Doğruluk dürüstlük, doğruluk, gerçeklik, kalp temizliği
mumsema
Sözlükte dürüstlük, doğruluk, gerçeklik, kalp temizliği, verilen hükmün var olana uygun bulunması, vakıa ve hadiseye mutabık haber, vefa, ahde bağlılık, hak olan; terim olarak ise söz, fiil ve davranışlardaki tutarlılık, iç ve dışın birbirine uygunluğu, olanı olduğu gibi anlatma demektir. Zıttı ise yalancılıktır.(1)
Tasavvufî bir terim olarak bakıldığında ise sıdk; kişinin mahvolması söz konusu olan durumlarda bile hak olanı söylemesi; yalandan başka bir şeyin insanı kurtarmayacağı hallerde dahi doğruluktan ayrılmaması; itikadında şüphe, halinde leke ve davranışlarında kusur bulunmaması; özün söze uyması anlamlarında kullanılmaktadır.(2)
Sıdk ile aynı kökten gelen sadakat kelimesi cefa ve sefada, lütuf ve kahirde kalbin aynı durumda bulunması, her halükarda Hakk’a aynı derecede bağlı kalması, ‘Elest bezmi’nde Hakk’a verilen söze ve ahde vefalı olmasıdır.
Sıdk kelimesi insanın lisanından çıkmaya görsün akla ilk gelen sıddîk lafzıdır. Sıddîk, dürüstlük ve doğruluk demektir. Ayrıca aralarında sıkı bir münasebet bulunması sebebiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’e yakın olunduğundan bilgi, söz ve davranışlarla Habib-i Kibriyâ’nın her getirdiğini tasdikte kemâl mertebesinde bulunmak anlamina gelen bu kelime, peygamberliği izleyen en yüce bir manevî makam olup; Hz. Ebû Bekr’in bulunduğu mertebedir. Sıddîk olmak dilin söylediği her şeyi kalp ve amel ile gerçekleştirmeyi, özü söze uydurmayı gerektirmektir. Ebû Ali Dekkâk; Sıdk, halka olduğun gibi görünmen veya onlara göründüğün gibi olmandır. (3) demiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de aynı kökten türeyen kelimelerle birlikte 155 yerde geçen bu kavram, kelam âlimlerinin nübüvvet sıfatı saydığı bir özelliktir.(4) Bu sıfatın peygamber olmayan sahipleri, peygamberlerden hemen sonraki makamdadırlar.(5) Nitekim Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse onlar, Allah’ın nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. (6) buyrulmuştur.
Kur’ân-ı Kerim’de söz ve davranışlarında belli bir sıdk haline ulaşabilenler muhtelif vesilelerle övülmüş(7) ve sıdk ehli kimselerle beraber bulunmak takvaya erdirici bir sebep olarak görülmüştür.
Allah Teâlâ şöyle buyurur: Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun. (8). Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde sıdk üzere duran nice erler vardır. (9) âyet-i kerimesinde sıdk ehli övülmüştür. Âyette geçen sıdkın ‘Elest bezmi’nde Rabbimize verdiğimiz söze sadakat göstererek doğruluk üzere olmak anlamina geldiği ifade edilmiştir. Bu takdirde sıdk, Allah Teâlâ’ya o zaman verilen sözü tutmak demektir.(10)
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz de doğruluk ve yalancılık hakkında şöyle buyurmuşlardır: Doğruluk birr’e (iyiliğe), birr Cennet’e ulaştırır. Kişi Allah katında sıddîklar zümresinden olmak için doğrulukta bulunsun. Yalan ise insanı ahlâksızlığa, o da Cehennem’e götürür. Bir kimse Allah katında yalancılar sınıfına yazılmak isterse yalan söylesin. (11), Kul sürekli doğru söyler ve doğruyu (sıdk) ararsa, Allah indinde sıddîk olarak yazılır. Yalan söyler ve yalanı ararsa Allah nezdinde yalancı olarak yazılır. (12)
Doğruluk; şeytan (aleyhi’l-la`’ne) ile savaş, onun hilelerinden kurtuluş, vesveseden uzaklaşma ve şerden korunmaktır. Zira doğruluk, kalpten dünyaya ait olan sevgiyi çıkarma hususunda insanı mücahede ve hayra davet eder.
