Hz. Peygamber (as) Zamanında Dîn Ve şeriat

Hz. Peygamber (as) Zamanında Dîn Ve şeriat

Şema
HZ. PEYGAMBER @ ZAMANINDA DÎN VE ŞERİAT

Peygamber Hz. Muhammed @, insanları Rabbinin isteğine göre yönlendirmek üzere, Allah tarafından doğru yola (şeriat) iletildi (45:18) ve bunun Allah indinde yegâne doğru yol olduğu hususunda kendisine teminat ve-rildi (3: 19). Bu teminatın ardından Hz. Pey-gamber @’e, Allah’ın, kendi üzerindeki ni-metlerinin tamamlanarak dinin kemale erdi-rildiği ve insanlık için yegâne hayat tarzı ola-rak seçildiği bildirildi. Hz. Peygamber @; bu hayat tarzım, gerek sözle gerek davranışlarıy-la, elinden geldiğince insanlara tebliğ etti ve insanların zihinlerinde hiçbir konuda şüpheye yer bırakmadı. Bu durum, Veda Haccındaki hutbesiyle teyid edildi. Bu hitabında Peygam-ber @ şöyle diyordu:
"Ey Mü’minler! Size bir emânet bırakıyorum ki, siz ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşır-mazsınız. O emânet Allah’ın kitabı Kur’ân1 dır." (Müslim, Nevevî). Daha sonra Rasûlul-lah @ o muazzam halk kütlesine: "Ey Nâs! Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz?" diye sordu. Hepsi: "Allah’ın asaletini tebliğ ettin; risâlet vazifeni îfâ ettin, bize vasiyet ve nasîhatta bulundun! diye şehadet ederiz" de-diler. Rasûlullah @ mübarek şehadet parma-ğını göğe doğru kaldırarak, sonra da cemâat üzerine çevirip İndirerek üç kere: "Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab! Şâhid ol yâ Rab! " buyurdu (Müslim).
Vahyin muhatabı ve Allah’ın yeryüzündeki rasûlü ve halîfesi olarak Peygamber©, İnsan-lığın manevî ve siyasî liderliğini şahsında bir-leştirmişti. Böylece onların, ruhî olgunluk ya-nında, dünyada siyasî hâkimiyet elde etmele-rini de sağladı. Diğer bir ifadeyle O, Allah yolunun yeryüzündeki gerçek ve mükemmel temsilcisi idi. İnsanlara takip etmeleri gereken yolun vasfım, sahasını ve gereklerini söz-leri ve davranışlarıyla gösterdi. Bu yüzden, Hakikat yolu ile ilgili her türlü şüphe, istif-ham ve problemlerde Allah’ın Kitab’ına ve Rasûlü’nün Sünnetine başvurulmalıdır.
Hz. Peygamber @, insanların ruhî eğitimi, arınması ve ilerlemesi için şeriat ı getirmişti. Böylece insanlar, manen ve ruhen eğitilerek, doğru yoldan, herhangi bir sosyal, maddî ve-ya siyasî etki tarafından iğva edilemeyecek yürsek bir dereceye erişebileceklerdi. Bu, Al-lah’ın nebilerinin başlıca fonksiyonlarından biri idi ve Muhammed @’e bu vazife şu söz-lerle yüklenmişti: "Nitekim kendi içinizden, size ayetlerimizi okuyan, sizi (kötülüklerden) arındıran, size Kitap ve hikmeti ve size bil-mediklerinizi öğreten bir elçi gönderdik." (2: 151). Bu eğitim arınma, kitap ve hikmet öğ-renme gerçekten, İslâm’ın neferlerinin görev İri Kûfî tarzıyla istinsah edilen Kur’ân’dan Bakara sûresine ait bir sahife. AIİ b. Ahmed el-Verrak. Kayrevan, 1020. ve sorumluluklarını yerine getirebilmelerini mümkün kılacak eğitim ve öğrenimlerinin te-melini oluşturmaktaydı. Dünyaya ilâhî emir-lere uygun olarak, siyasî liderliğin yanında ruhanî olarak da, etkin bir biçimde liderlik yapmak gibi güç bir görevi yerine getirebil-meleri için, bu zorlu eğitimden geçmeleri ge-rekiyordu. Rasûlullah @ bu sorumluluğu yüklenerek üzerine düşeni en iyi şekilde yeri-ne getirdi. O, Allah’tan bir elçi ve rehber ol-manın yanında, bir komutan, devlet adamı ve hâkim idi ve bütün bu vazifeleri eşine rastlan-ması mümkün olmayan bir tarzda gerçekleş-tirdi. Ahlaken ve ruhen en yüksek seviyeye erişmiş ve aynı zamanda, kısa süre içinde, bü-tün diğer güçlere karşı siyasî üstünlük elde et-miş bir ümmet meydana getirdi.
