Ankara Müftülüğü Cuma Hutbeleri
Hoca
RİYAKÂRLIK
Muhterem Müslümanlar! Yüce Allah insana sayısız nimetler vermiş ve ondan kendisini tanıyıp ibadet etmesini, ilâhî emir ve yasaklarına uymasını, bütün bunları da yalnız kendi rızası için yapmasını istemiştir. Nitekim Mü’min sûresinin 65. ayetinde meâlen şöyle buyurulmaktadır: O(Allah) diridir. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O halde sadece Allah’a itaat ederek (samimi olarak) O’na ibadet edin. Hamd, âlemlerin rabbine mahsustur. 1
Aziz Müminler!Riya; iş, söz ve davranışlarda gösterişte bulunmak, bir iyiliği veya salih bir ameli Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle değil, insanların beğenisi için yapmaktır. Özellikle maddî ve manevî çıkarlar elde etmek için, yüce dinimizin aracı kılınması, insanın Allah katındaki kıymetini yok ettiği gibi toplum içerisindeki itibarını da zedeler. Zira Yüce Allah’a karşı samimi olmayan, insanî ilişkilerde de samimiyet gösteremez. Kişinin söz ve davranışlarındaki samimiyetsizlikleri, diğer insanlar tarafından kısa zamanda anlaşılır. Neticede bu kişilere kimse güvenmez. Bununla birlikte riya, ibadetin özünü bozar, sevabını giderir, ortada yalnız ibadetin şekli kalır. Bunun için kul, ibadet esnasında riyadan, gösterişten uzak kalmalı, ibadetlerini sırf Allah rızası için yapmalıdır. Bu konuda Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), hutbemin başında okuduğum hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır: Her kim işlediği bir hayrı, menfaat umarak halka duyurursa, Allah da onun gizli işlerini duyurur. Yine her kim işlediği bir hayrı gösteriş için yaparsa, Allah da onun riyakârlığını ortaya çıkarır. 2Değerli Kardeşlerim! Riya bahane edilerek ibadetler terk edilmemeli, kesin bilgi sahibi olunmadıkça da başkaları riyakârlıkla suçlanmamalıdır. Riya kalbe ait bir durumdur. Kalplerde olanı ise ancak Allah bilir. İbadetlerimizi ve işlerimizi eksiksiz yerine getirme gayreti içinde olmalı, gösterişten uzak, ihlâslı ve samimi duygularla hareket etmeliyiz. Amellerimizin sevabını gösteriş ve riya ile kaybetmemeliyiz. Yüce Allah’ın rızasını, insanların övgüsüne tercih etmeyi hayat prensibi haline getirmeliyiz.Hutbemi, başta okuduğum Bakara suresinin 264. ayetinin mealiyle tamamlıyorum: Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı halde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın… 3——————————————————————————————- 1.Mümin, 65
2. Müslim, Zühd, 38
3.Bakara, 264
Redaksiyon: Ankara Müftülüğü İl Hutbe Komisyonu
Cevap: Ankara Müftülüğü Cuma Hutbeleri
Ehfiya
İLİ : ANKARA MÜFTÜLÜĞÜ HUTBELER
2014
TEFEKKÜR
Aziz Kardeşlerim!
Allah’ın elçisi Hz. Muhammed Mustafâ (s.a.s) davete başladığında bir cahiliye devri yaşanıyordu. Dinî kavramların içini boşaltarak hakikatten uzaklaşan bir kısım insanlar, sahte ilahlarla oyalanıyor ve kendilerine, Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur denildiği zaman inanmıyor büyüklük taslıyorlardı. Bir süre sonra ortaya çıkan diğer bir grup ise, sözde iman etmiş gibi gözüküyor ancak sabır gerektiren zorlu işlerde, imanın gereğini yerine getirmiyordu. Örneğin, namazı kılıyor, zekatı veriyorlar fakat Allah’ın dinini aziz kılmak için can pahasına savaşmaları emredildiğinde, Rabbimiz! Niçin bize savaş yazdın? Bizi yakın bir zamana kadar erteleseydin ya! diyerek, Allah’ın buyruklarından bazısını taşınmaz bir yük olarak görüyorlardı.
