Nefs-i Mardiyye ne demektir
Berât1
Nefs-i Mardiyye:Kusurlarını bilen, kendisinden râzı olunan nefs. Rabbinin indinde, makbûl olan nefs.
Nefs-i mardiyyeye kavuşan kimse, verdiği her sözü yerine getirir. Adâletten ayrılmaz, kerem sâhibidir (cömerttir). Herkese lâzım olan bilgileri anlayacağı derecede söyler. (Erzurumlu İbrâhim Hakkı)
Cevap: Nefs-i Mardiyye ne demektir
meryemgül1
Nefs-i Mardiyye:Kusurlarını bilen, kendisinden râzı olunan nefs. Rabbinin indinde, makbûl olan nefs.
Nefs-i mardiyyeye kavuşan kimse, verdiği her sözü yerine getirir. Adâletten ayrılmaz, kerem sâhibidir (cömerttir). Herkese lâzım olan bilgileri anlayacağı derecede söyler. (Erzurumlu İbrâhim Hakkı)
Allah c.c.razı olsun bilgiler için kardeş
Cevap: Nefs-i Mardiyye ne demektir
Ebu Ducane
NEFSİN MERTEBELERİ – NEFS-İ MARDİYYE
Nefs-i mardiyye sahibi, bütün mevcudiyetiyle Hakk’ın emrine ram olur; ibadet ve taatta bulunur; ihlâsla itaat edip hizmet görür; Allah (c.c)’na sıdk-ı sebat ile istikamet üzere ve böylece Cenâb-ı Hak kendisinden razı olur.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Ey itminana ermiş nefis! Sen Rabbinden, Rabbin de senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl ve Cennet’ime gir!”
[1]
Allahu Teâlâ bu makamda nefs-i natıkadan razı olduğundan ismi mardiyye olmuştur. Nitekim Hak Teâlâ bu nefse "Rabbine razı olmuş ve razı olunmuş olarak dön” kelâmıyla hitâp etmiştir. Bu makamda nefs-i mardiyyenin seyri, anillah (Allah’tan)dır. Âlemi, şehâdet âlemidir. Yeri, hafîdir. Hâli, hayrettir. Varidi, şeriattır. Sıfatları, Allahu Teâlâ’nın ahlâkı ile ahlâklanmaktır; beşeriyyeti terk ve hüsn-i hulktur.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Ve sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin.”
[2]
Hataları af, ayıpları örtmek, hüsn-i zan, herkese lutf ve şefkattir. İnsanları tabiatlarının zulmetlerinden, ruhlarının nurlarını çıkarmak için onlara meyl ve muhabbettir. Lâkin bu meyil ve muhabbet fillahtır. Yani Allah için olduğundan makbuldür.
Nefs-i emmâre makamında olan meyil ve sevgi gibi değildir. Bu re’fet ve rahmettir. Zira nefs-i emmarede sevgi nefs için olduğundan kötü, çirkin, gaflet ve zulmettir. Bu ise nefs-i mardiyyenin sıfatından olup halk ile Hâlık’in sevgisini birleştirebiliyor. Bu şaşılacak bir şey olup ancak bu makama kavuşanlara nasip olur.
Onun için bu makamda olan veli görünüşte insanlardan ayrılmaz ama bâtını kibrit-i ahmer gibi olup misli bulunmaz. Seçilmişlerin seçilmişidir; nur menbaı, esrar madeni, sevilmişlerin önderidir. Bu makamda hâl ilm-i ilâhî dairesindedir.
Makamın sahibi şuhûdunda ağyar kalmayıp kalbi, masivadan kurtulmuştur ve Allahu Teâlâ’nın ve insanların yanında beğenilmiştir. Kendisi herşeyden razıdır (muhakkak ki Allahu Teâlâ’nın razı olduklarından razıdır) değeri yüksektir. Bu kâmilin seyri anillahtır. Yani Hz. Hayyul Kayyum muhtaç olduğu ilimleri kendisine bahşetmiştir. Âlem-i Gayb’dan Şehâdet Âlemi’ne Allahu Teâlâ’nın izni ile dönmüştür. Böylece kendisine ihsan edilen marifetlerle insanlara faydalı olur. Lâzım olan hikmet ve nasihatı insanların seviyesine göre, onların anlayacağı derecede söyler. Bu kâmilin hâli makbul hasletlerdendir.