O’nun peygamberliğinin bir başka yönü de, ilim ile donatılmış oluşuydu. Bu İlim, kendi-sinden sonra, takipçilerine geçti. Rasûlullah @, daima doğruyu konuşmak ve ilmin ışığın-da hareket etmek gerektiğini, aksı halde, insa-nın kendisini, karanlığın ve unutulmuşluğun vadisinde bulacağını ısrarla söylüyordu. Doğ-ru davranmanın ilk şartı, bu davranışın zan ve tahmine değil, gerçek bilgiye dayanması idi. Kur’ân da bu gerçeğe işaret etmekte ve insan-lara, çoğunluğu oluştursalar bile zanla hareket edenlerin peşinden gitmemelerini tavsiye et-mektedir: "(De ki) yanınızda bize çıkarıp gös-tereceğiniz bir bilgi var mı? Siz sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz." (6:148)
Hakikate karşı çıkanlar, ilim sahibi olamaz, sadece gerçek hayatta hiçbir faydası olmayan saçma fikirlere sahip olurlar. "Onların çoğu zandan başka bir şeye uymuyorlar. Zan ise gerçekten hiçbir şey kazandırmaz." (10:36). Kur’ân’m bu âyeti; ilme değil, insanların bazı çürümüş kemiklerin toplanmasından (arkeo-loji) veya atalarının mirasından elde ettikleri zanna, heva ve heveslerine uygun bilgilere dayanan felsefeleri, ideolojileri ve dinî akideleri yermektedir. Câsiye süresindeki âyette insanların sadece zanlarına dayanarak ahireti inkâr etmeleri reddedilmektedir: "…Fakat onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zannediyorlar." (45:24). Bu hakikate aykırı olan davranış biçimi beyhudedir. "Onların bu hususta bir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hak-tan hiçbir şey kazandırmaz (Zan ile gerçeğe ulaşılmaz)." (53:28)
Atalarının yolunu terketmek istemediklerin-den, gerçeği kabullenmeyenlerin durumu da böyledir. "Onlara; ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ dense, ‘Hayır biz babalarımızı üzerin-de bulduğumuz şeye uyarız (onların yolundan gideriz)’derler." (31:21). Bakara sûresinde de şöyle denmektedir: "Onlara, ‘Allah’ın in-dirdiğine uyun!’ dense, ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız!’ derler. Peki ama, ataları bir şey düşünmeyen, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı (atala-rının yoluna uyacaklar)? O inkâr edenler(i hakka çağıran)ın durumu tıpkı bağırıp çağır-madan başka bir şey işitmeyen (işittiği şeyin mânâsım anlamayan hayvanlar)a haykıran kimsenin durumu gibidir. (Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler, onun için düşünmezler." (2:170-171).
Bu âyetler, doğruluğu hakkında bir bilgiye sahip olmadıkları halde, atalarının hayat tarzı-na saplanıp kalmış olanların peşin hükümlü-lüklerini ve cahilliklerini açıkça göstermekte-dir. Bunlar, bu yanlış hayat tarzlarını takip et-meye devam etmekte ve yaratıcılarından gelen doğru bilgi üzerine oluşturulan doğru yola tamamıyla yüz çevirmektedirler. Allah’ın yolundan gitmeyen bu tür İnsanlar için veri-len mesaj, bilenlerle bilmeyenlerin bir olma-yacağı şeklindedir. Yalnızca bilgiye ve kavra-yışa sahip olanlar öğüt alır ve hakikatin pe-şinden giderler (39:9).
Bu şekilde Hz. Muhammed @, sadece zan ve tahminlere değil, ilme göre hareket edenlerin her iki dünyada hakikî ve sürekli başarıya sa-hip olacaklarını kesin bir şekilde ortaya koy-du. Sadece gerçek bilginin insanlığa sürekli gelişme ve ilerleme sağlayacağını belirtti. Allah’ın Son Elçisi vasıtasıyla bize verilen vahyî bilgi, ruhî ve ahlâkî kavrayışımızı yük-seltecek ve çevre bilgisi, Allah’ın kitabında işaret edildiği gibi, orijinal düşünce ve ilme dayalı fikirlerde bizi ilerde tutacak; böylece yüksek vasıflı bir hayata sahip olabileceğiz. (Bilginin bu yönü, bu kitabın 3 ve 4. bölümle-rinde daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır).
Hz. Muhammed @’in peygamberliğinin Üçüncü yönü, adalet kavramını açıklamak ve bunu insanların hayatlarında, ferdî ve kollek-tif bazda tesis etmekti; böylelikle insanlık, yeryüzünde huzurlu, mutlu ve emin bir hayat sürebilecekti. Bununla ilgili olarak Peygam-ber @, toplumda adaletin temeli olan şu yedi ana prensibi ortaya koymuştur:


Cevap: Hz. Peygamber (as) Zamanında Dîn Ve şeriat

Şema
1- İlâhî Kanunun Hâkimiyeti

İslâm devleti, bütün otorite ve yönetim hakkı-nın, kâinatın yaratıcısı ve hâkimi olarak Al-lah’a ait olduğu temeline göre teşkilatlanmış-tır. Bu yüzden onun koyduğu kanun, bütün beşerî kanunlardan üstündür ve her durumda uyulması zorunludur. Bu prensip Kur’ân’da, tam anlamıyla açıklanmaktadır (4:58, 64-65, 80, 105; 5:45-46; 12:40; 24:54-56; 33:36 ve 59:7).
Rasûlullah @ de çeşitli vesilelerle bu husus-lara işaret etmiş ve açıklıkla beyanda bulun-muştur: "Allah’ın kitabına tâbi olunuz. Onun helâl kıldığını helâl, haram kıldığını da haram biliniz." (Tabaranî ve Ahmed b. Hanbel’in Müsned’ine istinaden Kenzû’l-Ummâl).
Rasûlulllah @ ayrıca şöyle buyurmuştur: "El-bette ki Allah, uyulması gereken bazı emirler göndermiştir (ferdiz); onları ortadan kaldır-mayınız. Bazı haramlar koymuştur, bunları ihlâl etmeyiniz. Allah’ın bazı sınırlamaları vardır (hudud); onları aşmayınız. Bazı husus-larda da bir şey buyurmamıştır, sükût ile geç-miştir; sizin de bunların üzerinde bahislere girmemeniz gerekir." (Darekutnî’ye istinaden Kenzû’l-Ummâl, c. I). "Kim Allah’ın Kitabına sarılırsa, bu dünyada sapıklığa düşmez, ahi-rette de bedbaht olmaz." (Miş-kât). Veda hac-cında da şöyle buyurmaktadır: "Size iki şey bırakıyorum. Onlara uyarsanız yolunuzu şa-şırmaz ve sapıtmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Rasûlünün sünneti." (Muvatta ve Kenzû’l-Ummâl, c. I). Peygamber @ ayrıca, şunu ila-ve etmektedir: "Size neyi yapmanızı emret-tiysem, onu alın; neyi yasakladıysam, ondan uzak durun." (Kenzu l-Ummâl, c. I).
Görüldüğü gibi Kur’ân ve Hz. Peygamber @’in sünnetince, İlâhî kanunun üstünlüğü ve hâkimiyeti ihdas edilmekte ve Allah’ın kanu-nu ile çatışan hiçbir kanuna uyulmaması ge-rekmektedir (Geniş bilgi için bkz. Sîret An-siklopedisi, c. I ve II).

