle dövüştüklerinde, yanlarında bir ‘Misak-ı Tabut’ bulunurdu. Ehli kitap, bu sandığı, ‘Anlaşma Sandığı’ (Ahd-ı Tabut) diye adlandırmıştı. Bu sandığın içe ri-sinde, Tevrat’ın yazılı olduğu levhalar ile Hz. Mûsâ (a.s)’ın asası bulunmaktaydı. Nitekim şu ayeti kerime, buna işaret etmektedir:
"Peygamberleri, onlara: ‘Tâlût’un hükümdarlığının alameti, Tabut’un size geri gelmesidir. Onun içinde, Rabbinizden size bir ferahlık ve sükunet, meleklerin taşıdığı, Mûsâ ile Hâ-rûn ailesinin bıraktıklarından bir miktar bakiyye vardır. " (Bakara: 2/248)
İsrail oğullan, bu sandığın bereketi ile savaş kazanmayı umuyorlardı. Gazze ve Askalanlılarla yaptıkları bir savaşta, yenildiler. Bunun üzerine düşmanları, sandığı İsrail oğullarının ellerinden aldılar. Bu olay üzerine İsrail oğullarının hükümd a-n, (sandığı kaybetmenin verdiği) üzüntüden öldü. İsrail oğullar, çobansız koyun sürüsü gibi ortada kaldılar. Nihayet Allah, onlara, peygamberlerden "Şamuyel" denilen bir peygamberi gönderdi. Kitap ehli, buna, "Samueî" demektedir…İsrail oğulları, bu peygamberden, düşmanlarına karşı savaşmak için ke n-di içlerinden birisini başlarına bir hükümdar tayin etmesini istediler.[5]
Yüce Allah, İsrail oğullarının işlerini Kur’ân-ı Kerîm’de bize şöyle anlatmaktadır:
"Mûsâ ‘dan sonra, İsrail oğullarından ileri gelen kimseleri görmedin mi? Ne yaptılar! Kendilerine gönderilmiş bir peygambere: ‘Bize bir hükümdar gönder ki, başımıza geçsin de
Allah yolunda savaşalım’ dediler. (Peygamber, onlara:) ‘Size savaş yazılır da ya savaşmazsanız!’ dedi. (Onlarda:) ‘Yurtlarımızdan çıkarılmış, çocuklarımızdan uzaklaştırılmış olduğumuz halde neden savaşmayalım?’ dediler. Üzerlerine savaş yazılınca, içlerinden pek azı hariç geri dönüp kaçtılar. Al-lahzalimleri iyi bilir. [6]
Peygamberleri, Allah’tan gelen bir vahiy ile, onların üzerine, Tâlût’u hükümdar yaptı. Tâlût’u, onların üzerine hükümdar yapmasının sebebi, Tâlût’un güçlü bedeni ile bilgiye sahip olmasından dolayı idi. Fakat İsrail oğulları, Tâlût’un hükümdar olarak üzerlerine atanmasını kabul etmeyip peygamberlerine:
"Biz hükümdarlığa daha layık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden geniş imkanlar verilmemişken, o, bize nasıl hükümdar olur?’ dediler, (peygamberleri de, onlara:) ‘Allah, onu, sizin üzerinize seçti. Bilgi ve beden yönünden ona, sizden daha çok üstünlük verdi. Allah, mülkünü dilediğine verir, Allah, her şeyi kuşatır ve her şeyi bilendir’ dedi.[7]
Tâlût, İsrail oğulları üzerine hükümdar olunca, Allah, İsrail oğullarının elinden çıkmış bulunan sandığı ona geri vermek suretiyle onu desteklemiştir…
Tâlût, güçlü ve kuvvetli bir ordu kurup düşmanları ile savaşmak için yola çıktı. Yolda giderken, önlerine bir nehir çıktı. Zor çöl yolculuğundan ötürü ordusu son derece susadığından onları imtihan etmek istedi. Bunun için ilk önce, bu nehirden, susuzluklarını gidermek için yalnızca bir yudum su içenin dışında su içmelerini yasakladı. Bu, Tâlût’un, ordusunun dayanıklılığını ve irade güçlerini ölçmek için yaptığı bir imtihan ve deneme idi. Yüce Allah, bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Tâlût askerlerle beraber (cihad için bulunduğu memleketten) ayrılınca: ‘Biliniz ki, Allah sizi bir ırmakla imtihan e-decek. Kim ondan içerse benden değildir. Ancak eliyle bir avuç içen hariç, kim ondan hiç tatmazsa, bendendir’ dedi. İçlerinden pek azı hariç hepsi ırmaktan içtiler.[8]
Bu olay üzerine Tâlût ile birlikte sadece 319 kişi kaldı.