Onda Huzûr-ı hayret vardır. Bu hayrettir ki Ya Rabb! Sana olan hayretimi artır duası Hz. Sıddîk-ı Ekber’den bildirilmektedir. Bu hayret sülûkun başlangıcında olan hayret değildir. Bu kâmilin sıfatlarındandır.
Bunların sahibi her sözünü tutar sözünden dönmez. Herşeyi yerine koyar adaletten ayrılmaz. Yeri geldiğinde o kadar infak eder, mal verir ki tanıdığı olmayan görse onu israf ediyor zanneder. Yerini bulmayınca o kadar az verir ki tanımayan bahîl ve hasîs zanneder. Kendini öven kimseye, vermeye lâyık değilse bir şey vermez. Kendini kötüleyene ve ihsana uygunsa kendini kötülediği için hakkını vermemezlik etmez. O kerem menbaıdır. Bu güzel haller gönül sahibi olan velilerin şanıdır.
Bu makamın sahibi her hâlinde vasat hâldedir. İfrat ve tefritten uzaktır. Bu vasat yol dile kolaydır ama yapmak zordur. Bu güzel ahlâkla sıfatlanmayı herkes arzu eder. Bu sıfatta olanları sever onlardan edeple bahseder. Lâkin vasat hâl, bu vuslat yolu çok zor olduğundan onunla sıfatlanmış olan azdır. Zira o, bu makam sahiplerine mahsus bir lütf-i celil ve sıfat-ı cemildir.
Allahu Teâlâ Hazretleri buyurdular ki: "Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben ona savaş açarım.”
[3]
Veli kul Allah (c.c)’na ibadeti hakkıyla ifâ eden ve ibadet arasında isyana düşmeden birbiri ardından ibadet vazifelerini yerine getiren demektir. Bir kimsenin veli olması için hem kulluk vazifesini yerine getirmesi hem günahlardan kaçınması şarttır. Nasıl peygamberlerin masum olması gerekirse, velilerinde mahfuz olması gerekir. Şeriata bir itirazı olan ise gurura kapılmış durumda ve kendini aldatmaktadır.
El-Kureyşî der ki: "Velinin mahfuz olmasından maksat, ayağının sürçmesi veya hataya düşmesi hâlinde Allahu Teâlâ’nın onu o hâl üzere bırakmamasıdır. Hataya düşerse Allah ona tevbeyi ilham eder, o da tevbe eder ve bu durum onun veliliğine bir halel getirmez. " Hadiste Allahu Teâlâ’nın harp ilân ederim sözü hakkında el Fâkihânî şöyle diyor: Burada beliğ bir mecaz vardır. Çünkü Allah’ın sevdiğinden hoşlanmayan Allah (c.c)’na muhalefet etmiş olur. Allah (c.c)’na muhalefet eden O’nunla karşı karşıya gelir. Allah kendisiyle karşı karşıya geleni ise helâk eder. Ayrıca Allah’ın veli kullarına düşman olanların, Allah’ın kendilerine düşman olmasını gerektirecek bir durum içine düşmesi yani Allah’ın veli kullarını sevmenin Allah’ın sevgisini kazanmaya sebep olduğunu gösterir. Allah’ı en iyi bilen ve tanıyan kimse onun azamet ve kudretine karşı hayreti ve sevgisi en fazla olan kimsedir ki bunlar da evliyaullahtır.
Bir mürid-i sâdık önce amellerle işe başlaması ardından, hâllere yükselmesi, sonradan hâller ile amelleri bir araya getirmesi gerekir. Böyle müntehi bir mürid mahbublar tarîkına alınmış mürîd olur. Ruhu ilâhî huzura cezbedilmiştir. Ruhu kalbinin, kalbi nefsinin, nefsi de bedeninin, kendisine tâbi olmasını ister. Böylece müntehi bütün külliyeti ile Allah (c.c)’na kâim ve onun huzurunda her an secde eder vaziyette bulunur.
Buna işaretle Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem efendimiz buyurmuşlardır ki:
"Rab olarak Allah (c.c)’na, din olarak İslâm’a ve peygamber olarak da Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’e tabi olan kimse imanın halâvetini tatmıştır.”
