Vaaz ve Sohbet Konuları: Ahde Vefa
mumsema
AHDE VEFÂ
İslamiyet; ahde vefayı, akitlere riayeti imanın gereği kabul eder, anlaşmalara riayet etmeyi, gerekenleri yerine getirmeyi, sözünün erleri olmayı emreder.
Öyle ise ahd nedir?
Ahd: Vaad etme, peyman, misak ve vasiyet anlamındadır.
İki taraf arasında yapılan sözleşmelere, yapılan mukaveleye de ahd denir. Ahd yapmanın yani ahidleşmenin insanlar arasında inşa edilen biçimine muâhede denir.
Ahd, ayrıca hem yemin hem de kesin söz verme anlamındadır. Yemin, ahdin dinî yönünü, söz verme ise, ahlâkî boyutunu ihtiva eder. Allah ile İsrâiloğulları arasında yapılan ahdin hükümlerini muhtevi olduğundan dolayı, Yahudi ve Hıristiyan kutsal kitaplarına Ahd-i Atîk ve Ahd-i Cedîd denilmiştir.
Vefa: Sözünde durmak, ödemek anlamındadır.
Sözünde durmak, verdiği sözlere ve yaptığı antlaşmalara bağlı kalmak, özü ve sözü doğru olmak anlamlarına gelen ahde vefâ ya da kısaca vefâ, Kur’ân ahlâkının en önemli ilkelerinden biridir.
Kur’ân’da ahde uygun hareket edilmesi imândan sayılmış, Allah ile yaptıkları antlaşmaya sadık kalanlara büyük ödüller vaad edilmiş,
اِنَّ الَّذينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّهَ يَدُ اللّهِ فَوْقَ اَيْديهِمْ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلى نَفْسِه وَمَنْ اَوْفى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّهَ فَسَيُؤْتيهِ اَجْرًا عَظيمًا
Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar.2 Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir. Verdiği sözden dönen kendi aleyhine dönmüş olur. Allah’a verdiği sözü yerine getirene, Allah büyük bir mükâfat verecektir. (Fetih, 48/10.)
Allah’a karşı ahitlerini hiçe sayanların âhirette hiçbir nasip alamayacakları haber verilmiş,
اِنَّ الَّذينَ يَشْتَرُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَاَيْمَانِهِمْ ثَمَنًا قَليلًا اُولئِكَ لَاخَلَاقَ لَهُمْ فِى الْاخِرَةِ وَلَايُكَلِّمُهُمُ اللّهُ وَلَا يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ وَلَا يُزَكّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ اَليمٌ
Şüphesiz, Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir karşılığa değişenler var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur. Allah kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için elem dolu bir azap vardır. (Al-i İmrân, 3/77. )
ve verdikleri sözü yerine getirmeyenler bozguncu (fasık) olarak nitelendirilmişlerdir:
اَلَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ.
Onlar, Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozan, Allah’ın korunmasını emrettiği bağları (iman, akrabalık, beşeri ve ahlâki bütün ilişkileri) koparan ve yeryüzünde bozgunculuk yapan kimselerdir. İşte onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir. (Bakara, 2/27)
وَالَّذينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّهِ مِنْ بَعْدِ ميثَاقِه وَيَقْطَعُونَ مَا اَمَرَ اللّهُ بِه اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِى الْاَرْضِ اُولئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارُِ
Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır. (Ra’d, 13/25.)
İnsanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olabilmesi için yegane garanti vasıtası ahde vefâdır. Bu yüzden, Allah Teâlâ, Kur’an’da, insanların toplum hayatının gereği olarak birbirleriyle yaptıkları sözleşmelerin esaslarına uygun hareket etmelerinin, verdikleri sözleri mutlaka yerine getirmelerinin önemi üzerinde ısrarla durur.
Ahde vefanın Müslümanların karakteristik özelliklerinden olduğunun altını çizen Kur’ân-ı Kerîm, gerek insanlar arası ve gerekse uluslararası ilişkilerinde ahde vefaya ayrı bir önem atfeder. Başka bir ifadeyle, Kur’ân-ı Kerîm, ahde vefayı, insanın bireysel ve toplumsal hayatının önemli ve uyulması zorunlu unsurlarından biri olarak telakki eder. Dolayısıyla ahde vefa göstermek, hem allah-insan ilişkilerinin hem de uluslararası ilişkilerin temel unsurlarındandır.
