Nur Suresi 3. Ayet-i Kerime Tefsir (Fizilal’il Kur’an)
Abdullatif
Zina eden erkek, ancak zina eden ya da Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da ancak zina eden ya da Allah’a ortak koşan bir erkek evlenebilir. Bu tür evlilikler mü’minlere yasaklanmıştır.
(Nur/3)
Zina eden erkek ve kadının cezası İslâm’ın ilk dönemlerinde Nisa suresinde belirtildiği şekilde idi. ·
"Zina suçu işleyen kadınlarınızın aleyhinde dört kişinin şahitliklerine başvurunuz. Eğer dört kişi aleyhte şahitlik ederse o kadınları ölünceye kadar ya da Allah kendileri hakkında başka bir yol gösterinceye kadar evlerinizden dışarı salmayınız" (Nisa Suresi, 15)
O zaman zina eden kadının cezası, eve hapsedilmek ve kabahatini yüzüne vurmak suretiyle eziyet etmekti. Zina eden erkeğin cezası ise, kabahatini yüzüne vurup utandırmaktı.
Sonra yüce Allah Nur suresinde zina suçunun cezasını belirten ayeti indirdi. Bu, yüce Allah’ın daha önce Nisa suresinde işaret ettiği "çözüm yolu" idi. Celde; değnekle vurma, zina eden bekar erkek ve kadınların cezasıdır. Bunlar evlilik aracılığı ile korunmamış kimselerdir. Müslümanlar, ergenlik çağına ulaşmış, akıllı ve özgür oldukları sürece bu ceza uygulanır kendilerine. Muhsan ise, geçerli bir nikah sonucu daha önce cinsel ilişkide bulunmuş özgür ve erginlik çağına ulaşmış müslümandır. Böyle biri zina yaptığında cezası, taşlanarak öldürülmedir. (Recimdir).
Zina edenin taşlanarak öldürülmesi (Recm edilmesi) peygamberimizin salât ve selâm üzerine olsun- fiili uygulaması ile kesinleşmiştir. Değnekle vurma ise Kuran ayetiyle kesinleşmiştir. Kur’an ayeti genel ve toplu bir ifadeye sahip olmakla beraber, peygamberimizin sadece zina eden iki evli insanı taşlatarak öldürttüğü (Recm ettirdiği) için bununla değnekle dövme cezasının evli olmayanlara özgü olduğu anlaşılmıştır.
Zina eden evlilere (muhsan olanlara) hem değnekle dövme, hem de taşlayarak öldürme ‘cezalarının birlikte uygulanması konusunda fıkhi bazı görüş ayrılıkları mevcuttur. Fıkıhçıların çoğunluğuna göre, değnekle dövme ve taşlayarak öldürme cezaları birlikte uygulanmaz. Bunun gibi, evli olmayan biri zina ettiğinde değnekle dövme cezası ile birlikte sürgün edilip edilmeyeceği, yine özgür olmayanlara uygulanacak zina cezası etrafında fıkıhçılar arasında birtakım görüş ayrılıkları vardır. Bunlar uzun görüş ayrılıklarıdır, biz bunların ayrıntısına girmiyoruz. Fıkıh kitaplarındaki yerlerine bakılabilir. Fakat biz konulan bu kanunun hikmeti ile birlikte yolumuza devam ediyoruz. Görüyoruz ki,bekârın cezası değnekle dövme, evlininki ise, taşlanarak öldürülmedir. Çünkü geçerli bir nikah sonucu daha önce cinsel ilişkide bulunmuş özgür ve ergenlik çağına ulaşmış bir müslüman, doğru ve temiz yolu tanımış ve denemiş birisidir. Böyle birinin bu doğru ve temiz yolu bırakarak zinaya yeltenmesi fıtratının bozulmuşluğunu, sapıklığını göstermektedir. Bu kişi, deneyimsiz, aldanmış, cinsel arzunun baskısı ile bunalmış bekarın aksine sert bir şekilde cezalandırılmayı haketmiştir. Sonra eylemin tabiatında bir başka farklılık daha vardır. Çünkü başından evlilik geçmiş birisi bu konuda deneyim sahibidir. Bu yüzden daha çok zevk alır, bekarın aldığı zevkten kat kat fazlası ile tatmin olur. Bu açıdan da daha şiddetli cezalandırılmayı hakeder.