Doğruluğun mahalli dil, kalp ve fiillerdir. Bunların hepsi doğruluğa muhtaçtır. İnsanın diliyle doğru olanı söylemesi, kalbinden geçenlerin doğru şeyler olması, fiil ve hareketlerinde istikametten şaşmaması onu dünya ve âhiret saadetine ulaştırır.
Doğruluk, Allah Teâlâ’ya kavuşma hazırlığı olup, iman ve sâlih amelin anahtarıdır. Sıdk, sâlihleri Allah’a yaklaştıran bir makamdır. İstikamet üzere olmak isteyen bir kimse, gafletle geçen günlerine tevbe edip, peygamberî ahlâkı yakaladığı zaman onda yavaş yavaş muhabbet, korku, hüzün, ümit, teslimiyet gibi özellikler ortaya çıkar. Bütün bu güzel hasletlerin hepsi insanı doğruluğa alıştırma hazırlığı ve Hakk’a ulaştırma vesilesidir.
Ahmed b. Hadraveyh şöyle der: Allah Teâlâ’nın kendisiyle beraber olmasını isteyen kimse sıdka dört elle sarılsın. Zira Allah Teâlâ; ‘Şüphesiz ki Allah sadıklarla berberdir.'(13) buyurmuştur.
Doğruluk, nefsin kötü ahlâklarını güzelleştirerek insanı manevî hastalıkların en büyüğü olan yalan ve nefsin aşırı istekleri sayılan şehvetten kurtarır ve kalbi temizler. Bu sayede insan gerçek imanın zevkini tatmaya başlar. İnsanın nefsiyle olan mücadelesine sadakatle devam etmesini sağlar. Haramlardan uzaklaştırır.(14) Kannâd, Sıdk, haramları men etmek ve ondan uzak durmaktır. der.
Sıdk ahlâkından nasip alamama sebebini Sehl b. Abdullah Tüsterî şöyle ifade etmektedir: Nefsine ve başkasına yağcılık eden sıdkın kokusunu koklamamıştır. Sıddîklar için ilk hıyanet nefisleri ile konuşmaları ve nefsin sıdk konusunda kendilerine vesvese vermesidir. (15)
İmam Gazâlî’nin ifadesine göre doğruluğun mertebeleri altı esasta toplanmıştır. Bunlar: Sözde, niyet ve iradede, azimde, vefada, amelde ve dinin bütün makamlarını tahakkukta doğru olmaktır. Kim bu sıfatlarla muttasıf olursa o, doğrulardandır.(16)
Abdulvâhit b. Zeyd, sıdkın amelî boyutunu ele alarak bunu ahde vefa şeklinde yorumlar: Sıdk, amel ile ve fiilen Allah Teâlâ’nın ahdine vefa etmektir. (17)
Sıdk, dilin söylediğini kalp ve amel ile göstermektir. Sıdk konusunda kişiye lazım olan hakikaten niyet ve iradede doğru olmaktır. Bunun başı ise tevhiddir. Vâsıtî; Sıdk, kast ile beraber tevhidin sıhhatidir. der. Yani sıdk, niyet ve maksadın Hakk olması kaydı ile sahih bir tevhiddir.
Bu sebepledir ki sadık olan bir kimseden Hakk’ın razı olacağı bir ahlâktan başkası görülmez. Onların hâli ya farzları ikmal etmek veya nafilelere devam etmektir. İbrahim Havvas, onların bu hâlini şöyle ifade eder: Sadık olanı, ya üzerine farz olanı eda ederken veya nafile ibadetle meşgul olurken görürsün. Bundan başka bir hâl üzere göremezsin. (18)
Doğruluk, avam olsun havas olsun herkeste aranılan bir haslettir. Avamda başka, havasta başka değildir. Doğruluk, her yerde ve her zamanda doğruluktur. Bugün doğru olup da yarın bu ahlâktan uzaklaşmak gibi bir durum söz konusu olmadığı gibi; şu zaman az, bu zaman çok şeklinde de değildir. Kullar arasında farklı olan, sadece bu ahlâkı yakalama hususunda gösterilen gayrettir.