2- İnsanlar Arasında Adalet

Rasûlullah @’in tesis ettiği prensiplerden ikincisi, Allah’ın kanununun herkes için aynı olduğu ve en düşüğünden en yüksek dereceli-sine kadar toplumdaki herkes için eşit olarak uygulanması gerektiğidir. Hiç kimseye imti-yaz tanınmamıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de, Al-lah’ın elçisinden bu durumu, şu sözlerle ilan etmesi istenmektedir: "…Aranızda adalet yapmakla emrolundum…" (42:15). Bu âyet açıkça, Rasûlullah @’den, insanlar arasında, tarafsız olarak, adaletle hükmetmek üzere gönderildiğini ve bir kısmına iltimas yapıp di-ğerlerinden yüz çevirmesinin onun misyonu ile bağdaşmayacağını ilân etmesini istemek-tedir.
Rasûlullah @ bütün insanlarla eşit ilişkiye sa-hipti. Bu, adalet ve eşitlik ilişkisi idi. Adalet kimin tarafında olmayı gerektiriyorsa, onun yanında; adaletin karşısında olduğu kişinin, O da karşısında idi. O’nun dininde kimseye ay-rıcalık yapılmıyordu. Akrabalar ile yabancıla-rın, sıradan insanlarla eşraftan olanların veya zenginler ile fakirlerin hakları birbirinden farklı değildi. Doğru olan, herkes için doğ-ruydu; günah veya hata olan, herkes için gü-nah veya hata idi. Günah herkes için günah, haram herkes için haramdı. Mecburî olan bir şey, herkes için mecburî idi; hattâ Peygamber @ de bizzat Allah’ın kanunları karşısında mü-kellefiyetten azledilmiş değildi (Mevdûdî, Khilafat-o-Mulukiyat).
Hz. Peygamber @, İslâm’ın bu genel prensi-bini şu sözlerle açıklamaktadır: "Ey insanlar! Bilin ki, sizden öncekileri, içlerinde şerefli bir aileye mensup birisi hırsızlık yapınca onu bı-rakıp, zayıf bir kimse çaldığında ona had uygulamaları helak etmiştir. Allah’a yemin ede-rim ki, kızım Fâtıma bile hırsızlık yapsa onun elini keserdim." (Buharî, Müslim). Hz. Ömer de, Peygamber @’in, kendisine kısas yapıl-masını kabul ettiğini gördüğünü söylemiştir. (İmam Ebu Yusuf, Kitahû’l-Harac).

3- Bütün Vatandaşların Eşitliği

Üçüncü prensip; İslâm devletindeki bütün va-tandaşların, renk, ırk, milliyet, dil ve inancına bakılmaksızın eşit haklara sahip olmasıdır. İslâm devletinin hudutları içinde herhangi bir kişi, grup, kabile, ırk veya milliyet özel hak-lara veya imtiyazlara sahip olamayacağı gibi, hiç kimse, herhangi bir şekilde diğerlerinden daha aşağı olarak görülemez. Bu prensip, Kur’ân’da şöyle ifade edilmektedir: "Ey in-sanlar! Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarat-tık ve birbirinizi tanımanız için sizi taifelere ve kabilelere ayırdık. Allah’ın yanında en üs-tün olanınız, (Allah’ın buyrukları dışına çık-maktan) en çok sakınanımzdır. Allah bilendir, haber alandır." (49: 13). Rasûlullah @ de bu prensibe şu sözleriyle açıklık getirmiştir: "Al-lah, sizin görünüşüze ve zenginliğinize değil, kalbinize ve amellerinize bakar." (Müslim ve İbni Mâce). "Ey insanlar! Dikkat edin. Elbet-te ki Rabbiniz birdir. Arapın arap olmayana ya da arap olmayanın Arapa veya beyazın si-yaha, siyahın da beyaza, takva (Allah’tan kor-kup doğru yolda gitmesi) dışında bir üstünlü-ğü yoktur." (Beyhâkî).
Rasûlullah @, bütün müslümanların, din kar-deşi olduklarını ve hiçbir müslümanın diğer-leri üzerinde takva dışında bir üstünlüğü ol-madığını belirterek, müslümanların arasında-ki eşitliği vurgulamıştır. (Taberanî’ye istina-den İbni Kesîr, c. IV, s. 217). Bir başka hadis-lerinde de şöyle buyurmuştur: "Kim Al-lah’tan başka ilâh olmadığına şehadet eder, kıblemize yönelir ve bizim gibi ibadet eder ve kestiğimiz eti yerse, işte o müslümandır. Müslümanlara farz ve hak olan şeyler, ona da farz ve haktır." (Buharî, Kitabu’s-salat). "Mü’minlerin kanı birbirleriyle aynı Ölçüde ve müsavidir. Sıradan bir müslümanın bile, birisi lehinde verdiği eman hepsinin sorumlu-luğundadır." (Ebu Davud ve Neseî). Rasûlul-lah @’den rivayet edilen bütün bu hadisler, Kur’ân’da zikredilen "Muhakkak mü’minler kardeştirler." (49:10) prensibini vurgulamak-tadır.

