Vaaz ve Sohbet Konuları: Allahı Tanımak
mumsema
Allahı Tanımak
Bu haftaki sohbetimizi bizleri hiç yoktan yaratan, eşi, ortağı, dengi olmayan, doğmamış ve doğrulmamış olan Allah’ımızı tanımaya ayırmak istiyorum.
O Allah ki; tüm kainatı emrimize amade kılmış, sanki bütün canlıları insanoğlunun hizmetkarı yaratmıştır. Tüm bu nimetlerine karşılık ise bizden istediği iki şey var. Birisi tüm bunlara bakarak Kendisini tanımamız, ikincisi, O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmemiz. Allah nasip ederse bu konuşmamızda Allah’ımızı tanımaya çalışacağız.
Bize Allah’ı en iyi yine Allah tanıtabilir. Bu bakımdan Kuranı Kerim’e dönüyor ve Ona kulak veriyoruz. Allah gökleri ve yeri hak ile yarattı (39-Zuhruf/5) Allah her şeyin yaratıcısıdır (39-Zuhruf/62) Allah’a inandıkları halde insanları Allah’ın yolundan çevirenlere iki kat azap edilecektir (16-Nahl/88) Allah’a güvenene Allah yeter (65-Talak/3)
Allah’tan başkasını yalnız O’na tahsis edilmesi gereken bir sevgiyle sevmek, sadece yaratana verilecek sevgiyi yaratılana vermek olur ki bu sevgide şirktir. Kulunu çok seven Allah ondan bu sevginin karşılığını beklemektedir. Kul bu sevgiye karşılık ibadet, taat ve hasenatla Allah’a yöneleceği yerde O’ndan başka şeylere yönelirse, Allah sevgisini onun üzerinden çeker. Evet, aklı başında bir insan, Allah’ın azabı ve gazabından daha çok, sevmemesinden korkmalı. Çünkü O’nun sevmemesi azapların en korkuncu, kayıpların en büyüğüdür. Allah’tan umma ve korkma hali bulunmayan bir kimse iman etmiş olmaz. Keza Allah’tan başka bir kimseye sevabını umarak ve gazabından korkarak itaat eden kimse ona ibadet etmiş sayılır. İnsanlardan kimi Allah’tan başka eşler tutar. Allah’ı sever gibi onları severler (2/165) (Beş Eser’den) Sevgi, korku ve ümit üçü birden yalnız Allah için duyulur. Eğer bu üç his Allah’tan başkası için de duyulmuşsa, o şey Allah’a eş koşulmuş demektir. ) Allah’tan korkana Allah çıkış yeri yaratır ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Allah’tan korkana Allah işinde kolaylık sağlar. Allah^tan korkanın Allah kötülüklerini örter ve ona büyük mükafat verir (65/3-4-5) Gerçekte insanların çoğu bir halifeyi, bir alimi, bir şeyhi yada bir idareciyi öylesine severler ki onu Allah’a eş koşarlar. Her ne kadar o kimseyi Allah için sevdiğini iddia etse de işin aslı budur. Her kim Resulden başkasını, Allah’ın ve Resulünün emirlerine ters olduğunu bile bile her emrettiği ve yasakladığı konuda itaat edilmesi gerekli birisi olarak bellerse, işte o kimseyi Allah’a ortak koşmuştur.
Allah’a inandığını söylediği halde O’nun emirlerini yapmayanın durumu şu askerin durumu gibidir. Komutan kendisine hayati önemi olan bir planı verdikten sonra yerine getirilmesi için gerekli emirleri de vermiştir. O planın doğru olduğunu bilen buna kalbiyle de inanan ve diliyle komutanın emirlerine uyacağını taahhüt eden bu adamın verilen emir v e talimatların hiçbirini tutmamasının iki sebebi olur. Ya inanmamıştır. Ya da inandığı halde zaafları yüzünden emri aksatmıştır. İki halde de cezaya çarptırılır.Birinci durumda inanmayanların cezasına,ikinci durumda da asilerin cezasına. İnsanlar sandı mı ki, iman ettik demeleriyle bırakılacaklarda, imtihana çekilmeyecekler? (Ankebut-2)Bu noktada İmam Ebu Hanifenin şu tespitini aktarmak yerinde olur. ”Allah Teala mümine ameli,kafire imanı,münafığada ihlası farz kılmıştır.