Doğruluk, güzel alışkanlıkların ahlâka dönüşmesinde önemli bir vasıftır. Kişinin şaka bile olsa yalan söylemesi bu olgunluğa zarar vermektedir. Zira Sıdkın hakikati, yalandan başka bir şeyin seni kurtaramayacağı yerde doğru söylemendir. denilmiştir.(19)
Kuruluş ancak doğruluktadır. Kulun dili, kalbi ve ameli hep bu istikamette olmalı, yalana alışmamalıdır. Zira daha sonra doğru da söylese bir anlam ifade etmez. Her şeyin bir değeri varken yalancının doğru söylemesinin bir kıymeti olmadığı bilinmektedir. Yalancının alameti, teklif edilmeden cömertçe yemin etmesidir. denilmiştir.
Öyleyse insan kendisine zararı dokunacağından korksa bile yine doğruluktan ayrılmamalıdır. Çünkü bu davranışı mutlaka kişinin yararına olacaktır. Kul, fayda vereceğini ümit etse bile yalandan şiddetle sakınmalı, asla böyle bir hataya düşmemelidir. Zira yalan er geç sahibine zarar verecektir.
Allah (c.c.), dilinin söylediğini kalbi ve ameli ile gerçekleştirebilen kullarına rahmet eylesin! Âmin!
Kaynakça:
1. Bkz. ULUDAĞ Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s. 468.
2. Kuşeyrî, Risâle, s. 356.
3. Bkz. Kuşeyrî, a.g.e., s. 359.
4. Peygamberlerin sıfatları: Sıdk, emanet, fetanet, ismet, tebliğdir. Sıdk, peygamberlerin yalan söylememesi demektir. Bkz. Ömer Nesefî, Akaid, s. 119.
5. Sıdk, tasavvufta bir makam olarak kabul edilmektedir. Fakat her makamda yaşanılan bir takım hâller vardır. Bu makamdaki hâlleri Bayezid Bestâmî şu şekilde ifade eder: En büyük veliler olan sıddîklerin hâlleri, peygamberlerin ilk hâlleridir. Peygamberlerin son hâlleri için ise ulaşılacak bir hudut yoktur. Bkz. Kelâbâzî, Taarruf, s. 103.
6. en-Nisâ, 4/69.
7. Bkz. el-Ahzâb, 33/35; el-Mâide, 5/119.
8. et-Tevbe, 9/119.
9. el-Ahzâb, 33/23.
10. Bkz. YILMAZ Hasan Kamil, Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 178.
11. Müslim, Birr 105.
12. Buhârî, Rikak 38.
13. el-Bakara, 2/153.
14. ERAYDIN Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, s. 162.
15. Kuşeyrî, a.g.e., s. 359.
16. Bunlardan niyet ve iradedeki sıdkın adına ihlâs denmektedir. Gazâlî, İhyâ, c. IV, s. 334.
17. Kuşeyrî, a.g.e., s. 357.
18. Kuşeyrî, a.g.e., s. 358.
19. Cüneyd-i Bağdâdî’nin sözü. Bkz. Kuşeyrî, ag.e., s. 358.
Cevap: Doğruluk
LeoparGS
Doğruluk nereye götürür?
İbn Mes’ud (ra) rivayet ediyor: Resulullah (sas) buyurdular ki: "Sıdk insanı birr’e (Allah’ı razı edecek iyiliğe) götürür, birr de cennete götürür. Kişi, doğru söyler ve doğruyu arar da sonunda Allah’ın indinde sıddık (doğru sözlü) diye kaydedilir. Yalan da kişiyi haddi aşmaya götürür. Haddi aşmak da ateşe götürür. Kişi yalan söyler ve yalanı araştırır da sonunda Allah’ın indinde yalancı diye kaydedilir.” (Buhari, Edeb 69)
Âyetu’l-münâfikı selâsün: İzâ haddese kezebe ve izâ veade ahlefe ve ize’tümine hâne
"Münafıklığın alâmeti üçtür: 1- Konuştuğunda yalan söyler. 2- Söz verdiğinde sözünde durmaz. 3- Kendine emânet edildiğinde hiyânet eder. (Buhâri, İmân, 25) (Buhâri, İmân, 25)
Veylül lillezî yuhaddisü bi’l-hadîsi liyudhıke bihi’l-kavme feyekzibü, veylün lehû veylü
İnsanları güldürmek ve eğlendirmek için söz söyleyen, sonucunda da yalan söz edene yazıklar olsun. Tüh ona.. yazıklar olsun ona…
Tirmizî, Zühd, 10
Yanıt: Doğruluk
LeoparGS
DOĞRULUK VE İHLÂS
Hakk’ın doğruluk makamında oturanların, orasını yurt edinenlerin derecesi; arştan da yücedir, kürsüden de.
Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden, o eşikten başını alma!
Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul! Çünkü her doğru okun yaydan fırlayacağına şüphe yok.
Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi, terazinin değerini azaltan da yine terazidir.
Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez.
Doğru söz kalbe rahatlık verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.
Allah, "Ey eğri adam, kulağını, kuyruğunu sallama.
Doğrulara, doğrulukları fayda verir” dedi.
Musa’nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir eti, hattâ azametli denize bile dokundu.
Muhammed (a.s.)’ın doğruluğu da ayın yüzüne tesir etti. Hattâ parlak güneşin bile yolunu vurdu.
Doğruluk, can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur’ân’dan "Erler vardır ki Allah’la ettikleri ahdi bozmadılar, ahitlerine doğrulukla sarıldılar” âyetini okuyun!
Doğruların güzel yüzlerindeki nur, bedenleri yok olsa da kıyamet gününe kadar kalır.
Senin tesbihin su ve topraktan bir buhardır; (ama) kalpteki ihlâs (ile verilen) nefes, cennet kuşu olur.
Hikâye
Kulluktaki ihlâsı Ali’den öğren, Allah aslanını hilelerden arınmış bil.
(Ali) savaşta bir yiğidi altetti, hemen kılıcını çekip üstüne saldırdı.
O kişi, her peygamberin, her velinin öğündüğü Ali’nin yüzüne tükürdü.
Öyle bir yüze tükürdü ki ay, secde yerinde o yüze secde eder.
Ali, derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmaktan vazgeçti.
O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşırıp kaldı.
Dedi ki: "Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın?”
Ne gördün ki bu derece kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi?
Ali dedi ki: "Ben kılıcı Allah için vuruyorum. Hakk’ın kuluyum, ten memuru değil.
Benim sakınmamda ancak Allah içindir, vermem de… Tamamıyla Hakk’a aitim, başkasına değil.
Sen, benim yüzüme tükürünce nefsim kabardı, hiddet ettim, huyum harap, berbat bir hale geldi.
Öyle bir hale geldim ki o anda savaşımın yarısı Allah içindi, yarısı nefsim için. (Halbuki) Allah işinde ortaklık olmaz.
Kafir bu sözü işitti, gönlünde öyle bir nur zuhur etti ki zünnarını kesti.
Ben, cefa tohumunu ekmiştim, seni başka türlü sanıyordum.
Halbuki sen tek huylu bir teraziymişsin, hatta her terazinin oku senmişsin.
Meğer sen benim soyum sopummuşsun; meğer çırağımın, dinimin aydınlığı senmişsin!
Ben o görür göz arayan çırağın kulu, kölesiyim ki senin çırağın da ondan nurlanmış, aydınlanmıştır.
"Bana kelime-i şahadeti söyle, ben de söyleyeyim ki seni zamanın en yücesi gördüm” dedi.
Onunla beraber akrabasından, kavminden elli kişiye yakın kimse de âşıkçasına dine yüz tuttular ve Müslüman oldular.
(I/3499, II/0121, I/1385, II/0122, 2735, 2736, III/740, V/2775, 2776, 3820, VI/4715, I/0866, Hikâye: I/3721-3727, 3729, 3787, 3805, 3976, 3977, 3980-3984, 3986, 3987)
Mesnevi’den
Soru: Doğruluk
LeoparGS
SIDK VE DOĞRULUK
Bir gün Abdülkâdir Geylânî’ye; "Bu işe başladığınızda, bu yola adım attığınızda, temeli ne üzerine attınız? Hangi ameli esas aldınız da böyle yüksek dereceye ulaştınız?" diye sordular.
