Nefs-İ Mutmainne Nedir?

Nefs-İ Mutmainne Nedir?

Fetva Meclisi
NEFS-İ MUTMAİNNE NEDİR?
Sözlükte "doyuma, huzura, rahata kavuşmuş nefis"anlamına gelen nefs-i mutmainne dini bir kavram olarak, iman eden, İslâm’ın emir ve yasaklarına uyan, bu konularda hiçbir şüphe ve tereddütü olmayan, neticede Allah ile manevî bir bağ kuran ve bunun lezzetine ulaşan nefis demektir. Fecr sûresinin son âyetlerinde bildirilen ve "Cennetime gir" hitabına mazhar olan bu nefistir (Fecr, 89/27-30). Bu niteliğe kavuşan nefis, cömertlik, doğruluk, alçak gönüllülük, güler yüzlülük, tatlı dillilik gibi güzel huy ve sıfatları kazanmıştır. Daima tevekkül, tefviz, teslim, sabır ve rıza halleri içindedir. (M.C.)


Cevap: Nefs-İ Mutmainne Nedir?

Ebu Ducane
NEFSİN MERTEBELERİ – NEFS-İ MUTMAİNNE

Hakk’ın emirlerine tam uyan, men ettiklerinden sakınan ve kuvvetli iman ve itminan sahibi olan mutmainne nefstir. Arifibillah olan takva, vera ve yakîn ashabının nefsidir. Bunlar hitâb-ı ilâhiyeye mazhar olmuşlardır. Bu makama ancak sâdık müridler vasıl olur.
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki:
"Ey itminana ermiş nefis! Sen rabbinden, rabbin de senden razı olarak rabbine dön! Kullarım arasına katıl ve Cennet’ime gir!”

[1]
Görülüyor ki, mutmainneden aşağı derecedeki nefisler hitab-ı ilâhiyyeye lâyık olmamışlardır. Ancak itminana ermiş olan nefs-i mutmainne, râdiye ve mardiye nefisleri hitabullaha mazhar olmuşlardır. Ve Allah mutmainne nefis sahiplerini râdiye ve mardiye makamlarına davet buyurmuştur.
Cenâb-ı Hakk’ın kullarına merhameti muktezasınca sizler bu davete icabet etmek mi istiyorsunuz? O hâlde bilin ki talim, terbiye, nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesinden sonra "Cennetim’e girin” hitab-ı ilâhiyyesine mazhar olursunuz. Bu makamda nefs-i natıka kendi ızdırabından Hakk’ın hitabıyla itminan bulduğu için ismi, mutmainne olmuştur. Nitekim Hak Teâlâ bu nefse: "Ey mutmain olan nefis” kelâmıyla hitab etmiştir. Nefs-i mutmainnenin seyri maAllah (Allah’la beraber)dir. Âlemi, Hakîkat-ı Muhammediye’dir. Mahalli, sırdır. Hâli, itminana sadıktır. Vâridi, şeriatın bazı esrarıdır. Sıfatları, cömertlik ve güler yüzlülük, tevekkül, sabır, halim selim, teslim, rica, doğruluk, ibadet, yumuşak gönüllülük, hamd ve senâ, şükürdür. Dahası daimî huzur, kalp sevinci, tatlı dillilik, ayıp ve kusurları örtücülük ve hataları bağışlayacılık da diğer evsafıdır. Sâlikin bu makamda olmasının bir alâmeti de şeriattan zerre kadar ayrılmamasıdır.
Taberânî ve İbn-i Asâkir’in Ebu Ümame (r.a)’dan tahric etmiş oldukları bir hadis-i şerifte Rasûlullah’ın bazı sahabeye talim buyurdukları: "Allah’ım senden itminana kavuşmuş bir nefsi mutmainne dilerim ki likâna iman etsin, kazana razı olsun, atâna kanaat etsin”[2] duaya devam etmelidir.
Bu makamda sâlik, Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem efendimizin ahlâkını tamamen bilip uygulamaktan zevk duyar ve onun fiil ve hareketlerine uymakla kalbi tatmin olur. Çünkü bu makam kâmil insan olma makamıdır.
Yine bu sâlik, bu makama eren sâlike bakanların gözleri ve hazır olanların kulakları zevk ve lezzet bulur. Eğer her zaman ve bütün gün konuşsa tatlı sözlerinden dinleyenlerin kulaklarına bıkma ve usanç değil, hoşluk ve lezzet gelir. Huzur bulurlar. Çünkü onun dili Allah tarafından dimağ ve kalbine akıtılan ilm-i ledünniyenin mânâ ve incelikleriyle bezendiğinden şeriat-ı garranın anlatılmasında söylediği her söz Kur’an-ı Kerîm’e ve hadis-i şeriflere tamamen uygundur. Onun sohbetleri Allah tarafından kalbine akıtılan ilhamlardan ibarettir yani ilmi, ilm-i ledünnîdir. Bu kâmil veli yakınlarıyla ve insanlarla görüştükçe kendisine gelen, kalbine akıtılan bu hikmetleri, onlara söyler ve öğrendiği ilâhî bilgileri, sevdiklerine ve arzu edenlere istidat ve kaabiliyetlerine göre öğretir, onları irşad eder ve çok zaman zikir ve ibadetle uğraşıp kendi âleminde kalır. Tâ ki makamlara yükselmekten mahrum kalmasın.
Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem: "Bir kimse kalbini iman için temizlerse ve kalbini selim, lisanını sâdık, nefsini mutmain, ahlâkını müstakîm, kulağını hakkı duyan ve gözünü ibret ile bakıp hakkıgören hâline getirirse muhakkak felâha ermiştir”buyurdular.