Süddi’nin ifadesine göre; askerlerin toplam sayısı 80.000 kişi idi. Bu kimseler, zayıf iradeli kimseler olmalarında dolayı geri döndüler. Çünkü Tâlût, onlarla birlikte düşmana karşı savaşmak istemedi. Putperest Filistinlilere karşı savaşmak için emrine uyan bu bir avuç insanı yeterli buldu. Düşman ordusunun komutanı, Câlût denilen insanları korkutan şiddetli zorba bir kimse idi. İsrail oğulları ondan korkup:
"Bugün bizim Câlût’a ve askerlerine karşı koyacak bir hiçbir gücümüz yoktur’ dediler. Kendilerinin, sonunda Al-lah’m huzuruna varacaklarını bilenler, kendi aralarında: ‘Nice az kişiler vardır ki, sayıca kendilerinden çok olan topluluklara Allah ‘in izniyle galip gelmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir’ dediler.[9]
Câlût, (ilk önce) karşılıklı dövüşmek istiyordu. Karşısına, Hz. Ya’kûb’un oğlu Yahûzâ’nın soyundan gelen Dâvud adında küçük bir genç çıktı. Yalnız onun gibi yaşça küçük birisinin, savaş meydanına çıkması hiç hesapta yoktu. Çocuğu karşısında görünce, onu çok küçümseyerek:
– ‘Geri dön. Çünkü seni öldürmeye acıyorum’ dedi. Dâvud’da, ona:
‘Fakat ben seni öldürmek istiyorum’ dedi…
Bunun üzerine ikisi arasında karşılıklı savaş meydana gelip Dâvud, Câlût’u öldürdü. Câlût’un ordusu, çok kötü bir şekilde yenildi. Böylece Dâvud (a.s), tam bir zafer kazandı. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"Allah’ın izniyle Câlût’un ordusunu yendiler. Dâvud, Câlût’u öldürdü. Allah, Davud’a, hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi. Dilediği ilimlerden ona öğretti… [10]
Bu zamandan itibaren Dâvud (a.s)’m adı, İsrail oğulları arasında yayıldı. Allah, İsrail oğullarını, önceki perişanlık ve zilletten kurtardı. Onun önderliğinde bir çok zaferler kazandılar ve üstünlükler elde ettiler,
İsrail oğulları, Tâlût’un Ölümünden sonra toplanıp hükümdar olması hakkında bu genç delikanlıya biat ettiler. Böylece daha yaşı, 30 bile değilken onlara hükümdar oldu… Halk arasında adaletle hüküm verir, hepsine eşit davranır, Tevrat’ın hükümlerini aynen uygulardı. Nihayet Yüce Allah, ona, vahiy yoluyla dört semavi kitaptan biri olan Zebur’u indirdi. [11]
Hz. Dâvud (a.s)’m Risaleti ve Daveti:
Hz. Dâvud (a.s) 40 ulaşınca, Yüce Allah, ona, hem hükümdarlık ve hem de peygamberlik verdi… Onu, İsrail oğullarına Peygamber olarak gönderdi. İçerisinde öğütler, ibretler, incelikler ve zikirler bulunan Zebur’u ona indirdi. Ayrıca ona, hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici söz söyleme kabiliyeti verdi.
Hz. Dâvud (a.s)’in sesi çok güzeldi. Güzel kaside ve ilahiler okurdu. Güzel sesi, (insanlar arasında) örnek olarak anlatılır oldu. Bundan dolayı (güzel sesli kimselere): "Davud’un mizmar (kaval)lartndan bir mizmar verildi." denilir.
Ebu Mûsâ el- Eş’ari’nin sesi de güzeldi. Bir gün Kur’an okurken, Resulullah (s.a.v) onun sesini işitip durdu. Onun Kur’an okuyuşunu dinledi. Güzel sesi ve harika Kur’an okuyuşu hoşuna gitti. Ona:
– ‘Sana Dâvud ailesinin nıizmarlanndan bir mizmar verildi’ buyurdu. Ebu Mûsâ:
– ‘Ey Allah’ın Rasulü! Kur’an okuyuşumu dinliyor muydun?’ diye sordu. Resulullah (s.a.v.)’de:
– ‘Evet’ diye cevap verdi. Ebu Mûsâ:
– ‘Beni dinlediğinizi bilseydim, Sizin için sesimi daha da güzelleştirirdim’ dedi.[12]
Hz. Dâvud (a.s) Zebur’u okuduğunda, uçan kuşlar; en yakın yere konar, onu dinler, sözlerini onunla birlikte tekrar e-derlermiş. Hatta dağlar bile sabah akşam onun okuyuşuna eşlik edermiş.Kulakların bir benzerini daha duymadığı bir sesle Zebur’u okurmuş.Cinler, insanlar ve kuşlar onun sesini duymak için etrafına toplanırlarmış. Hatta bunlardan bazısı, (onu) dinleyeceğim diye beklerken acından ölürmüş.[13]
Hz. Dâvud (a.s ), o tatlı güzel sesiyle Allah’ı teşbih ve hamd eder, içerisinde Yüce Allah’ın sözü olan Zebur’u okuyup dağlar ve kuşlarda onunla birlikte (Allah’ı) teşbih e-derlerdi.Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Doğrusu Biz, sabah akşam Dâvud’la birlikte teşbih eden dağları ve toplu halde huşları, onun emri altına vermiştik.[14]
Yine Yüce Allah konuyla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"And olsun ki Davud’a tarafımızdan bir üstünlük verdik. ‘ey dağlar ve kuşlar! Onunla birlikte teşbih edin dedik. ‘Ona, demiri de yumuşattık.[15]
Hz. Dâvud (a.s,) Zebur’u; acıklı ve süratli bir şekilde okumasına rağmen (okuduğu cümlelerin anlamlarını) düşünüp taşınır, bir terennüm ve nağmeli bir sesle okurdu. Okurken huşuyu da ihmal etmezdi. Bu husus hadisi şerifte şöyle geçmektedir:
"(Zebur’u) okumak, Davud’a kolaylaştırıldı. Hayvanının eyerlenmesini emrederdi de hayvanı eyerleninceye kadar kendisi Zebur’u okumuş olurdu. Elinin kazancından başka bir şey deyemezdi.[16]
Hz. Dâvud (a.s); bu büyüklüğüne, hükümdarlığına ve üstün makamına rağmen Yüce Allah’a çokça ibadet ederdi.
