Zahiri Mezhebi Nedir?
Fetva Meclisi
ZÂHİRÎ MEZHEBİ NE DEMEKTİR
KISACA ZAHİRİ MEZHEBİ
Ebû Sülaymân ez-Zâhirî diye bilinen Dâvûd bin Ali el-İsfehânî’ye nispet edilen bir mezheptir. Bu mezhepte; Kur’ân ve sünnetin zahiri esas alındığı için bu isimle tanınmıştır. Dâvûd ez-Zâhirî, ümmetin bütün âlimlerinden sadır olanlar dışında icma’ı, âyet ve hadise dayananların dışında da kıyası delil olarak kabul etmemiş, bunun dışında kalan, içtihat, istihsan ve benzeri delillerle amel etmekten kaçınmıştır.
Zâhirî mezhebi özellikle Endülüs’te yayılmış ve beşinci asra kadar da varlığı sürdürmüştür. Daha sonra yavaş yavaş çözülmeye başlamış ve nihayet hicrî sekizinci asırda mensubu kalmadığından sona ermiştir. İbn Hazm diye meşhur olan, Ebû Muhammed Ali bin Hazm el-Endelûsî bu mezhep imamlarından biridir.
Bu mezhep, âyet ve hadislerin zahirine sarılarak, içtihat ve kıyastan şiddetli bir şekilde kaçınmasına rağmen, bazen teorilerinde tek başına kalmıştır. Bazı görüşleri diğer İslâm mezheplerinden intikal eden görüşlere uymamakla birlikte, çağdaş batıda kabul edilen görüşlere yakındır. Meselâ, bu mezhepte zengin kadının fakir kocasına nafaka vermesi gerektiği kabul edilmiştir.
Kaynak: Diyanet
Cevap: Zâhirî Mezhebi Nedir?
@hmet
Zahiri nedir, Zahiri ne demek? Kısaca bilgi.
- Görünen, görünürdeki.
- İçten olmayan, yapmacık.
Cevap: Zâhirî Mezhebi Nedir?
mum
zahiri ne demek
zahiri mezhebinin özellikleri
ZÂHİRİYYE
(الظاهريّة)
Dâvûd b. Ali ez-Zâhirî (ö. 270/884) tarafından kurulan fıkıh mezhebi.
Sözlükte ortaya çıkmak, görünmek, tezahür etmek anlamındaki zuhûr kökünden türeyen zâhir (çoğulu zavâhir) bir şeyin dışı ve görünen kısmı mânasına gelir; karşıtı bâtındır (bir şeyin görünmeyen iç kısmı). Zâhir nitelemesi ve zâhir-bâtın ayırımının İslâm bilimleri literatüründe birbiriyle bağlantılı üç farklı düzeyde kullanıldığı görülür. 1. Zâhir terimi en genel anlamda Kur’an lafızlarının gerçek anlamının zâhir anlam olmadığını, asıl olanın iç anlam (bâtın) olduğunu ve bunun özel kişiler tarafından bilinebileceğini öne süren gizemci eğilimlerin karşıtı olarak kullanılmıştır. Zâhir mânanın esas olduğunu ve bir gerekçe bulunmadıkça bu anlamın aşılamayacağını öne süren Ehl-i sünnet ve Mu’tezile bu yönüyle zâhiri esas alan grupta yer alır. Şîa’nın çoğunluğunu da bu kapsamda düşünmek mümkündür. Buna mukabil umumiyetle Şiî-Bâtınî gruplar (ve bazı felsefî yaklaşımlar) bâtını esas alıp zâhiri dikkate almayan veya zâhiri aşan grubu meydana getirirler. Dinin ana metinleri olan âyet ve hadislerin anlaşılması konusunda zâhir mânanın esas olduğu İslâm mezheplerinin çoğunluğunun genel prensibidir. Bu ilkenin anlamı ve amacı, şeriatın temelini teşkil eden âyet ve hadislerin zâhir anlamlarını buharlaştıracak her türlü te’vili önlemektir. Dil bir diyalog ve anlaşma aracı olduğuna göre âyet ve hadis metinlerinin anlaşılması hususunda zâhir mânanın öncelikle dikkate alınması ve anlama sürecinde pergelin sabit ayağının bu zâhir anlam üzerine konulması doğal ve kaçınılmaz kabul edildiğinden bu durumu esas alanlar ve bunu savunanlar için zâhirî nitelemesi yapılmamıştır. Te’vili haklı kılan bir gerekçe bulunmadıkça zâhir mânanın terkedilemeyeceği ilkesi fıkıh ve fıkıh usulü yanında kelâm ilminde de özellikle vurgulanmaktadır (Teftâzânî, s. 105-106). İslâm mezheplerinin tamamı bir te’vil çizgisi üzerinde tasavvur edilirse, Bâtıniyye ve bazı İslâm filozofları te’vile en açık ve bu kapıyı en fazla zorlayan gruplar iken Zâhiriyye ve bazı ehl-i hadîs grupları zâhir mânayı hâkim kılmaya en fazla ısrar eden, dolayısıyla te’vile en uzak kesimlerdir. Ehl-i sünnet ve diğer mezhepler ise te’vile açık olup olmama hususunda bu iki uç arasında farklı noktalara konumlanırlar.