Geçici menfaatleri için göze aldıkları meşakkati, ebedi kurtuluşları için göze alamayan bu tür kimselerin idrak ve tefekkür algıları harekete geçsin diye Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu:
"Tâ, Hâ! (Ey Muhammed!) Biz Kur’an’ı sana sıkıntı çekesin diye değil, ancak (Allah’ın azabından) korkacaklara bir öğüt (bir uyarı) olsun diye indirdik. (O) yüksek gökleri yaratanın katından peyderpey indirilmiştir. Rahmân, Arş’a kurulmuştur. Göklerdeki, yerdeki, bu ikisi arasındaki ve toprağın altındaki her şey, yalnızca O’nundur. Sen sözü açığa vursan da, gizlesen de Allah için birdir. Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da. Allah, kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayandır. En güzel isimler O’nundur."
Görülüyor ki değerli kardeşlerim! Rabbimiz, bizlerden, Kur’ân’daki öğütlerin sahibi kimdir diye düşünmemizi istemektedir.
Kardeşlerim!
Dinî yaşantımızda samimiyet, ancak Rabbimizin birliğini ve yüceliğini kalben tefekkür etmekle başlayabilir. Dinin başı tevhiddir. Tevhidle başlamalıdır tefekküre. Ve tevhidle mana kazandırılmalıdır bütün olup bitenlere.
İnsan ve onun yaratılışı… İnsan ve çevresindeki varlıklar… İnsan ve ölüm… İnsan ve ölüm ötesi hayat… Bütün bunlar ancak iman ve tevhid inancıyla süslenmiş bir ömürle anlam kazanabilir. Bu değerlendirmeyi yapabilen akl-ı selim sahipleri, tevhid uğrunda çekilecek sıkıntıları bir zahmet değil, kendilerinin ebedi menfaati için bir rahmet olarak görür.
Rahman’ın nazargâhı olan müminin kalbi, dünyevi kederlerle hastalanmaz. Tam tersine o kalp, Rabb’ini tefekkür ettiği her an, O’nun kelamını okuduğu her vakit, şifâ bulur. Böylece Mevlâmızın, Ey insanlar! İşte size, Rabbinizden bir öğüt, kalplere bir şifâ ve müminler için yol gösterici bir rehber ve rahmet (olan Kur’an) geldi ayetinin hikmeti gerçekleşmiş olur.
Sözü, Efendimizin bir hadisiyle bitirelim: Şefaatim sayesinde kıyamet günü insanların en mutlusu olacak kişi, (dünyada iken) samimiyetle ve tüm kalbiyle ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ diyebilen kimsedir.
Cevap: Ankara Müftülüğü Cuma Hutbeleri
cıvanmert
Ankara Müftülüğü Cuma Hutbeleri 2014
İLİ : ANKARA MÜFTÜLÜĞÜ HUTBESİ
KİŞİNİN SINIRLARINI BİLMESİ
Değerli Müminler
Yüce dinimiz İslam, bir ilim medeniyeti olduğu kadar, aynı zamanda bir irfan medeniyetidir. Bu ilim ve irfanın öncelikli gayesi, insanı ve insanlığı yüceltmektir. İnsandaki tezahürü ise, kişinin haddini ve sınırlarını bilmesi, ona göre davranışlar sergilemesi şeklindedir.
Aziz Müminler
Had kelimesi, insanın tabii hareket alanını, yani onun sınırlarını ifade eder. Bu sınırlar Yüce Yaratıcı tarafından belirlenmiş, gönderdiği vahiyler ve o vahiyleri açıklayan peygamberimizce de açıklanmıştır. Bu sınırlara işaret edilerek, okuduğum ayet-i kerime de mealen şöyle buyrulur:
Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin .[1]
Bu uyarı bizlere yaşadığımız hayat ve üzerinde maişetimizi temin ettiğimiz dünya gibi, bizim de sınırlarımızın olduğuna dikkatimizi çekmektedir. Gerçekte bu sınırlar, insanın hayattaki huzur ve mutluluk sınırlarıdır.