Kuran-ı Kerim burada -az önce değindiğimiz gibi- yalnızca bekara uygulanacak cezadan söz ediyor, bu cezanın kesinlikle uygulanmasını, hoşgörülü ve gevşek davranılmamasını belirtiyor.
"Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer sopa vurunuz. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, O’nun dini konusunda onlara acımayınız. Onların ceza görmesine mü’minlerden bir grup da şahit olsun."
Bu ayet, cezanın uygulanmasını, bu suçu işleyenlere uygulandığında acıma duygusuna yer verilmemesini, Allah’ın dininin hükümleri ve hakkı yerine getirilirken yumuşak davranılmamasını, cezaları uygulamamaya yeltenilmemesini, hem bu suçu işleyenler hem de seyredenler üzerinde daha etkili ve caydırıcı olması için bu cezanın bir grup mü’minin huzurunda herkese açık bir yerde uygulanmasını son derece kesin bir şekilde ifade etmektedir.
Sonra bu eylemin iğrençliğini, tiksindiriciliğini daha bir arttırmakta ve bu suçu işleyenlerle müslüman toplum arasındaki tüm bağları kesip atmaktadır.
"Zina eden erkek, ancak zina eden ya da Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da, ancak zina eden ya da Allah’a ortak koşan bir erkek evlenebilir. Bu tür evlilikler, mü’minlere yasaklanmıştır."
Şu halde bu suçu işleyenler mü’minken işlemezler. Olsa olsa imandan veya imani duygulardan uzak bir psikolojik durumda olabilirler. Bu suçu işledikten sonra da, mü’min bir nefis, bu iğrenç işi yapmak suretiyle imanın dışına çıkmış bir nefisle nikah bağı ile bir arada bulunmak istemez. Bu bağdan nefret eder, tiksinir. Bu yüzden İmam Ahmed, bu iğrenç pisliği temizleyen tevbe olay gerçekleşmediği sürece zina eden bir erkekle, iffetli bir kadının, aynı şekilde iffetli bir erkekle zina eden bir kadının nikah bağı ile biraraya gelmelerinin haram olduğunu söylemiştir. Her halukârda bu ayet, mü’min bir erkeğin tabiatının zina eden bir kadınla nikahlanmaktan, yine mü’min bir kadının tabiatının da zina eden bir erkekle nikahlanmaktan iğrendiğini ifade etmektedir. Nitekim nikàh bağının gerçekleşmemesi istenirken kullanılan " yasak edilmiştir’ kelimesi bu yasağın şiddetini, kesinliğini vurgulamaktadır.
"Bu tür evlilikler mü’minlere yasaklanmıştır."
Bununla, insanlar arasında yer alan bu kirli zümre ile tertemiz müslüman toplum arasındaki tüm bağlar kesilip atılıyor.
Bu ayetin indiriliş sebebi ile ilgili olarak şöyle bir olay anlatılır: Mersed b. Ebi Mersed adında biri Mekke’den Medine’ye bazı esirler taşıyordu (Esirlerden maksat, kendi imkânları ile hicret edemeyen ve müşrikler tarafından Mekke’de alıkonulan güçsüz mü’minler olabilir.) Mekke’de Inak adında bir fahişe vardı. Bu kadın Mersed’in dostuydu. Mersed Mekke’de bir esire, kendisini Medine’ye taşımaya söz vermişti. Mersed diyor ki, mehtaplı bir gecede Mekke’deki duvarlardan birinin gölgesine gelmiştim. O sırada Inak geldi ve duvarın dibindeki karartıyı farketti. Biraz daha yaklaşınca beni tanıdı. "Sen Mersed misin?" dedi. "Evet dedim. "Merhaba, hoş geldin, haydi geceyi bizde geçirelim" dedi. Ben de "ey Inak, Allah zinayı haram etti" dedim. Bunun üzerine "Ey çadırdakiler, bu adam esirlerinizi kaçırıyor" diye bağırdı. Sekiz adam peşime düştü. Ben bir bahçeye girdim,bir mağara veya oyuk karşıma çıktı. Ben de girdim. Beni kovalayanlar da geldiler, hatta başımda dikildiler. Sonra üstüme işediler, sidikleri başıma dökülüyordu. Fakat yüce Allah beni görmelerine engel oldu. Sonra geri döndüler. Ben de arkadaşımın yanma döndüm ve onu götürdüm. Ağır birisiydi Izhır denilen yere gelince iplerini çözdüm. Nihayet onun da yardımıyla kendisini Medine’ye getirebildim. Daha sonra Hz. peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- yanına gidip "Ya Resulullah Inakı nikahlayayım mı?" dedim. Bu soruyu iki defa sordum. Resulullah sustu ve herhangi bir şey söylemedi. Sonra şu ayet indi:
"Zina eden erkek, ancak zina eden ya dâ Allah’a ortak koşan bir kadınla evlenebilir. Zina eden kadınla da ancak zina eden ya da Allah’a ortak koşan bir erkek evlenebilir. Bu tür evlilikler mü’minlere yasaklanmıştır."