Buyurdular ki:
"Temeli, sıdk ve doğruluk üzerine attım. Asla yalan söylemedim. Yalanı kâğıda bile yazmadım ve hiç yalan düşünmedim. İçim ile dışımı bir yaptım. Bunun için işlerim hep rast gitti. Çocuk iken maksadım, niyetim, ilim öğrenmek, onunla amel etmek, öğrendiklerime göre yaşamaktı. Küçüklüğümde Arefe günü çift sürmek için tarlaya gittim bir öküzün kuyruğundan tutunup, arkasından gidiyordum. Hayvan dile geldi ve dönüp bana; "Sen bunun için yaratılmadın ve bununla emrolunmadın" dedi. Korktum, geri döndüm. Evimizin damına çıktım. Gözüme, hacılar gözüktü. Arafat’ta vakfeye durmuşlardı. Anneme gidip; "Beni Allah’ın yolunda bulundur. İzin ver, Bağdat’a gidip ilim öğreneyim. Salih zatları ve evliyayı bulup ziyaret edeyim" dedim. Annem sebebini sordu, gördüklerimi anlattım. Ağladı, kalkıp babamdan miras kalan seksen altının yarısını kardeşime ayırdı. Kalanını bana verip, altınları elbisemin koltuğunun altına dikti. Gitmeme izin verip, her ne olursa olsun doğruluk üzere olmamı söyleyip, benden söz aldı. "Haydi, Allah selâmet versin oğlum. Allah için ayrıldım. Artık kıyamete kadar bir daha yüzünü göremem" dedi. Küçük bir kafile ile Bağdat’a gitmek üzere yola çıktım. Hemedan’ı geçince, altmış atlı eşkıya çıka geldi. Kafilemizi bastılar. Kervanı soydular. İçlerinden biri benim yanıma geldi. "Ey derviş! Senin de bir şeyin var mı?" diye sordu. "Kırk altınım var" dedim.
"Nerededir?" dedi. "Koltuğumun altında dikili" dedim. Alay ediyorum zannetti. Beni bırakıp gitti. Bir başkası geldi, o da sordu; fakat o da bırakıp gitti. İkisi birden reislerine gidip, bu durumu söylediler. Reisleri beni çağırttı. Bir yerde, kafileden aldıkları malları taksim ediyorlardı. Yanına gittim. "Altının var mı?" dedi. "Kırk altınım var" dedim. Elbisemin koltuk altını sökmelerini söyledi. Söküp, altınları çıkardılar. "Neden bunu söyledin?" dediler. "Annem, ne olursa olsun yalan söylemememi tembih etti. Doğruluktan ayrılmayacağıma söz verdim. Verdiğim sözde durmam lazım" dedim. Eşkıya reisi, ağlamaya başladı ve "Bu kadar senedir ben, beni yaratıp, yetiştiren Rabbime verdiğim sözü bozuyorum" dedi. Bu pişmanlığından sonra tevbe edip, haydutluğu bıraktığını söyledi. Yanındakiler de, "İnsanları soymakta, yol kesmede sen bizim reisimiz idin, şimdi tevbe etmekte de reisimiz ol" dediler. Sonra, hepsi tevbe ettiler. Kafileden aldıkları malları sahiplerine geri verdiler. İlk defa benim vesilemle tevbe edenler, bu altmış kişidir."
merhaba
Kur’ân-ı Kerim’de aynı kökten türeyen kelimelerle birlikte 155 yerde geçen bu kavram, kelam âlimlerinin nübüvvet sıfatı saydığı bir özelliktir.
—————————————————————-
Sıdk, dilin söylediğini kalp ve amel ile göstermektir. Sıdk konusunda kişiye lazım olan hakikaten niyet ve iradede doğru olmaktır. Bunun başı ise tevhiddir. Vâsıtî; "Sıdk, kast ile beraber tevhidin sıhhatidir.” der. Yani sıdk, niyet ve maksadın Hakk olması kaydı ile sahih bir tevhiddir.
Allah razı olsun
LeoparGS
Doğruluk
Özünde sözünde doğru olma hem bir insanlık gereği hem de inananlar için Hakk’ın en büyük emirlerinden biridir. Kur’an müminlerin sözlerinin doğru, her hareketlerinin dengeli ve ölçülü olması gerektiğini, doğru olan kimselerin Allah tarafından sevilen kullar olacaklarını ifade eder. "Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve sözü doğru söyleyin” (Ahzâb, 33/70) "Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan Cennetler vardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük ‘kurtuluş ve mutluluk’ budur.” (Mâide, 5/119) ayetleri bunlardan bazılarıdır.