Bulunduğu konumunu bilip ona göre davranan insan, haddini bilen insandır. Haddini bilen insan, kimsenin hak ve sınırlarına tecavüz etmez. O, mütevazı, alçak- gönüllü, mutedil, saygı ve sevgi insanıdır. O, hiç kimseyi küçük görmez, kibirli ve kaba davranışlarda bulunmaz. Azgınlık ve sapıklığı, kendi sınırlarının altına düşmek olarak görür ve ona göre davranır. O, insan olarak kendisinden beklenen davranışları sergilediği gibi edep ve hayâ timsalidir. Kısacası o, hem kendine ve hem de içinde yaşadığı toplumuna faydalı olan, güven veren insandır. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v): Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı hayadır buyurmaktadır.
Aziz Kardeşlerim!
Bizler, nefsini bilen Rabbini bilir , mütevazı olunuz ki, izzet sahibi olasınız , ilim, ilim bilmektir, ilim, kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır şeklinde sınırları çizilen bir ilim ve irfan medeniyetinin mensuplarıyız. Bu sebeple, gerek Yüce Yaratıcı, gerekse diğer insanlar ve varlıklarla kuracağımız ilişkilerde ölçülü olmak, haddimizi aşmamak mensup olduğumuz medeniyetin asgari gereklerindendir. Haram-helal, günah-sevap, doğru-yanlış ve güzel-çirkin gibi sınır ve ölçüler, Yüce Yaratıcı tarafından konulmuş ölçülerdir. Bu ölçülere göre hareket etmek için mutlaka, her hakkı sahibine teslim etmek ve kendi sınırlarımızı bilip onları başkalarına çiğnetmemek ve bu sınırlar içerisinde hareket etmek gerekir.
O halde kişinin haddini bilmesi, sanki yarın ölecekmiş gibi davranması ve hayatın sınırlarının farkında olması demektir. Yani Kuran ve Sünnetin belirlediği sınırlar içerisinde bir hayat sürmesidir.
Sözlerime Kuran’dan bir dua ile son veriyorum: Ey mutlak güç sahibi olan Allah’ım! Sen gücü dilediğine verirsin. Dilediğinden de çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini de zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin. [2]
Hazırlayan : İlhan BERBER
İ.H-Yenimahalle Müftülüğü
Redaksiyon : İl İrşat Kurulu
[1] İsra Suresi, 17/37.
2 Malik b. Enes, Muvatta, Hüsnü’l-Hulk, 48/ 9, (II, 905); İbn Mâce, Sünen, Zühd, 38/ 17, (II, 1399).
3 Ali İmran Suresi, 3/26.
Cevap: Ankara Müftülüğü Cuma Hutbeleri
Hoca
amin cümlemizden.. belki bir hutbe okunurda sevaplanırız:)
Ankara Müftülüğü Cuma Hutbeleri
BİR KUL OLARAK KADIN
Kıymetli Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz (s.a.s), Veda Haccı için Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Kafile içerisinde hanımlar da vardı. Yol düzenini sağlayan Enceşe isimli bir genç, coşkuyla şiirler okuyor, güzel sesiyle ezgiler söylüyordu. Bu durum, develerin heyecanlanıp hızlanmasına ve üzerlerindeki hanımların rahatsız olmasına sebep olmuştu. Efendimiz, hanımları sarsıntıdan kurtarmak için olaya müdahale etme gereği duydu. Mübarek ağzından dökülen şu zarif ifadelerle gence seslendi:
– Ey Enceşe, sakin ol! Kristalleri dikkatli taşı!
Şefkat Peygamberi, hassas bir varlık olan kadını kristale benzetmek suretiyle onun değerine ve ona karşı ne derece dikkatli davranılması gerektiğine işaret ediyordu.
Kardeşlerim!
Yüce Allah, kâinatın en şerefli varlığı olan insanı, bir tek özden yaratmıştır. İnsan olma onur ve sorumluluğunu hem kadına hem de erkeğe yüklemiştir. Sahip oldukları bu sorumluluk ve değer açısından kadın ve erkek, Rabbimiz nezdinde aynı önemi haizdir. Nitekim Yüce Rabbimiz Mümin olarak, erkek veya kadın, her kim salih ameller işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar. buyurmaktadır. Dolayısıyla kadınıyla erkeğiyle bütün insanlar, Allah’ın kuludur. Önemli olan bu kulluğun farkında olmak, karşılıklı görev ve sorumluluk bilinciyle hayatı sürdürmektir. Peygamberimiz de, Kadın ve erkek bir bütünü tamamlayan iki eşit parçadır. sözüyle kadın ve erkeğin biri olmadan diğerinin eksik kalacağını ortaya koymuştur. Bu itibarla kadın ve erkek, sağlıklı ve huzurlu bir toplumu birlikte inşa eden, birbirlerini koruyan ve sükuna ulaştıran iki ayrı değerdir.
