Bazı Hadislere İtirazlar ve Cevapları

Bazı Hadislere İtirazlar ve Cevapları

Fetva Meclisi
Bazı Hadislere İtirazlar Ve Cevapları

Soru:

Hz. Peygamberin hadisi şerifleri hakkında kalbimdeki saygı, Ehl-i Hadis’inkinden hiç de az değildir. Dolayısıyla sü-rekli, hadisi reddedenlerin şerrinden beni koruması için Al-lah’a dua ediyorum. Fakat bazı hadisler hakkında zihnimde devamlı kuşkular uyanıyor. Aşağıda size bildireceğim hadis-leri ve bunlar hakkındaki kuşkularımı inceleyip tereddütle-rimi gidermenizi rica ediyorum. Bu arzumu yerine getirirse-niz size çok minnettar kalacağım.

Cevap:

Sorunuzu cevaplandırmadan önce hakkınızdaki bir şika-yetimi belirtmek istiyorum. Bütün hadislere referans olarak Buhari ve Müslim’in cilt ve sayfa numaralarını vermişsiniz. Halbuki bu kitaplar dünyanın yüzlerce matbaasında, deği-şik boylarda ve defalarca basılmışlardır. Sizdeki baskının di-ğerleriyle aynı olup olmadığından emin olamayız. Bu tür ki-tapların referansını verirken her zaman kitabın adı ve bölümün başlığının verilmesi gerekir ki, istenen hadis kolayca bulunabilsin.

Sorularınız, bende sizin bu kitapları gerektiği kadar oku-madığınız izlenimini uyandırıyor. Belki de hadis inkarcıları tarafından nifak amacıyla “İtiraz Edilebilir Hadisler” ismi altında yayınlanmış listelerden biri gözünüze çarpmıştır. Siz de bu kadar araştırma zahmetiyle yetinerek bu listedeki hadislerin Buhari ve Müslim’in herhangi bir nüshasında olup olmadığına üstünkörü bakıp tatmin olmuşsunuzdur. Nitekim, bu hadisler orada bulunmaktadır. Fakat belirttiği-niz hadislerin yer aldığı bölümlerin tamamını okusaydınız, şüphelerinizi giderebilecek cevaplan kendi kendinize bula-bilirdiniz.. Belki de siz bazı hadislerin metinlerini bütünüyle okumadan bu yıkıcı grubun yazdığı yanlış açıklamaları ba-na aktarıyorusunuz. Bu tür kişilerin cahil halkı aldatabilmesi bir yana, sizin gibi yüksek eğitim görmüş kişileri de ko-layca etkileyebilmesi çok üzücüdür.

Dünyanın hiçbir bilim ve sanat dalına, bir kimsenin böy-lesine az incelemeyle herhangi bir eleştiri getiremeyeceğini bilmiyor muydunuz?
Yoksa siz böyle bir incelemeyi hadis konusunda yeterli mi görüyorsunuz? Siz hadisin bazı kısımlarını esas konulardan o denli soyutlayarak ve tamamen önemsizleştirerek bize ile-tiyorsunuz ki, bu yöntemle bilim ve sanat üzerinde yazılmış dünyanın herhangi bir kitabından yapılacak alıntılar, ancak sırf alay konusu olarak sunulabilir.
Bu kısa tenbihten sonra, sizin ve hadisi inkar edenlerin fitnesine aldanan diğer kişilerin araştırmanın gerçek yönte-mini öğrenmeleri açısından, yazdığınız hadislerin herbiri üzerinde detaylı olarak duracağım.

Ahlâki Açıdan Ayıp Sayılan Konulardaki Hadisler

1. Peygamberimizin nasıl guslettiği sorulduğunda; Hz. Aişe, leğen getirttirerek aralarına bir perde asıp, arkasında erkek kardeşi ile bir yabancının da bulunduğu bir anda gusletti.[85]

1. Hz. Aişe’nin yıkanmasıyla ilgili hadis, Buhari, Kitab’ul Gusl’ün “Sa'[100] ve Benzerleri ile Gusletme” bölü-münde vardır. Burada Hz. Ebu Seleme şöyle buyuruyor: “Ben ve Hz. Aişe’nin kardeşi, Hz. Aişe’ye gittik. Ve Hz. Aişe’nin kardeşi kendisinden Peygamberimizin guslü (nasıl yaptığı) hakkında sordu. Bunun üzerine Hz. Aişe aşağı yu-karı sa’ya eşit bir kap getirtti, gusletti ve başına su döktü. Öyle ki aramızda bir perde vardı,” Bu hadise itiraz edenlerin ilk hatası Hz. Ebu Seleme’yi yabana birisi olarak görmeleri-dir. Halbuki Hz. Ebu Bekir’in kızı Ümmü Gülsüm, Ebu Sele-me’ye sütünü emzirdiği için Hz. Aişe’nin de süt yeğeni ol-maktadır. Gerçekten de bu meseleyi Hz. Aişe’ye sormaya gi-den sözkonusu iki kişi de o’nun mahremiydiler ve aralarında yabancı kimse yoktu. İtiraz edenlerin yaptıkları ikinci hata, bu meseleyi abartmalarıdır. Çünkü rivayette yalnızca perde olarak geçmesine rağmen, bunlar tarafından perdenin çok ince olduğu eklenmiştir. Bu ilave için “Eğer o perde ince olmasaydı Hz. Aişe yıkanırken nasıl gözükecekti ve aksi halde perde asarak yıkanmasının ne faydası olacaktı?” diyorlar. Halbuki eğer bunlar (hadis inkarcıları) o iki kişinin hangi meseleyi araştırmak için teyzesi ve ablasına gittiklerini bil-selerdi, kendiliğinden cevaplarını alabileceklerdi ve perde-nin ince olup olmadığım düşünmelerine gerek kalmayacak-tı. Aslında öğrenilmek istenen şey gusül yöntemi değildi. Gusül için ne kadar su gerektiği tartışılıyordu. Bazı kişilere ula-şan rivayete göre Hz. Muhammed, (s.a) bir sa’ dolusu suyla gusül yapardı. Bazı kişiler de bu kadar suyu yetersiz görüyor ve cenabet guslüyle, temizlik amacıyla yapılan gusül arasın-daki farkı göremedikleri için yanlışlığa düşüyorlardı. Hz. Ai-şe onlara (mahremi olan iki kişiye) guslü öğretmek için aralarına, başını ve yüzünü o iki şahsın görebileceği şekilde, bir perde asmış ve suyu getirtip başından aşağı dökmüştü. Hz. Aişe böyle yapmakla iki şeyi anlatmak istemiştir: Birincisi, cenabet guslü için sadece vücudun üstüne su dökmek yeterli-dir, ikincisi, bu amaç için bir sa’ dolusu su yeterli bir miktar olmaktadır.

