Hadis terimleri nelerdir ?

Hadis terimleri nelerdir ?

blackpool_61
hadis terimlerinden bazılarını açıklamalı olarak yazar mısınız


Yanıt: Hadis terimleri nelerdir ?

Desert Rose
Mâ Akrabe Hadîsehu:
"Hadisi ne kadar (sahihe) yakındır” manasıyla bazı alimlere göre ta’dil lafızlarındandır. es-Sehâvî, ta’dilin altıncı mertebesine delalet ettiğini söylemiştir. Buna bakılarak mâ akrabe hadisehu denilerek adaletine hükmedilen ravinin hadisi, öteki altıncı mertebe lafızlarıyla ta’dil edilen ravi tarafından rivayet edilmiş hadisin hükmüne tabi olur.
Mâ Alâ Şarti Muslim:
Müslim’in sahihlik şartına uyan hadis manasına gelir. Müslim’in, Sahihinde rivayet etmediği ancak koyduğu sahihlik şartlarına uygun hadislere denir. Sahihin altıncı mertebesini oluşturur. (Bk. Merâtibu’s-Sahîh).
Mâ Alâ Şartihimâ:
İkisinin şartlarına uyan hadisler manasına sahih hadislerin dercelendirilmesinde kullanılan tabirdir. Buharı ve Müslim’in sahihlerine almadıkları ancak bir hadisin sahih sayılması için koydukları şartlara uyan hadisleri ifade eder. Bu kabil hadisler sahihin dördüncü derecesindedir. (Bk. Merâtibu’s-Sahîh).
Mâ Alâ Şarti’l-Buhârî:
Buhârî’nin sahihlik şartına uyan hadisler anlamında sahih hadislerin derecelendirilmesinde kullanılan tabirdir. Buhârî’nin, sahihine almadığı, ancak sıhhat için öngördüğü şartlara uygun olan hadisleri ifade eder. Böyle hadisler sahihin beşinci derecesindedir. (Bk. Merâtibu’s-Sahih).
Mâ A’lemu’ Bihî Be’sen:
"Zararlı olduğunu bilmiyorum” manasına ta’dilin en zayıf derecesine yahutta cerhin en hafifine delalet eden lafızlardandır.
Cerh ve ta’dil lafızlarım ilk defa kategorilere ayıran İbn ebî Hatim ve ona tabi olan İbnu’s-Salâhın zikrettikleri ta’dil veya cerh lafızları arasında mevcut olmayan bu lafız ercû en lâ be’se bihî ile birlikte kimi alimlere göre ta’dilin en aşağısıdır. Her iki lafzı cerh lafızlarından addedenler de vardır.
Bununla birlikte el-Irâki’ye göre ercu en lâ be’se bihî, ta’dilde daha yüksektir; çünkü bir ravinin zararsız olduğunun bilinmemesi onun zararsız olma ümidini gerektirmez. 611 Kaldı ki bir kimse için "umarım zararsızdır” demekte "zararlı olduğunu bilmiyorum” demekten ziyade iyiliğine şehadet vardır. 612
Ma’dinu’l-Kizb:
Yalan madeni demektir ve bazı alimlerce ravi’ nin cerhedilmesinde kullanılan lafızlardandır, ruknu’l-kizbe denktir ve menba’u’l’kizb lafzı gibidir.
Mahalluhu’s-Sıdk:
"Böylesine doğru denilebilir” manasına gelen ta’dil lafızlarındandır. Cerh ve ta’dil lafızlarını ilk defa kategorilere ayıran İbn ebi Hâtimun tertibine göre ikinci, ez-Zehebî’nin tertibine göre üçüncü, İbn Hacer’in tertibine göre ise dördüncü mertebesinde yer alır.