Değerli Kardeşlerim!
Rahmet Peygamberi, kadının toplum içinde saygın bir yere sahip olması için bugün bile gıpta ile karşılanacak nice gayretler göstermiştir. Öyle ki dönemin kadına yönelik bütün acımasızlığına rağmen O, her daim kadının onurunu korumuş, kadına karşı şiddete başvuranları sert bir dille uyarmıştır. O’nun kadına muamelesi şefkat, merhamet, nezaket ve anlayış örnekleriyle doludur. O, vahye muhatap olmanın heyecan ve ağırlığını ilk olarak sadakât timsali eşi Hatice annemiz ile paylaşmıştır. Sütannesi Halime’ye derin hürmet göstermiş, kızı Fatıma’yı sevgi ve şefkatle büyütmüştür. Kız torunu Ümâme’yi omzuna alarak ashabına imamlık yapmıştır. Sizin en hayırlılarınız hanımlarına karşı en iyi davrananınızdır buyuran Efendimiz, hem eş, hem baba, hem de evlat olarak bir kadına nasıl davranılması gerektiği hususunda bize en güzel örnek olmuştur.
Kardeşlerim!
Yüce Kitabımızda Allah’ın övgüsüne mazhar olmuş kadınlardan kesitler sunulur. Yaratılışın kendisinde tezahür ettiği annemiz Havvâ, iman ve cesaretin zirveye ulaştığı Asiye, hayâ ve iffetin mekan tuttuğu Meryem, sadakât ve teslimiyetin anlam bulduğu Hacer, namus ve haysiyeti Yaratıcı tarafından tescillenen Âişe validemiz bu yüce şahsiyetlerden sadece birkaçıdır.
İnancımızda kadın Allah’ın emaneti olan bir eş, ayaklarının altına cennet serilen bir anne, Allah’ın rahmeti ile sarmalanmış bir evlat ve Rabbimizin mükerrem kıldığı bir varlıktır. Bu itibarla kadın her türlü hürmet ve saygıya layıktır. Kadınları incitmek, dövmek, mağdur ve mazlum durumuna düşürmek inancımızla bağdaşmaz.
Kardeşlerim!
Ne hazindir ki günümüzde hemen her coğrafyada kadın baskı, şiddet ve zorbalıklara maruz kalmaktadır. Kadın onuru ve saygınlığını hiçe sayan bu çirkin davranışlar cehalet, merhametsizlik, vicdanî değerlerden yoksunluk, dahası insan oluştan uzaklaşma gibi etkenlerden kaynaklanmaktadır. Söz konusu yanlış tutum ve davranışların İslam ile bağdaştırılması ise daha da vahimdir. Çünkü zulüm ve şiddeti hoş gören hiçbir yaklaşımın, düşüncenin, geleneğin ve inanışın, kendisine Kuran ve Sünnet’te yer bulması mümkün değildir. Unutmayalım ki yüce dinimiz İslam ve onun peygamberi Efendimiz eşimize, evladımıza güzel davranmayı imanın kemali için gerekli görmüştür.