2. Mut’a hakkında Hz. Sabra, iki arkadaş Beni Amir’in bir kadınına gittiklerini ve ona hizmetlerini sunduklarını anlatmıştır. [86]

3. Hz. Cabir, “Biz, Peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir zama-nında, bir avuç un karşılığında kadınları kullanırdık. Hz. Ömer bizi bu hareketimizden menetti.” demiştir.[87]

2-3. Hz. Sabra el-Cüheni ve Hz. Cabir’den aktarılan ha-disler Müslim’in Mut’a nikahı babında mevcuttur. Fakat öyle görünüyor ki itiraz edenler, sırf itiraz etmek için hadisleri taramaya başlamış ve bunu yaparlarken bu iki hadisi de listelerine eklemişlerdir.
Yoksa onlar, mut’an’ın gerçeğini anlamaya çalışsalar ve bunun hakkında fikıh imamları arasında doğan tartışmalar ile bu tartışmaları sonuçlandırmak için muhaddislerin, mut’an’ın caiz veya haram olması hakkındaki bütün rivayet-leri ne amaçla kitaplarında topladıklarım öğrenselerdi, bel-ki de hadisi inkar amacıyla bu hadisleri de listelerine almaya kalkışmazlardı.
Gerçek şudur: İslam’dan önce cahiliye zamanındaki ni-kah yöntemleri arasında “Mut’a nikahı” da vardı. Yani bir kadınla, bir miktar ücret karşılığı, belli bir süre için nikah kıyılabilirdi. Hz. Muhammed’in (s.a) metodu ise şuydu: Al-lah’tan bir şeyin menedilmesi emri gelmedikçe yürürlükte olan hiçbir adeti yasaklamazdı. Hz. Muhammed (s.a), bunlar hakkında ya susardı ya da, bazen gerektiği takdirde, bunla-ra uymaya izin verirdi. Nitekim aynı durum mut a nikahı için de sözkonusu oldu. Başlangıçta Hz. Muhammed (s.a), mut’a geleneği için susmayı tercih etmiştir. Sonra, herhangi bir savaş ya da yolculuk sırasında, cinsel ihtiyaçlarının fazla olduğunu söyleyenlere izin de vermiştir. Fakat bu durum, yasak emri geldikten sonra, kesin olarak yasaklanmıştır. Bu hüküm herkese ulaşamadığı için bazı kişiler bilmeden mut’a’ya devam etmiştir. Nihayet Hz. Ömer (r.a) kendi hila-feti döneminde bu hükmü dört bir yana duyurmuş ve bütün gücüyle mut’a geleneğini engellemiştir.
Mut’a konusuyla ilgili olarak fıkıh imamlarının karşısın-da araştırmaya açık birçok soru vardı. Mesela Hz. Muham-med (s.a) açıkça mut’a’ya izin vermiş miydi? Verdiyse ne za-man vermişti, ya da menmi etmişti? Men etmişse ne zaman ve hangi sözleriyle men etmişti? Mut’a, bizzat Hz. Muhammed (s.a) tarafından mı men edilmişti? Yoksa Hz. Ömer (r.a) kendi yetkisiyle mi bu geleneği yasaklamıştı?
Bu ve buna benzer birçok sorudan dolayı fikıh imamları ve muhaddisler bütün rivayetleri toplamak zorunda kaldı-lar. İmam Müslim’in sırf bu nedenlerle kitabında naklettiği söz konusu iki rivayeti hadis inkarcıları özellikle seçmişdir:
Birincisi, Hz. Cabir b. Abdullah’ın; “Biz Hz. Muhammed (s.a) ve Hz. Ebu Bekir (r.a) döneminde mut’a yapardık ve son-ra Hz. Ömer (r.a) kendi döneminde bunu yasakladı” şeklin-deki rivayetidir.
İkinci hadis, Sabra El-Cüheni’den aktarılmıştır: “Mekke fethi sırasında Hz. Muhammed (s.a) bizzat mut’a’ya izin verdi. Nitekim ben bir çarşafa karşılık bir kadınla mut’a yaptım. Fakat aynı savaştan sonra Hz. Muhammed (s.a) Al-lah’ın (c.c) kıyamet gününe kadar mut’a’yı haram kıldığını ilan etti.” Bu hadislerin dışında Müslim ve diğer muhaddis-ler bu meselenin çeşitli yönlerini aydınlatan daha birçok ha-dis toplamıştır. Şimdi şu soruyu sorabiliriz: Eğer muhaddis-ler bu hadisleri toplamasaydı, İslami kanunların tedvininde mut’a’nın caiz veya haram olmasına nasıl karar verilebilir-di?

4. Yine Hz. Cabir, “Biz Zilhicce ayının beşinde ihramdan çıktık ve kadınlarla o kadar çok seviştik ki, beşinci gününden sonra Arefe için yola çıktığımızda (zekerimizde) hâlâ meni damlaları vardı.” demiştir. [88]

4. Hz.Câbirin (r.a) bu rivayeti, Müslim’in, ihrama girme ve çıkma yöntemlerini içeren rivayetleri toplamış olduğu Kitab’ul Hac’cın ihramla ilgili bölümündedir. İmam Müs-lim, Hz. Cabir’den birçok rivayet aktarmıştır. Hz. Cabir di-yor ki: Biz sadece hac niyetiyle Medine’den yola çıkmıştık. Dört Zilhicce’de Hz. Muhammed (s.a.) Mekke’ye vardığında bize buyurdu ki:
“Aranızda yanlarında kurbanlık getirme-yenler ihramlarını açsınlar ve hanımlarının yanına gitsin-ler.”
Hz. Muhammed (s.a), bunu kesin bir emir olarak söyle-memişti. O’nun asıl amacı, ihramı açıp böyle yapabileceği-mizi söylemekti. Nitekim biz Kabe’yi tavaf, Safa ve Merve arasında sa’y[101] yaptıktan sonra ihramlarımızı çıkardık ve hanımlarımıza gittik. O sırada ihramlarını çıkarmaktan çe-kinenlere Hz. Muhammed (s.a) buyurdu ki:
“Aranızda Al-lah’tan en çok korkan benim. Eğer ben kurbanlığımı yanım-da getirmeseydim, sizinle birlikte ben, de ihramdan çıkar-dım. Bunun üzerine onlar tatmin oldular ve söylediğine uy-dular.”
Hz. Cabir’in bu olayları anlatmaktaki gayesi, ihrama gi-rerek hac’dan önce Mekke’ye ulaşan bazı kişilerin tavaf ve sa’y yaptıktan sonra ihramdan çıkmalarının helal olup olmadiği kuşkusuyla ilgiliydi. Bu gibi kişilerin, hac zamanı geldiğinde, Harem’den ihrama başlanmasının caiz olup ol-madığı kuşkusunu gidermek için bu hadisi aktarmıştı.
Bu hadisin asıl metninde “Biz çok seviştik ve Arefe için yo-la çıktığımızda menimiz akıyordu” diye bir şey kesinlikle yoktur. Halbuki söz konusu durumu açıklığa kavuşturmak için sahabiler,”Kadınlarımıza gittikten sonra, menimiz ak-tığı halde Arefe’ye gitmek için bize emir mi veriliyor” diyerek taaccüblerini dile getirmişlerdir.