Hz. Dâvud (a.s), geceleri ibadet eder, gündüzleri oruç tutar, Gününün büyük bir bölümünü mescidde veya namazgahında geçirirdi. Çünkü Hz. Dâvud (a.s), ibadet, taat, salih a-meller hususunda bitmek tükenmek bilmeyen bir güce sahipti. Yüce Allah bununla ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammedi) Kulumuz ve o kuvvet sahibi Davud’u hatırla. Çünkü o, Allah ‘a yönelendi.[17]
Abdullah ibn Abbas derki: "(Ayette geçen ‘eyd’ kelimesi, ‘taatte ve ibadette güçlü olmak’ (anlamını ifade eder)."
Buhârî ile Müslim’in Sahîh’lerinde konu ile ilgili şöyle bir hadis geçmektedir:
"Allah’ın en çok sevdiği namaz, Davud’un namazıdır. Allah’ın en çok sevdiği oruç, Davud’un orucudur. O, gecenin yansında yatar, üçte birinde (kalkıp) ibadet ederdi. Altıda birinde uyurdu. Bir gün oruç tutar ve bir gün oruç tutmazdı. Düşmanla karşılaştığında da kaçmazdı.[18]
Cevap: hz.davut ve hz. süleyman
mumsema
Yüce Allah’ın, Sadece Hz. Dâvud (a.s)’a Verdiği Özellikler:
1. Dağların, sabah akşam Hz. Dâvud ile birlikte teşbih etmeye amade kılınması,
"Doğrusu Biz, sabah akşam Dâvud’la birlikte teşbih eden dağlan, onun emri altına vermiştik. [19]
2. Zebur’u okurken, onunla birlikte kuşların da ona eşlik etmesi.
"Kuşları da (onun emri altına vermiştik) Hepsi de ona yo-nelmekteydi.[20]
3. Hz. Davud’a, kuş dilinin öğretilmesi. "Bize, kuş dili öğretildi. [21]
4. Demiri, elinde hamur gîbi yumuşatması. "Davud’a, demiri yumuşattık.[22]
5. Yüce Allah’ın, Hz. Davud’a, savaş tehlikesine karşı zırh yapma sanatım öğretmesi.
"Davud’a, savaş sıkıntılarınızdan sîzi koruması için zırh
yapmayı öğrettik.[23]
6. Yüce Allah’ın, Hz. Davud’un hükümdarlığını güçlendirip düşmanlarına karşı onu muzaffer ve kavmine karşı ise, heybetli kılması.
"Davud’un hükümdarlığım güçlendirdik. [24]
7. Yüce Allah’ın, Hz. Dâvud (a.s)’a; hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici söz söyleme kabiliyeti vermesi
"Davud’a, hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici söz söyleme kabiliyeti verdik. [25]
Hz. Dâvud (a.s)’a Karşı Yapılmış Büyük Bir Yalan:
Bazı tefsirciler, senedi sağlam olmayan ve inanılması da caiz olmayan Ehli kitaptan gelene dayanarak bir kısım İsrâili rivayetleri tefsir kitaplarında nakletmekle çok çirkin bir hata işlemişlerdir. Çünkü bu rivayetler, hem Ehli kitabın saçmalık-lanndandı. Hem de ‘Peygamberlerin Masuiyeti’ (Günahsızlığı) konusundaki Müslümanların akidesine ters düşmektedir.
İşte araya bu batıl hikayelerden birisi de, Hz. Dâvud (a.s)’ın, ordu komutanının hanımına aşık olması meselesidir. Hikayenin özeti şu şekildedir:
"Dâvud, evinin damında gezinirken, banyo yapan bir kadın görüp (aşık olup) şaşkınlıktan düşecek olmuş. Bu kadın, askeri komutanlarından ‘Uriya’ adında bir komutanının hanımı idi. Ondan kurtulup hammıyla evlenmek istedi. Bu sebeple adamın eline bayrağı vermiş ve (ordunun) başına geçirip onu savaşa göndermiş. Askerlerine de, düşmanla karşılaştıkları sırada onu ön safta yalnız bırakıp ondan geride kalmalarını öğütlemiş. Bu vesileyle adam, öldürülmüş. Dâvud’da aşık olduğu bu kadınla evlenmiş.[26]
Ehli kitap, Davud’un, kadının kocasının yokluğunda kadınla zina ettiğini, sonra da o adamdan kurtul(up aşığına kavuş)mak için böyle bir hileye başvurduğunu ve Süleyman’ın da aşık olduğu bu kadından doğduğunu iddia etmişlerdir.[27]
Bu yüce peygambere karşı daha bir çok saçma sapan yalan ve iftiralar ortaya atmışlardır. İşte bu hikaye de, Hz. Davud’a karşı uydurulmuş bir hikayedir…
Ehli kitabın kitaplarını okuyan kimseler, o kitapların içerisinde, peygamberlerin, büyük günah işlediklerine ilişkin bir çok mesele bulur. Onlar, bu hikayeleri, kendi işledikleri suçları ve büyük günahları temize çıkarmak için uydurmuşlardır.