Bunun üzerine Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- "Zina eden bir erkek ancak zina eden veya müşrik olan bir kadınla evlenebilir. Onunla evlenme" buyurdu. (Ebu Davud, Nesai ve Tumizi rivayet etmişlerdir.)
Bu rivayet tevbe etmediği sürece bir mü’minin zina eden bir kadınla, aynı şekilde mü’min bir kadının zina eden bir erkekle evlenmesinin yasak olduğunu ifade etmektedir. İmam Ahmed bu düşüncededir. Onun dışındakiler başka görüşleri benimsemişlerdir. Fıkıh kitaplarından bu ihtilaflı mesele araştırılabilir. Kısacası zina suçu, işleyenin müslüman toplumdan uzaklaştırılmasına, onunla müslüman toplum arasındaki tüm bağların koparılmasına neden olmuştur. Bu bile son derece acı, değnekle döver gibi hatta ondan daha etkili toplumsal bir cezadır.
Cevap: Nur Suresi 3. Ayet-i Kerime Tefsir (Fizilal’il Kur’an)
Abdullatif
İslam, bu iğrenç ve pis eylem için son derece katı ve caydırıcı cezalar belirlerken insanın fıtratından kaynaklanan içgüdüleri gözardı etmiyor; onlara savaş açmıyor. İslâm, insanların bu eğilimleri önleme gücüne sahip olmadıklarını, üstelik bu eğilimleri köreltip öldürmenin insana bir yarar sağlamadığını gözönünde bulundurur. Yüce Allah’ın insanların bünyelerine yerleştirdiği, hayata hükmeden büyük yasanın bir parçası kıldığı,hayatın sürmesi ve insanın halife seçildiği dünyanın kalkınması için bir araç kıldığı doğal görevlerini durdurmaya çalışmaz.
İslâm, bir bedeni diğerinden ayırmayan, bir aile ve bir yuva kurmayı düşünmeyen kaba bedensel arzunun tatmin olması ile birlikte son bulan bir hayatı kurmay hedefleyen hayvansal eğilimlere savaş açar. İslâm, cinsel hayatı yüce insani duygulara dayandırmak ister. Bununla iki bedeni, iki nefsi, iki kalbi, iki ruhu daha kapsamlı bir ifadeyle iki insanı buluşturur, kaynaştırır. Bu iki insanı birbirine bağlayan ortak hayatları, ortak istekleri, ortak acıları ve ortak gelecekleridir.-Bu iki insan beklenen nesilde buluşurlar, birbirlerinden ayrılmayan anne-babanın himayesindeki ortak yuvada yetişen yeni kuşakla bütünleşirler.