İçinde bulunduğumuz şu zamanda insanların bir bölümü yüce Allah’ın varlığını inkar etmeyen fakat O’nu yeryüzü egemenliğinden azlederek yalnız göklerdeki egemenliğini onaylayan böylece hayat düzeninde O’nun şeriatini uygulamayan ve insan hayatı için değişmez olduğunu buyurduğu değerleri geçerli saymayan havralarda, kiliselerde ve mescitlerde ibadet etmeyi insanlara serbest görürken; sosyal hayatta Allah’ın şeriatinin hükmetmesini istemeyi yasaklayan bir zihniyete sahiptirler. Bu insanlar böylece Allah’ın yeryüzü üzerindeki hakimiyetini ya inkar etmekte veya askıya almaktadır. Allah gökte de ilahtır, yerde de ilahtır (43-Zuhruf/84) Doğrusu kafirlerden başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez (Yusuf-87)
Allah teala kulunun sadece kendisine ümit bağlamasını istiyor. Ancak kulun sarılması gerekli bir takım yükümlülükleri yerine getirdikten sonra. Hastalanan bir kul doğal olarak doktora görünecek, ilaç kullanacak, gerekirse istirahat edecek. Ancak iyileştikten sonra falanca doktor olmasaydı iyileşmem zordu gibi şifanın gerçek kaynağı olan Allah’ı geri plana iten bir düşünce imanı zora sokan bir düşüncedir. Şu unutulmamalıdır ki, gerçekte şifayı yaratan Allah’tır, kulun aldığı tüm tedbirler ise birer vesiledir, sebep konumundadır. Sebepler asıl yapılıp Allah’a şirk koşulmamalıdır. Kişi Allah’a tevekkül etmesini bilince Allah’ın yardımı mutlaka gelecektir. Allah nedenleri zikrederek vesilelere itimad edilmemesini, Allah’tan başka bir kimseden bir şey umulmamasını emrediyor. Allah’a tevekkül et, vekil olarak Allah yeter (33-Ahzap/3) Allah’a inanmış olarak, kendini teslim eden en sağlam kulpa yapışmıştır (31-Lokman/22)
Tağutu inkar edip Allah’a inanan kimse kopmak bilmeyen sağlam kulpa yapışmıştır (Bakara-256) Allah’u teala bu ayette de açık bir şekilde ifade ettiği gibi iman etmeden önce tağutun reddedilmesini istiyor. Tağut Allah’ın hükümlerine ters olarak yeni hükümler ortaya koyan her şeydir. Bu bir insan olabileceği gibi şeytan da olabilir. Kişi tağutu inkar etmekle Lâ ilâhe nin manasını yerine getirir. Ondan sonra da Allah’a iman etmelidir ki bu da İllAllah ın manasıdır.