[3]
Bu makamda bulunan, nefs-i mutmainne sahibi olan ârif zikir, dua ve ibadete devam edip Hz. Peygamber sallallâhu aleyhi vesellem efendimize evvelki sevgisinden daha fazla bir sevgiyle bağlanır. O insan-ı kâmilin yanında toprak ve altın müsâvî olup mal ve mülkü sırf hayır ve hayrat yapmak ve fakirlere yardım etmek için ister. Para kazanma ve mal edinme, onun gönlünü bir an bile Cenâb-ı Hakk’tan gafil kılmaz ve onun huzuruna varmaya engel olmaz. Kazandıklarını gizlemez, tok gözlü olur ve kimseden bir şey istemeyip verilenleri fakirlere dağıtır. Mal ve parayı sırf bu gaye ile infâk etmek, ancak bu veli zâtın şânına yakışır. Bu maksatla kazanılan mal da sırf Allah rızası için harcanır. Böyle olan mal sevgisi kınanmamış bilâkis öğülmüş ve beğenilmiştir. Eğer bu makamda bulunan kâmil Cenâb-ı Hak, adı, şanı kaybolmuş bir insan suretinde gizler ve böylece şöhret yapmaz, âfet ve belalardan korursa, bu hâl onun için bir nimet ve saadettir. Eğer Cenâb-ı Hak onu, halk gözünde beğenilmiş ve herkesce takdir edilmiş olarak gösterir ve şeyhlik rütbesini ona giydirir, irşad göreviyle vazifelendirirse o zaman kâmil kul, bu durumda ilâhî takdiri kabul eder fakat o, bu şeyhliği ne ister ne de diler, ne arzu eder ve ne de ondan çekinip kaçar gider. Ancak Cenâb-ı Hak onu kalplerin sevgilisi yapıp dost ve müridlerini, kendisine itaatli, hürmetli ve edepli kılar. Allah (c.c) insanlar arasından seçtiği kulunu sever, hem de sevdirir. Mânevî bir emirle irşad vazifesine başlamış olur.
Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem: "Bir kimse zâhir ve bâtınını, içini ve dışını temizleyerek kırk gün hâlisâne Cenâb-ı Allah (c.c) için amel ve ibadet ederse kalbi menba-ı hikmet pınarı olup lisanından zülâl-i marifet ile tatlı sözler akmaya başlar” buyurmuşlardır.