Bilime ve Akla Aykırı Hadisler

5. Hz. Ebu Zer, “Peygamberimiz (s.a) bana güneş hakkın-da: “Güneş, battıktan sonra Allah’ın huzurunda secdeye ka-panır ve yeniden doğmak için sabaha kadar yalvarır durur” buyurdu demiştir.[89]

5. Hz. Ebu Zer’in (r.a) rivayeti olan bu hadis, Buhari’de “Rid’ül Halk” babının “Güneş ve Ay’ın Sıfatları” bölümünde yer almaktadır. Özetini vermiş olduğunuz hadis, o şekliyle doğru değildir. Hadisin doğru çevirisi şöyle: “Rasûlullah (s.a): “Güneşin battıktan sonra nereye gittiğini biliyor mu-sun?” diye sordu. “Allah ve O’nun Rasulü daha iyi bilir”diye cevap verdim. Rasûlullah: “Güneş, Arş’ın altında secde eder ve yeniden doğudan doğmasına izin ister ve ona izin verilir. Bir zaman olacak, güneş secde edip izin isteyecek ama veril-meyecek, tersine gitmesi emredilecek ve güneş batıdan doğa-caktır. ” buyurdu ve daha sonra şu ayeti okudu:
“Güneş de konulmuş olduğu yerde (müstekarrında) akıp gider. Bu, üstün ve bilen Allah’ın takdiridir.”[102]
Burada sadece şu anlatılmak istenmektedir: Güneş her zaman Allah’ın emrindedir. Onun doğması ve batması Allah’ın emriyle gerçekleşir. Güneşin secde etmesinin, bizim namazda ettiğimiz gibi secde etmek anlamına gelmediği açıktır. Bilakis bunun anlamı Kur’an’da tanımlanan dünya-daki her şeyin Allah’ın huzurunda secde etmesi, yani tama-men Rab’lerinin emrine tabi olmasıdır. Sonra güneşin batısı da tek değildir. Kur’an’a göre birçok batı vardır. Çünkü gü-neş her an dünyanın bir yerinde batıp diğer bir yerinde do-ğar. Bu nedenle izin isteyip doğması ve batmasının anlamı, her zaman Allah’ın emrine tabi olması demektir. Güneşin batıdan doğmasına gelince; bu imkansız bir şey değildir, yerçekimi kanununun aniden değişmesi ve gezegenlerin hareket ettiği yönün her an tersine dönmesi imkân dahilinde-dir. Fizik ve Astronomi uzmanlarından hiçbiri yerçekimi kanununu değişmez görmemekte ve bunda bir değişme olması-nın veya tamamen bozulmasının imkansız olduğuna inan-mamaktadır.
Bu hadiste doğma ve batmanın dünyanın değil de, güne-şin dönmesinin sonucu olarak görülmesi meselesine gelince, buna itiraz edenler, şu iki noktaya çok iyi dikkat etmelidir-ler: Birincisi; Peygamberler, fizik, astronomi ve kimya mese-lelerini anlatmak için bu dünyaya gelmemiştir. Onlar irfani hakikati tebliğ etmeye, düşünce ve eylemi tashih etmeye gel-miştir.Onlarm işi dünyanın veya güneşin nasıl hareket etti-ğini izah etmek değildir. Onların mesajı şudur: “Dünya ve güneşin sahibi ve hükümdarı sadece Allah’tır. Herşey, her zaman O’na ibadet eder.”
İkinci nokta ise; bir tebliğci, kendi döneminin bilimsel araç ve gereçlerini bırakıp binlerce yıl sonraki şeyleri haki-kati öğretmede eğitim aracı olarak kullanırsa, bu iş tebliğin hikmetine ters düşer. Onların anlatmak istediği şeyler ken-di dönemlerinin bilgi birikimini kullanarak gerçekleşebilir. Peygamberler, yüzlerce yıl sonrasının bilgilerini anlatmaya kalkışsaydılar, insanlar onların esas eğitim alanlarını bıra-kır, bu adamlar hangi zamandan bahsediyor, diyerek bunu tartışmaya başlar ve neticede hiç kimse onların tebliğinden etkilenmezdi.
Şimdi siz düşünün: Eğer bir peygamberin anlattıklarım kendi çağdaşları bile anlamasaydı, sonraki nesillere onun öğretisi nasıl ulaşabilirdi? Bundan bin beşyüz yıl önce, eğer bu hadis, duyanların güneşin doğuşu ve batışının güneşin değil de dünyanın hareketinden dolayı olduğunu anlayacak-ları bir şekilde söylenmiş olsaydı, bugün bu olay ilmin bir mucizesi olarak anılacaktı. Ancak acaba size göre o dönemin insanları bu mucizeyi nasıl karşılayacaktı? Sonra, bu hadis vasıtasıyla anlatılmak istenen asıl şey başka türlü nasıl anlatılabilirdi? O devrin insanları böyle “İlmi Mucizeler” yü-zünden imandan mahrum kalsaydı, bu mucizeler size ulaşa-madığı için onları nasıl takdir edebilecektiniz?

6. Hz. Ebu Hüreyre: “Cehennem, Allah’a nefesinin daral-masından şikayet etmiş ve nefes almak için izin istemiş. Al-lah Teâlâ da cehenneme bir yılda iki defa nefes alması için izin vermiş. Bu nedenle de yaz ve kış diye iki mevsim doğmuş-tur.” hadisini rivayet etmiştir. [90]