İbn Kesîr derki: "Tefsirciİerin bir çoğu, bu hususta bir çok hikayeler ve haberler anlatmışlardır. Bunların çoğu da, İsrâiliyyattır. Bir kısmı da, tereddütsüz uydurma ve yalandır.
Beyzavî’de derki: "Hz. Davud’un, Uriya’yı ordunun başına geçirip birkaç kez savaşa göndererek öldürttüğü ve böylece hanımıyla evlendiğinin söylenilmesi, kupkuru bir iftiradır. İşte bundan dolayıdır ki, Hz. Ali: ‘Kim kıssacıların, Hz. Dâvud hakkında rivayet ettiklerini anlatırsa, ona, yüz altmış sopa vururum’ demiştir.[28]
Bu iftira ve yalan, bir Peygamber hakkında olduğu için a-ğıriaştırılmış bir iftira cezası (haddi kazif) dır. Fakat Kur’ân-ı Kerîm’in anlattığı kıssanın içinde; Hz. Dâvud (a.s)’ın masu-miyetliğini zedeleyen ve Ehli kitabın anlattığı iftira ve yalan ile ilgili herhangi bir bilgi asla yoktur.
Ne yazık ki bazı tefsirciler, bu İsrâiliyyat haberleri tahkik ve tespit etmeden (tefsirlerine) almışlardır…
Bazı insanların hakkında hataya düştükleri ayeti kerimeleri alıp araştırmacı tefsircilerin anlattıkları bir şekilde bu ayetlerin anlamlarını açıklayacağız.
Yüce Allah, Sâd Sûresinde bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır:
"(Ey Muhammedi) Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin duvarına tırmanıp Davud’un yanına girmişlerdi de Dâvud onlardan ürkmüştü. (Onlar:) ‘Korkma. Biz birimizin diğerine haksızlık ettiği iki hasım davacıyız. Aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme. Bizi, doğru yolun ortasına götür’ dediler. (İçlerinden biri:) ‘Bu kardeşimin doksan dokuz koyunu var. Benimse, bir tek koyunum var. Böyle iken onu da bana ver deyip tartışmada beni yendi’ dedi. Dâvud: ‘And olsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana haksızlıkta bulunmuştur. Doğrusu ortakçıların çoğu, birbirlerinin haklarını gasp ederler. Yalnız iman edip de iyi işler yapanlar müstesna. Bunlar da, ne kadar az!’ dedi. Dâvud, kendisini denediğimizi sandı da Rabbine mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.[29]
Araştırmacı tefsircilerin kaydettiğine göre, olayın detayı şu şekildedir: Hz. Dâvud (a.s), yaptığı işleri günlere ayırmıştı; bir gününü ibadete, bir gününü (insanlar arasında meydana gelen problemler hakkında) hüküm vermeye, bir gününü vaaz ve irşada, bir gününü de kendisine ayırmıştı…
Halvet gününde, melekler, insan şeklinde odasının duvarını tırmanıp onun yanma girmişlerdi. (O gün) kapıda bir bekçi durup onun yanına girmek isteyenleri engellerdi. (İşte böyle bir günde) Hz. Dâvud (a.s), ansızın Önünde bazı insanlar görünce onlardan ürkmüştü. Onlar ise, ona:
"Korkma. Biz, aramızda bir dava olan kimseleriz. ‘Birimiz diğerine haksızlık etti. Aramızda adaletle hükmet, haksızlık etme.’ (Sâd: 38/22) Yani hüküm verirken, haksızlık etme ve zulmetme. ‘Bizi, doğru yolun ortasına götür’ (Sâd: 38/22) Yani hakkın kendisine ki o da, adalettir. (İçlerinden biri:) ‘Bu kardeşimin doksan dokuz koyunu var.’ (Sâd: 38/23) Bu da, dişi koyundur. Burada dişi koyun sözü, kadından kinayedir. Çünkü onun yanında 99 kadın vardı. Benimse, bir tek koyunum var. Böyle iken onu da bana ver deyip tartışmada beni yendi’ dedi. (Sâd: 38/23) yani münakaşada bana üstün geldi. Bunun üzerine Dâvud ona şöyle cevap verdi: ‘And olsun ki, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle, sana haksızlıkta bulunmuştur.’ (Sâd: 38/24) burada o kişinin yaptığını çirkin görme ve açgözlülüğünü ayıplama vardır. Çünkü o kişi, 99 dişi koyunu(karısı) olduğu halde diğerinin bir dişi koyununu (karısını) kendisininkine katmak istemiştir. ‘Dâvud, kendisini denediğimizi sandı.’ (Sâd: 38/24) yani onu imtihan ettiğimizi bildi, inandı. ‘Rabbine mağfiret dileyerek eğilip secdeye kapandı, tevbe edip Allah’a yöneldi.’ (Sâd: 38/24) yani Rabbine dönüp tövbe etti. Çünkü Hz. Dâvud (a.s) davalı kimsenin sözünü dinlemeden hızlı bir şekilde hüküm vermeye çalışmıştı. Bu ise, bir hak gaspıdır. Çünkü iki tarafın sözünü tam olarak dinlemeden hüküm vermek caiz değildir.