[4]
Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem yine buyurmuşlardır ki: "Nefsimi yed-i kudretinde tutan Cenâb-ı Allah (c.c)’na yemin ederim ki iman etmedikçe Cennete giremezsiniz ve birbirlerinizi sevmedikçe de "Kâmil” mümin olamazsınız. Size bir şey söyleyeyim mi? Onu yaptığınız takdirde sevişirsiniz, kalbinizde ülfet ve muhabbet zuhur eder. Selâmı aranızda yayınız.”

[5]
Şu halde cümlemiz; "Müminiz, imanımız vardır” diyoruz. Bunun isbatı lazımdır. Şahit ise amel ve ibadettir. Rahmet-i ilâhîyyeye nâil olmak için amel ve ibadet şarttır.
Ebû İdrîs el-Havlanî, Mu’âz bin Cebel (r.a)’den naklediyor: "Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem buyurdular ki: "Allah Tebâreke ve Teâlâ Hazretleri şöyle hükmetti: "Benim rızam için birbirlerini sevenlere, benim için bir araya gelenlere, benim için birbirlerini ziyaret edenlere ve benim için birbirlerine ikramda bulunanlara benim de muhabbetim tahakkuk etmiştir.”

[6]
Bu itibarla İslâmî usul ve kaidelere riâyet ederek birbirlerini seven müminler saadet-i ubudiyyenin meyvelerini tatmış, rıza-i ilâhîyyeyi kazanıp Cennet’e girmiş olur.
Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor:
"Rabbininhuzurunda durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.”

[7]
Şeyhü’l-Meşayih hazretleri bu ayeti şöyle şerh etmiştir:
İki cennetin biri ehlullahın dünyada huzur-ı dâimîye mazhar olmasıyladır: diğeri de ahirette verilecek olandır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Onlar, iman edip de takvâya ermiş olanlardır. Dünya hayatında da ahirette de onlara müjde vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu, büyük kurtuluşun kendisidir.”

[8]
Evliyaullah, dünyada kalben daima rahat, ferah, sürur ve saadet içindedirler.
Cenâb-ı Hak buyuruyor:
"Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de.”

[9]
Müminlerin ahlâkı edep ve tevâzudur. İnsan tevâzudan daha kıymetli başka bir libas giymemiştir. Tevazu ve hikmet hazinesine nail olan, herkese lâyık olduğu değeri verir. Herkes de ona lâyık olduğu saygıyı gösterir. Tevâzudan nasibini alan, gönül rahatlığına erer. Fakat bunu da ancak ilim sahipleri kavrayabilir.
Ebu Zür’a, Enes (r.a)’in rivâyetiyle gelen bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Allah Teâlâ bana mütevazi olmanız gerektiğini, birbirinize zulmetmemeniz icab ettiğini vahiy yoluyla bildirdi.”