Kur’ân-ı Kerim, ahde vefa gösterilmesini bütün hayatın esası ve faziletli bir yaşamın ön şartı kabul eder:
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِ…"
Ey iman edenler! Akitlerinizi yerine getirin… ( Mâide,5/1.)
Akit, sözleşme demektir. Kelime burada, hem Kur’an’ın getirdiği iman esaslarını, Allah’ın emir ve yasaklarını, uygulanması gereken kuralları, hem de genel anlamıyla kişilerin kendi aralarında yaptıkları sözleşmeleri, verdikleri sözleri kapsamaktadır.
Kur’ân, ahitlerin yerine getirilmesi hususunda çok titiz davranır. Ahit, hem Allah’ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah’a karşı veya Allah adına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüt etmiş oldukları hususlar olduğu içindir ki, Allah Teâlâ, bu hususta
..وَاِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُوا وَلَوْ كَانَ ذَاقُرْبى وَبِعَهْدِ اللّهِ اَوْفُوا ذلِكُمْ وَصّيكُمْ بِه لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
(Birisi hakkında) konuştuğunuz zaman yakınınız bile olsa adil olun. Allah’a verdiğiniz sözü tutun. İşte bunları Allah size öğüt alasınız diye emretti. (En’am,6/152)
وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ
…Allah’ın ahdini yerine getiriniz… ( Nahl,16/91.) buyurmaktadır.
Allah’a, insanlara ve uluslara verilen her söz ve taahhüt bir sorumluluğu gerektirir. Ahde vefa göstermeyenler Allah’a karşı sorumludurlar:
وَاَوْفُوا الْكَيْلَ اِذَا كِلْتُمْ وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَقيمِ ذلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَاْويلًا
…. verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü söz (veren sözünden) sorumludur. ( İsrâ, 17/34.)
وَاَوْفُوا بِعَهْدِ اللّهِ اِذَا عَاهَدْتُمْ وَلَا تَنْقُضُوا الْاَيْمَانَ بَعْدَ تَوْكيدِهَا وَقَدْ جَعَلْتُمُ اللّهَ عَلَيْكُمْ كَفيلًا اِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَ . وَلَا تَكُونُوا كَالَّتى نَقَضَتْ غَزْلَهَا مِنْ بَعْدِ قُوَّةٍ اَنْكَاثًا تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلًا بَيْنَكُمْ اَنْ تَكُونَ اُمَّةٌ هِىَ اَرْبى مِنْ اُمَّةٍ اِنَّمَا يَبْلُوكُمُ اللّهُ بِه وَلَيُبَيِّنَنَّ لَكُمْ يَوْمَ الْقِيمَةِ مَا كُنْتُمْ فيهِ تَخْتَلِفُونَ.
Antlaşma yaptığınız zaman, Allah’a karşı verdiğiniz sözü yerine getirin. Allah’ı kendinize kefil kılarak pekiştirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz Allah yaptıklarınızı bilir.
Bir topluluk diğer bir topluluktan daha (güçlü ve) çoktur diye yeminlerinizi aranızda bir hile ve fesat sebebi yaparak, ipliğini iyice eğirip büktükten sonra (tekrar) çözüp bozan kadın gibi olmayın. Allah bununla sizi ancak imtihan eder. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri kıyamet günü size elbette açıklayacaktır. (Nahl,16/ 91-92.)