İbn Ebî Hatim, ta’dilin kendi tertibine göre ikinci mertebesinde yer alan bu ve benzeri lafızlarla adaletine hükmedilen ravinin hadisinin yazılabileceğini ancak gözden geçirileceğini söyler. 613
İbnu’s-Salâh ise ona hak vererek şöyle der: "İbn Ebî Hatim, hakkında mahalluhu’s-sıdk denilen ravinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir” derken haklıdır; zira ta’dilin (bu) ikinci mertebesine delâlet eden lafızlar, ravinin zabt vasfına işaret etmezler. Bu yüzden hadisleri, zabtının açığa çıkması için gözden geçirilir.” 614
Mahfuz:
Sözlükte hıfzedilen anlamına ismi mef’ul olan mahfuz, hadis usulünde Şazın karşılığına denir. Şâz maddesinde daha geniş şekilde açıklama yapılacağı gibi, kısaca, sika ravinin zabt ve rivayet çokluğu yönünden kendisinden daha üstün ravilerin rivayetine aykın olarak rivayet ettiği hadise şâz denir. Daha üstün ravinin rivayetine ise mahfuz adı verilir.
Misal olarak şu hadis üzerinde durulabilir:
"Sufyân b. Uyeyne-Amr b. Dinar, Avsece, İbn Abbas isnadiyle rivayet edildiğine göre, "Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında bir adam vefat etti. Arkasında azad etmiş olduğu bir köleden başka mirasçı bırakmadı. Allah Resulü (s.a.s) adamın mirasını kölesine verdi.”615
Bu hadisi, Amr b. Dinar’dan Sufyân b. ve Hammad b. Zeyd olmak üzere iki ravi rivayet etmiştir. Sufyân’ın rivayeti gösterilen isnadladır. Oysa Hammad b. Zeyd’in rivayeti Amr b. Dinar, Avsece isnadıyledir ve mürseldir. Bir başka deyişle Hammad b. Zeyd Sufyân’ın mevsul olarak rivayet ettiği bu hadisi İbn Abbas’ın ismini zikretmeksizin mürsel olarak rivayet ederek sika bir ravi olan Sufyan’a muhalefet etmiştir. Böylece Hammad’ın rivayeti şâz olmuştur. Aynı hadisin Sufyân tankından gelen mevsul şekli ise mahfuzdur.
Mahfuz hadis şaz olana nisbetle üstün ve tercihe layık kabul edilmiştir.
Mahrec:
Çıkmak manasına "harace” fiilinin ism-i zaman, ismi mekanı ve mimli masdarıdır. Çıkış yeri anlamına gelir.
Hadis tabiri olarak mahreç bir hadisin menşei yani çıkış yerine denir. Hadisin mahreci bir anlamda ravinin yetiştiği, yerleşdiği yerdir. Söz gelişi bu hadisin mahreci Basradır denildiği zaman o hadisi Basrali bir ravi rivayet etmiş ve oradan yayılmıştır demek olur.
Mahrecuhu Ma’rûf:
Çıkış yeri bilinmektedir karşılığı olup hadisin ilk olarak rivayet edilip yayıldığı yerin belli olduğunu gösteren tabirdir.
Mahv:
Sökükte silmek, mahvetmek manasına gelen "mahâ” fiilinin masdarıdır. Hadis Usulü ilminde hadisleri yazarken yanlış yazılan kelime veya ibarenin çeşitli şekillerde silinmesi mânâsına kullanılır.
Hadis yazanlann dikkat etmeleri gereken hususlardan biri hadis lafızları arasında olmadığı halde yanlışlıkla yazılan veya aksine olduğu halde yine yanlışlıkla yazılmayan kısımların silinmesi veya yazılarak düzeltilmesidir. Bu iş darb, hakk, nıahv şekillerinde yapılır. Bunlardan mahv, yanlış yazılmış olan bir kelime ya da ibarenin parmak ucuyla veya bez parçasıyla silinerek yahutta -hat sanatında çokça uygulanan usulle- dil ucuyla yalanarak yok edilmesidir.