Olay, bundan ibarettir, Buna ilave edilecek bir şey yoktur. Çünkü Hz. Dâvud (a.s) kendisine gelecek herhangi bir kötülüğe karşı (korunmak için) Rabbine istiğfar etmişti. Zira Hz. Dâvud (a.s) mihrabı tırmanıp yanma giren kimselerin, kendisine bir zarar ve kötülük vereceklerini düşünerek, onları suikastçı zannedip öldürmeyi içinden geçirdi.Bu olayda Ehli Kitabın ortaya attığı iftira ve yalan ile ilgili herhangi bir şey yoktur. Bu olayda Hz. Davud’un, ordu komutanının hanımına sevgisi ve aşkı nerededir?Yine savaşta komutanım ordusunun başına geçirip öldürttükten sonra onun karısını ele geçirmek için planlar hazırlaması bu olayın neresindedir? Bu, çok büyük bir yalan ve iftiradır.
Biz ehli kitabın, kendi Resullerine ve nebilerine iftira atmalarına şaşmıyoruz. Biz, bazı müslüman alimlerin, peygamberlere ilişkin bu tür İsrâiliyyat kaynaklı hikayelere ve iftiralara aldanıp bunlara, kitaplarında (gerçekmiş gibi) yer vermelerine ve hatta daha da ileri giderek bunları, Kur’an kıssalarından biriymiş gibi anlatmalarını garipsiyoruz. Bu masallar Peygamberlik makamındaki Hz. Dâvud a.s )a hiç yakışır mı? Çünkü Yüce Allah, Hz. Dâvud (a.s) hakkında:
"O, ne güzel bir kuldu! Doğrusu o, daima Allah’a yönelirdi, " (Sa ‘d: 38/30), "Yanımızda onun yüksek bir makamı ve güzel bir geleceği vardır." (Sa ‘d: 38/25), ve "Ona, hikmet (peygamberlik) ve (hakkı batıldan) ayırt edici konuşma kabiliyeti vermiştik " "(Sa ‘d: 38/20) buyurmuştur.[30]
Bundan daha garip olanı; Hz. Dâvud (a.s) hakkında buna benzer açık hikaye ve iftiralara Tevrat’ta rastlamamrzdır. Çünkü Tevrat’ta Hz. Dâvud (a.s) ile ilgili yine şöyle bir iftira geçmektedir:
"Dâvud, putperest hanımlarının isteklerini yerine getirmek için put tapmağına girip orada dini ayinlere katılıyordu."
Derim ki: Alimlerin rivayetleri naklederken onların kaynağını araştırmaları özellikle de Ehli kitabın kitaplarında geçen İsrâili hikayeleri alıp anlatırken (naklederken)çok dikkatli olmalıdırlar. Çünkü Semavi kitapların içerisine tahrif ve bozulma girmiştir.Bu tür hikayelerin hepsi, temiz islamm temiz akidesine aykırı olup batıl ve reddedilmiş haberlerdir. [31]
Hz. Dâvud (a.s)’ın Ölümü:
Ehli kitap: "Dâvud, 77 yıl yaşadı, sonrada öldü" der. İbn Cerir, bu görüşü kabul etmeyip şöyle der:
"Bu görüşte bir yanlışlık var. Çünkü Hz. Dâvud (a.s), 100 yıl yaşadı. Bu, İmam Ahmed’in rivayet ettiği şu hadiste geçmektedir:
"Âdem, kendi zürriyeti, belinden çıkartıldığı zaman aralarında peygamberleri gördü, bu peygamberler arasında parlak yüzlü birisini görüp:
– ‘Ey Rabbim! Bu da kimdir?’ diye sordu. Cenabı Allah’ta:
– ‘Bu, senin oğlun Dâvud’dur’ diye cevap verdi. Adem:
– ‘Ey Rabbim! Bunun ömrü ne kadar olacaktır’ diye sordu. Allah:
– ‘Altmış yıl olacaktır’ diye cevap verdi. Adem:
– ‘Ey Rabbim! Bunun ömrünü artır’ dedi.
– ‘Hayır, olmaz. Ancak senin ömründen alıp onunkine katarım’ dedi.