Ayetlerden anlaşıldığına göre, antlaşma yapan taraflar arasındaki güç dengesi ne olursa olsun, temel ahlâkî ilke, verilen sözün mutlaka yerine getirilmesidir. Kendinden güçlü olana verilen sözü yerine getirip, zayıf olana verilen söze riayet etmemek, ahlaksızca bir tutumdur. Bu ilke, aynı zamanda bireysel ilişkilerde büyük-küçük arasında da dikkat edilmesi gereken temel ve ahlâkî bir düzenleyici ilkedir. Ayrıca, verilen söz ve yapılan antlaşmalara riâyet hususunda Allah kefil tutulmuş olduğundan, antlaşmanın gereğini yerine getirmemek Allah’a karşı işlenmiş büyük bir suçtur. Kısaca, bu âyetler, kişinin Allah’a olan inancından dolayı manevî, ahlâkî, toplumsal ve uluslararası ilişkilerdeki sorumluluklarına işaret ettiği gibi, aynı zamanda insanların birbiriyle yaptıkları bütün sözleşmelerin, bütün antlaşmaların ilke olarak Allah’la yapılmış sayılacağını ve dolayısıyla bunlara tam bir riayet gerektirdiğine dikkat çeker.
Zikredilen âyetlerden de anlaşıldığı üzere, Kur’ân, sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği saymıştır.
Hz. Peygamber de verilen sözün önemi üzerinde titizlikle durmuş ve sözde durmayı ve antlaşmalara riâyeti imanın bir gereği ve dinî bir görev saymıştır. Bu konuda Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
éÛèÇåàÛéÛåí…üéÛòãbßaüåàÛéÛæbàíaü
Emanete riâyeti olmayanın imanı yoktur, sözünde durmayanın da dini yoktur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 135, 154, 210, 251.)
Kur’an’da, verilen sözün yerine getirilmemesi Allah katında en çirkin davranışlardan biri hatta önde geleni olarak takdim edilmektedir:
يَا اَيُّهَا الَّذينَ امَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ () كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّهِ اَنْ تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ.
Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir. (Saf,61/ 2-3.)
İşte bundan dolayı olsa gerek ki, Allah adına verilen ahdin bozulmaması istenmiştir.
Verilen sözün yerine getirilmesi Kur’an’ın emridir. Müslümanın sözü senet gibidir. Aleyhine de olsa verdiği sözü yerine getirir.İnanan insan verdiği sözden caymaz. Sözden caymanın münafıklık alameti olduğunu bilir.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
ـ عن ابن عمرو بن العاص رَضِيَ اللّهُ عَنهما قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: أرْبَعٌ مَنْ كُنَّ فيهِ كَانَ مُنَافِقاً خَالِصاً. وَمَنْ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنْهُنَّ كَانَتْ فِيهِ خَصْلَةٌ مِنَ النِّفَاقِ حَتّى يَدَعَهَا: إذَا أُؤْتِمِنَ خَانَ، وَإذَا حَدّثَ كَذَبَ، وإذَا عَاهَدَ غَدَرَ، وَإذَا خَاصَمَ فَجَرَ.الخمسة..
İbnu Amr İbni’l-As (radıyAllahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:"Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar."[Buharî, İman 24, Mezalim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Davud, Sünnet 16, (4688); Tirmizî, İman 14, (2634); Nesâî, İman 20, (8, 116).]
Mü’minlerin vasıflarını bildiren Rabbimiz buyurmaktadır:
وَالَّذينَ هُمْ لِاَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ.
Yine onlar ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riâyet ederler. (Mü’minun, 23/8)
Kulluğun en başta gelen özelliği bu… Sözünü yerine getirmek…
يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْمًا كَانَ شَرُّهُ مُسْتَطيرًا.
O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar. (İnsan, 76/7)
Yüce Mevlamız örnek gösteriyor:
وَاذْكُرْ فِى الْكِتَابِ اِسْمعيلَ اِنَّهُ كَانَ صَادِقَ الْوَعْدِ وَكَانَ رَسُولًا نَبِيًّا .
Kitap’ta İsmail’i de an. Şüphesiz o sözünde duran bir kimse idi. Bir resül, bir nebi idi. (Meryem, 19/54)
Rabbinin nezdinde beğenilen İsmail Peygamber…beğenilme özelliği de sözüne bağlılık…
ـعنعبداللّهِبنأبىالحمساءَرَضِيَاللّهُ عَنه قال: ]بَايَعْتُ
رَسُولَ اللّهِ # بِبَيْعٍ قَبْلَ أنْ يُبْعَثَ، وَبَقِيَتْ لَهُ بَقِيَّةٌ، فَوَعَدْتُهُ أنْ آتِيَهُ بِهَا في مَكَانِهِ، فَنَسِيتُ ثُمَّ ذَكَرْتُ بَعْدَ qýثٍ، فَجِئْتُ فَإذَا هُوَ فِي مَكَانِهِ، فَقَالَ: يَا فَتَى لَقَدْ شَقَقْتَ عَلَيَّ أنَا ههُنَا مُنْذُ qýثٍ أنْتَظِرُكَ.