Ehfiya
< amin cümlemizden.. belki bir hutbe okunurda sevaplanırız:)
Ankara Müftülüğü Cuma Hutbeleri >
Okunur İnşeAllah Hocam… 🙂
ÖLÜM EN ETKİLİ NASİHATTİR HUTBE 2014 Değerli Müminler Peygamber Efendimiz bir gün ashabıyla otururken yere bir çubuk dikti. Sonra onun yanına ikinci bir çubuk, biraz ilerisine üçüncü bir çubuk daha dikti. Daha sonra onlara dönerek Bunun ne demek olduğunu biliyor musunuz? diye sordu. Onlar Allah ve Rasulü daha iyi bilir. diye cevap verdiler. Bunun üzerine kendisini merakla dinleyen ashabına meseleyi şöyle açıkladı: Bu birinci çubuk insan, ikincisi onun eceli, üçüncüsü de istek ve arzularıdır. İnsan kuruntular peşinde koşup dururken ecel önünü keser ve onu alıp götürür. [1] Muhterem Kardeşlerim Efendimizin belirttiği gibi, günlük meşgaleler peşinde, istek ve arzularımızı gerçekleştirmek için koşuşturup dururken bir gün öleceğimiz unutuyoruz. Bu unutkanlık da bizleri, dünyada ebedi yaşayacakmışız, hayatımız hiç sona ermeyecekmiş gibi davranmaya sevmekte. Oysa gerçek tam da bunun tersidir. Çünkü ölüm her nerede olursak olalım bize ulaşacak,[2] Her nefis ölümü tadacaktır. [3] Her gelecek ise yakındır. O halde hayat yolculuğumuzu, ölümü hatırlayarak, yolculuğumuzun sonunu düşünerek sürdürmemiz gerekmez mi? Böyle bir durumda ölüm bizler için en etkili nasihat olacaktır. Aziz Kardeşlerim, Ölümü hatırlayarak hayatımızı yaşamak, dünyaya başka bir gözle bakmamızı sağlar; unuttuğumuz, görmezden geldiğimiz görmek istemediğimiz şu hakikatleri bizlere hatırlatır: Dünya fanidir; ellerimizin altından kayıp giden bu geçici hayatta kalıcı olan güzel davranışlara değer vermeli. [4] Nefeslerimiz sayılıdır; bu nefesleri O’na isyan yolunda zayi etmemeli. Bizi var edip bu dünyaya gönderen ve bir gün tekrar çağıracak olan Allah’ın emirlerine riayet ederek ve yasaklarından sakınarak hayatı yaşamalı. [5] Hayatın bir sonu vardır; hayatın ne kadar kıymetli olduğunu unutmamalı. Ölüm gelmeden önce hayatın kıymetini bilmeli.[6] Elden çıktığında hayatı telafi etmek asla mümkün değildir. Boş, faydasız, kötü işleri terk etmeli. Güzel işler yapmalı; yaptığımız işler insanlara faydalı, arkamızdan dua ile anılmaya vesile olacak ameller olmalı. Vakit dardır; sevdiklerimizin kıymetini bilmeli.Ailemiz, anne-baba, akraba ve arkadaşlarımızla olan bağlarımız ölümle kopmadan önce onlara karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmeye daha bir önem vermeli. Zamanımız sınırlıdır, bu sınırlı zamanı hırsımızın esiri olup dünyalık temin etmeyi gaye-i hayat edinerek heder etmemeli. Gurur ve kibire konu olan özelliklerin toprak altında hükmünün olmadığını bilmeli. Kardeşlerim, Efendimiz; Lezzetleri bıçak gibi kesen ölümü çok hatırlayın. [7]buyurmaktadır. Ölümü hatırlayarak yaşamak, görev ve sorumluluklarımızı ihmal etmek olarak anlaşılmamalıdır. Zira yüce dinimiz bizden, dünyamız ile ahiretimiz arasında denge kurmamızı istemektedir. Dünya kötü değildir; kötü olan dünyevi istek ve arzulara boyun eğip Allah’ı unutmaktır. Bunu önlemenin yolu da Efendimizin tavsiyesi üzere ölümü hatırlamaktır. Hutbemizi Hz. Ömer’in şu tavsiyeleriyle tamamlayalım: Hesaba çekilmeden önce nefislerinizi hesaba çekiniz. Kendinizi en büyük buluşma için hazırlayınız. Kıyamet gününde hesap, ancak dünyada kendini sorgulayanlar için kolay olur. [8]Hazırlayan: Abdülkadir ERKUT Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı
Redaksiyon: D.İ.B. Hutbe Komisyonu
[1] Ahmed b. Hanbel, III, 18.
[2] Nisa 4/78
[3] Ankebut 29/57.
[4] Kehf 18/46
[5] İbrahim 14/31; Münafikun 63/10-11.
[6] Buhari, Rikak, 3
[7] Tirmizi, Zühd, 4)
[8] Tirmîzi, Kıyame, 25.
Hoca
Ankara müftülüğü cuma hutbesi
CAMİ-ÇOCUK BULUŞMASI
Muhterem Kardeşlerim!