6. Hz. Ebu Hüreyre’nin bu rivayeti, Buhari’de “Namaz Vakitleri” bölümünün “Elebrad bizzuhurfi şiddetilharr” babındadır. Siz bu hadisin özetini bile doğru vermemişsiniz. Hadisin doğru tercümesi şu şekildedir. Rasûlullah (s.a): “Yaz mevsiminde öğle namazını serinlikte, geciktirerek (sı-cağın etkisi azalınca) kılınız. Çünkü sıcağın şiddeti cehenne-min üflemesindendir. Cehennem Allah ‘a halinden şikayet edip benim parçalarım birbirini yiyor, dediğinde; Allah Teâlâ cehennemin iki kez nefes almasına izin verdi. Yani kı-şın ve yazın birer kez olmak üzere. Yazın aldığı nefes, sizin en şiddetli sıcaklarınıza ve kışın aldığı nefes, sizin en şiddetli soğuklarınıza benzer” buyurmuştur.
Bu hadise itiraz etmeden önce, Rasûlullah’ın bundan asıl amacı ne olabilir, diye iyice düşünün. Kendisi bir fizikçi gibi mevsimdeki değişmelerin nedenlerini mi anlatmak istiyor-du? Yoksa bir nebi olarak sıcağın şiddetini hissedenlere ce-hennemi mi tasvir etmek istiyordu? Kur’an ı ve Hz. Muhammed’in (s.a) hayatını okuyan birisi, hiç tereddüt etmeden O’na birinci hususu değil de, ikinci hususu uygun görecektir. Hz. Muhammed’in (s.a) yazın öğle namazının serinlikte kı-lınmasını emretmesinin amacı, cehennemden korkutmaktı ve cehennemi hak edecek işlerden men etmekti. Tebuk Gaz-vesi sırasında Rasûlullah’ın (s.a) söylediği bu sözler Kur’an-ı Kerim’in söyledikleriyle eş anlamlıdır:
“Onlar bu şiddetli sıcakta cihada çıkmayın dediler. Ey Peygamber! Onlara de ki, cehennem ateşi bu sıcaktan daha sıcaktır.”[103]
Burada Kur’an bir fizik meselesini açıklamayı hedefle-mediği gibi, Hz. Muhammed’in (s.a) hadisi de bir fizik dersi verme amacı taşımıyor. Kuranın dünya sıcağıyla cehennem sıcağını mukayese etmesinin arkasındaki amaç, sıcaktan dolayı cihad etmekten kaçınanları cehennemden korkut-maktı.
Hz. Muhammedin (s.a), dünyanın en şiddetli sıcağı ve en şiddetli soğuğunu cehennemin sadece iki nefesine denk tut-ması, kışın sabah namazlarını ve yazın öğle namazlarını eda etmek için dışarı çıkmaktan çekinenleri uyarmak içindir.
Nitekim Âhmed b. Hanbel’in Müsnedinde Zeyd b. Sabit’in şöyle bir rivayeti vardır;
“Rasûlullah’ın (s.a) sahabileri için öğle namazından da-ha zor bir namaz yoktu.” Yaz aylarında Arabistan’ın öğle sı-cağını görenler bu rivayeti daha iyi anlarlar. Şimdi hadisin asıl metnine gelelim:
“Sıcağın şiddeti cehennemin üflemesindendir” cümlesi-nin anlamı, kesin olarak dünya sıcağının cehennemin üflemesiyle meydana geldiği şeklinde değildir. Bunun anlamı şu olabilir: Sıcak, cehennemin üflemesinin bir benzeri veya onun cinsindendir. Çünkü Kur’an’da “Min” kelimesi cins be-yan etmek için çokça kullanılmıştır ve Kur’an’da bunun bir çok örneği vardır. Mesela;[104] ayetlerinde de “min” kelimesi cins için kullanılmıştır.
Son cümlede yaz ve kış mevsimlerinin cehennemin bu iki üflemesinden meydana geldiği gibi bir şey söylenmemiştir. Hadis-i şerifin tercümesi şöyledir: “Rabbi ona kış ve yaz için birer kez olmak üzere iki kez nefes alması için izin verdi. Onun nefesleri sizin gördüğünüz en şiddetli sıcağa ve en şid-detli soğuğa benzer.”

7. “Erkeğin menisi beyaz, kadınınki ise sarıdır. Boşalma-dan sonra bu ikisi birleşince, eğer bu birleşim beyazımsı olursa erkek, aksi halde kız çocuğu doğar. 91]
8. “Sevişme sırasında erkek kadından daha önce boşalırsa, çocukları babasına; aksi takdirde annesine benzer. [92]

7 ve 8. hadisler Müslim, Kitab’ul Mahid’in “Erkek ve Ka-dının Menisinin Tarifi” bölümünde ve Buhari “Kitab’ul İlim”, “Kitab’ul Gusl”, “Kitab’ul Edeb” ve “Kitab’ul Enbiya”nın değişik bölümlerinde yer almaktadır. Fakat siz bun-ların anlamını bile yanlış nakletmişsiniz. Çeşitli rivayetler-de asıl anlatılmak istenen esas şudur: Ümmü Süleym gelip, Rasûlullah’a (s.a): “Rüyasında kadın da erkeğin gördüğü-nü görürse (yani ihtilam olursa) ne yapmalıdır?” diye sordu. Rasûlullah’a (s.a): “Gusül yapsın.” buyurdu. Bunun üzerine Ümmü Süleym(r.a) taaccüble: “Kadına da aynı şey olur mu? İnzal ve ihtilam kadınlar için de sözkonusu mu?” diye sorun-ca, Rasûlullah’a (s.a): “Evet”, buyurdu. “Değilse çocuk an-nesine nasıl benzer? Erkeğin suyu koyu ve beyazımsı, kadınınki ince ve sarımtırak olur. Bunlardan galip gelene ya da öne geçene de çocuk benzer.”
İkinci bir rivayete göre, bir kadının sorusuna Hz. Aişe de şaşırmıştı ve bunun üzerine Rasûlullah (s.a) şöyle cevap ver-mişti:
“Çocuğun annesine benzemesinin bundan başka bir nede-ni var mı? Kadının suyu erkeğinkine galip gelince çocuk da-yılarına ve erkeğin suyu kadınınkine galip gelince çocuk am-calarına benzer.”
Bir başka rivayete göre yahudi bir alimin evlat hakkında-ki sorusu üzerine Hz. Peygamber (s.a) şu cevabı verdi: “Erke-ğin suyu beyazımtrak ve kadınınki sanmtrak olur. Bu ikisi-nin birleşmesi sırasında erkeğin menisi kadınınkine galip gelirse, Allah’ın emriyle oğlan doğar. Kadının menisi erke-ğinkine galip gelirse Allah’ın emriyle kız doğar.”
Bilmiyorum, siz hangi kelimelerden, “Eğer bu bileşim be-yazımsı olursa erkek, yoksa kız çocuğu doğar” anlamını çı-kardınız. Sizin hangi ibarenin tercümesini, “Eğer birleşme sırasında erkek kadından daha önce boşalırsa çocuk babası-na, yoksa annesine benzer” şeklinde yaptığınızı da bilemiyo-rum.
Bu hadislerde ifade edilen asıl konunun ilme ve ahlâka aykırı düştüğünü ortaya koyan bir delil varsa, lütfen yazınız.


Cevap: Bazı Hadislere İtirazlar ve Cevapları

Fetva Meclisi
Peygamberlere Saygısızlık İfade Eden Hadisler

9. Hz. Ebu Hüreyre, Hz. Peygamberin “Hz. İbrahim (a.s) seksen yaşındayken sünnet olmuştur” buyurduğunu rivayet etmiştir. [93]

9. Bu mânâya gelen hadisler, Buhari’nin “Kitab’ul-En-biya” “Kitab’ul-İstizan” ve ‘Kitab’ul Akika” bölümlerinde vardır. Fakat her yerde “ihtetene” kelimesinin açık anlamı, Hz. İbrahim’in, kendi sünnetini kendi eliyle yapmış olduğu ihtimalini taşımaktadır. Eğer bir kimse kendi işini yapabili-yorsa, neden bir cerrahı çağırıp seksen yaşındayken bu işi yaptırsın? Sonra, Müsned-i Ebi Ya’la’mn rivayetine göre, kesin olarak biliniyor ki, Hz. İbrahim bu işi kendisi yapmış-tır: Allah’tan sünnet olma emri gelince, Hz. İbrahim bir ber-ber aleti alıp sünnet olmuş, sünnet olduktan sonra çok ağrı çekmişti. Bunun üzerine Allah’tan vahiy geldi: “Ey İbrahim sen acele ettin, yoksa biz sana bunun aletini söylerdik.” Hz. İbrahim ar etmişti; “Ey Rabbim! Ben, Senin emrine uymakta gecikmeye tahammül edemedim.”[105]