Abdullah İbnu Ebi’l-Hamsa (radıyAllahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’a daha bi’set (peygamberlik) gelmezden önce bir şey satın almıştım. O alışverişten ona hâlâ bir miktar (borç) bakiyesi kalmıştı. Ben o kalanı, kendisine yerinde vermeyi vaadettim. Ama bunu unuttum. Üç gün geçtikten sonra hatırladım, geldiğimde o hâlâ (sözleştiğimiz) yerindeydi."Ey genç bana meşakkat verdin, ben üç gündür burada seni bekliyorum!" buyurdular."[Ebu Davud, Edeb 90, (4996).]
Her konuda olduğu gibi, ahde vefada da tüm insanlık için örnek olan Peygamberimizin şu hareketi her türlü takdirin üstünde olsa gerektir…
Hicretin 6. yılında (M. 628) Allah Resûlü ile beş yüz kadar ashabı, hacc maksadıyla, yola çıkmıştı. Yanlarında sadece basit birer kılıç vardı. Muharebe ve mücadele yapmayı düşünmemişlerdi. Müslümanlar ihramlarına bürünmüş halde Hudeybiye’ye kadar gelmişlerdi. Müşrikler, Müslümanları Mekke’ye sokmamak için diretmişler, velhasıl burada müşriklerle bir antlaşma yapılmıştı.
Bu antlaşmaya göre: "Müşriklerden müslümanların saflarına geçecek erkekler iade edilecek." Müslüman olmuş ve Resûlullah’a iltica etmiş her erkek kâfirlere iade edilecekti. Resûlullah: "Bu olmaz!" dedi. Kâfirlerin murahhası, onların heyetinin başı Süheyl ise: "Bu olmazsa anlaşma da olmaz. Kılıçlarımızla üzerinize geliriz" diyerek diretti. Allah Resûlü ısrar edince, Süheyl"de direnerek "Ben imza atmıyorum" dedi. Resûlullah zahirde çok ağır olan bu maddeyi kabul etti.
Henüz müzakere bitmiş va fakat antlaşma yazılmamış, yürürlüğe girmemişti. Tam bu sırada oraya Süheyl’in oğlu Cendel geldi.. 17-18 yaşlarında bir genç…daha yeni müslüman olmuş, fakat babası Süheyl ona en büyük darbeyi vurmuş, hapse atmış, ellerine ayaklarına zincir vurmuş, elerli ayakları bağlı genç, yatmış olduğu hapishaneden binbir güçlükle kurtulup, kanlar içinde ve ayağındaki zincirlerin şakırdısıyla kendini Allah Resulü’nün huzuruna attı. "Merhamet Ya ResûlAllah!" dedi. Vücudundaki mızrak, zincir, kırbaç, sopa yaralarını gösterdi. Allah Resûlü: "Ahidname daha imzalanmamıştır. Ben bunu alıkoyacağım" deyince, Süheyl karşı çıktı. "Gördün mü Ya Muhammed! Anlaşmamıza göre Oğlumu bana teslim edeceksin!" dedi. Ne yapacak şimdi ufkun peygamberi… Bir söz vermişti, sözünden dönsün mü?