[10]
Peygamberimiz sallallâhu aleyhi vesellem tevazunun gereği olarak hür olsun köle olsun herkesin davetine icabet eder, bir yudum süt veya bir tavşan bacağı bile olsa hediyeyi kabul eder, onları yemekten çekinmez, hediyelere mukabelede bulunur, cariye veya miskin bile olsa davetlerine icabet ederdi.
Ebû Zür’a, icazet tarikiyle Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem ‘in şöyle buyurduğunu haber veriyor: Tevâzunun ilk şartı, rastladığın herkese selâm vermen, sana selâm verenin selâmına mukabele etmen, meclisin en aşağısına râzı olman ve yaptığın iyiliklerin bilinmemesini istemendir.
Tevâzu, alçak gönüllü olmak ve mahlukata yumuşak davranmaktır. Hakk’a karşı hudû ile boynu bükük olmak, nasihatlara kulak verip kabul etmektir.
Nefsinde varlık gören kimsenin, tevâzudan nasibi yoktur. Nefsinin hatalarını bilen üstünlük ve şerefe tamâ etmez, tevazu yolunu tutar. Kendisini zemmedene düşmanlık etmez, medhedildiği zaman da Allah (c.c)’na şükreder.
Süfyan-ı Sevrî hazretleri buyuruyor ki: "Şehvetle hasıl olan bütün günahların mağfiret edilmesi umulur. Fakat kibir ve gururdan doğan masiyetlerin mağfiret olunması memul değildir. Zira şeytanın isyanının aslı kibir ve enaniyetten, Adem (a.s) ayağının kaymasının aslı ise hatadandır.
Ya RasûlAllah
Gubar-ı payina almam cihânı yâ RasûlAllah
Değişmem mûyuna heft âsumânı yâ RasûlAllah
Duyunca makdem-i teşrifin Adem sulb-i pâkinden
Değişti habbeye bağ-ı cinânı yâ RasûlAllah
Mütevâzı olmak isteyen, sâlihlerin sohbetine devam etsin ve onlara hürmette kusur göstermesin. Kişi sâlihlerin tevâzusuna bakarak kendisi büyüklük taslayamaz. Lokman (a.s): "Herşeyin bir bineği vardır. Amelin bineği de tevâzudur” buyurur. Tevâzu cemiyete çıktığında herkesi kendinden üstün ve hayırlı görmendir.
Tevâzunun üç alâmeti vardır:
Ayıplarını bilerek nefsini küçük görmek.
Müminlere karşı edepli ve alçak gönüllü olmak.
Kimden gelirse gelsin hakkı ve nasihatı kabul etmektir.
İnsan, nefsinin şerrini ve ayıbını bilmelidir. Kendisine bir değer vermemeli, manevî bir hâl gördüğünde onu kendinden değil Allah’tan olduğunu bilmeli, nefsine pâye çıkarmamalı, kendini insanlardan daha aşağı görüp her zaman mütevâzı olmalıdır.
Kul Allah’ın emir ve nehyine karşı mütevâzî olmalıdır. Çünkü nefis rahatına düşkün olduğundan emr-i ilâhîden yüz çevirir. Nefsin istekleri yasak olana tutkundur. Kul, nefsini emr-i ilâhî ve nehy-i ilâhîye boyun eğdirince tevâzu sahibi olur; Allah’ın murad ettiğini öne alır ve kendi arzusunu terkeder.
Kul gerçek tevâzuya ancak kalbinde müşâhede nûrunun parlamasıyla erişebilir. Çünkü müşâhede anında nefis erir. Nefsin tesirini yitirmesiyle kul, kibir ve ucubun aldatmalarından kurtulur. Bu sayede nefis, Hakk’a karşı itaatkâr, halka karşı yumuşak olur. Gerçek tevazudan en çok nasip alan şüphesiz kurbiyet makamına ermiş bulunan Peygamberimiz sallallâhu aleyhi vesellem idi.
Hazret-i Âişe (r.anha) Vâlidemizin rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte: "Bir gece Rasûlullah sallallâhu aleyhi vesellem’i yanımda bulamadım. Kadınlığın verdiği kıskançlık duygusu ile onu diğer zevcelerinden birinin yanına gittiğini zannederken O’nu mescidde secdeye kapanmış bir halde gördüm. Secdede şunları söylüyordu: Yâ Rab! Sana secde ediyorum, kalbim sana iman ediyor, lisanım seni ikrar ediyor. İşte ben huzurundayım, ey şânı yüce Mevlâm! En büyük günahların affedicisi sensin.”