Âdem peygamberin ömrü, 1000 yıl idi. Cenabı Allah, onun ömründen 40 yılı alıp Dâvud’unkine ekledi. Bu hesaba göre, Âdem’in ömrü sona erdiğinde, ölüm meleği, Âdem’in ruhunu teslim almak için yanma geldi. Âdem:
‘Daha benim 40 yılım var’ dedi. Kendi ömründen 40 yılı Dâvud peygambere verdiğini unutmuştu. Bunun üzerine Cenabı Allah, Âdem’in ömrünü yine 1000 yıla ve Dâvud’unkini ise, 100 yıla tamamladı.[32]
Hz. Dâvud (a.s)’m hükümdarlığı böylece 40 yıl daha sûrdu. Allah’ın salat ve selamı, onun ve diğer peygamberlerin üzerine olsun. [33]
——————————————————————————–
[1] Bununla ilgili olarak b.k.r.Bakara: 2/251; Nisa: 4/163; Mâide: 5/78; En’âm: 6/84; İsrâ: 17/55; Enbiyâ: 21/78, 79; Nemi: 27/15, 16; Sebe’: 34/10, 13; Sâd: 38/17, 22, 24, 26, 30
Hz. Dâvud (a.s)’m kıssası, ise şu sürelerde geçmektedir: Bakara: 2/246-251;
Enbiyâ: 21/78-80; Nemi: 27/15-16, Sebe’: 34/10-11; Sâd: 38/17-26 (ç)
[2] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 622.
[3] Hz. Dâvud (a.s)’m soyu için b.k.z: îbn Cerîr et-Taberi. Tarih, 1/247; İbnü’1-Esîr, el-Kâmil, 1/223; fon Asâkir. Tarih, 5/190; îbn Sa’d, et-Tabakât, 1/55; Hakîm, Müstedrek, 2/585 (ç)
[4] Nisa; 4/163.
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 622-623.
[5] Taberî, Tarîhu’r-Rüsûl vel-MülÛk, 1/472
[6] Bakara: 2/246
[7] Bakara: 2/247
[8] Bakara: 2/249
[9] Bakara: 2/249
[10] Bakara: 2/251
[11] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 623-627.
[12] Buhârî, Fezaİlu:l-Kur’an 31; Müslim, Salatu’l-Musafûin 235-236; Tirmizî, Meraki 55; Nesâî, İftitah 55; İbn Mâce, İkame, 176; Müsned: 2/369(ç)
[13] îbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2/11
[14] Sâd: 38/18-19
[15] Sebe’: 34/10
[16] Buhârî, Enbiyâ 37, Tefsiru Sure-i îsrâ’ 6; Müsned: 2/314, 6/37, 167; Taberanî, MıTcemu’s-Sağir, 1/15
[17] Sad: 38/17 . .
[18] Buhârî, Teheccüd 7, Enbiya 37, 38; Müslim, Siyam 189-190; Ebu Dâvud, Savm 66; Nesâî, Siyam 14, 68, 76,; İb Mâce Siyam 31; Darimi, Savm 42; Müsned: 2/314,
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 627-630.
[19] Sâd: 38/18
[20] Sâd: 38/19
[21] Neml: 27/16
[22] Sebe’: 34/10
[23] Enbiyâ: 21/80
[24] Sâd: 38/20
[25] Sâd: 38/20
Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 630-631.
[26] Tabeiî, Tefsir, 23/146 vd; Suyuti, ed-Dürrü’I-Mensur, 5/300 vd; Taberî, Tarih, 2/563-566; İbmi’1-Esir, el-Kamil, 1/224-227; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 2/13; Ahisi, Tefsir, 23/185; İbn Kesîr, Tefsir, 6/53; Tevrat E Samuel, il/2-27, 12/1-16 (ç)
[27] Tevrat, 2. Samuel, 12/1-16 (ç)
[28] B.k.z: Beyzavî. Tefsini’l-Beyzâvî; Zemahşerî, Tefsir, 4/81; Râzî, Tefsir, 26/192
[29] ‘Sâd: 38/21-24
[30] Bu uydurma iftira ite ilgili olarak b.k.z: M. Ali Sâbûnî, Safvetü’t-Tefasir, 3/54
[31] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 631-635.
[32] Tirmizî, Tefsiru Sure-i A’râf 2 ; Müsned: 1/252, 299, 371; İbn Sa’d, Tabakât, 1/28-29; İbn Kesir, el-Bidaye: 2/46; İbn Cerir et-Taberi, Tarihu’r-Rusul ve’l-muluk: 1/252 (ç).
[33] Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Tarihî, Ahsen Yayınları: 636-637.