Peygamberimiz(s.a.s.), Amcasının oğlu Abdullah’ı bineğinin arkasına bindirmiş yol alırken, bir yandan onunla sohbet ediyor ve şöyle diyordu: Yavrum, sana bak ne öğreteceğim: Allah’ın hakkını koru ki, O da seni korusun. Allah’ın hakkını koru ki, O’nu her daim yanında bulasın. Bir şey isteyeceğin zaman Allah’tan iste; yardım dileyeceğin zaman Allah’tan yardım dile. Şunu bilmelisin ki, bütün varlıklar sana bir konuda yardım etmek üzere bir araya gelseler, Allah’ın senin hakkında karar verdiğinden başka yardımda bulunamazlar. Yine sana bir konuda zarar vermek üzere elbirliği etseler, Allah’ın senin için takdir ettiğinden başka bir zarar veremezler. diyordu. Küçük bir çocuğa ibadetin, kulluğun özünü böyle anlatıyordu şefkat peygamberi Efendimiz(s.a.s.). Şartlar ne olursa olsun, Rabbi ile arasındaki bağı koparmamayı öğütlüyordu.
Kardeşlerim!
Efendimiz, meclisinde ve mescidinde çocukların bulunmalarına izin vererek onlara kendisini dinleme ve örnek alma fırsatı tanımıştır. Kutlu Nebi, dini öğretmek ve ibadet etmek gibi ciddi işlerle meşgulken bile, çocukların bu ciddiyeti bozması endişesini taşımamış, onları ilim ve ibadet ortamının dışında bırakmamıştır. Onların çocukça davranışlarını hoş görmüş, hataları sebebiyle onları mescidin dışına çıkarmamıştır. Öyle ki, bir gün hutbe okurken torunları Hasan ve Hüseyin’in düşe kalka mescide girdiklerini görünce dayanamamış, minberden inip onları kucağına aldıktan sonra tekrar minbere çıkmış ve şöyle buyurmuştur: Allah, ‘Mallarınız ve çocuklarınız imtihan vesilesidir’ derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da, sözümü keserek onları kucağıma aldım.
Değerli Kardeşlerim!
Peygamber Efendimiz’in bu tavrı, çocuklar ile kurduğu sevgi ve merhamet dolu ilişkiyi ibadet eğitiminde de benimsediğini göstermektedir. Çocuğun yaklaştığında kovulduğu, sesi çıktığında azarlandığı, soru sorduğunda terslendiği bir mescide tazecik gönlünün ısınması nasıl mümkün olabilir ki? Çocuğun ibadeti sevmesi ve benimsemesi, öncelikle ibadet eden büyüklerle aynı ortamı paylaşması ve orada bulunduğundan dolayı taltif görmesi ile mümkün olacaktır.
Çocuklarımızın Allah’a kulluk bilinci ve ibadet aşkıyla büyümesini istiyorsak geliniz; hem gönüllerimizi hem mescitlerimizi onlara açalım. Onların yüreklerine iman mayası çalalım. Yavrularımızın ruhunu camide doyuralım. Kalplerine Allah’ın ve Resulü’nün sevgisini koyalım. Kur’an’ı öğretelim, İslam’ı sevdirelim. Cennet çiçeği çocuklarımızı, adeta cennet bahçesi olan camilerimizle buluşturalım. Onları dinî terbiye ile yetiştirelim. Resulullah Efendimiz’in şu öğüdünü hatırımızdan çıkarmayalım:
Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir hediye vermiş olamaz.
Kardeşlerim!
Peygamberimiz döneminde çocukla cami arasındaki bu sıcak ilişkinin tekrar yoğun bir şekilde yaşanması amacıyla, Başkanlığımız, Cami-Çocuk Buluşması adı altında bir kampanya başlatmıştır. Bu kampanya aracılığıyla yavrularımızın camiyi şenlendirmeleri ve bütün ayrıntılarıyla camilerimizi tanımaları sağlanacaktır. Bu noktada tüm görevlilerimizin ve cemaatimizin duyarlılığını beklemekteyiz. Unutmayalım ki; camilerimizin imarı, sahip olduğumuz çocuklarımızın manevi imarıyla gerçekleşebilir.