[4]
Bir müminin kalbiyle imanın tadını alabilmesi için Allah’ın zât, sıfat ve fiillerini gâyet güzel bilmesi lâzımdır. Din olarak İslâm’ın esaslarını her şeye tercih etmek ve Muhammed sallallâhu aleyhi vesellem’i yüce bir peygamber olarak sevip ona tâbi olmak zorundadır. Aksi halde kalpte iman feyizlerini hissetmesi asla mümkün olamaz. Kapanmış bir gözün renk güzelliklerini, işitmez bir kulağın nağmeleri gibi insan kalbindeki günah-ı kebâireyi isyan ve nisyanı temizlemek için gözyaşıyla beraber ihlâsla istiğfar ile zikrullaha devam etmek lâzımdır. Allah ve Rasûlünu sevip, sünnetini öğrenip kendine rehber edinmekle onun getirdiği şeriata sahip çıkmakla malını canını bu uğurda feda etmekle mümkündür. Aksi halde Allah ve Rasûlüne tabi olmayan kişi de imanın halâvetini tatmış olamaz.
Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Sana ruhum ve cesedim bütünüyle secde etti.”
[5]
Hz. Ebu Hureyre (r.a)’dan rivâyet olunduğu üzere Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Namaz dinin direğidir.”
[6]
Namazda on haslet vardır. Rabbin rızası, kalbin nuru, yüzün zîneti, bedenin huzûru, kabrin yoldaşı, rahmetin inmesi, göğün anahtarı, mîzanın ağırlığı, Cennet’in pahasıdır. Cehennem ateşine perdedir. Namazı vaktinde erkanıyla kılan kimse, dininin direğini ayakta tutmuş; onu terkeden, dinini yıkmıştır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allah’a secde ederler.”
[7]
Burada gölgeler manasına gelen "zilâl”den maksad, ruhların secdesi ile secde eden cesetlerdir. Böylece muhabbetin özü ve ruhu onların bütün zerrelerine sirâyet eder. Allah’ın zikrinden ve Kur’an-ı Kerîm tilavetinden muhabbet ve meveddet duyarak zevk alırlar ve istifade ederler. Allah onları sever, kendilerine bir nimet olarak mahlukatına da onları sevdirir.
Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivâyet edilen bir hadiste Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem şöyle buyurmuştur: "Allah bir kulu sevdiği zaman Cibril’e: "Allah falanca kulu sevdi. Sen de onu sev” diye nida eder. Cibril de onu sever ve semada şöyle nida eder: "Allah Teâlâ falancayı sevdi, siz de onu seviniz.” Bu nida üzere sema ehli de onu sever. Sonra o kul yeryüzündeki insanların sevgisine mazhar olur.”
[8]
Meşâyih-i kirâm hazretleri buyurdular ki: Temkin makamına vasıl olmayan kimsenin mürşidlik etmesi caiz olmaz. Mürid iki kısımdır. Biri seyr-i sülûk eder sonra cezbeye tutulur, diğeri evvelâ cezbeye tutulur sonra seyr-i sülûk eder. Tab’ında sadakat cevheri gizli bir mürid, kâmil bir mürşid aramadan bir sâlik-i nâkıs veya bir meczub-i nâkısın kemendine boynunu kaptırırsa bütün istidatlarını ve kemâle yönelik kabiliyetlerini hebâ etmiş olur. Ricâlullahın menzilelerine ve kemâl makamlarına ulaşamaz.
İrşadları sahih olan mürşidlerimiz bütün fenâ mertebelerini geçtikten sonra bekâ-i hakîkî ile bekâ billaha eren Allah dostlarıdır. İrşâd makamı, mukarrabiyet makamı üzerindedir. Çünkü mukarrebiyet makamında bulunan temkin makamında bulunması lâzımdır. Kur-biyyet makamına ulaşmak cismânî ve ruhânî bütün beşeriyyet sıfatlarından kurtulmakla olur. Dünya ve ahiret endişesi terk edile-cektir.
Velâyet derecelerinin ilki velînin kendisinin fânî, Hakk’ı müşahadesinde onunla bâkî olmasıdır. Velî o kimsedir ki Allah tarafından kerâmetlerle teyid olunduğu halde onları gizler. Üzerinde velâyet nurları parlar. Kendinden bahsetmez. Allah’tan gayriye gönül vermez. O’ndan başkasıyla karar kılmaz, teselli bulmaz.
Yine onlar dünya metaına meyil ve tenezzül etmezler. Şehvetlere tâbi olmadıkları gibi nefsânî arzulara da iltifat etmezler. Kendilerini eşrafın ve avamın ziyaret etmesi onların gönüllerine kibir getirmez. Çünkü böyle şeylerin tesirinden kurtulmuşlardır. Hırka ve benzeri şeyleri sahip olmalarıda onları meşgul etmez. Kerâmetlerin zuhuru onlar için vasat şeylerdendir. Bunlarla meşgul olmazlar. Hangi bir yüksek sıfat bir velide bulunuyorsa o sıfat, derecelerine göre bütün peygamberlerde kemâl hâlinde mevcuttur. Özellikle Hz. Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi vesellem ‘de. O evvelkilerin ve sonrakilerin ekmelidir.