Kur’an, iman edenlerin şahidlik yaparken de asla doğruluktan ayrılmamalarını, hatta şahıslarına veya yakınlarına zararı olacağını bilse bile asla yalana girmemelerini, doğruluktan ayrılmamalarını emreder. "Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Nisâ, 4/135)
Sözde doğruluk ne kadar mühimse, insanlar arasında sevginin kaynağı, nizam ve intizamın önemli bir rüknü ise, davranışlardaki doğruluk, dürüstlük de o derece mühimdir. Allah’ın Rasûlü sallAllahu aleyhi ve sellem, bir gün pazarı dolaşırken tezgahlardan birinde buğday yığını gördü. Yaklaştı, elini daldırdı. Baktı ki, buğdayın üst kısmı kuru, alt kısmı yaş. Satıcıya sordu: "Alıcıya bunun böyle olduğunu söylüyor musun?”, adam "hayır” deyince, İki Cihan Serveri "İnsanları aldatan bizden değildir” buyurdular.
Doğruluk içte ve dışta istikamet sahibi olmak demektir. Bir kimse, bir gün bir türlü bir başka gün başka türlü konuşur veya davranırsa, hiç kimse ona itibar etmez, sözünü ciddiye almaz. Etrafına ne güven ne de emniyet telkin eder. Böyleleri ile ne ciddi bir işe girilir, ne de yakın bir bağ kurulur. Zira, doğrunun zıddı olan yalanı irtikap eden kimseden her şey beklenir.
Doğru insan, bu davranışıyla aslında kâinatın özüne uygun hareket etmiş, Hakk’ın nizamına tabi olmuş, her halükarda da takdire şayan hareket etmiş olur. Ancak Bediuzzaman Hazretlerinin ifadesi ile kişinin her söylediği doğru olmalı ancak her doğruyu her yerde söyleme gibi bir vazifesi yoktur. Her bildiğini, her duyduğunu hiç süzmeden, her yerde söyleyenin bu yaptığının günah olarak ona yeteceği hadislerde beyan edilmektedir.
Eskilerin bir sözü vardır, "iyiler iyiliğinde, kötüler kem belâsını bulur” diye. Bir anlamda hayatını doğruluk çizgisinde geçirenler için de geçerlidir bu söz. Onlar bir müddet sıkıntılara maruz kalsa da er geç doğruluklarının mükafaatını göreceklerdir.
Bu mevzuda anlatılan şu hikaye mevzuyu ne tatlı özetlemektedir:
Bir zamanlar giderek yaşlanan ve arkasında bir veliaht bırakması gerektiğini anlayan Çinli bir hükümdar vardı. Vezirlerinden veya çocuklarından birisini veliaht seçmek yerine, farklı bir şey yapmaya karar verdi bu hükümdar.
Ülkesindeki bütün gençleri huzuruna çağırdı ve onlara şöyle seslendi:
"Artık tahttan çekilmemin ve yerime yeni bir hükümdar seçmemin vakti geldi. Hükümdar olarak içinizden birisini seçeceğim.” Gençler bu sözleri şaşkınlıkla dinliyorlardı. Hükümdar devam etti:
"Bugün herbirinize bir tohum vereceğim. Tek bir tohum. Ama bu çok özel bir tohum. Hepinizin evlerinize dönüp o tohumu ekmenizi, sulamanızı ve bir yıl sonra tohumdan çıkan bitkiyle geri gelmenizi istiyorum. O zaman bana getireceğiniz bitkiler hakkında hüküm verip benden sonra tahta geçecek hükümdarı seçeceğim.”
Saraya çağrılanların arasında Ling isminde bir genç vardı ve herkes gibi ona da bir tohum verildi. Ling, eve dönüp başından geçenleri heyecanla annesine anlattı. Annesi ona bir saksı ve biraz da toprak verdi. Ling, tohumu itinayla ekti, onu güneş ışığı görebileceği bir pencere kenarına koydu. Her gün saksıya su vererek bitkinin tohumun açıp açmadığını kontrol etti.
Üç hafta kadar sonra, Ling’in mahallesindeki gençlerden bazıları tohumlarının nasıl açtığını, bitkilerin nasıl büyümeye başladığını anlatmaya başladı. Ling bu sözleri duyduktan sonra her defasında eve gidip kendi tohumunu kontrol ediyordu. Gelgelelim, saksının içinde büyüyen hiçbir şey görünmüyordu. Haftalar birbirini kovaladı, ama değişen hiçbir şey olmadı.