Hazırlayan: Yrd.Doç.Dr. Huriye MARTI
Aile ve Dini Rehberlik Daire Başkanı
Redaksiyon: DİB Hutbe Komisyonu
Hoca
L : ANKARA
AY-YIL : EYLÜL-2014
TARH : 20/09/2014
CUMA HUTBESİ
SORUMSUZ TÜKETM: SRAF
Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimiz slam, huzurlu bir hayat
geçirebilmemiz için bizlere tüketim konusunda
bazı önemli prensipler öngörmektedir Yemeiçme,
harcama ve benzeri bütün islerde ölçülü ve
dengeli olmayı emreden dinimiz, ihtiyaç dısında
asırı harcamaları ve ölçüsüz davranısları pek çok
ayet ve hadisle yasaklamaktadır.
Nitekim Yüce Allah, olgun müminlerin
sıfatlarını sayarken, onların daima ölçülü
olduklarını vurgulamakta ve söyle buyurmaktadır:
Onlar ki, harcadıklarında ne israf ederler ne
de cimrilik yaparlar. Bu ikisi arasında, dengeli
bir yol tutarlar. 1
Degerli Kardeslerim!
Adeta içinde yüzdügümüz bütün
nimetlerin gerçek sahibinin Allah Teâlâ oldugunu
asla unutmamalı ve bu nimetleri, O’nun istedigi
sekilde kullanarak sükreden kullar olmaya
çalısmalıyız. O gün, verilen nimetlerin
hepsinden sorguya çekileceksiniz 2 ayetinin
ifade buyurdugu üzere, kıyamet günü; ömrümüzü
nasıl harcadıgımızdan, yaptıgımız amellerden ve
malımızı nereden kazanıp nereye harcadıgımızdan
1 Furkan, 25/67.
2 Tekâsür, 102/8.
hesaba çekilecegimizin bilincinde olmalıyız.
Mümin kula yakısan davranıs, malını
harcarken isteklerine göre degil, ihtiyaçlarına göre
hareket etmesidir. Kur’an-ı Kerîm; akrabanın ve
yoksulun hakkını gözetme konusuna özel önem
vermis ve malını saçıp savuranların, seytanların
kardesleri 3 oldugunu ifade etmistir.
Hz. Ömer’in, on iki dirheme bir gömlek alan
arkadaşına Bunun yerine altı dirhemlik olanını
alsaydın da kalan parayı yoksullara verseydin
daha iyi olurdu. 4 Seklinde verdigi ögüt, tüketim
konusunda kanaatkâr olmanın ve bilinçli hareket
etmenin önemini ortaya koymaktadır.
Aziz Cemaat!
Günümüzde reklâm ve iletisim araçları tüm
gücüyle gösterisi ve asırı tüketimi pompalamakta ve
insanın tükettigi kadar mutlu olabilecegini
söylemektedir. nsanları daha çok harcamaya tesvik
eden bu anlayıs nedeniyle artık zarurî olmayan bazı
seyler ihtiyaç gibi algılanmaktadır. Daha fazla
tüketmek için paranın pesinde kosan insanoglu,
kendini tükettiginin farkına ne yazık ki
varamamaktadır.
Diger taraftan sorumsuz tüketim; dünyanın
kirlenmesine, yemeklerin çöpe dökülmesine, sırf
modayı takip etme adına elbise, araba ve cep
telefonlarının sürekli yenilenmesine, giderek
amacını asan ve zaman zaman gösterise de
kaçabilen pahalı dügünlere sebep olmaktadır.
Böylece en tabiî ihtiyaçların temini, büyük israf ve
tüketim kanallarında yok olup gitmektedir.
Oysa nehir kenarında abdest alsak bile suyu
israf etmememizi söyleyen Sevgili Peygamberimiz,
her konuda ümmetini ölçülü olmaya tesvik etmis,
ihtiyacı dısında gereksiz harcama yapmaktan
sakınılmasını tavsiye buyurmustur.
Hutbemize Peygamber Efendimizin (s.a.v)
bir hadisi ile son verelim: Yiyiniz, içiniz, giyininiz
ve sadaka veriniz; ancak kibre düsmemek ve
israf etmemek sartıyla. 5
——————————————————–
Hazırlayan: Melahat AKALP
Ayas lçe Vaizi
3 sra, 17/26-27.
4 Hayâtü’s-Sahabe, III, 204.
5 Buharî, Libas, 1; Nesâî, Zekat, 66.
Hoca
Ankara müftülüğü cuma hutbesi
İLİ : ANKARA MÜFT.