4- Danışma (Şûra)

Allah’ın Elçisi tarafından, devlet meselelerin-de üzerinde durulan dördüncü prensip, her se-viyede istişarenin uygulanmasıdır. Öncelikle, devlet başkanı, karşılıklı istişare yoluyla ve bütün müslümanların muvafakatiyle tayin edilmeli (ya da seçilmelidir. Sonra başkanın, hükümet İşlerini istişare ile yürütmesi gerek-mektedir. Kur’ân’da müslümanların, işlerini karşılıklı istişare ile yürüttükleri ifade edil-mektedir (42:38). Rasûlullah @’e istişare konusunda şu sözlerle tavsiyede bulunulmakta-dır: "…(yapacağın işler) hakkında onlara da-nış…" (3: 159).
Hz. Ali, Rasûlullah @’e, kendisinden sonra, Kur’ân’da hükmü bulunmayan ve kendisinin de temas etmediği meselelerle karşılaşırsa ne yapması gerektiğini sordu. Rasûlullah @ ce-vabında: "Ümmetimin âbid ve âlimlerini (fu-kaha) toplayınız. Kendileriyle müşavere edi-niz. Fakat sadece bîr kişinin görüşüne göre karar vermeyiniz." buyurdu (Taberanî). Hz. Ömer de: "Bir kimse, müslümanlara danışma-dan, halkı kendisinin veya başkasının otorite-sine uymaya çağırırsa; onu öldürmemeniz ca-iz değildir." demiştir. (Kenzu’ l-Ummâlf c. V). Hz. Ömer’den bir başka rivayet de şöyle-dir: "Müşaveresiz hilâfet yoktur." (Kenzu l-Ummâl, c. V). Hz. Ömer’in bu açıklamaları-na göre, bir kimse zor kullanarak kendisini yönetimin başına geçirtmek isteyemez. Bu çok ağır bir suçtur. Ve böyle bir kimseyi orta-dan kaldırmak ümmet için kaçınılması imkânsız bir farizadır (Geniş bilgi için bkz. Sıret Ansiklopedisi, c. 1, sh. 384-391).

5- Doğru İşte İtaat (Ma’ruj)

Beşinci prensip, yönetime ancak, doğru olan ve evrensel kabul gören şeylerde uymanın mecburî olması {ma’ruf), kötü ve günah olan şeyde kimseye itaat edilmeyeceği prensibidir. Bir başka ifadeyle, yalnızca hükümetin meşru emir ve düzenlemeleri ve memurlarına uymak mecburîdir. Bunlar, kanuna (şeriate)
aykırı herhangi bir emir yayınlama hakkına sahip değildir. Yayınlarlarsa, buna uyulma-malıdır. Kur’ân, Rasûlullah @’e bîat edilece-ği sırada, bu biatin ancak doğru ve meşru iş-lerde yapılmasını şart koşmuştur. Halbuki Ri-salete muhatap zâttan hiçbir zaman masiyetin zuhur etmeyeceği özellikle bilinen esaslar-dandır. (60:12). İbni Ömer, Rasûlullah @’in, "Allah’a itaatsizlik yapması (masiyet) emre-dilmedikçe her müslümana dinlemek ve itaat etmek düşer. İster hoşuna gitsin, isterse git-mesin. Fakat masiyet yolunda emir verilince ne dinlemek kalır, ne de itaat." buyurduğunu nakletmektedir. (Buharı ve Müslim). Yine Rasûlullah @ şöyle buyurmaktadır: "Allah’a itaatsizlikte itaat yoktur; itaat ancak ma’ruf (doğru işi) içindir." (Müslim, Ebu Davud, Neseî). Bu husus Rasûlullah @ tarafından, değişik şekillerde, değişik vesilelerle zikredil-miştir. Fakat vurgu aynı prensip üzerindedir: "Allah’a karşı masiyet yolunu tutana itaat yoktur." "Yaratıcıya karşı masiyet hususunda hiçbir yaratılmışa itaat yoktur." "Allah’a itaat etmeyene itaat yoktur." gibi.