Hadis metnine yanlışlıkla yazılıp da mahvı gereken kısımların kağıdı zedelemeden ve iz bırakmadan silinebilmesi için kağıt ve mürekkebin iyi cinsten olması gerekir. Bilhassa kağıdın saykal olması aranır. Bununla birlikte kağıt ve mürekkeb ne kadar iyi cinsten olursa olsun nıahv yoluyla silindiğinde iz bırakabilir. Bu ise kağıdın kirlenmesine, silinen kısmın üzerine yazılan doğru ibarenin okunamayışına yol açabilir. Hadislerin yazılışına gösterilen bütün dikkat ve itina doğru yazmak gayesine yönelik olduğundan bu kabil ihtimalleri gözönüne alan bazı hadis alimleri mahvı caiz görmemişlerdir.
Makbul:
Kabul ediliş manasına ism-i mef’ul olan makbul, hadis ıstılahı olarak önce İbn Haceri’l-Askalânî’nin tasnifinde haberlerin ilk bölümünü ifade eden bir terim olarak kullanılır. Onun taksimine göre gerek tek rivayet tarikından geldiği için ahâd, gerekse rivayet yollan çok olsun, makbul, umumiyetle, sıhhat şartlarını haiz olduklarından amel edilebilecek durumda olan haberlerdir. Bu tasnife göre, sahih ve hasen makbul haberlerin en önemlileridir.
Makbul, ikinci olarak altıncı mertebede yer alan ta’dil lafızlarındandır. Bu mertebede olan lafızlar ta’dilin en zayıfını gösterir ve cerh sınırına oldukça yaklaşır. Hatta bu mertebede mevcut bazı lafızların ta’dil lafzı değil tercih lafzı olup cerhin en hafifine delâlet ettiğini söyleyen alimler de vardır.
Makbul Âhad:
Bk. Âhad.
Maklûb:
Kalebe (kalbetmek, altını üstüne getirmek) kök fiilinden alınma bir ismi mef ûl olan maklûb, hadis ıstılahında isnadında bir veya birkaç ravinin isimlerini ve yahut metninde mevcut kelime ya da ibarelerin gerek yerlerini değiştirmek, gerekse yerlerine başka kelime ve ibareler koymak suretiyle rivayet edilen hadislere denir.
Bu tarifi biraz daha açmak gerekirse şunları söylemek yerinde olur. Bir hadisi rivayet eden ravi bazen onun senedini oluşturan ravi isimlerinin bazen de metnini teşkil eden kelime ve cümlelerin yerlerini değiştirerek yahutta yerine başka kelime ya da cümleler getirerek rivayet eder. Eklediği şeyler başka hadisin ibareleri olabilir, yahutta hadisin isnadını bütünüyle kaldırıp başka bir hadisin isnadını getirebilir. Hadisin isnad veya metnini teşkil eden kelime ya da cümlelerin yerlerini değiştirme daha çok hata ile olur.
Hususi tabiriyle kalb denilen kısaca hadisin kelimelerinin yerlerini değiştirme işi tarifden de anlaşılacağı üzere, isnadda veya metinde yapılır. Hadis, eğer isnaddaki kalb yüzünden maklûb ise maklûbu’l-isnâd; metnindeki kalb sebebiyle maklûb hale gelmişse maklûbu’l-metn adını alır. 616
İsnadda kalb, Murra b. Ka’b ismini Ka’b b. Murra şekline getirmek misalinde olduğu gibi ravi ile babasının isimlerinin yerlerini değiştirmek, bir isnadla meşhur olan hadisi bir başka isnadla rivayet etmek, birkaç hadisin isnadlarını değiştirmek şekillerinde olur. Herbiri üzerinde ayn ayrı durarak misaller verelim.
Hadisin senedini teşkil eden ravinin kendi ismi ile babasının ismini takdim-tehir suretiyle rivayet etmekle oğul baba; baba oğul durumuna düşer. Hadisi rivayet eden ravi değişmiş olur. Eğer yer değiştirme sonunda hadisi rivayet edenin babası iken, ravi durumuna düşen kimse mechûl biri ise hadis cehalet yüzünden en azından zayıf durumuna düşer.