Peygamberimizin içi kan ağlıyor, vermek istemiyor, ama bir anlaşma var. "Ya Cendel, ne yazık ki seni iade etmemiz gerekiyor. bası oğlunun yakasından tutmuş, çekiyor, çekiyor… cendel kafasını öbür tarafa çevirmiş, peygamberimizin yüzüne bakıyor. Ya ResulAllah, beni geri mi gönderiyorsun? Ümitlenmiştim, bana sahip çıkacaksın zannediyordum. Beni babamın, bu azgın insanların yanına mı gönderiyorsun, Ya ResûlAllah, ben bu ümitlerle zincirlerimi kırmamıştım, bu ümitlerle kapıyı yarıklamamıştım diyor ve ağlıyordu. Hz. Peygamber ne yapayım ben antlaşama yaptım. Antlaşma yaptığımdan dolayı geri gönderiyorum. Mecburum. Demek antlaşma yaptın Ya ResûlAllah, Sen mi git diyorsun gideceğim. Yeter ki sen de gideceğim, Öl de öleceğim…
Pekâla. Cendel git! Allah seni ve seninle beraber bütün mazlumları kurtaracak. İslâm’ın atisi için benim böyle hareket etmem lâzım" dedi.
Ashab-ı Kiram’ın hepsi kılıçlarını yarıya kadar çektiler. "Ya ResûlAllah! Olmaz bu"! dediler. Ömer o kadar galeyana gelmişti ki, Allah Resûlü ile şöyle muhavere etti:
-"Ya ResûlAllah, Sen bize vaad etmedinmi ki, Kâbe’yi ziyaret edeceğiz."
-"Ben Allah’ın dediğinden başkasını yapmam."
-"Ya ResûlAllah, sen Allah’ın peygamberi değil misin?"
-"Allah’ın Peygamberiyim. Fakat ben Allah’ın dediğinden başka şey yapmam."
-"Ya ResulAllah! Sen Allah’ın Peygamberi değil misin?"
-"Allah’ın Peygamberiyim, ama ben Allah’a isyan etmem."[1]
İşte ahde vefa örneği…
Peygamberimiz Hz. Ali’nin dediği gibi İnsanların en doğru sözlüsü ve ahdine en vefalısı idi.
İşte tarihten bir vefa örneği…
Mithat Cemal Kuntay anlatıyor:
Meşrutiyetin ilk seneleri. Bir cuma. Adam boyu kar yağmış ve o gün, ne tramvay ne araba ne şimendifer ne vapur işliyor. Çapa’daki bizim eve ne sütçü gelmiş ne de ekmekçi ve öğlen yemeğinden sonra kapı çalındı. Biz ekmekçi geldi zannetttik, baktık Akif gelmiş ve şaşırdım, nasıl geldiğini merak ettim. Beylerbeyi’nden Beşiktaş’a nasılsa bir vapur işlemişti ve ‘bu kadar’ dedi. Bu kadar mı dedim; ‘evet’ dedi. Beşiktaş’a geçmiş Beylerbeyi’nden ve tabiî, oradan Çapa’ya kadar yayan yürümüş. Nasıl yaparsın bunu dediğimde ‘nasıl yapmam; söz vermiştim, geleceğim demiştim; gelmeme, sözümü çiğnememe, ancak ecelim mâni olabilirdi’ diyor Akif. İşte ahde vefa; işte söz; işte sözünde durmak ve işte bir insan örneği…
Mehmet Akif, bütün ömrü boyunca, hep verdiği söze bağlı olarak yaşadı. Vefa duygusu Onun en belli başlı özelliklerinden birisiydi. Arkadaşları, Onun bir defa olsun yalan söylediğini duymadılar. Verdiği sözden caydığına şahit olmadılar. Yakın dostlarından Mitat Cemal Kuntay anlatıyor .
«Balkan Harbi başlarken, Akif Bey, yegane geçim yolu olan resmi memuriyetinden istifa etti. Kirada oturduğu evine, bir cuma günü gittim. Beş çocuğundan başka, dört çocuk daha vardı.
– Bunlar kim? dedim.
– Çocuklarım! dedi. Sonra anlattı
Âkif, Baytar Mektebinde iken bir arkadaşıyla anlaşmışlar. Kim önce ölürse, çocuklarına sağ kalan baksın! » demişler. Arkadaşı vefat etmiş Mehmet Akif’te, verdiği söze bağlı kalarak anlaşma hükmünü yerine getirmiş.
Mithat Cemal devam ediyor;
– Halbuki o zamanlar, Akif Beyin beş parası yoktu; fakat beş çocuğu vardı!