Günümüz insanının en fazla aldandığı noktalardan birisi de Allah’ın varlığına inanmakla iman ettiklerini sanmalarıdır. Oysa Kuranı Kerim, müşriklerin de Allah’ın varlığına iman ettiklerini söylüyor. Demek ki müşrikler Allah’a iman etmeyen kimseler değildi. Fakat Allah cc onların bu imanını kabul etmemektedir. Çünkü Allah’ın istediği iman bu çeşit bir iman diğildir. Onlara sizi kim yarattı diye sorsanız, muhakkak ki Allah derler(Zuhruf-87) Onlara; yer ve gökleri kim yarattı diye sorsan, muhakkak ki Allah derler(Zümer-38) Onlara; göklerden yağmuru yağdırıp yeri ölümünden sonra onunla dirilten kimdir diye sorarsan, muhakkak ki Allah derler. De ki hamd Allah’a mahsustur. Fakat çoğu akıllarını kullanmıyorlar.(Ankebut-63) Buna göre kim kendinde kanun koyma hakkını görürse, o, Allah’a şirk koşmuştur ve küfre girmiştir. Heva ve hevesini ilah edinmiştir. Allah ve Resulüne inandığını iddia etse bile. Bu konuda mezhep imamımız bakın ne diyor: Yalnız Allah’ı bilmek iman sayılmaz. Öyle olsaydı yahudi ve hıristiyanların, Zebur’a inananların hepsi müminlerden sayılırdı Bir insan kelimei şehadeti alenen söylemeli ve kalbiyle inanıp tasdik etmelidir. Farzları ve haram olan şeyleri bilmesede o, mümindir, aksi halde kafir olmuştur. Tevhidde artıp eksilmez. Allah’ın sıfatlarının bazısında O’na ortak ve eş kabul etmeyipte bazısında eden bir kimse muvahhid sayılmaz.
Yine Allahu teala Kuranı Kerim’de müşriklerin şöyle dediğini bildiriyor: İlahları tek bir ilah mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir!dediler. müşrikler dediler ki: Allah dileseydi ne biz, ne de babalarımız O’ndan başkasına ibadet etmezdik. Ve O’nun emri olmadan hiç bir şeyi de haram kılmazdık (Nahl-35) Bu iki ayeti kerime İslamın, dini sadece Allah’a has kılmak ve şirkin kökünü kazımak amacıyla geldiği üç esası belirtiyor. Bunlar Allah Tealanın birliğine iman etmeme, Allah’tan başkasına ibadete yönelme ve Allah’ın hükümleri dışında haram ve helal hükümleri koymadır. Yani akide, ibadet ve yasama (kanun koyma) işleri.. Öyle ki onlardan birinin bozulması veya eksilmesi Lâ ilâhe illAllah ın bozulmasıdır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na aittir. (Araf-54) Emir sahibi O’dur. Yani karar vermek; bu böyle olmalı veya olmamalı, şu sevaptır şu da günah ve yanlıştır, bu güzeldir bu da çirkindir, şu serbesttir şu da yasaktır gibi herşeyi belirlemek O’nun hakkıdır. Yine Yusuf suresinde Hüküm yalnız Allah’a aittir. Buyurularak bu gerçeğe işaret ediliyor.
Buraya kadar olan bölümlerde gördük ki; iman davası büyük ve meşakkatli bir davadır. Haliyle bu yolun yolcuları olan müslümanlar olarak bizler de, hayatımızın her safhasında bu zora talip olmalıyız. Bilmeliyiz ki, bizden daha üstün olan sahabe ve yüzbinlerce müslüman bu zor şartlar altında imanlarını muhafaza etmeye çalıştılar. Bu amaç uğruna birçokları canlarını feda ettiler. Ayeti kerimede de bildirildiği üzere Yoksa siz sizden öncekilerin hali başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? (Bakara-214)Evet cennet sevdalıları, haydi refah ve huzur dolu sonsuz bir hayat için eza ve cefalarla dolu bir yaşama..
Allah’ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun!
Cevap: Allahı Tanımak
kevser
Kuran ayetlerinde, Allah’ın sıfatlarının bir kısmı şu şekilde haber verilmektedir:
Allah… O’ndan başka ilah yoktur. Diridir, kâimdir. O’nu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve arkalarındakini bilir. Dilediği kadarının dışında, O’nun ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O’na güç gelmez. O, pek yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah’ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah’ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)
Ancak insanların çoğu Allah’ın bu sıfatlarını bilmez, Rabbimizi gereği gibi tanımazlar. Cahiliye insanlarının, Allah inancı, kendi kafalarında ürettikleri bazı hurafelere göredir. Bu nedenle de, Allah’ın sonsuz gücünü ve azametini kavrayamazlar. Kuran’da, bu kişiler, "Onlar, Allah’ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Şüphesiz Allah, güç sahibidir, azizdir." (Hac Suresi, 74) ayetiyle tarif edilir.
