Selçuklularda saray teşkilatı
Kayıtsız Üye
selcuklularda saray teskılatını slayt halınde hazırlayacagım resımlerle bırlıkte
Cevap: Selçuklularda saray teşkilatı
Desert Rose
Selçuklular’da Teşkilat, Kültür ve İmar Faaliyetleri
Selçuklu sultanlarının saray hayatı resmî ve özel olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hükümdarın resmî ve özel hayatını yaşadığı yer ve ikâmetgâhı saraydır. Saray, "selâmlık" ve "harem" olmak üzere başlıca ikiye ayrılır. Selâmlık; hükümdarın resmî ve özel toplantılarını ve kabûllerini yaptığı, devletin idare edilmesi için kararlar alındığı bölümdür. Harem’de ise, hükümdar nikâhlı eşleri ve cariyeleri ile yaşamaktadır. Sultanlar gerek resmî ve gerekse özel hayatlarında münferit ve toplu kabullere yer vermekteydiler.
Hükümet teşkilâtı: Selçuklular’da umumî devlet işlerinin görüşülüp karar bağlandığı yer Büyük Divân ve Divân-ı a’lâ’dır. Ayrıca bu divâna "Divân-ı Sultan" da denilmektedir.
Hükümet teşkilâtı içinde şehzâdelerin ve meliklerin yanında onların her bakımdan iyi bir şekilde yetişmesine yardımcı olan "atabeg"ler bulunurdu. Ayrıca eyâlet merkezlerinde; zâbıta işlerini yöneten "şahne" veya "şıhne" denilen askerî vâliler, mülkî idareden mes’ul "amîdler" ve şehre mahsus işleri düzenleyen "muhtesibler" görev yapmaktaydı ve hükümet teşkilâtında yer alan iki görev, niyâbet-i saltanat ve pervânecilik idi.
Niyâbet-i saltanat; Büyük Selçuklular’da rastlanmayan bu memuriyeti, Anadolu Selçukluları muhtemelen Eyyûbîler’den almıştı. Nâib’in vazifesi, hükümdarın devlet merkezinde bulunmadığı sırada devlet işlerini idare etmekti. Bu göreve sâhib olan kişi Vezîr’den sonra gelirdi. Pervânecilik; yine Türkiye Selçukluları’nda Büyük Divân’da bulunan arazî defterlerinde hâs ve iktâ’a ait tevcihleri yapan ve buna dâir menşûr ve beratları hazırlayan dairenin başkanı idi.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun devrinin en büyük askerî kuvvetini teşkil eden, ordusunun dayandığı başlıca insan kaynağı,
1- Hassa kuvvetleri(gulâmlar)
2- İktâ’ sahibleri olan Türk ümerâsının verdiği kuvvetler
3- Vassal (bağlı) devlet kuvvetleri
4- Şehir ve bölge kuvvetleri
5- Gönüllüler
6- Türkmen kuvvetlerinden medana geliyordu.
Hassa ordusu yılda dört defa maaş (bistegânî) alırdı. Selçuklu ordusunda uclarda bulunan Türkmenler’in vurucu kuvvet olarak büyük hizmetleri vardı. Bunların reislerine "sâlâr", savaşanlara da "gazî" denirdi. Devlet bunlara da maaş verirdi. Selçuklu ordusunun savaşçı kısmının esası, yaya ve süvarilerden meydana geliyordu.turkeyarena.com
Ancak ordunun çoğunluğunu süvariler teşkil etmekteydi. Savaşçı kısmın; okçular, mızrakçılar, gürzcüler, mancınıkçılar, neftçiler, kemendçiler, lağımcılar gibi çeşitli ihtisas sınıfları vardı.
Türkler savaşlarda ok, yay, kılıç, kalkan, mızrak ve hançer gibi hafif silahlar kullanırlardı. Ayrıca muhasara âletleri denilen ağır silahları ise "arrâde"(hafif taşlar atan âlet) ve "mancınık" idi. Bütün bu silahları kendileri yaparlardı. Selçuklu ordularının savaş sahasındaki durumu, devrin öteki İslâm-Türk ordularında görüldüğü şekilde idi. Bu savaş sisteminde ordu; merkez (leşker-i kalb), sağ kol (meymene), sol kol (meysene), öncü (mukaddeme, tali’a veya pîşdâr) ve artçı (sâka) şeklinde tertiblenirdi.
Anadolu Selçuklu Devleti’nde askerî teşkilâtı da Büyük Selçuklular’ın aşağı-yukarı aynısıdır ve şu unsurlardan oluşmaktadır.
1- Türkmenler
2- Hassa kuvvetleri(gulâmlar)
3- İktâ’ sahiblerinin verdiği kuvvetler(Tımarlı sipahiler)
4- Vassal devlet kuvvetleri
5- Ücretli askerler
Anadolu Selçuklu ordusunun başkumandanı Beylerbeyi veya Emîrü’l-ümerâ unvanı taşırdı. Ordu kumandanlarına Sübaşı (veya Sipahsâlar, serleşker) denirdi. Bunlar aynı zamanda bulundukları mıntıkaların emniyet ve asâyişini sağlamakla da meşgûl olurlardı. Türkmen kuvvetlerinin başında ise beyler bulunurdu. Selçuklular’da donanma kumandanlarına "Reisü’l-Bahr" veya "Melik üs-Sevâhil" (Sahiller kumandanı) denirdi. Donanma kumandanlarına ayrıca "Emîr-i Sevâhil"de denildiğini görüyoruz.