Yine çok yakın dostlarından Fatih Gökmen anlatıyor;
Akif, verdiği söze bağlı olmayanlara insan gözüyle bakmazdı. Aramızda geçen bir olayı anlatayım :Ben Vaniköy’de oturuyordum. Kendisi de Beylerbeyi’nde. Bir gün, öğlen yemeğini bende yemeği, sonra da oturup sohbet etmeyi kararlaştırdık. O gün, öyle yağmurlu, boralı bir hava oldu ki her taraf sele boğuldu. Havanın bu haliyle karadan gelemeyeceğini tabii gördüm. Yakın komşulardan birine gittim. Yağmur, bütün şiddetiyle devam ediyordu. Eve döndüğümde ne işiteyim, bu arada, Mehmet Akif Bey sırılsıklam bir vaziyette gelmiş. Beni bulamayınca, evdekilerin bütün ısrarlarına rağmen içeri girmemiş. «Selam söyleyin» demiş ve o yağmurlu havada dönmüş gitmiş! Ertesi gün, kendisinden özür dilemek istedim.
– «Bir söz, ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir dedi ve benimle altı ay dargın kaldı.
ADAK
Verdiği sözde durmamaktan söz ederken bu bağlamda adaklardan da söz etmekte yarar vardır.Çünkü adak, kişinin dinen yükümlü olmadığı halde farz veya vacip türünden bir ibadeti yapacağını va’detmesi veya Allah’a söz vermesi demektir.
Adakta insan Allah’a söz veriyor. Şu işim olursa, hastalıktan kurtulursam, çocuk askerden dönünce… şu kadar oruç tutacağım,yoksula yardım edeceğim veya kurban keseceğim diyor. İşi olunca verdiği bu sözü tutması ona borç oluyor. Allah Teala buyuruyor:
…وَلْيُوفُوانُذُورَهُمْ … "
…adaklarını yerine getirsinler… (Hac,22/29.)
Peygamberimiz de:
ـ عن عائشة رَضِيَ اللّهُ عَنها قالت: ]سَمِعْتُ رَسُولَ اللّهِ # يَقُولُ: مَنْ نَذرَ أنْ يُطِيعَ اللّهَ فَلْيُطِعْهُ، وَمَنْ نَذَرَ أنْ يَعْصِيَ اللّهَ Ïýََ يَعْصِهِ.
Hz. Aişe (radıyAllahu anhâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle söylediğini işittim:"Kim Allah’a itaat etmeyi adarsa hemen itaat etsin. (adağını yerine getirsin) Kim de Allah’a karşı günah işlemeyi adarsa, sakın isyan etmesin.( bu adağını yerine getirmesin)"[Buharî, Eyman 28; Muvatta, Nüzur 8, (2, 476); Ebu Davud, Eyman 22, (3289); Tirmizî, Nüzûr 2, (1526); Nesaî, Eyman 28, (7, 17); İbnu Mace, Kefarat 16, (2126).]
Kur’an-ı Kerim’de değişik ayetlerde sözde durulması ve ahidlere bağlı kalınması, Allah’a verilen sözün tutulması emredilir, yapılan adakların yerine getirilmesi istenir. Kişinin yaptığı adağa uygun davranması iyi kulların vasıfları arasında sayılır.
Hadislerde de Hz. Peygamber, Allah’a itaat kabilinden adakların yerine getirilmesini emretmiş, Allah’a isyan veya ma’siyet kabilinden olan konularda adakta bulunulmamasını, şayet yapılmışsa buna uyulmamasını istemiştir.
üَ وَفَاءَ لِنَذْرٍ في مَعْصِيَةِ اللّهِ وََü فيمَا َ يَمْلِكُ ابْنُ آدَم
Allah’a isyan olan şeylerle, insanoğlunun mülkünde olmayan şeylerde yaptığı adaklara uymak yoktur" (Müslim, Nüzûr 8, (1641); Ebu Dâvud, Eymân 28, (3316).])
Bazı hadislerinde de Hz. Peygamber’in adakta bulunmayı hoş karşılamadığı görülür. Hanefîler, Allah’a ibadet ve tâat kabilinden adakta bulunmayı mubah görürler.Sonuç olarak belirtmek gerekirse, Allah’a isyan ve ma’siyeti içermediği sürece, hangi grupta yer alırsa alsın, adakta bulunulduğunda yerine getirilmesi dinen vacip görülmüştür.