Bir isnadla meşhur olan hadisi, garâib arasında olması ve muhaddislerin ilgisini çekmesi için, bir başka isnadla rivayet daha çok aşın yalancı, zayıf ravilerin baş vurdukları yoldur. Böyleleri söz gelişi hadis Salim b. Abdillah’dan rivayetle meşhurken Nâfi’den rivayet edilmiş olarak veya Malikten rivayet edilmekle meşhur olanı Ubeydullah b. Ömer’den nakledilmiş gibi gösterirler. Hammad b. Amr en-Nasîbî, Ebu İsmail İbrahim b. Ebî Hayye, Behlul b. Ubeyd el-Kindî, bu işi yapanlardandır. İbn Dakîki’l-İyd hadisleri böyle rivayet etmenin hadis sirkati olduğunu söyler. Meselâ, Hammâd b. Amrı’n-Nasîbî, A’meş-Ebu Sâlih-Ebu Hureyre isnadı ile şu merfu hadisi rivayet etmiştir.
"Yolda müşriklerle karşılaştığınız zaman onlara önce siz selam vermeyiniz.” Bu hadisin meşhur olan isnadı aslında Süheyl b. Ebi Salih – Ebu Salih – Ebu Hureyre şeklindedir. Hammâd b. Amr en-Nasîbi Süheyl yerine el-A’meş’i koyarak rivayet etmiştir. 617Böylece aslında sahih olan hadis maklûb hale gelmiştir.
İsnadda kalb bazen kasıtlı olarak değil de ravinin gaflet ve hatası ile meydana gelir. Bu halde de ravisinin gafleti yüzünden maklûb hale getirdiği isnadla rivayet ettiği hadis de maklûbu’l-isnâd sayılır. Şu hadis böyle maklûba misaldir:
"Namaz için ezan okunduğu zaman (veya kamet getirildiği zaman) beni (evimden çıkarken) görmedikçe ayağa kalkmayınız.”
Bu hadis esas itibariyle muhaddisler arasında Yahya b. Ebî Kesîr-Abdullah b. Ebî Katâde-Babası-Hz. Peygamber (s.a.s) isnadıyla meşhurdur. Nitekim Müslim ve Nese’î bu snadla rivayet etmişlerdir.618
Böyle iken Cerir b. Hâzim adındaki ravi aslında Haccâc es-Sawâf tan işittiği bahis konusu hadisi Sâbit’ten rivayet ettiğini zannederek ondan rivayette bulunmuştur. Bunu, Hammâd b. Zeyd şöyle anlatmıştır: Cerîr ile birlikte Sâbit’in yanında bulunuyorduk. Haccâc es-Savvâf da orada idi. Haccâc bize Yahya b. Ebi Kesîr’den Abdullah b. Ebî Katâde tarîki ile bu hadisi rivayet etti. Oysa Cerîr, sonradan hadisi Sâbit’in rivayet ettiğini sanarak ondan rivayette bulundu.” 619
Metin yönünden maklûba gelince, yukarda da değinildiği gibi, metni oluşturan kelime ya da cümlelerin yerleri değiştirilmek suretiyle maklûb olan hadisdir. Misal olarak şu hadisler üzerinde duralım.
Hubeyb b. Abdirrahman halası Uneyse bint Hubeyb’den merfu olarak şu hadisi rivayet etmiştir:
"(Sahurda) İbn Ummi Mektüm ezan okuduğunda yiyin, için. Bilâl ezan okuduğu zaman ise yemeyin, içmeyin.”620 Bu hadisin İbn Ömer ve Âişe rivayeti şöyledir.