[11]
Sâdık olan sâlik bu makama sülûk edince ona öyle bir kemal hâsıl olur ki mâsivâdan kaçar. Hak ile ünsiyeti arar. Zâtı pâkine muhabbet edip habibine tâbi olur. Onun söz hareket ve ahlâkını can ile kabul edip, ondan ruhuna hayat, imanına tat bulur. Marifet nuru ile gönül rahatlığı bulur. Şeriatten ayrılmaz, biiznillah teâlâ ölünceye kadar böyle gider.
İşte bu kâmilin kalbine ne gelse onu Habib-i Ekrem sallallâhu aleyhi vesellem’ın söz ve işlerine kıyaslar. Uygunsa onunla amel eder, değilse "şeytandandır” deyip amel etmez. Muhakkak bilir ki Hz. Habib-i Ekrem sallallâhu aleyhi vesellem bu dünyadan ahirete intikal edinceye kadar farz ve vaciplerden birini terk etmemiştir. Salih amellerin terki ne evliyâdan ne de âlimlerden işitilmemiştir.
İşte gerçek muhib olan veli yakînen bilir ki şeriata uygun olmayan söz ve düşüncelerin tümü sapıklıktır. Zira o gönül sahibi Kur’an ve Sünnet-i zâhire uymayan bâtını, bâtıl bulmuştur. Bunun için şeytan-ı aleyhi lâine galip olmuştur.
Allahu Teâlâ şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.”

[12]
Şeriatın sırrı ona münkeşif olup, o sırrı şeriatın zâhirinde, gizli bir engin deniz olarak görmüştür. Ama şeriatın zâhiri ile amel etmeyen gâfil, ârif ve kâmil olamaz. Bâtın ve esrar ona münkeşif olmaz. Belki zındık olup dalâlette kalır.
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"(Rasûlüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”

[13]
İşte bu âyet-i kerîme, ahirete intikal edinceye kadar şeriat kapısının üstünde durmayı bildirmekle yeterlidir. Şeriatla amel eden ârif ve kâmile gelince: O, şeriatın içine ve özüne girip oradan Allahu Teâlâ’nın sırlarına kavuşur. Kalbi ile sahibi arasında vâki olan hususiyete erişir. Bu esrarı, ancak zâhirleri şeriatla müzeyyen ve bâtınları hakîkatle münevver olan kâmiller bilir. Onlara hiçbir şey sûret-i Hakk’tan görünmez. Şeytan onlara yakın gelmez. Gelse de hiçbir taraftan yol bulamaz. İstese bile onlara zarar veremez.
Nitekim şeyh-i Samâdânî Abdulkâdir Geylânî hazretlerine sahrada şeytan gelip: "Ey Abdulkâdir! Ben Rabbinim. Haramları sana mübah kıldım, dilediğini yapabilirsin” dedi. Bu kâmil şeyh ona: "Yalan söyledin, muhakkak ki sen şeytansın. Allahu Teâlâ haram ve günahları emretmez” cevabını vermiştir.
Ey Sâlik! Basiret gözünü aç ve gör ki bu şeriat ne büyük kerâmet kalesidir. Bununla amel eden iki âlemde ne kadar aziz, şerif, kıymetli ve her tehlikeden emin ve sâlimdir. O halde bütün ebrâr, âbidler, zâhidler, ârifler, mümtaz kâmiller zümre-i kal’asına girip şeytanın aldatmasından emin olanlar, ancak Allahu Teâlâ’nın tevkifi ile şeriate yapışıp ilim ve ihlas ile amel edenlerdir.
Peygamber Efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem : "Ey insanlar! Allah (c.c)’na tevbe ve istiğfar ediniz. Ben günde Allah (c.c)’na yüz kere tevbe ve istiğfar ediyorum” buyurmuştur.

[14]
Cenâb-ı Hak Kur’an-ı Kerîm’in indiriliş gayesini şöyle beyan eder:
"Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için (indirildi)…”