2. Zâhir-bâtın ikilemesi veya karşıtlığı fıkıh ve tasavvuf disiplinlerinin konu, amaç ve yöntemleri arasındaki farkı göstermek için kullanılır. Fıkıh ilmi insanların dışa yansıyan eylemlerinin hükmünü belirlemeyi konu edindiğinden gerçekleşen ve objektif olarak gözlenebilen eylemleri (amel) dikkate alıp onlar hakkında hüküm verir. Bu yönüyle fıkıh ilmi zâhir ilmi (fıkhü’z-zâhir) diye nitelendirilir. Ahlâk ilmi veya diğer adıyla tasavvuf ilmi tabiri daha çok kalbin tasfiye ve tezkiyesini, insanın içinin arındırılmasını konu alır ve bâtın ilmi (fıkhü’l-bâtın) olarak nitelendirilir. Zâhir ilmi-bâtın ilmi ikilemesinde zâhir ilmi ya da bâtın ilmi esas itibariyle küçümseyici bir içerik ve niteleme taşımasa da zaman zaman ehl-i bâtın ile ehl-i zâhir birbirlerinin konumlarını bu ifadelerle eleştirmiştir. Fakat Ehl-i sünnet içindeki umumi kabule göre fıkıh ilmi ve tasavvuf ilmi bağlamında zâhir-bâtın ikilemesi bir şeyin iki farklı gerçeklik boyutunu, madalyonun iki farklı yönünü belirtir. Literatürde ve özellikle klasik sonrası literatürde bundan dolayı ehl-i bâtın dendiğinde sûfîler, ehl-i zâhir dendiğinde ise fukaha ve mütekellimîn anlaşılır. Aslında tasavvufun Bâtıniyye ile düşünsel ilişkisi dikkate alındığında, öte yandan da zâhir ilim mensuplarının Zâhiriyye ile ilk üç şer’î delilin hâkimiyeti konusunda aynı düşünceyi benimsedikleri göz önünde bulundurulduğunda zâhir-bâtın ikileminin bir önceki maddede sözü edilen zâhir-bâtın ayırımının bir uzantısı olduğu söylenebilir.
3. Fıkıh usulünde zâhir kelimesi hükmün konuluş gerekçesi veya söylenen sözle kastedilen mâna anlamına gelen mâna karşıtı olarak kullanılır (Abdülazîz Buhârî, I, 72). Bu anlamdaki zâhir genelde ta’lîl, re’y ve kıyas karşıtlığını ifade eder. Bu kullanımda mânaların hakikatleri ve hükümlerin konuluş gerekçeleri üzerinde düşünmeyen, sözün söyleniş amacını dikkate almadan âyet ve hadisleri sadece ilk bakışta anlaşılan zâhir mânalarına göre anlayan kişilere zâhir ehli (ehlü’z-zâhir, ashâbü’z-zevâhir) denilir. Buna karşılık, mânanın tesbit ve tatbikinde şâriin amacını dikkate alanlara ehl-i bâtın denilmeyip bunun yerine ehl-i re’y tabiri kullanılır. Ehl-i hadîs ve ehl-i re’y ayırımı da bu temelde ortaya çıkan bir ayrışmadır; ehl-i re’y ahkâm-ı şer’iyyenin mâna ve maksatlarına daha fazla başvururken ehl-i hadîs hükümleri yüzeysel olarak anlamakta ısrar etmekte, onların amacı ve gerçekleştirmek istedikleri hedefi tanımlamaya dönük sorular sormayı reddetmekteydi. Bu yaklaşımıyla bilhassa ilk ehl-i hadîs hareketinin Zâhirî düşüncenin oluşumuna katkısı açıktır.
Zâhirîliğin Doğuşu ve Temel Özellikleri. İslâm hukuk tarihinde adını bir ilkeden alan tek yaklaşım olan Zâhirîlik, esas itibariyle fıkıhta re’ye ne ölçüde yer verileceği konusunda ortaya çıkan ayrışmada re’y karşıtlığının vardığı nihaî noktayı temsil eder. Bu nokta göz önüne alınmadan Zâhirîliğin sağlıklı bir şekilde anlaşılması ve fıkıh tarihinde doğru biçimde konumlandırılması mümkün olmaz. Sahâbe döneminden başlamak üzere re’y konusuna mesafeli duran kimselerden söz etmek mümkünse de bu konudaki en belirgin ayrışma tâbiîn döneminden itibaren ortaya çıkan ehl-i re’y-ehl-i hadîs ayrışmasıdır. Ehl-i hadîsin re’y konusunda takındığı mesafeli tavır, Dâvûd b. Ali ez-Zâhirî’nin öncülüğünü yaptığı Zâhirîlik akımıyla en uç noktasına ulaşmıştır. Bu bakımdan Zâhirîliğin, ehl-i hadîsin katı ve aşırı bir versiyonu yahut aşırılığa varan bir devamı olarak görülmesi hiç de abartılı bir yaklaşım olmayacaktır. Nitekim Zâhirîlik eğiliminin güçlü bir şekilde kendini göstermesi, hadislerin yaygın biçimde toplanıp yazıya geçirildiği döneme ve özellikle bu sürecin sonlarına tesadüf eder. Bu tesadüf, ehl-i hadîs anlayışı ile Zâhirî anlayış arasında güçlü bağ bulunduğunun açık kanıtlarından biridir. Bu irtibat ehl-i hadîsin derece farklılığı göstermekle birlikte bünyesinde Zâhirîlik eğilimi barındırdığını göstermesi bakımından da önemlidir. Esasen ilk fıkıh ayrışması olan hadis ve re’y taraftarlığının ürettiği fıkhî mirasa bakıldığında birinci grubun fıkıh bablarına göre hadis toplamaya, ikinci grubun ise doğrudan re’y ile/kıyasla fıkıh yapmaya eğildiği açıkça görülmektedir.
Kaynak: Diyanet islam ansiklopedisi
zahiri mezhebi, zahiri mezhebi nedir