6- İyiliği Emr, Kötülükten Men Hak Ve Vazifesi

Rasûlullah @ tarafından çokça vurgulanmış olan altıncı prensip, her müslüman fert gibi devletin de iyi ve doğru olanı emretme (emr-î bil ma’ruf), kötü ve yanlış olandan men etme (nehy-i anil münker) hak ve vazifesidir. Bu prensibe göre İslâm devletinin en önde gelen vazifesi, îslâmî hayat tarzını, hiçbir değişikli-ğe yer vermeksizin tesis etmek ve İslâm’ın ahlâkî ölçülerine göre İyi ve faziletli olanı yaymak ve toplumdaki kötülüğü yok etmek-tir. Kur’ân, İslâm devletinin gayesini şu söz-lerle açıklamaktadır: "O (Allah’ın dinine yar-dım eden)leri yeryüzünde iktidara getirdiği-miz takdirde (zorbaların yoluna sapmazlar, bilâkis) namazı kılarlar, zekât verirler, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışır-lar." (22:41).
Kur’ân’ın beyanına göre bu aynı zamanda, İslâm ümmetinin de amacıdır: "Böylece sizi orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olası-nız, Peygamber de size şahit olsun." (2: 143). Yine Âl-i İmrân sûresinde şöyle buyurulmak-tadır: "Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz Ve Allah’a inanırsınız…" (3: 110). Hz. Muhammed @’den önce gelen bü-tün peygamberler de aynı vazifeyi yüklenmiş-lerdi: "Şöyle ki, dini doğru tutun (Allah’ın bildirdiğine inanın ve onun gönderdiği hü-kümlere teslim olun. Hurafeler karıştırıp dini bozmayın) ve onda ayrılığa düşmeyin." (42:13). Gayri müslimlere karşı verdikleri mücadelelerinin gayesi de Kur’ân’a göre şu idi: "Oysa kendilerine, dini yalnız Allah’a hâlis kılıp O’nu birleyerek Allah’a kulluk et-meleri, namaz kılmaları, zekâtı vermeleri em-redilmişti. İşte doğru din budur." (98: 5). Bu-na göre İslâm devletinin gayesi, bütün bir sis-tem olarak dini tesis etmek ve İslâm toplu-munun yapısını ve karakterini bozacak hiçbir şeyi ona karıştırmamaktır. Son nokta Allah Rasulü @’nün dilinde şöyle vurgulanmakta-dır: "Dikkat edin! (Yolumuzda) uydurulmuş şeylerden uzak durun. Uydurulmuş olan her şey bid’attır ve her bid’at da dalalet(sapık-hk)tir." (Mişkât). Hz. Peygamber @’den bu konuda rivayet edilen diğer iki hadis şöyle-dir: "Kim bir bid’at (uydurma şey) icat ederse, İslâm’ın tahribine yardım etmiş olur." ve "Allah İndinde sevilmeyen üç tür insandan birisi, İslâm’da cahiliye usûlleri yoluna giden kimsedir." (Mişkât, Mevdûdî, Khilafat-o-Mulukiyat). Burada; hakikatleri söylemek, iyi ve doğru olanı desteklemek ve toplumda ve devlette her nerede yanlış ve kötü bir şey görürse, elinden geldiğince onu kontrol edip durdurmanın, müslüman toplumdaki her va-tandaşın hakkı olduğu kadar görevi de oldu-ğunu vurgulamak gerekir. Kur’ân-ı Kerîm bunu, şu kelimelerle emretmektedir: "İyilik ve takva üzerinde yardımlasın, günah ve düş-manlık üzerinde yardımlaşmayın." (5: 2). Ahzâb süresindeki şu ifadeler: "Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söy-leyin." (33:70) ve Nisa süresindeki şu ifade-ler: "Ey iman edenler! Adaleti tam yerine ge-tirerek, Allah için şahitlik edenler olun; ken-dinizin, ana babanızın ve yakınlarınızın aley-hinde bile olsa, (şahitlik ettiğiniz kimseler) zengin veya fakir de olsalar (adaletten ayrıl-mayın!)" (4:135) bu konuda rehberdir. Tevbe sûresinde de şöyle buyurulmaktadır: "Müna-fık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerin-dendir. Kötülüğü emrederler, iyilikten men ederler ve ellerini sıkı tutarlar… Mü’min