10. Hz. Ebu Hüreyre’den rivayet edilen bir hadis de şu şe-kildedir: “Süleyman (a.s) bir gün şöyle dedi: Ben bu gece (doksandokuz veya yüzbir) karılarımla sevişeceğim ve her biri bir kahraman doğuracak ve onlar Allah yolunda cihad edecektir” demişti. Birisi Hz. Süleyman’dan inşaAllah deme-sini istemiş, fakat o buna kulak asmamıştı. Bu nedenle de Hz. Süleyman kanlarıyla sevişmiş olmasına rağmen biri dı-şında hiçbiri hamile kalmamıştı. [94]

10. Bu anlamdaki hadisler Buhari’nin “Kitab’ul Enbiya”, ‘Kitab’ul Cihad” ve “Kitab’ul İman ve’n Nüzur” bölümlerin-de vardır. Söz konusu çeşitli hadislerde, Hz. Süleyman’ın ha-nımlarının sayısı 60, 70, 90, 99 veya 100 olarak geçmektedir. Her hadisin senedi değişiktir. Muhaddislere ulaşan bunca senedin asılsız olduğunu söylemek çok zordur.
Fakat Hz. Ebu Hüreyre’nin Rasûlullah’ın (s.a) sözlerini tam olarak anlayamamış veya dinleyememiş olabileceğini söyleyebiliriz. Rasûlullah (s.a), Hz. Süleyman’ın çok hanımı-nın olduğunu, hatta yahudilerin bu sayıyı 60,70, 90, 99 veya 100 olarak bildiklerini söylemiş ve Hz. Ebu Hüreyre (r.a) de bunu, Rasûlullah’ın (s.a) söylediği bir söz sanmış olabilir.
Rasûlullah (s.a), Hz. Süleyman’ın sözünü, “Ben zevceleri-me gideceğim ve her zevcemdem bir mücahid doğacak” şek-linde de nakletmiş olabilir. Hz. Ebu Hüreyre (r.a) de bu sözü “bir gecede hepsine gideceğim” şeklinde anlamış olabilir. Bu tür yanlış anlamalar birçok rivayette bulunmaktadır. Bu ri-vayetlerden bazıları daha sonra nakledilen rivayetlerle açık-lanmış, bazıları da olduğu gibi kalmıştır. Sözlü rivayetlerde bu tür karışıklıkların olmasını normal karşılamak gerekir. Yukarıda zikredilenler gibi birkaç örneği alarak bütün hadis birikimini itibarsız kılmak makul bir insamn işi değildir.
“İnşaAllah” lafzını söyleyip söylemediğine gelince: Hiçbir rivayette Hz. Süleyman’ın kasdi olarak ‘inşaAllah’ demek-ten kaçındığı zikredilmemiştir. Dolayısıyla bunun peygam-berlere saygısızlık ifade edecek hiçbir tarafı yoktur. Siz, “bi-risi “inşaAllah” demesini istemiş, fakat Hz. Süleyman buna kulak asmamış.” ifadesini nerede gördünüz? Hadisin asıl metni aynen şöyledir: “Arkadaşı, O’na (Hz. Süleyman’a) “inşaAllah” de dedi, fakat O söylemedi.” “Bunun anlamı şudur: Hz. Süleyman’ın ağzından bu söz çıkınca, yanında oturan birisi “inşaAllah” demiş, Hz. Süleyman da onun demesini ye-terli bularak, kendi diliyle bunu tekrarlamamıştır.

11. Hz. Huzeyfe: “Bir defasında Peygamberimiz (s.a) bir çöplüğe doğru yürüdü ve gözümün önünde küçük abdest yaptı” demiştir. [95]

11-Bu hadis Buhari’de, “Kitabu’l-Vud’nun birçok bölümün-de yer almıştır. Diğer hadis kitaplarında da vardır. Fakat hiçbirinde Hz. Huzeyfe’nin “Rasûlullah gözlerimin önünde, ayakta küçük abdestini yaptı” anlamında bir söz söylediği görülmemiştir. Siz bu sözleri nerede gördüğünüzü söyleyebi-lir inisiniz? Hz. Huzeyfe’nin rivayetinin aslı şöyledir; “Rasûlullah ile beraber yolda yürüdüğümüz bir sırada, duvarın arkasındaki bir çöp yığınına doğru gitti ve sizden herhangi birisi gibi, ayakta durarak küçük su dökmeye başladı. Ben yanından ayrılıp uzaklaşmak istedim ama bana arkasında durmam için işaret etti ve ben de arkasında durdum, işini bi-tirinceye kadar öylece ayakta kaldı”. Rivayetin aslından da, Rasûlullah’ın (s.a) duvar ve çöp yığını arasında durarak, ya-ni her iki taraftan da kendisini perdeleyerek küçüksu dök-müş olduğu ortaya çıkmaktadır. Hatta gözükme imkanının hiç kalmaması için Hz. Huzeyfe’yi de arkasında durdurmuş-tur.
Müstenid rivayetlere göre Rasûlullah’ın (s.a) hep otura-rak küçük su döktüğünü öğreniyoruz. Bunu özellikle belirt-meliyim. Fakat bu sefer, bir özürden dolayı, O (s.a) burada böyle bir yola başvurmuştur. Hz. Huzeyfe (r.a) yukarıda ge-çen rivayeti, o zaman bazı kişilerin ayakta küçük abdest yap-mayı kesinlikle yasak olarak nitelemeleri üzerine aktarmış-tır.

12. Buhari’de, Allah’ın Sıddık Nebi olarak nitelediği Hz. İbrahim’in (a.s) söylediği üç yalandan bahsedilmiştir. Bu ya-lanların üçü de o kadar ağırdır ki o, hesap gününde, şefaat etti inekten utanacaktır.[96]
Bu yalanlardan ikisi Kur’an-ı Kerim de de zikredilmiştir. Fakat üçüncüsüne Kur’an-ı Kerimin hiçbir yerinde rastlan-mamıştır. Bu yalana göre Hz. İbrahim (a.s), korkusundan zâni bir padişaha, karısını kız kardeşi olarak tanıtmıştır.