Ehl-i hakîkat demişlerdir ki: Rasûllerin mertebelerinin ednâsı nebîlerin mertebelerinin âlâsıdır. Nebîlerin menzillerin ednâsı sıddıykların mertebelerinin âlâsıdır. Sıddıklerin menzillerinin ednâsı şühedâ menzillerinin âlâsıdır. Şehidlerin menzillerinin ednâsı salihlerin mertebelerinin âlâsıdır. Salihlerin menzillerinin ednâsı müminlerin mertebelerinin âlâsıdır.
Hz. Ali (r.a) Ebu Bekir (r.a)’a: "Yâ Ebâ Bekir, amel ve mücahedede daima bize tekaddüm edişine sebep nedir?” diye sorunca Hz. Ebu Bekir (r.a):
"İnsanları iki kısım gördüm. Bir kısmı dünyayı bir kısmı ukbayı ister. Ben Mevlâyı istedim.”
"İslâm’a girdiğim günden beri doyasıya yemek yemedim. Marifetullah (Allah’ı bilmek, düşünmek) zevki bana dünya taamından daha lezzetli geldi.”
"İslâm’a girdiğim günden beri kanasıya su ve şerbetlerden içmedim. Muhabbetullah zevki bana dünya şerbetlerinden daha lezzetli geldi.”
"İslâm’a dahil olduğumdan beri karşılaştığım iki amelden yani dünya ve ahiret amellerinden herzaman evvelâ ahiret amelini tercih ettim.”
"Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’e mülâzemet ettim. O’ndan bir an bile ayrılmamaya gayret eyledim. Velevki gâr’ı Sevrde dâhi olsa beraber bulundum, onun sohbetinden feyz aldım. Elhamdulillah.”
Cenâb-ı Hakk’ın "Bana dua edin icabet edeyim” mealindeki âyet-i kerîmesindeki bahisle "Biz dua ediyoruz fakat duamız müstecab olmuyor” diye dert yanıp sorduklarında, arifibillah İbrahim Edhem hazretleri şu cevabı vermiştir: "Sizin kalpleriniz on şey üzerine ölmüştür, siz Allah’ı bildiniz hakkını ödemediniz. Allah’ın kitabını okudunuz onunla amel etmediniz. Şeytana düşmanlığınızı iddia ettiniz, onu kendinize dost ve yâr edindiniz. Rasûlullah’a muhabbetinizi iddia ettiniz. Onun yolunu ve sünnetini terkettiniz. Cenneti sevdiğinizi iddia ettiniz, fakat cennet için ameli salih işlemediniz. Ateşten korktuğunuzu iddia ettiniz fakat günahlardan sakınmadınız. Ölümün hak olduğunu iddia ettiniz fakat ona hiçbir hazırlıkta bulunmadınız. Başkasının ayıplarıyla meşgul olup kendi ayıplarınızı görmediniz. Allah’ın verdiği rızkı yersiniz fakat ona şükretmezsiniz. Ölülerinizi kabire defneder yine de ondan ibret almazsınız.”
[1] Fecr Sûresi, Âyet 27-30
[2] Kalem Sûresi, Âyet 4
[3] Hadis Kudsî, Sahihi Buhari
[4] Sahih-i Müslim,
[5] Hadis, Müslim
[6] Hadis, Buhârî, Müslim
[7] Ra’d Sûresi, Âyet 15
[8] Tecrid-i Sarih Tercümesi
Cevap: Nefs-i Mardiyye ne demektir
Muhammed
Nefs-i Mardiyye (İslami Terimler Sözlüğü) nedir kısaca sözlük anlamı
Kusurlarını bilen, kendisinden râzı olunan nefs. Rabbinin indinde, makbûl olan nefs.
Nefs-i mardiyyeye kavuşan kimse, verdiği her sözü yerine getirir. Adâletten ayrılmaz,
kerem sâhibidir (cömerttir). Herkese lâzım olan bilgileri anlayacağı derecede söyler.
(Erzurumlu İbrâhim Hakkı)
ya gayyum cekerek mardiyye makamina gelmek