er-kekler, ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîsîdİrler. İyiliği emrederler, kötülükten men ederler." (9: 67, 71). Kur’ân mü’minle-rin ayırdedici özelliğini de şöyle belirtmekte-dir: "…iyiliği emredip kötülükten men eden ve Allah’ın sınırlarını koruyanlardır…" (9: 112). Rasûlullah @ bu konuda şöyle buyur-maktadır: "Her kim bir kötülük görürse he-men onu eliyle değiştirsin. Eğer (eliyle değiş-tirmeye) muktedir olamazsa diliyle (kınasın, korkutsun). Şayet, (diliyle de) değiştirmeye gücü yetmezse kalbiyle (onu reddetsin, ondan nefret duysun). Kalben benimsememek ima-nın en zayıf derecesidir." (Müslim, Tirmizî, Ebu Davuâ). Allah’ın Peygamberi bir başka hadîsinde şöyle demektedir: "Allah’ın ben-den önce herhangi bir ümmete gönderdiği peygamberin, muhakkak o ümmet içinde (ona inanan) havassı ve ashabı olurdu. Bunlar o peygamberin sünnetine yapışırlar, emirleri-ne uyarlardı. Sonra arkalarından öyle kötü nesiller gelirdi ki, yapmadıklarını söylerler, enırolunmadıklannı da işlerlerdi. Her kim bu kötü nesillere karşı eliyle cihad ederse, o mü’mindir. Her kim onlara diliyle karşı ko-yarsa o da inanmıştır. Her kim onlara karşı kalbiyle mücahedede bulunup buğz ederse o da mü’mindir. Bu kalbî mücahedenin ötesin-de hardal tanesi (kadar) iman(dan eser) yok-tur. (Müslim). Ebu Said el-Hudrî’nin rivayet ettiği bir hadiste de Peygamber @ şöyle bu-yurmuştur: "Cihadın en üstün mertebesi zâlim sultan huzurunda hakkı söylemektir." (Ebu Davud, Tirmizî, Neseî ve ibni Mâce). Ebu Bekr es-Sıddîk da Rasûlullah @’den şu rivayette bulunmuştur: "İnsanlar zâlim(in zulmünü) gördüklerinde onun zulmünü en-gellemezlerse, Allah yakında hepsini nezdin-den göndereceği bir azâb uğratır." (Ebu Da-vud, Tirmizî ve Neseî); "İşte benden sonra üzerinize (bir kısım) idareciler gelir ki, onla-rın yalanlarına ‘doğrudur’ diyenlerle, onların işledikleri zulümde kendilerine yardım eden-ler, benden değildir, ben de onlardan değilim-dir." (Neseî). "Yakında üzerinize, maişetiniz ellerinde olan öyle insanlar yönetici olurlar ki onlar, sizinle konuştuklarında yalan söylerler. Bİr şey yaptıklarında, kötü ve yanlış yaparlar. Onların kötü yollarını Övmedikçe ve yalanla-rını onaylamadıkça, sizden hoşnut olmazlar. O zaman siz de onları yola getirmek için kar-şılarında hakkı söyleyiniz. Eğer onlar ölçüyü kaçınırlarsa ve bir kimse hakikati konuştu-ğundan dolayı Öldürülürse, elbette ki o şehid-dİr." (Kenzû’l-Ummal). Rasûlullah @ ayrıca, idarecileri memnun etmek için, Allah’ın rıza-sı hilâfına konuşan (bir şey yapan) kişinin, Allah’ın dininden çıkacağını belirtmiştir. (Kenzu’l-Ummal).
Kur’ân âyetleri ve Peygamber @’in sözleri, iyiliği emredip kötülükten men etmenin, islâm devletinin, ferdî ve toplu olarak müslü-man vatandaşların vazgeçilmez görevleri ol-duğunu açıkça ortaya koymaktadır. Gerçek-ten, iyi ve doğru olanın teşvik edilip, kötü ve yanlış olanın mahkûm edildiği bir toplum te-sis etmek, devletin temel bir görevi olduğu kadar hakkıdır da. Bu görev devletin yanında müslümanlara da düşmektedir. Müslümanla-rın gerek ferden gerekse kollektif olarak, top-lumda iyiliği emredip kötülükten men etme-leri ve böyle bir toplumun oluşturulması için devlete yardımcı olmaları gerekmektedir. Bu konuda bir kısım vatandaşlarda görülecek al-dırmazlık, imanlarmdaki zayıflığın bir yansı-ması olacaktır.