12. Bu rivayetler Buhari’nin “Kitab’ul Ehadis’il-Enbiya” ve Müslim’in “îsbatü’ş Şefaat” bölümünde mevcuttur. Ayrıca diğer hadis kitaplarında da vardır. Bütün bu rivayet-lerin senetlerine ve yollarının çokluğuna bakacak olursak, bunların Hz. Ebu Hüreyre’den aktarıldığına hiç şüphe kal-mıyor. Çoğu sika (güvenilir) olan bu kadar çok ravinin bile bile bir sahabinin adını kullanarak, bir hadisi uydurabilece-ğini düşünemeyiz.
Hz. Ebu Hüreyre’ye gelince: Onun Rasûlullah’a (s.a) yan-lış bir söz nisbet etmeyeceğinden hiç şüphemiz yoktur. Bizim için bu ravilerin yalan söylemiş olabileceklerini düşünmek-ten daha zoru ve kesinlikle mümkün olmayanı, bir nebinin yalan söylemiş olabileceğine veya Allah esirgesin Rasûlul-lah (s.a) bir peygamberi yalan söylemekle suçlamış olabile-ceğine inanmaktır. Dolayısıyla biz, bu konuda kesinlikle bir yanlış anlama olduğunu ve bundan dolayı da Rasûlullah’ın (s.a) sözünün doğru olarak aktarılamamış olduğunu düşün-mek zorundayız. Böyle düşünmeye mecbur oluşumuzun ne-deni de, Hz. İbrahim’in sözde “yalanından” ikisinin kesin-likle yalan olmadığıdır. Üçüncü sözde yalanı ise esasen Be-ni İsrail’in uydurması ve yalanıdır. Onlar İncil’de bunu, yani yalanı, bir kez değil, iki kez Hz. İbrahim’e nisbet etmişler-dir.
İlk iki olay, Kur’an-ı Kerimde vardır, fakat bunlardan hiç birini Allah yalan olarak nitelememiştir. Gerçekte de bunla-rın yalan olduğunu gösteren hiçbir delil yoktur.
Birinci hadise şöyledir: Hz. İbrahim’in kabile fertleri müşrikçe bir festivale katılmak üzere şehir dışına çıkarken kendisinin, “Ben hastayım” diyerek, geride kalmasıdır. Bu-nu yalan olarak niteleyebilmek için müstenid bir yoldan Hz. İbrahim’in tamamen sağlıklı olduğunun kanıtlanması gere-kir. Fakat bunu ne Allah, ne de O’nun Rasûlü bildirmiştir. O halde buna neye dayanarak yalan diyebiliriz ki?
İkinci olay şudur: Hz. İbrahim kendi kavminin puthanesine girerek büyük put hariç bütün putları kırdığında halk kendisinden şüphelenmiş ve çağırıp sormuşlar: “Bizim put-larımızı sen mi kırdın?” diye. Hz. İbrahim cevaben: “Hayır dedi, (büyük putu göstererek) işte şu büyükleri yapmış, onla-ra sorun, eğer konuşurlarsa(!)”[106] buyurmuş. Bu ayetin ifadelerinden de açıkça anlaşılmaktadır ki, Hz. İbra-him bunu, bir yalan olarak değil de, şirke karşı bir delil ola-rak söylemiştir. Esas amacı, soranlara şunu anlatmaktı: “Sizin ilahlarınız felaketlerinin hikayesini bile söyleyemeye-cek kadar biçaredirler ve sizler de aslında bu büyük ilahını-zın hiçbir şey yapamayacağını biliyorsunuz.” Karşısındaki-nin ne söylediğini anlayan sıradan bir kişi bile bu sözlere ya-lan diyemez. Bizim, Rasûlullah’ın (s.a), bu sözleri yalan ola-rak niteleyebileceğim düşünmemiz mümkün değildir.
Üçüncü “yalana” gelince: Esasen bu, İncil’de peygam-berler adına uydurulmuş anlamsız efsanelerden birisidir.
İncilin “Doğuş Kitabında bu olay bir kez değil, iki kez yer al-maktadır. İlk olay Mısır’da geçmekte ve İncil’in kendi diliyle şöyle anlatılmaktadır: “Abraham karısı Sare’ye: “Sengüzel bir kadınsın ve Mısırlılar seni görünce benim karım olduğu-nu bilecekler. Beni öldürecek, ama seni sağ bırakacaklar. Bu nedenle benim kız kardeşim olduğunu söyle” dedi. …Mısırlı-lar baktılar ki kadın çok güzel……Kadını hemen Firavunun evine götürdüler… Fakat Tanrı, Firavun ve onun ailesini Abraham’ın karısı yüzünden büyük belalara uğrattı. Bunun üzerine Firavun, Abraham’ı çağırıp: “Bana ne yaptın? Ne-den onun karın olduğunu söylemedin’? Ben onunla senin kız kardeşin diyerek evlenmek istemiştim” dedi.[107]
İlginç olan şudur: İncil’in kendi beyanına göre o zaman Hz. İbrahim’in hanımı Hz. Sare’nin yaşı 65’ti. İkinci olay da Güney Filistin’de geçer: ‘Abraham, karısı Sare hakkında: “O benim kız kardeşimdir” dedi. Cerar padişahı Ebi Melik, Sare’yi yanına çağırdı. Fakat o gece Tanrı, Ebi Melik’in rü-yasına girdi ve buyurdu ki: “Bak sen şu aldığın kadından do-layı helak olacaksın. Çünkü o’nun kocası var… Ebi Melik Abraham’ı çağırıp: “Sen bana ne yaptın? Ben sana ne yaptım ki, sen bana ve saltanatım üzerine büyük günah getirdin?” dedi.[108]
İncil’in kendi beyanına göre o zaman Hz. Sare’nin yaşı doksandı. Bu hikayelerin ikisinin de yalan oldukları anlaşı-lıyor. Hz. Muhammed’in (s.a) bu yalanları onaylayacağına biz hiçbir şekilde inanmayız.
Şimdi normal olarak, “Bu üç olay akli açıdan yanlışsa, neden raviler bu hadislere kitaplarında yer vermişlerdir?” şeklinde bir soru çıkıyor ortaya. Bu soruyu şu şekilde cevap-lamak mümkündür: Hadislerin içeriği ile ilgisi vardır. Riva-yet tamamen senede bağlıdır. Ravilerin sorumluluğunu al-dığı husus, sağlam kaynaklardan Hz. Muhammed’in (s.a) dönemi ile ilgili mümkün olduğu kadar çok bilgi toplamaktı. Nitekim onlar bu hizmeti gerçekleştirmişlerdir. Bundan sonraki iş, dirayet ehlinin işidir. Onlar hadislerin içeriğine bakarak işe yarayan şeyleri almalıdırlar. Ehli rivayet eğer kendi anlayışlarına göre dirayet işini de yapsaydı ve içerikle-ri eleştirerek reddetseydi, biz bugün çoğu şeyden yoksun ka-lırdık. Dolayısıyla şunu söylemek yerinde olur: Ehli rivayet, işlerinin çoğunu senetleri eleştirmekle sınırlamış ve içerik-leri eleştirenlerin işini kolaylaştırarak gerekli malzemeyi toplamıştır.