Adak kurbanının etinden kimler yiyebilir?
Adak kurbanının etinden, adağı yapan kişinin yemesi caiz olmadığı gibi; bu kişinin usûl ve fürûu (yani annesi, babası, nineleri, dedeleri, çocukları, torunları) ve dinen zengin sayılan kimseler de yiyemezler. Adak kurbanının etini bu sayılanlar dışında kalan ve dinen fakir olan kimseler yiyebilirler.
Adaktan Yakın Akrabaya Taksimat
Adağın (kurbanlık hayvan ve para), adayan kimsenin usul ve furuuna (Anne-baba-çocuklar-torunlar…) verilmesi dinen caiz değildir. Buna göre, adak adayan kişi belli bir miktar para vermeyi adamışsa, bu parayı Ana-babası ve çocuklarına veremez. Ancak fakir ve muhtaç kardeşlere, adanan paradan verilebilir. Aynı şekilde damat veya gelinin adak konusu parayı, muhtaç olmaları halinde kayınpederine vermesinde de dinen bir sakınca yoktur.
Adak kurbanını kesmek yerine bedelini tasadduk etme
Kurban keseceğine dair adakta bulunan kişi, adak kurbanını kesmek suretiyle adağını yerine getirmiş olur. Bunun için adak kurbanını kesmek yerine, parasını fakirlere vermekle yada aynî yardımda bulunmakla bu adak kurbanı yerine getirilmiş olmaz.
Adakta bulunan kişinin, adağını kendi malıyla yerine getirmesi gerekir. Kendi malı yok ise, tövbe etmeli, mal edindiğinde de adağını yerine getirmelidir. Bununla birlikte, eşi onun adına isterse bu adağı yerine getirebilir.
Adak kurbanının kesilme zamanı
Adak kurbanlarının belli günlerde kesilmesi şart değildir. Bu kurbanlar bayram günlerinde kesilebileceği gibi bayram günlerinin dışında da kesilebilir.
Adak kurbanının yerine getirilmesi
Adağınızı yaparken ‘koyun’ keseceğim diye adamışsanız koyun kesmeniz vaciptir. Buna muayyen (belirlenmiş) adak denilir. Belirlenmiş adağı önceden kendiniz hür iradenizle belirlediğiniz için sözünüze sadakat göstermeniz gerekir. ‘Kurban’ keseceğim diye adamışsanız koyun da, sığır da kesebilirsiniz. Buna da gayri muayyen (belirlenmemiş) adak denilir. Belirlenmemiş adakta kurban keserken istediğiniz hayvanı seçebilirsiniz.
Unutulan adaklar
Adaklar, Allah’ın takdirini değiştirmez. Bunu bilerek, ileride olacak bir şeyin en hayırlısı olması temennisiyle Allah’a dua etmek en doğru yoldur.
Eğer kişi, adakta bulunmuşsa onu yerine getirmesi dinen vaciptir. Ancak kişi, bunu alışkanlık haline getirip neyi nereye nasıl adadığını unutmuşsa, bu durumda kanaatine göre hareket eder. Bununla birlikte mü’min, yapılan kusur ve hatalardan ötürü tevbe etmeli, kendisine sevap kazandıracak ameller işlemelidir.
[1] Hz. Peygamber’in ahde vefa örnekleri için bkz: İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihâye, Beyrut 1990, IV, 227-228; Hattab, Mahmud Şît, Komutan Peygamber, (çev. Ahmet Ağırakça), İstanbul 1988, s. 215; Hamidullah, Muhammed, Mecmûatü’l-Vesâiku’s-Siyâsiyye, Beyrut 1987, s. 409.
Cevap: AHDE VEFÂ
Ecir
Bir ayet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır:
"Mü’minler emanetlerine, akitlerine riayet ederler.” (Mü’minun 8)
Sözünde durmamak, ahde vefasızlık bir nifak alâmetidir.
Allah razı olsun okumamıza vesile olduğunuz için…
ahde vefa vaaz, ahde vefa ile ilgili vaaz, ahde vefa sohbet