Allah’ın gücünü hakkıyla takdir etmek, imanın en önemli şartlarındandır. Mümin, içinde yaşadığı cahiliye toplumundaki çarpık Allah inancından kopar ve cahiliye toplumunun tüm sapkın inanışlarını reddeder.
Mümin Allah’a Kuran’da tarif edilen vasıflarıyla inanır. Allah’ın yeryüzünde, göklerde ve kendi nefsinde yarattığı delilleri, ayetleri, iman hakikatlerini inceleyerek, Allah’ın sanatını, gücünü iyice görerek, Rabbimizi tanır, O’nun kadrini hakkıyla takdir eder.
Ancak Allah’a iman ettiğini söyleyen bir kişi, kalbini Allah’ın zikrinden ve aklını O’nu düşünmekten uzak tutarsa, bu durumda cahiliyenin sapkın Allah inancına doğru bir kayış başlar. Ve eğer kendini toparlayıp Allah inancını Kuran’a göre belirlemezse, bazı imtihan durumlarında cahiliyeye kayma tehlikesiyle yüz yüze kalabilir. Allah, bu duruma, savaş sırasında zayıflık gösteren Müslümanlardan bahseden ayetlerde dikkat çeker. Ayetlerde bildirildiğine göre, bu kimseler, "Canları derdine düşerek; Allah’a karşı haksız yere cahiliye zannıyla zanlara kapılmış"lardır. (Al-i İmran Suresi, 154)
Mümin böyle bir duruma düşmemek için, cahiliyedeki yanlış inançların bıraktığı izleri tümüyle kalbinden silmeli ve Kuran’da tarif edildiği şekilde, Allah’ı hakkıyla takdir ederek bu gerçek inancı kalbine sindirmelidir.
GÜCÜNÜN YETTİĞİ KADAR ALLAH’TAN KORKMAK
İnsan ne kadar Allah’tan korkarsa, O’nun katında o denli üstün olur. Allah korkusunda bir sınır yoktur, her insan bunu Allah’tan dileyerek artırabilir. Bu konuda Kuran’da resuller örnek olarak verilmiştir. Bu sayede müminler kendilerini onlarla kıyaslayıp, Allah korkularını daha da artırabileceklerini anlayabilirler.
Allah müminlerden olabilecek en yüksek derecede Kendisinden korkmalarını istemektedir. Ayetlerde, bu konuda şu hüküm verilir:
Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’tan korkup-sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil-tutkularından (ya da cimri tutumundan) korunursa; işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Teğabün Suresi, 16)
Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup-sakınmak gerekiyorsa öylece korkup-sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin. (Al-i İmran Suresi, 102)
KADER
Dünyada ve hatta tüm kainatta herşey bir amaç üzere gerçekleşir. Kuran’da bildirildiğine göre, Allah "… Her işi evirip düzenler…" (Rad Suresi, 2) . Bir başka ayette bildirildiğine göre ise, "… O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez" (Enam Suresi, 59).
Meydana gelen bütün olayları yaratan, idare eden, bu olayların başlarının ve sonlarının nasıl olacağını tayin eden Allah’tır. Kainattaki bütün yıldızların ve dünyanın her hareketini, yeryüzündeki bütün canlıların her halini, insanın nasıl yaşayacağını, ne konuşacağını, ne ile karşılaşacağını belirleyen Allah’tır. Allah kitabında "Hiç şüphesiz, Biz herşeyi kader ile yarattık" (Kamer Suresi, 49) hükmünü verir.