Bu arada, Ling’in arkadaşları ballandıra ballandıra saksılarındaki çiçeklerden bahsediyordu hep. Ling’in ağzını ise bıçak açmıyordu, çünkü hakkında konuşacağı bir çiçeği yoktu. Elinde toprak dolu bir saksı vardı o kadar. Ve artık başarısız olduğuna inanmaya başlamıştı.
Aradan altı ay geçti. Ling’in saksısında çiçekten eser yoktu hâlâ. Tohumunu çürüttüğüne kanaat getirmişti Ling. Başka herkesin kocaman çiçekleri, ya da ağaç fidanları olmuştu, ama onun koca bir saksısı, o kadar!
Nihayet bir yıl tamamlandı ve ülkenin gençleri yetiştirdikleri bitkileri karar vermesi için hükümdarın huzuruna getirdiler. Ling, annesine boş bir saksıyı hükümdara götüremeyeceğini söylediyse de, annesi saksıyı götürmesini ve dürüst davranmasını öğütledi. Ling’in sıkıntıdan karnı bile ağrıdı, ama annesinin haklı olduğunu bildiğinden sözünü tuttu. Böylece, o da boş saksıyı saraya götürdü.
Saraya ulaştığında diğer gençlerin getirdiği çeşit çeşit bitkiler karşısında hayrete düştü. Hepsi de güzel renklerde, güzel biçimlerdeydi ve nefis kokular yayıyorlardı. Birbirlerine çiçeklerini nasıl böyle güzel yetiştirdiklerini ciddi ciddi anlatan diğer gençler, Ling’in elindeki boş saksıyı görünce kahkahalarla güldüler. Birkaçı da onun durumuna üzüldü ve omzuna dokunup "Boş ver, elinden geleni yapmışsın!” dediler.
Hükümdar gençlerin yanına geldi ve bitkileri inceledi. Bu sırada, Ling arkalara kaçıp gizlenmeye çalışıyordu. "Ne kadar da büyük ağaçlar ve çiçekler yetiştirmişsiniz öyle!” dedi hükümdar. "Bugün içinizden birisi yeni hükümdar olarak tayin edilecek.”
Birden, imparator elinde boş saksıyı tutan Ling’i gördü. Hemen, muhafızlarına onu yanına getirmelerini emretti. Ling korkudan titremeye başladı. "Hükümdar başaramadığımı gördü, herhalde beni öldürtecek!” diye düşünüyordu.
İmparator, yanına getirilen Ling’in ismini sordu, o da cevapladı. Diğer gençlerin hepsi gülmeye ve kendi aralarında Ling’le alay etmeye başladılar. Hükümdar bir el hareketiyle hepsini susturdu. Ling’i yanına aldı, sonra da kalabalığa ilan etti: "Yeni imparatorunuzu selamlayın! Adı Ling!” Ling kulaklarına inanamadı. Tohumundan tek bir filiz bile çıkmamışken nasıl imparator olabilirdi ki?
Hükümdar konuşmasına devam etti: "Bir yıl önce herbirinize bir tohum verdim, onu ekip sulamanızı istedim ve bir yıl sonra da bana getirmenizi istedim. Ama sizlere verdiğim tohumların hepsi kaynatılmıştı ve dolayısıyla da filiz açmaları mümkün değildi. Ling hariç hepiniz bana çeşit çeşit ağaçlar, bitkiler ve çiçekler getirdiniz. Tohumunuzun büyümediğini görünce, size verdiğim tohumun yerine başka bir tohum ektiniz. İçinizden sadece Ling, kendisine verdiğim tohumun olduğu saksıyı bana getirme cesaretini ve dürüstlüğünü gösterebildi. Bu yüzden, yeni imparatorunuz o olacak.”
Doğruların yardımcısı Allah’ım, özümüzü sözümüzü dosdoğru kıl, yüzümüzü Sana doğru döndür, bizi doğruların doğrusu Efendimiz’e komşu eyle…
Ali Ünsal
LeoparGS
< AMIN AMIN AMIN
paylasimlariniz için Allah c.c. sizden razı olsun >
Allah sendende razı olsun kardeşim
Rabbim bizleri doğru yoldan ayırmasın inşaAllah..
doğruluk ve dürüstlük hikaye, bizlere kalp temizliği sağlayan güzel davranışlarımız nelerdir, doğruluk ve dürüstlük hikayeleri