[15]
Evliyâullah hazerâtı takvâ ve verânın tamam olması için şu hususlara riâyet edilmesi elzemdir buyururlar: "Dünyada iken takvâ azığını hazırlayan kıyamet gününde Allah’ın habibi olur. Gadabı ve öfkeyi terkeden Allah’ın himayesinde olur. Dünyevî arzularını terkeden kıyamet günü Allahın azabından emin olur. Hasedi ve kini terkedenin kıyamet günü, derecesi âli olur. Riyâset sevgisini terkeden kıyamet günü el-Melikü’l-Cebbâr yanında aziz olur. Dünyada enaniyeti terkeden iyiler arasında nimete erer. Husûmeti terkeden kıyamet günü felâha erer. Bahilliği terkedenin melekler içinde ismi yâd edilir. Dünyada rahatlığı terkeden kimse ahiret günü mesrûr olur. Haramı terkeden ahiret günü peygamberlerin komşuluğunda bulunur. Harama bakmayı terkedenin Allah kıyamet günü gözünü Cennet’te ferahlandırır. Zenginliği kalben terkedip fakirliği ihtiyar edeni Allah kıyamet günü veliler ve peygamberlerle beraber haşreder. Dünyada insanların ihtiyaçları için çalışanın Allah dünya ve ahirette ihtiyaçlarını giderir. Gece Allah için teheccüde kalkıp kıldığı namaz kabirde kendisine nur olur. Arş-ı Rahman’ın gölgesinde olmayı isteyen kimse zahid olsun. Meleklerin ziyaretçi olmasını isteyen kimse tevbe-i nasuh ile Allah (c.c)’na tevbe etsin. Kalbinin zengin olmasını isteyen kimse Rezzak olan Allah Teâlâ’nın taksimatına razı olsun. Firdevs ve bâkî olan lezzetleri isteyen ömrünü dünya fesadı ile zâyi etmesin. Dünya ve ahirette Cennet’i arzu edenler sehâvetli olsunlar. Zira cömert kimseler cennete yakın, cehennemden uzak olurlar. Kalbinin tam bir nur ile aydınlanmasını isteyenler herşey için tefekkür edip öğüt alsın.
Kendisine sabredici bir beden, zikredici bir lisan, Allah korkusuyla titreyip mütevazı olan bir kalp isteyen mümin ve müminâta çokça istiğfar etsin.
Peygamber efendimiz sallallâhu aleyhi vesellem buyuruyor ki: "Dört haslet müminde toplanırsa Allah ona bu sebeple Cennet’i vacip kılar.
Dilde doğruluk
Malda cömertlik
Kalpte muhabbet,
Gizli ve aşikarda ittikâ ve hayırseverlik.”

[16]

[1] Fecr Sûresi, Âyet 27-30

[2] Alûsî, Ruhu’l-Meânî Elmalı Tefsiri, c.8, s. 5821

[3] İmam-ı Ahmet, Beyhakî

[4] Ebu Nuaym, Hilye, Ramuzu’l-Ehadis, c.2, s.398-11

[5] Sahihi Müslim, c.1, s.74, H.No: 93-94

[6] Hadis, İmâm Mâlik, Muvatta

[7] Rahman Sûresi, Âyet 46

[8] Yunus Sûresi, Âyet 63

[9] Yunus Sûresi, Âyet 62

[10] Müslim, İbni Mâce

[11] Kütüb-i Sitte

[12] Hicr Sûresi, Âyet 42

[13] Âl-i İmran Sûresi, Âyet 31

[14] Rıyazü’s-Salihin, c. 1, s. 19, hadis no: 19

[15] Hud Sûresi, Âyet 3

[16] Râmuzu’l-Ehâdis, c. 2, s. 483-12


Cevap: Nefs-İ Mutmainne Nedir?

Muhammed
NEFS-I MUTMAINNE nedir kısaca sözlük anlamı
Hiç bir şüphe ve tereddüt taşımadan, itmi’nân-ı kalple Allah’ı Rab kabul edip, O’nun peygamberlerinin getirdiği dini de hak din bilerek Allah’a teslim olan ve O’na ulaşan insanın nefsi (es-Seyyid eş-Şerif el-Cürcânî, et-Ta’rifât, İstanbul 1283, s. 165; el-Gazalî, İhya-u Ulumiddin, Beyrut (t.y.) III, 4).


nefsi mutmainne nedir, mutmain ne mektir

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();