7- Makam İsteği Ve Hırsının Yasaklanması

Devletin yedinci prensibi, başkanlık da dahil mesuliyeti üzerine alacak olanların, bu görev-ler için uygun görülmemesi prensibidir. Bu prensibe göre, toplumdaki Üst makamları elde etme hususunda istekli ve haris bulunulmaya-caktır. Çünkü muhteris ve makam düşkünleri, bu statüler için uygun kimseler değildirler. Bu konu Kur’ân’da genel olarak zikredilmek-tedir: "İşte ahiret yurdu: Onu yeryüzünde bö-bürlenmek ve bozgunculuk yapmak isteme-yenlere veririz." (28: 83). Rasûlullah @ bu prensibe şu sözleriyle açıklık getirmiştir: "Allah’a yemin ederim ki, biz işlerimizi (dev-letteki herhangi bir makam için) istekli ve ih-tiraslı kimseye tevdi edemeyiz." (Buharı). Bir başka rivayette de Rasûlullah @, şöyle buyurmaktadır: "Emrinizde o vazifeye istekli olanları istihdam etmeyiniz." (Buharı ve Müslim). Bu konudaki başka bir hadis de şöyledir: "Bize göre, sizin aranızda en az dü-rüst ve en az güvenilir olanınız, (makam için) en çok istekli ve İhtiraslı olanımzdır." (Ebu Davud). Yine bir başka hadîste, "Her kim is-tekli ve ihtiraslı olursa, biz onu işimize tayin edemeyiz." (Kenzu’l-Ummâl, c. VI) Duyurulmaktadır. Abdurrahman b. Semûre de, Rasûlullah @’in kendisine şöyle dediğini ri-vayet etmektedir: "Ey Abdurrahman! Emirlik isteme. Çünkü isteyerek bunu elde edersen o zaman, o işi yürütmek için yalnız başına bırakılırsın. Fakat istemeden görev sana verilirse, o işi yürütmede yardım görürsün." (Buharı ve Müslim).
Bütün bunlar, herhangi bir görevi elde etmek için uğraşmanın, Batılı ülkelerdeki demokra-tik seçimlerde olduğu gibi kampanya yürüte-rek oy toplamanın, İslâmî devletin ruhuna ay-kırı olduğu konusunda şüpheye yer bırakma-maktadır.


Yanıt: Hz. Peygamber (as) Zamanında Dîn Ve şeriat

meryemgül1
Allah c.c. razı olsun


peygamber efendimiz zamanında şeriat varmıydı, peygamber efendimizin şeriatı, peygamberimiz zamanında şeriat

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();