Cevap: hz.davut ve hz. süleyman
mumsema
Hz. SÜLEYMAN (A.S)1
Hz. Süleyman (a,s)’ın Kur’an’da Zikredilmesi:1
Hz. Süleyman (a.s)’in Soyu:1
Hz.Süleymân (a.s)’ın (Adaletli) Hüküm Vermesi:2
Hz. Süleyman (a.s)’m Beytü’l-Makdisi Yaptırması:3
Yüce Allah’ın Hz. Süleyman (a.s)’a Verdiği Nimetler:4
Hz. Süleyman (a.s)’ın, Sebe’ Kraliçesi Belki s İle Olan Kıssası:9
Hz. Süleyman (a.s)’ın İmtihan Edilmesi:13
Hz. Süleyman (a.s)’m Ölümü:14
Hz. SÜLEYMAN (A.S)
"Cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşmuş orduları Süleyman’ın hizmetine toplandı; hepsi bir arada (onun tarafından) düzenli olarak sevk ediliyordu." (Nemi: 27/17) Hz. Süleyman (a,s)’ın Kur’an’da Zikredilmesi:
Hz. Süleyman (a.s)’ın ismi, Kur’ân-ı Kerîm’de; Bakara, Nisa, En’âm, Enbiyâ, Nemi, Sebe’ ve Sâd Surelerinin 16 yerinde geçmektedir.[1] Hz. Süleyman (a.s), İsrail oğulları peygamberlerindendir. Allah, ona, peygamberlik ve hükümdarlık vermiştir. Bu iki . özellik kendisinde de babası Hz. Dâvud (a.s)’da da bulunuyordu. Hükümranlığı ve ülkesi geniş, saltanatı güçlü idi. Allah, ondan sonra hiç kimseye bu kadar büyük saltanat vermemiştir. Çünkü Allah, Hz. Süleyman (a.s)’in (bununla ilgili yaptığı) duayı kabul edip ondan sonra hiçbir kimseye vermediği bu büyük hükümranlık ve saltanatı Sâdece ona vermiştir. Nitekim Yüce Allah, bu olayı şöyle anlatmaktadır: "Süleyman: ‘Rabbim! Beni bağışla. Bana, benden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver. Şüphesiz Sen, daima bağışta bulunansın ‘ dedi. Bunun üzerine Biz de, (ona;) istediği yere onun emriyle kolayca giden rüzgarı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları ve demir halkalarla bağlı diğer yaratıkları onun emrine verdik. ‘İşte Bizim bağışımız budur, ister ver, ister tut hesapsızdır’ dedik. [2] Hz. Süleyman (a.s)’in Soyu:
Hz. Süleyman (a.s)’m soyu; Süleyman b. Dâvud b. İşâ b. Uveyd. şeklinde olup Hz. Ya’kûb’un oğlu Yehûzâ’nm soyundan gelmektedir. Sonuç olarak ise, soyu, Hz. İbrahim (a.s)’a dayanmaktadır. Ehli kitap, Hz. Süleyman (a.s)’m soyunu uzunca bir şekilde nakledip onun, "büyük bir hikmet sahibi bir kimse olduğunu" söylerler. İşte bundan dolayıdır ki, ona, "Süleyman Hakîm" derler. Kesinlikle "Peygamber" lakabını takmazlar.[3] Hz.Süleymân (a.s)’ın (Adaletli) Hüküm Vermesi:
Hz. Dâvud (a.s), oğlu Süleyman’a; kendisinin yerine hükümdar olmasını vasiyet etti. Hz. Dâvud (a.s) ölünce, Hz. Süleyman (a.s) 12 yaşında hükümdar oldu. İbnü’1-Esîr ise, "el-Kânıil" adlı eserinde; Hz. Süleyman (a.s)’in, 13 yaşındayken hükümdarlığa geçtiğini kaydetmektedir.[4] Hz. Süleyman (a.s); yaşının küçük olmasına rağmen üstün akıl ve zeka sahibi birisi idi. Organizasyonu ve yönelimi güzeldi. Çünkü Allah, ona, daha küçükken bile hüküm verme ve güzel yargılama kabiliyeti vermişti. Kur’ân-ı Kerîm, onun bu üstün özellik ve zekasının bir kısmından bahsetmektedir. Bu olay, babası Hz. Davud’a bir fetva sorulması sırasında gerçekleşmiştir. Bu olay hakkında; babası başka bir şekilde ve Hz. Süleyman ise bir başka şekilde cevap verdi. Fakat Hz. Süleyman’ın cevabı, hakkı daha iyi ihtiva ediyor ve doğruya daha yakın idi. Yüce Allah bu konu ile ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: "Bir zaman Dâvud ve Süleyman, bir ekin konusunda hüküm veriyorlardı: Bir grup insanın koyun sürüsü, geceleyin başıboş bir vaziyette bu ekin (tarlasının) içine dağılıp (ekine) zarar vermişti. Biz, onların (bu konuda verdikleri) hükmü görüp bilmekte idik. (Fetvayı) bu (şekilde vermeyi) Süleyman’a Biz bildirdik. Çünkü Biz, Davud’a ve Süleyman’a, hüküm (peygamberlik, hükümdarlık) ve ilim verdik." Yüce Allah’ın, "(Fetvayı) bu (şekilde vermeyi) Süleyman’a Biz bildirdik" ifadesi; Süleyman’ın verdiği hükmün, daha doğru olduğunu gösterir. "Çünkü Biz, Davud’a ve Süleyman’a, ‘hüküm’ (adaletli hüküm verme kabiliyeti = hükümranlık) ve ‘ilim’ verdik[5] ifadesi ise; onların her ikisinin