Bu yüzden İslâm, hayvansal bir sapma olan zinayı sert bir şekilde cezalandırır. Bu sapma yukarıda saydığımız tüm anlamları bir kenara atar, tüm hedefleri yok eder. İnsanı; dişiler ve erkekler arasında bir fark gözetmeyen hayvana dönüştürür. Artık bütün düşüncesi bir süre için et ve kanın açlığını gidermektir. Tatmin olup ayrıldıktan sonra, bu zevkin ötesinde hayatın sürmesi için bir yapıcılık, yeryüzünü kalkındırmak sözkonusu değildir. Ne bir üreticilik ne de üretim arzusu yoktur. Hatta gerçek ve yüce bir sevgi duygusu da yoktur bu eylemin gerisinde. Çünkü sevgi sürekliliği gerektiren bir karaktere sahiptir. Bu, birçoklarının bir terane gibi tutturup aşk sandıkları bireysel ve kopuk bir heyecandır. Daha doğrusu bu, kimi zamanlarda insani sevgi kisvesine büründürdükleri hayvansal bir heyecandır.
İslâm, insanın fıtri isteklerine savaş açmaz, onları iğrenilmesi gereken bir şey olarak da görmez. Yalnızca onları bir sisteme oturtur, temizler. Onları hayvansallık düzeyinin üstüne çıkarır. Kişisel ve toplumsal davranış kurallarının bir çoğunun etrafında döndüğü bir eksen olacak kadar yüceltir. Fakat zina -özellikle fuhuş- bu fıtri eğilimi ruhsal inceliğinden yüce arzulardan, insanlığın uzun tarihi boyunca cinsellik üzerine oluşturulmuş tüm edep kurallarından soyutlayıp, hayvanlardaki gibi çıplak, kaba ve çirkin hale sokar. Hatta hayvanlarınkinden daha çok iğrençleştirir. Çünkü birçok hayvan ve kuş çiftleri,düzenli eşleşme hayatı içinde birbirlerinden ayrılmadan, kimi insan topluluklarında yaygın olan zinanın -özellikle fuhuşun- azdırdığı cinsel anarşizmden uzak bir hayat yaşarlar.
İşte, İslâmı zina suçunu sert bir şekilde cezalandırmaya iten etken, insan hayatında meydana gelen bu cinsel yozlaşmadır. Bunun yanında, bu suçtan söz edilir edilmez insanların aklına gelen; neslin karışması, kin ve nefretin yayılması, huzurlu ve güvenli aile ortamının tehdit olması gibi birçok toplumsal zarar da bu hususta etkili olmuştur. Bu sebeplerden herbiri zina cezasının son derece sert olması için yeterlidir. Fakat en büyük sebep; insan fıtratının yakalandığı bu hayvansal sapmayı bertaraf etmek; cinsellik üzerine oluşmuş insani edep kurallarını korumak; süreklilik ve kalıcılık esasına dayalı ortak evlilik hayatı gibi insan hayatının üstün hedeflerini korumaktır. Benim düşünceme göre, en önemli neden budur. Çünkü bu neden arka planda kalan diğer nedenlerin tümünü kapsar niteliktedir.
Bununla beraber İslâm, bu eylemin gerçekleşmesine engel oluşturacak cezanın da ancak, şüpheden uzak, kesin durumlarda gerçekleşmesini sağlayacak koruyucu önlemler almadıkça şiddetli ceza uygulamasına gitmez. Çünkü İslâm eksiksiz bir hayat sistemidir. Sadece cezai yaptırımlara dayanmaz. İslâm, tertemiz bir hayatın nedenlerini yaygınlaştırma esasına dayanır. Bundan sonra bu kolaylaştırıcı nedenlere sarılmaktansa, zorlanmadan, kendi isteğiyle çamura batmayı tercih edenleri cezalandırır.
İşte bu surede, değindiğimiz koruyucu önlemlerden birçok örnek yer almaktadır. Surenin akışı içinde yeri geldikçe bunları ele alacağız.
Bütün bu önlemlere rağmen yine de bu suç işlenecek olursa, İslâm çıkış yolu olduğu sürece cezayı uygulamama yönüne gider. Bunun dayanağı da Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- şu sözüdür: "Elinizden geldiğince müslümanlara ceza uygulamamaya bakın. Eğer bir çıkış yolu varsa bırakın gitsin. Çünkü İmamın suçu bağışlayarak yanılması, cezayı uygulayarak yanılmasından daha iyidir." (Tirmizi, Hz. Aişe (Allah ondan razı olsun)’nin hadisinden almıştır.) Bu yüzden İslâm, bu suçun işlendiğini gözleriyle gördüklerini söyleyen dört güvenilir şahidin şahitlik etmesini ya da doğruluğunda şüphe bulunmayan samimi bir itirafı zorunlu görür.
