Beddua ve Lanet nedir? İslamda Beddua ve Lanet Kavramları
Sedanur
BEDDUA VE LÂNET
"Allah belânı versin", "tepe tepe üstüne gidesin" "gidişin olur, dönüşün olmaz" gibi kötü sözler söyleniyor. Bunların hükmü nedir? Böyle şeylere alışık birisi bundan nasıl vazgeçirilir?
Söylenen için fısk ve günah sözlerdir. Söylenene, hak etmemişse herhangi bir zarar yoktur.
Rasûlüllah Efendimiz: "Ben lânetçi olarak gönderilmedim." (Müslim, birr 87) Buyurur. Bir mü’mine lânet (Beddua) etmenin, onu öldürmek gibi olduğunu bildirir. (Buhârî, edep 44) Yapılan bir lânetin (bedduanın) yerine vardığında haksız yere yapıldıgını görünce sahibine döneceğini haber verir. (Tirmizî, birr 48; Ebû Dâvûd, edep 45) Sözünü ettiğiniz kişiye bunların hatırlatılması, yapılacakların en önemli olanıdır sanırız.
İslam Fıkhı Ans.
Cevap: Beddua Ve Lanet
Ecrinim
Rabbim her türlü çirkin sözden dilimizi muhafaza eylesin
Allah c.c. razı olsun kardeşim
Yanıt: Beddua Ve Lanet
meryemgül1
Allah c.c.razı olsun yararlı paylaşım için kardeşim
Cevap: Beddua Ve Lanet
Muhammed
BEDDUA VE LANET ETMEK
Beddua sözlük anlamı olarak; bir sebepten dolayı herhangi bir kimse hakkında kötümser istek ve temennîde bulunmaktır. Hayır duasının zıddı demektir. İnsanın, kendisi veya başkaları aleyhinde "Allah kahretsin, Allah belâsını versin" gibi ifadelerle yaptığı kötü sonuçlar dilemeye, şerre yönelik dualara denir.
Diyanet İşleri Başkanlığı tarifi ise şu şekildedir; Farsça’da "kötü" anlamına gelen bed ile Arapça’da "isteme, dileme" gibi anlamlara gelen dua kelimelerinden oluşmuş bir bileşik isimdir. Bir kimsenin başına kötü şeylerin gelmesi için yapılan duaya beddua denilmektedir. Müslümanların olur olmaz sebeplerle birbirleri aleyhine beddua etmeleri İslâm ahlâkıyla bağdaşmaz. Hz. Peygamber, genellikle İslâm’a düşmanlık gösterenlere beddua etmemiş, onların hidâyeti için dua etmiştir (Buhârî, Deavat, 59). Bununla birlikte zulme uğrayan kimsenin zalimler hakkında beddua etmesinin caiz olduğunu gösteren âyet (Nisâ, 4/148) ve hadisler de vardır. Nitekim Peygamber (a.s.) azılı İslâm düşmanlarından Ebû Cehil, Ümeyye ibn Halef ve benzerlerinin de içinde bulunduğu yedi kişiye beddua etmiş, bu kişilerin hepsi de Bedir Savaşında öldürülmüş, böylece Hz. Peygamber’in bedduası yerini bulmuştur (Ahmed, I, 393, 397). Ayrıca mü’minleri uyarmak amacıyla, paraya taparcasına düşkün olanlara (Buhârî, Cihad, 70; Rikâk, 10) ana-babaya karşı gelenlere (Müslim, Birr, 8; Müsned, II/346) ve benzerlerine ad vermeksizin beddua etmiştir. Mazlumun duasının mutlaka kabul olunacağını beyan etmiş (Buhârî, Mezalim, 9), bizzat kendisi de mazlümün bedduasına uğramaktan Allah’a sığınmıştır (İbn Mâce, Dua, 20; Müsned, V/82-83). (DİB)
İslâm, müslümanların kendileri ve diğer müslümanlar aleyhinde beddua etmelerini yasaklamıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.): "Kendi aleyhinize, evlâtlarınızın ve mallarınızın aleyhine sakın beddua etmeyiniz ki; duaların kabul olacağı bir saate rastlarsınız da bedduanız kabul olmuş olur." (Riyazü’s-Sâlihin Tercümesi, III, 82) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) beddua etmekten kaçınırdı. Kendisinin lânet eden değil, aksine rahmet peygamberi olduğunu söylerdi.
Mekke döneminde İslâmî tebliğ etmek üzere Tâif’e gittiğinde, orada kötü bir davranışla karşı karşıya kalmış; dönüşte taş yağmuruna tutulmuş, mübarek ayakları kanlar içerisinde kalmıştı. O sırada Allah tarafından kendisine "onlar aleyhinde yapacağı bedduanın kabul edileceği, dilerse onları helâk edeceği" bildirilmiş, fakat Peygamber Efendimiz "Hayır, belki bunların sulbünden sana ibadet edecek çocuklar doğar, yâ Rabb!" demişti. Uhud’da dişini kıran, yüzünü yaralayan düşmanları için: "Allah’ım! Kavmimi hidayete erdir, çünkü onlar yaptıklarını bilmiyorlar" (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IV, 314) diye dua etmiştir. Bütün çalışmalara rağmen İslâmiyeti kabul etmeyen Devs kabilesine beddua etmesi istenince: "Yâ Rabbi! Devs kabilesine hidayet eyle de onları bizim saflarımıza kat" diye dua etmişti. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 344)
Bununla beraber, Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in zaman zaman Allah düşmanlarına beddua ettiği de olmuştur. Bi’r-i Mâûne’de yetmiş İslâm davetçisini şehît eden Kilab kabîlesine Resulullah (s.a.s.) bir ay süre ile beddua ve lânet etmişti. Kâbe’de namaz kılarken kendisiyle alay eden müşriklere de beddua etmiş, Bedir muharebesinde yere serildiklerini gözleriyle görmüştü. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, X; 43-45) Hendek muharebesinde Medine önlerinde toplanan düşmanın perişan olup dağılmaları için dua etmiş, bunun üzerine geceleyin ansızın doğudan kopan fırtına düşmanın altını üstüne çevirmişti. (Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 342-343)
Denilebilir ki müslüman, günahkâr da olsalar, müslümanlara beddua etmekten sakınmalı, fakat gerektiğinde açıkça din düşmanlığı yapanlara beddua ve lânet etmeyi dini bir görev bilmelidir.
Lanet olsun demek, Allah’ın rahmetinden uzak olsun demektir.
İbni Mübarek hazretleri, çocuğunu şikayet edene, (Çocuğa beddua ettin mi?) dedi. O da, evet deyince, (Çocuğun ahlakını sen bozdun) buyurdu. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Bir babanın duası, ilahi hicaba erişir ve bu hicabı da aşar.) [İbni Mace]
(Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, red olmaz.) [Tirmizi]
Diğer Peygamberler, kavimlerine lanet ettikleri halde, Peygamber efendimiz bir savaşta, kâfirlerin yok olması için dua etmesini istediklerinde, (Ben lanet etmek için, insanların azap çekmesi için değil, herkese iyilik etmek için, insanların huzura kavuşması için gönderildim) buyurdu. Kur’an-ı kerimde de mealen, (Seni âlemlere rahmet, iyilik için gönderdik) buyuruluyor. (Enbiya 107)
Allah cc belani versin demek, beddua ve lanet