de, Allah tarafından bahşedilmiş hüküm ve ilim sahibi olduklarını gösterir. Tefsirciler, bu olayı detaylı bir şekilde şöyle anlatmaktadırlar: Bir adamın koyunları bir gece vakti bir kavmin ekin tarlasına girip orada bulunan ekinleri yemişler ve ekinleri yok etmişler. Davalı taraf, Süleyman’ında orada olduğu bir sırada Dâvud peygambere gelip olayı olduğu gibi ona anlatmışlar. Bunun üzerine Dâvud Peygamber, koyunları, geceleyin telef edilen ekinin yerine tarla sahibine verilmesine karar verdi. O sırada 11 yaşında olan Süleyman Peygamber bu kararın dışında şöyle bir karar belirtmiş: "Koyunları, ekin sahibine ver. Onların sütlerinden, yavrularından ve yünlerinden faydalansınlar. Ekin tarlasını da, koyun sahibine ver. Eski haline gelinceye kadar onu ıslah edip düzeltsin.[6] Bu karar, her iki taraf içinde daha iyi idi. Çünkü bunun sonucunda; koyun sahibi, koyunlarına sahip olacak ve tarla sahibi de, tarlasına sahip olacaktı. Yine Hz. Süleyman’ın hüküm ve karar vermedeki görüşünün doğruluğu ile ilgili Buhârî ile Müslim’de, Resulullah (s.a.v)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "(Dâvud Peygamber döneminde) iki kadın vardı. Bunların iki de oğlu vardı. Bir kurt gelerek birinin oğlunu götürdü. Büyük olan kadın, küçük olana: – ‘Kurt senin çocuğunu götürdü’ dedi. Küçük olan kadın ise: – ‘Hayır, senin oğlunu götürdü’ dedi. Aralarında anlaşamayınca, Dâvud peygambere başvurdular. Dâvud Peygamber, çocuğun büyük kadına ait olduğuna karar verdi.[7] Bunun üzerine bu iki kadın, (daha iyi bir sonuç almak için) Süleyman peygamberin yanına gittiler. Süleyman Peygamber (onların davalarını dinledikten sonra): – ‘Bana bir bıçak getirin, çocuğu ikiye bölüp aranızda bölüştüreceğim’ dedi. Küçük olan kadın: – ‘Yapma. Allah aşkına, çocuk onun olsun’ dedi. Bunun üzerine Süleyman Peygamber, çocuğu, küçük kadına verdi.[8] Bu olay, doğru ve hile yolunu ortaya çıkarmadaki açık üslubu göstermektedir: Hz. Dâvud (a.s), büyük kadının delili, küçüğünkinden daha güçlü olduğu için büyük kadın lehine karar vermişti. Çünkü büyük kadın, kendi açısından hakkı açığa çıkarmada bazı kanıtları olduğunu ortaya çıkarıyor. Hz. Süleyman (a.s) ise hak sahibini ortaya çıkarmada mükemmel bir yöntem tutuyor. Çünkü bu iki kadın, olayı (çözüme kavuşturması için) Hz. Süleyman’a geldiklerinde, onlara: "Bana bir bıçak getirin, çocuğu ikiye bölüp aranızda bölüştüreceğim1′ demişti. Bunun üzerine büyük kadın, gafletinden ve aptallığından susmuştu. Küçük kadın ise annelik şefkatinden ve merhametinden dolayı hiç düşünmeden: "Yapma. Allah aşkına, çocuk onun olsun" demişti. Bunun üzerine Hz. Süleyman, çocuğun onun olduğu üe ilgili olumlu kanaat elde edip çocuk hakkındaki hükmü küçük kadın lehine vermişti. Çünkü Hz. Süleyman, kadının çocuğa olan şefkati sebebiyle çocuğun kadına ait olduğunu anlayıp küçük kadın lehine karar vermişti.[9] Hz. Süleyman (a.s)’m Beytü’l-Makdisi Yaptırması:
Hz. Süleyman (a.s), babası Hz. Davud’un vasiyetini yerine getirmek için, hükümdarlığının dördüncü yılında Beytü’l-Makdisi inşa etmeye başladı.[10] Bu hususta çok mal harcadı. Binayı yedi yılda bitirdi. Kudüs şehrinin etrafına surlar yaptırdı. Rivayet edildiğine göre; "Süleyman Peygamber, Beytü’l-Makdis’i inşa etme işini bitirince, Yüce Allah’tan üç şey istedi. Bunların ikisini ona verdi. Bunlar: 1. (Allah’tan,) kendi hükmü gibi doğru ve isabetli) hüküm verebileceği bir güç istedi. Allah’ta, bunu yalnızca ona verdi. 2. (Yine Allah’tan,) kendisinden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık vermesini istedi. Allah’ta, bunu yalnızca ona verdi. 3. Mescidin yapımını tamamladıktan sonra mescidine gelip de sadece namaz kılmak için hareket eden bir kulu, annesinden yeni doğmuş gibi günahsız olarak oradan çıkarmasını istedi. (Fakat Allah, bunu, ona vermedi.)"[11]
Hz davud hz süleyman in bilgiliri, hz davud kissalari, hz davut kıssası