Bir başka ayette ise şöyle buyrulmaktadır:
Yeryüzünde olan ve sizin nefislerinizde meydana gelen herhangi bir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (yazılı) olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre pek kolaydır. (Hadid Suresi, 22)
Mümin bu sırrın bilincinde olarak yaşamalı, inkarcıların içinde bulundukları "cehalet" boyutuna asla inmemelidir. Eğer yaşamın "kaderi takip etmek" olduğunu anlarsa, karşısına çıkan hiçbir olay onu üzmez ya da korkutmaz. Sığındığı mağaranın kapısına kendilerini öldürmek için gelen müşriklere rağmen, yanındaki arkadaşına "Hüzne kapılma, elbette Allah bizimle beraberdir" (Tevbe Suresi, 40) diyen Hz. Muhammed (S.A.V.) gibi her an emin ve cesur olur.
TEVEKKÜL
Bütün olayları meydana getiren Allah’tır. Allah’ın yaratmış olduğu olayların hepsinde müminler için mutlaka bir hayır vardır. Tüm olaylar, mutlaka dinin menfaatlerine ve müminlerin ahiretine faydalı olacak şekilde tasarlanmıştır ve herşey bu plana göre işler.
Mümin için tek güvenip dayanılacak dost, Allah’tır. Tek vekil O’dur. Müminin üzerine düşen, olaylar karşısında sadece Allah’ın istediği tepkileri vermek, sebeplere sarılmak, sonucunu ise Allah’tan beklemektir. Ayetlerde, inkarcıların haberdar olmadığı bu büyük sır şöyle ifade edilir:
… Kim Allah’tan korkup-sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir; Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah’a tevekkül ederse, O, ona yeter. Elbette Allah, kendi emrini yerine getirip-gerçekleştirendir. Allah, herşey için bir ölçü kılmıştır. (Talak Suresi, 2-3)
Başka bir ayette de tevekkülün sırrı yine şöyle açıklanır:
De ki: "Allah’ın bizim için yazdıkları dışında, bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez. O bizim mevlamızdır. Ve mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etmelidirler." (Tevbe Suresi, 51)
Mümin, inkarcılardan gelecek baskılara karşı şöyle demekle yükümlüdür:
"Bize ne oluyor ki, Allah’a tevekkül etmeyelim? Bize doğru olan yolları O göstermiştir. Ve elbette bize yaptığınız işkencelere karşı sabredeceğiz. Tevekkül edenler Allah’a tevekkül etmelidirler." (İbrahim Suresi, 12)
Bir başka ayette ise şöyle buyrulmaktadır:
Eğer Allah size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yoktur ve eğer sizi ‘yapayalnız ve yardımsız’ bırakacak olursa, ondan sonra size yardım edecek kimdir? Öyleyse mü’minler, yalnızca Allah’a tevekkül etsinler. (Al-i İmran Suresi, 160)
TEFEKKÜR
İnkar edenler yeryüzünde yaratılmış olan delilleri görmeden geçip giderler. İman eden bir insanın bu kişilerden farkı ise, Allah’ın yarattığı delilleri her an görebilmesidir. Mümin çevresindeki her incelikte Allah’ın kudretini ve sanatını görür, O’nu tesbih eder ve Allah’a yakınlaşmaya yol bulur. Müminlerin bu vasıfları Kuran’da şöyle anlatılır:
Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) "Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru." (Al-i İmran Suresi, 191)
Allah Kuran’ın birçok yerinde "düşünmez misiniz", "düşünenler için deliller vardır" ifadeleriyle tefekkür etmenin önemini vurgulamaktadır. Ayrıca üzerinde düşünmek için Allah sayısız delil yaratmıştır. Gördüğümüz, farkına vardığımız herşey Allah’ın bir tecellisi ve delilidir. Bu nedenle göklerde, yerde ve bunların aralarında bulunan herşey birer tefekkür vesilesidir. Bir ayette şöyle buyrulur:
Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için ayetler vardır. (Nahl Suresi, 11)
Ayette "tefekkür konusu" olarak gösterilenlerin biri, örneğin hurma ağacı üzerinde biraz düşünelim. Ağaç, bilindiği gibi toprağa atılan bir tohumdan ortaya çıkar. Tohum küçücük (bir santimetre küp bile etmeyen) bir cisimdir, ama nasıl olur bilinmez, o tohumun içinden kısa süre içinde 4-5 metre uzunluğunda ve yüzlerce kilo ağırlığında dev bir tahta kütlesi oluşur. Tohumun bu dev tahta parçasını yaparken kullanabileceği tek malzeme ise içine gömülü olduğu topraktır.