Uygulama imkanı olmadığı için bunların hiç kimseyi suç işlemekten caydırmayan hayalı cezalar olduğu düşünülebilir. Fakat az önce de söylediğimiz gibi İslâm binasını cezai yaptırımlara dayandırmaz. Suça iten nedenlerden korunma, nefislerin arındırılması, vicdanların temizlenmesi, ayrıca kalplerde uyandırdığı duyarlılık esasına dayandırır. Bu sayede insanlar, suçu işleyen kişi ile müslüman toplum arasındaki tüm bağların kopmasına neden olan bu suçu işlemekten sakınırlar. Bu yüzden işledikleri suçla övünen, bu suçu son derece kaba ve iğrenç bir yöntemle birçok kişinin görebileceği bir şekilde işleyenleri cezalandırır. Ya da kendilerine ceza verilmesi suretiyle arınmak isteyenlere uygular bu cezayı. Nitekim Maiz ve dostu Gamidiye’ye kendi istekleri ile bu ceza uygulanmıştır. Bunlardan herbiri Hz. Peygamber’e gelerek ısrarla kendilerini cezalandırmak suretiyle temizlemesini istemişlerdir Peygamberimiz defalarca duymazlıktan gelerek bunlardan yüz çevirdiği halde, dört defa bu suçu işlediklerini itiraf etmişlerdi. Bundan sonra cezayı uygulamaktan başka seçenek kalmamıştı. Çünkü suçu üstlenme hiçbir şüpheye yér kalmayacak şekilde Peygamberimiz’e ulaşmıştır. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle buyurmuştur:Cezaları kendi aranızda bağışlayın. Çünkü bana ulaşan cezayı uygulamak gerekir." (Ebu Davut, Kitabul Hudud (Cezalar Kitabı), Devlet başkanının bilgisine ulaşmamış cezaları bağışlamaya ilişkin bölüm.)
Mesele kesinlik kazanınca ve hakim durumdan haberdar olunca, cezayı uygulamak zorunlu hale gelir. Gevşek davranmak, Allah’ın dininin hükümlerini uygularken suçluya acımak olmaz. Bu durumda zina suçunu işleyenlere acımak, topluma, insani edep kurallarına, insanlığın vicdanına haksızlık olur. Bu acıma, yapmacık bir acımadır. Çünkü yüce Allah kullarına daha çok acır. O bunu seçmiştir onlar için. Allah ve peygamberi bir hüküm koyunca, artık mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için bu konuda seçme hakkı kalmaz. Çünkü yüce Allah kullarının çıkarını, onların tabiatlarını daha iyi bilir. Şu halde bilir bilmez konuşan ukalaların cezaların ağırlığından, sertliğinden söz etmeleri anlamsızdır. Bu ceza ne kadar sert ve ağır olsa da, içinde zinanın yaygınlaştığı, fıtratın bozulduğu, çamura battığı, ilkel hayvanlık düzeyine yuvarlandığı bir toplumu bekleyen akıbetten daha yumuşaktır.
Sadece zina suçuna verilecek cezayı ağırlaştırmak, toplumsal hayatın korunması, toplumun teneffüs ettiği havanın temizliği için yeterli değildir. Ayrıca İslâm -daha önce de söylediğimiz gibi- tertemiz bir hayat meydana getirmek için cezai yaptırımlara dayanmaz. İslâm bu konuda koruyucu önlemler almaya hayatın tüm havasını suç kokusundan arındırmaya önem verir.
Bu yüzden zina cezasından sonra, zina edenlerin müslüman ümmetin bünyesinden koparılmaları hükmünü getiriyor. Arkasından, toplumsal atmosferden suçun gölgesini uzaklaştırmak amacı ile bir diğer adım daha atarak yoluna devam ediyor ve kesin bir kanıt olmaksızın hiçbir şeyden habersiz iffetli kadınlara iftira atıp zina suçu isnat edenleri ağır şekilde cezalandırıyor.
nur suresi 3. ayet tefsiri, nur suresi 3. ayet, nur suresi 3 ayet tefsiri