Yanıt: Bazı Hadislere İtirazlar ve Cevapları

Fetva Meclisi
Adalete Aykırı Hadisler

13. Ümmü Şerik; “Peygamberimiz (s.a.v) kertenkelenin öldürülmesini emretmiştir. Çünkü kertenkele, Hz. İbrahim’in (a.s) atıldığı ateşi üfleyerek alevlendirmişti” diyor. Sorum şu: Bir kertenkelenin nefesi ateşi nasıl alevlendirebilmektedir? Bu güç ona nereden gelmiş? Ayrıca bir tek ker-tenkelenin suçu yüzünden bütün kertenkele neslinin ceza-landırılması adaletle bağdaşır mı? [97]

13. Bu hadis Buhârî’de “Kitab’u Bid’il Halk” bölümünün “Müslümanın En Hayırlı Malı Dağda Otlatılan Koyundur” babında ve “Kitab’u Ehâdîs’il Enbiyâ” bölümü “Allah Teâlâ’nın ‘Vettehazellâhü İbrahîme Haille’ Buyurması” ba-bı “nda zikredilmektedir. Bununla ilgili bütün hadisleri top-ladığımızda görülüyor ki Hz. Muhammed (s.a) keleri (Vezeg)[109] zararlı hayvanlar arasında saymıştır.[110] Bazı riva-yetlere göre, diğer zararlı hayvanlar gibi bunun da öldürül-mesini buyurmuştur. Nitekim Hz. Aişe’den bu konuda gelen en doğru rivayet Buhari’dedir. Bu rivayete göre Hz. Aişe şöy-le buyurmaktadır: “Rasûlullah (s.a), keleri zararlı hayvan olarak saymıştır. Fakat ben bunun öldürülmesiyle ilgili hükmü duymadım.” Müsned-i Ahmed ve İbn Mâce’de ki Hz. Aişe’nin rivayetinde “öldürülmesi” lafzı da vardır. Hz. İbra-him’in ateşine üflemesi de. Fakat Hâfiz İbn Hacer’in Fethül-Bâri’de yazdığı gibi, “Buharî’nin rivayeti daha doğrudur.” Sonra Buhari’nin bu rivayetinde şu kelimeler de vardır: “Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas’ın iddiasına göre Rasûlullah (s.a) bunun öldürülmesini emretmişti”. F’akat bu rivayette, Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas’tan bunu kimin duyduğu açık değildir. Dârekutni’de bu rivayet: “İbn Şihab’tan, o’da Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas’tan” şeklindedir. Fakat İbn Şihab Hz. Sa’d’i gör-memiştir. Onun için bu bu rivayet munkatı’dir.
Daha sonraki Ummü Şerik’in rivayetine göre, öldürülme-sinin nedeni de açıkça belirtilmiştir. Bunun nedeni, kelerin Hz. İbrahim’in ateşine üflemesidir. Burada iki şeyin birbirine karıştırılmış olması mümkündür. Birincisi; en doğru ri-vayete göre, Peygamberimizin bu hayvanın zararlı bir hay-van olduğunu söylemesidir. İkincisi; Hz. İbrahim’in ateşine üflediğine dair halk arasında meşhur olan hikayesidir. Eğer Ümmü Şerik’in rivayeti doğruysa, bunun anlamı, yalnızca biri Hz. İbrahim’in ateşini alevlendirmeye çalışmıştı diye kelerin bütün neslinin öldürülmesi gerektiği şeklinde değil-dir.
Bu olay şöyle yorumlanmahdır: O bir zararlı hayvandır ve diğer zararlı hayvanlar gibi insana düşmanlığı vardır. Do-layısıyla bütün hayvanların içinden sadece bu hayvan, Hz. İbrahim ateşe attmldığında ateşi üflemeye çalışmıştı. Bura-da önemli olan, hayvanın insan karşısındaki tutum ve tavrı-dır. Kelere ateşi alevlendirecek gücün nereden geldiği üze-rinde durulacak bir konu değildir. Çünkü bu hadisin hiçbir yerinde ateşin kelerin üflemesiyle alevlendiği kesinlikle söy-lenmemiştir.

14. Bir rivayete göre namaz kılarken önden kadın, eşek veya köpek geçerse namaz fasid olurmuş. [98]

14. Bu rivayet Müslim’in, Kitabu’s Salât” babının “Sütretü’l-Musalli” bölümünde vardır. Burada İmam Müslim, kendisine ‘sütre’ hakkında ulaşan muteber senetleri topla-mış ve tüm yönlerini gözlerimizin önüne sermiştir. Herhangi bir rivayetten bir netice alıp, bununla yetinmek doğru değil-dir. Ancak bütün rivayetlere kapsamlı olarak baktıktan son-ra bir sonuca varılabilir. Bu hadislerden anlaşılan esas hu-sus, Rasûlullah’ın (s.a) namaz kılanların önüne sütre[111] koy-masını emretmesidir ve “Bir şahıs sütre koymadan açık bir yerde namaz kılmaya başlarsa, önünden kadınlar, köpekler ve eşekler geçer” buyurmasıdır. Bunu duyan bazı kişiler, şu-nu söylemeye başladı: Kadın, köpek ve eşeğin namaz kılanın önünden geçmesiyle namaz fasit olur. Bu sözler, Hz. Aişe’ye ulaşınca dedi ki:
“Öyleyse siz kadını kötü bir hayvan yerine koydunuz. Siz-ler bizi eşek ve köpeklerle eş tutmuşsunuz. Halbuki Hz. Muhammed (s.a) gece namazı kılarken ben onunla kıble arasın-da bir cenaze gibi yatardım.”

Çeşitli Konular

15. “Bir sinek içecek bir şeyin içine düşerse, tamamı içece-ğin içine batırılıp çıkartılmalıdır. Çünkü kanatlarının bi-rinde hastalık, diğerinde şifa vardır.” [99]
Söz konusu hadislerin çoğu Buhari’den alınmıştır. Bize göre Kur’an-ı Kerim’den sonra en doğru kitap Buhari’dir. Acaba Buhari’nin de Kur’an-ı Kerim gibi kelimesi kelimesi-ne doğru ve değişmemiş olduğunu söyleyebilir misiniz.