Selçuklular sünniliğin başlıca hanefî ve kısmen de şâfii mezhebini tercih etmişlerdir. Hanefîliğin Türk örf ve âdetlerine ve düşüncesine uyması tercih sebeblerinden biri ve devletin resmî mezhebi olmuştur. Selçuklular öteki mezheblere karşı da farklı muamelede bulunmadılar. Ancak İslâmiyeti tahribe çalışmakta olan Bâtınîler’e karşı mücadele ettiler.
Ayrıca Selçuklular zamanında devletin mezheblere ve dinî cereyanlara karşı belli bir siyaseti vardı. Buna göre, mezhebler ve cereyanlar arasında uyum korunmakta ve birbirleri ile mücadele etmeleri önlenmekteydi. Devletin din adamları üzerinde herhangi bir kontrolü veya tesiri söz konusu değildi. Hristiyan ve Musevî gibi gayr-i müslim unsurlara da din serbestîsi bakımından müsamaha gösterilmekteydi.
Selçuklular ilim ve kültürün gelişmesi için çok gayret sarf ettiler. Bunu sağlamak bakımından da Selçuklu hükümdar, vezir ve emirleri bir çok medreseler inşâ ettirdiler. Selçuklu sultanları’ndan Tuğrul Bey Nişâbur’da vezîr Kündürî Merv’de, Çağrı Bey yine Merv’de, Alp Arslan Bağdad’da, Muhammed b. Melikşâh Isfahan’da ve Tuğrul b. Muhammed Hemedân’da medreseler yaptırmışlardı. Ayrıca Vezîr Nizâm ül-Mülk de "Nizâmiye" olarak meşhur bir çok medrese yaptırmıştı. Bu medreselerin başında bulunan ve ders veren hocalara "müderris" denirdi.
Nizâm ül-Mülk’ün vakfiyesine göre medreselerde müderrislerden başka; bir vâiz, kütüphaneci, Kur’an okutmayı öğretmek üzere bir öğretmen, Arap dilini öğretecek bir gramerci görevli idiler. Büyük medreselerde müderrislik görevi çok önemli idi. Eğer bu görevde şöhretli bir ilim adamı bulunmakta ise, talebeler onunla beraber çalışmak için uzak mesafelerden gelmekte idiler. Devrin dinî eğitim yapan Selçuklu medreselerinde Kur’an, fıkıh, tefsir, hadis, nahiv, sarf, dil ve edebiyat gibi dersler okutuluyordu. Medreselerin giderlerini karşılamak üzere vakıflar tahsis edilmekteydi. İlmiyye teşkilâtı içinde dîn adamları, müderrislikten ayrı olarak, müftülük, şeyh ül-islâmlık, hatîblik ve imamlık gibi vazifeler yapmaktaydılar.
Büyük Selçuklular devrinde ortaya atılan ve geliştirilen medrese mimarisi bir bakıma gerçek yerini Anadolu’da bulmuş ve yaygın duruma gelmişti. Nitekim Anadolu Selçukluları sultanları ve devlet adamları da birçok medrese inşâ ettirmişlerdi. Bu devrede de medreselerde dinî öğretim ve tıp öğretimi (tatbikatı) şifahânelerde yapıldığı gibi, bazıları da rasadhâne olarak kullanılıyordu.
Selçuklu adâlet teşkilâtı bütün ortaçağ Türk-İslâm devletlerindeki gibi, şer’î ve örfî yargı olmak üzere ikiye ayrılmıştı:
a) Şer’î yargı sistemi: Bu yargı sisteminde davalara kadılar bakmakta idiler. Kadı din ve şeriat ile ilgili bütün işlerde yetkiliydi. Buna göre kadılar; evlenme ve boşanma işleri, nafaka, mirâs ve alacak davalarına bakarlar, yetimlerin ve erkek akrabası olmayan kadınların vasiliklerini üzerlerine alırlar, noter vazifesini görürler, câmileri ve bunlara ait tesisleri ve vakıfları idare ederler, vakfiyeler tanzim ederlerdi. "Kadı el-Kudât" denilen baş kadı, Sultan tarafından tayin edilirdi. Sultan’ın doğrudan doğruya kontrolü olmadığı yerlerde kadıların, eyalet valileri tarafından tayin edilmesi mümkündü.
b) Örfî yargı sistemi: Bu en yüksek dünyevî mahkemede asayişi bozan ve kanunlara itaat etmeyenlerin davalarına "Emîr-i dâd" (veya Dâdbegi) bakar ve özellikle ceza meseleleri ile meşgûl olurdu. Büyük Selçuklular’da Emîr-i dâd, Adliye vekili vazifesini görmekte ve şer’î işlerden başka davalara da bakan Divân-ı Mezalim’in başkanlığını yapmakta idi. Selçuklu Ordusu içindeki anlaşmazlıklara ise "Kadıy-ı leşker"’in başkanı bulunduğu askerî mahkemeler bakmaktaydı.