Peki ama tohum nasıl ağaç üretmeyi bilir? Nasıl olur da etrafındaki toprağın içinde gerekli malzemeleri ayrıştırıp bunları tahta dokusu oluşturmak için kullanmayı "akledebilir"? Ürettiği ağacın nasıl bir şekle ve yapıya sahip olması gerektiğini nasıl tahmin edebilir? Bu son soru özellikle önemlidir. Çünkü tohumdan herhangi bir tahta parçası çıkmamaktadır. Tohum, içinde damarlar bulunan, topraktaki maddeleri özümsemek için gereken köklere sahip ve üst kısmı da dallara ayrılan son derece iyi tasarlanmış bir canlı madde üretmektedir. İnsan bile iyi bir ağaç resmi çizmek gerektiğinde zorlanır; ağacın köklerindeki ve dallarındaki ayrıntıları çizmek zor bir iştir çünkü. Oysa tohum, çizmek şöyle dursun, bu son derece kompleks cismi topraktaki malzemeleri kullanarak sıfırdan üretmektedir.
Bu durumda tohumun son derece akıllı bir varlık olduğu sonucuna varırız. Daha doğrusu, tohumun içinde son derece etkileyici bir akıl vardır. Peki bu akıl bu tohuma nereden, nasıl gelmiştir? Nasıl olur da bir çekirdek, böyle bir akla ve hafızaya sahip olabilir?
Kuşkusuz bunun tek bir cevabı vardır: Allah tohumu ağaç yapabilecek yetenekle yaratmış, bu işlem için gerekli bilgilere sahip olacak şekilde programlamıştır. Toprağa atılan her tohum, Allah’ın ilmi ile kuşatılmıştır, O’nun ilmi ile büyür. Bir ayette bu gerçek şöyle haber verilir:
Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve herşey) apaçık bir kitaptadır. (Enam Suresi, 59)
Tohumu yaratan da, toprağın içine düştüğünde onu yarıp içinden yeni bir bitkiyi çıkaran da Allah’tır. Bu gerçek Enam Suresi’nde şöyle haber verilmektedir:
Taneyi ve çekirdeği yaran şüphesiz Allah’tır. O, diriyi ölüden çıkarır, ölüyü de diriden çıkarır. İşte Allah budur. Öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (Enam Suresi, 95)
Tohum, Allah’ın evrende yarattığı sonsuz sayıdaki "tefekkür malzemesi"nden yani "iman hakikati"nden yalnızca birisidir. İnsan, aklını saran kalın gaflet perdesini sıyırır da, "nasıl", "neden" gibi sorular sorarak düşünürse, tüm evrenin Allah’ın varlığının ve gücünün delilleriyle dolu olduğunu rahatlıkla görebilir.
Yanıt: Vaaz ve Sohbet Konuları: Allahı Tanımak
nurşin
"Komşunun komşularıyla geçiminin edep ve erkânı kırktır"
Allah c.c razı olsun
Cevap: Vaaz ve Sohbet Konuları: Allahı Tanımak
islamdostu
Rabbini tanımak isteyen bu konuları iyice okusun
yasemin
Gerçekten çok önemli ve okunması gereken bir konu . Allahı tanımazsak , tanımaya çalışmazsak sevemeyiz , ibadetlerimizi şeklin üstüne çıkartamayız , huşuyu , şükrü , hamdetmeyi öğrenemeyiz , şikayetten asla kurtulamayız .
Allahı tanımak, Allahi tanimak, Allahi tanimak istiyorum