15. Bununla ilgili rivayetler Buhari, “Kitab Bid’ul-Halk’ ve “Kitab’ül-Tıb” da vardır. İbn Mâce, Nesâi, Ebu Davud ve Barekutnide de mevcuttur.
Bazı sarihler bu hadisteki kelimelerin lügat mânâsını alıp gerçekten sineğin bir kanadında zehir, öteki kanadında ise panzehir olduğunu sanmışlardır. Onlara göre yiyecek bir şeye sinek düştüğünde batırıp çıkarılmalıdır.[112] Bazılarının anladığına göre Rasûlullah’ın (s.a) amacı böylece yersiz bir kibiri tedavi etmekti. Çünkü bazı kimseler sinek düşünce sü-tü ya da bütün yemeği bırakıp içmez ya da yemezlerdi ve ye-meği ya atarlardı ya da hizmetçilerine yedirirlerdi. Bunun içindir ki Rasûlullah (s.a) yemeğe bir sinek düştüğünde onu yemeğin içine batırıp yemeğin yenmesini buyurmuştur. Çünkü “sineğin bir kanadında hastalık vardır” demek, sine-ği görünce içinizde kibir hastalığı doğmaktadır demektir. Diğer kanadında şifa vardır demek ise, onun yüzünden yiye-cek ve içeceklerinizi döktüğünüz ya da hizmetçilerinize ye-dirdiğiniz gurur ve kibir hastalığının ilacı vardır demektir. Bu manayı başka hadisler de teyid ediyor. Bu hadislerin bi-rinde rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a) tabakta yemek bırakılmasını sevmezdi. Peygamberimiz (s.a) tabağı iyi-ce temizledikten sonra sofradan kalkmayı emretmiştir. Bu emrin sebebi, tabağında yemek bırakan kişinin geri kalan yemeğinin ya atılmasını ya da bir başkası tarafından yenil-mesini istemiş olmasıdır.
Son sorunuz, Buhari’nın, Kur’an-ı Kerim’den sonra en doğru kitap olup olmadığı hakkındaydı. Bunun kısaca ceva-bı şöyle: Dünyada en güvenilir yoldan bize ulaşan kitap Kur’an-ı Kerim’dir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’i bize binlerce ki-şi mütevatir olarak nakletmişlerdir. Fakat bundan sonra en güvenilir yollardan bize ulaşan kitap Buhari’dir. Çünkü diğer kitaplara nazaran bunun hazırlayanı senetleri daha çok araştırmıştır. Doğrulukla ilgili hüküm, sadece senedler için geçerlidir ve senetlerin sahih olduğu kesin olarak doğrudur. Dirayet yönünden hadis metinlerinin eleştirisine gelince da-ha önceden de söylediğim gibi, bu işin rivayetinin, uzmanlık sahasıyla büyük ölçüde alakası yoktur. Bu yüzden Buhari’deki bütün hadislerin eleştirilmeksmn, olduğu gibi kabul edilmesiyle ilgili iddia doğru değildir.
Çok iyi bilinmelidir ki, bir rivayetin senedinin sahih ol-ması, onun her yönden doğru ve aynen kabul edilmesini ge-rektirmez. Günlük hayatımızda da böyle olaylarla karşılaşı-yoruz. Bir başkasının konuşmasını aktaran kişi meseleyi ol-duğu gibi aktarmaya çalıştığı halde çeşitli eksiklikler söz ko-nusu olmaktadır. Mesela, konuşmanın bütünü hatırlanma-yınca, onun bir bölümü aktarılıyor veya iyi anlayamaymca yanlış anlam veriliyor. Konuşmanın ortasına doğru oraya varan kişi, önceki şeyleri bilmez. Böyle eksikliklerden dolayı çoğu zaman rivayet edenin iyi niyeti ve dürüstlüğüne rağ-men hadise aynen aktanlamıyor. Aynı şey olaylar ve eylem-lerin beyanında da söz konusu olabiliyor.
Bazen bu eksiklikleri diğer başka rivayetler giderirler ve hepsini bir araya getirince herşey anlaşılmış olur. Bazen sa-dece tek bir rivayet mevcut olduğu için (Hadis ilmi ıstılahın-da “garib” diye adlandırılan hadisler gibi) böyle bir eksikliği rivayet ilmine dayanarak gidermek mümkün olmayabilir. Bu durumda dirayet yoluyla esas konunun ne olduğu hak-kında bir yorum yapılır. Yani o rivayet olduğu gibi kabul edi-lebilir mi? Veya o rivayet Rasûlullah’ın’in (s,a) mizacına ve konuşma üslubuna uygun düşüyor mu? Bu hususlar araştı-rılır.
Yukarıda belirttiğimiz vasıflar dahilinde hadisi araştır-ma yeteneği olmayanlar ya hadisi hiç okumamalı, ya da oku-dukları zaman en azından kendi kendilerine bir hüküm ver-memelidirler.[113]

Fetvalar Mevdudi

[85] Buhari; 1/39
[86] Müslim, III/443
87] Müslim; III/441
[88] Müslim, III/273
[89] Buhari,II/37
[90] Buhari, II/143
[91] Müslim, I/468
[92] Buhari, II/149
[93] Buhari; II/155
[94] Buhari, II/93
[95] Buhari, I/36
[96] Müslim, I/372
[97] Buhari, II/500
[98] Müslim, III/3
[99] Buhari, II/ 114
[100] Yaklaşık olarak bir galona eşit ölçü. (Çev.)
[101] Safa ve Merve tepeleri arasında yapılan gidip gelmeler. (Çev.)
[102] Yasin: 36/38.
[103] Tevbe: 9/81.
[104] Hac: 22/30.
[105] Fethul Bari, 6/245
[106] Enbiyâ: 21/63.
[107] İncil, 11/11-20
[108] İncil, n/2-16
[109] Vezegin asıl manası kelerdir, kertenkele değil.
[110] Hadislere göre Rasûlullah (s.a) birkaç hayvanı zararlı (muzır) olarak nite-ledi ve onları Harem’de ve ihramh olunduğu halde öldürmeye izin vermiş-tir. Bunlar arasında akrep, kuduz köpek ve fare de vardır.
[111] Sütre: Namaz kılarken kıble cihetinde duvar vs. olmadığında, önden geçen-lerin namaza zarar vermemeleri için, ön tarafa dikilen şey.
[112] Modern tıbbi araştırmalar göstermiştir ki sineğin kanatlarında özel bir çe-şit mikroorganizma bulunur ve bunlara mikrop öldürücü ya da mikrop yiyi-ciler (Bacteriophage) denir. Bunlar sineğin vücudundaki diğer mikroplan kolayca öldürebilirler.
[113] Tercüman’ul Kur’an, Muharrem-Sefer, 1372/Ekim -Kasım, 1952


Cevap: —>: Bazı Hadislere İtirazlar ve Cevapları

Jysper610
Sayın Yaralımelle aşağıdaki iki hadisi geniş bir şekilde açıklarmısnız…
1-)Abdullah ibn Mesud rivayet etmiştir ki Rasulullah şöyle buyurur Şüphesiz ki sizin herhangi birinizin yaratılması, ana karnında kırk gün nutfe, sonra bunun gibi bir kan pıhtısı, sonra bunun gibi bir parça et olarak devam eder daha sonra Allah ona bir melek gönderir (Buhari, Ebu Davut, İmam Ahmed) Böylecebu hadise göre bir damla sperm 40 gün rahimde kalır sonra bir 40 günlük zamanda da kan pıhtısına dönüşür ve bir 40 gün daha geçince et parçasına dönüşür [16]. Erkek sperminin kadının üreme yolunda en fazla 7 gün hayatta kalabileceği gösterilmiştir, bunun yanında 80 gün sonra embriyo çok açık bir şekilde insan şeklini alır ve bu dönemde halihazırda çok gelişmiş olduğu için artık ne bir kan pıhtısına ne de ağız dolusu çiğnemlik ete benzer.

2-)Erke-ğin suyu beyazımtrak ve kadınınki sanmtrak olur. Bu ikisi-nin birleşmesi sırasında erkeğin menisi kadınınkine galip gelirse, Allah’ın emriyle oğlan doğar. Kadının menisi erke-ğinkine galip gelirse Allah’ın emriyle kız doğar.

ancak cinsiyeti belirleyen babadır
(lütfen bu hadislerin açıklamalarını yaparmsınız teşekkür ederim. Allah razı olsun…)


zekerimizden meni damlıyordu

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();