AY-YIL : Ocak
TARİH : 2014
HER HAYRIN ANAHTARI: BESMELE
Değerli Kardeşlerim!
Hutbemize, Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlıyorum! Zirâ; dinimizin en güzel prensiplerinden birisi de her işe besmele ile başlamaktır. Besmele, yani "Bismillâhirrahmanirrahim" ifadesi, işime, sözüme Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlıyorum demektir.
Kardeşlerim!
Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim, surelere besmele ile başlar. İlk nazil olan ayette Yaratan Rabbinin adıyla oku [1] buyurulur. Bu da bizim sözlerimize ve işlerimize besmele ile başlamamız gerektiğine işaret eder. Yine Kerim Kitabımızda besmeleye, onun önemine ve taşıdığı anlamlara dair çok güzel örnekler vardır. Nuh Peygamber (a.s), kendisine iman edenleri, tufandan kurtarmak için, gemiye besmele ile çağırmış ve şöyle demiştir: Binin ona. Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. [2]
Süleyman Peygamber (a.s), Sebe kraliçesine yazdığı mektubuna besmele ile başlamıştır. Mektubu okuyan kraliçe şöyle demiştir: Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup gönderildi. Mektup, Süleyman’dan gelmiştir. O, Bismillâhirrahmânirrahîm diye başlamakta ve içinde, ‘Bana karşı büyüklük taslamayın, teslimiyet göstererek bana gelin’ denilmektedir. [3]
Kıymetli Kardeşlerim!
Her sözüne ve her işine besmele ile başlamayı kendisine şiar edinmiş olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de, Besmele ile başlanmayan her söz ya da önemli iş sonuçsuz kalır [4] buyurmuştur. O, bu sözüyle besmelenin önemine, bereketine vurgu yapmış ve bizleri besmeleyi çokça söylemeye teşvik etmiştir.
Kardeşlerim!
Besmele, her şeyden önce Allah’ın varlığına ve birliğine imanın samimi ifadesidir. Besmele, Allah’ın bizleri her anımızda ve her işimizde murakabe ettiği bilinci ile yaşamaktır. Besmele, Yüce Rabbimizin bize şah damarımızdan daha yakın olduğunun şuurunda olmaktır. Besmele, Allah’a güvenmenin, teslimiyetin, O’nun engin rahmeti ve merhametine sığınmanın adıdır.
Besmele, kuru bir ağız alışkanlığının ötesinde her ânımız ve her amelimizin özüne giydirdiğimiz ihlas ve samimiyet elbisesidir.
Besmele Allah’a karşı sorumluluk bilinci ile hareket etmenin başlangıcıdır. Besmele, Allah’ı görüyormuşçasına yaşamanın, O’nun rızasını aramanın, Peygamber (s.a.s)’in yolunda olmanın, iyiyi ve bereketi aramanın sembolüdür. Besmele, günlük hayatın sıkıntılarıyla bunalan gönüllerimize bir teselli, günahlara karşı bir kalkandır. İşte bu yüzdendir ki mümin, bütün işlerine Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlar. Bu ise bir mü’min için tarifsiz bir huzur ve bereket kaynağıdır.
Kardeşlerim!
O halde geliniz, bizler de otururken, kalkarken, evimize girip çıkarken, aracımıza binip inerken, işimize başlarken, uyurken ve uyanınca, kısacası hayatımızın her anında besmele çekelim. Böylece zihnimizi, gönlümüzü, düşüncemizi ve bütün işlerimizi besmele ile tezyin edelim. Ömrümüzü besmele ile bereketlendirelim.
Efendimiz (s.a.s), Allah’ım senin isminle yaşar, senin isminle ölürüm [5] derdi ve besmeleyi dilinden hiç düşürmezdi. Ya Rabbi! Bizleri de Peygamberimiz gibi besmeleyi dilinden düşürmeyen ve besmelenin şuurunda olan bahtiyar kullarından eyle.
[1] Alak, 96/1.
[2] Hûd, 11/41.
[3] Neml, 27/29-30-31.
[4] Ahmed b. Hanbel, II, 360.
[5] Müslim, Zikir 59.
Hazırlayan: Tahsin YURTTAŞ
Tashih: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü
ankara müftülüğü hutbe, ankara müftülüğü hutbeler, ankara müftülüğü hutbeleri