"Bilal geceleyin ezan okur. Ezanı o okuduğu zaman, İbn Ummi Mektum ezan okuyuncaya kadar yiyin için.” 621
Ebu Davud ve İbn Mâce hariç tutulursa elde mevcut geçerli hadis kaynaklarında mevcut bu rivayetler incelendiğinde görülecektir ki, Hz. Peygamber Bilâl’ın geceleyin, yani erken ezan okuduğunu;-onun ezan okuması üzerine sahur yemeğinin kesilmemesini; İbn Ümmi Mektum ezan okuyasıya kadar yeme içme vaktinin uzatılmasını söylemiştir. Buradan anlaşıldığına göre İbn Ümmi Mektum ezanı geç okumaktadır ve o okuyuncaya kadar sahur yemeği devam edecektir. Oysa ilk rivayette kalb yapıldığı, yani Bilâl ile İbn Ümmi Mektum’un yerleri değiştiği zaman hadisin esprisi değişmiş, durum aksine olmuştur. Bununla birlikte İbn Hibbân ile İbn Huzeyme, Bilâl ile İbn Ummi Mektum’un sıra ile bazan önce biri sonra diğeri; bazen de aksine ezan okumuş olabilecekleri ihtimaline göre tevile giderek iki hadisin arasını te’lif çalışarak Uneyse hadisinin maklûb olmadığını söylemişlerse de 622İslâm âlimlerinden bu yoruma katılan olmamıştır.
Hz. Peygamberin, kıyamet günü yedi sınıf insanın Cenâb-ı Hakk’ın (arşının) gölgesinde barınacağını bildiren veciz bir hadisi vardır. Bu hadisin altıncı fıkrası şöyledir.
"Sadaka veren; sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar (sadakasını) gizleyen kimse” şeklindedir. 623Bu kısmı Müslim ravilerinden birisi değiştirerek şu şekilde rivayet etmiştir:
"(Altıncısı) sadaka veren, sol elinin verdiğini, sağ eli bilmeyecek kadar sadakasını gizleyen kimse…” 624
Hz. Peygamber Mü’minlere bir şeyi yasakladığında ondan uzak durmalarını, buna karşılık emrettiği bir şeyi güçleri yettiğince yapmalarını emrettiği şöyle bir hadisleri vardır.
"Size bir şeyi yasak kılmışsam ondan kaçınınız; emrettiğim şeyleri de gücünüz yettiğince yerine getiriniz.” 625Bu hadisi et-Taberânî şöyle rivayet etmiştir:
"Size bir şeyi emrettiğim zaman onu yapınız. Bir şey yasakladığım zaman da ondan gücünüzün yettiğince kaçınınız.” 626Bu hadis de emir ve nehiy fıkralarının yer değiştirmesiyle maklub olmuş ve görüldüğü gibi sahih rivayetlerdeki emirlerin yerine getirilmesindeki güç yetmesi kaydı, nehylerden kaçınmaya bağlanmıştır.
Gerek isnadındaki gerekse metnindeki kalb sebebiyle meydana gelen maklûb hadisler, ravilerin zabt kusurundan doğar. Zabt kusuru ise ravinin cerh sebebleri arasında önemli bir yer tutan gaflet ve galatla alakalıdır. Her ne sebepten olursa olsun ravinin rivayet hatası sonucu meydana gelen maklûb hadisler, umumiyetle zayıf addedilirler, el-Hattâbî’ye göre maklûb, zayıf hadisler içinde ön sıradadır ve mevzudan sonra gelir. ez-Zerkeşî’ye göre de isnadında inkitadan başka sebeplerle zayıf sayılan hadisler yedi gruptur. Bunların en fenası mevzu, sonra mudrec, sonra da maklûbdur. 627Bununla birlikte isnaddaki sika bir ravi isminin sehv sonucu kalbedilmesiyle meydana gelen maklûbu’l isnad olan hadis hiç bir zaman sahih veya hasen olmaktan çıkmaz. Bu itibarla maklûb hadisin zayıf sayılması hükmü, denilebilir ki daha çok maklûbu’1-metn üzerindedir. Hadis metnindeki kelimelerin yerlerini değiştirmek bir bakıma Hz. Peygamber (s.a.s)’in kasdettiği mana dışında şeylerin onun ağzından söylenmesidir. Bu yüzden maklûbu’l-metnin asimi yani maklûb rivayetten önceki şeklini belirleyip onu esas almak gerekir.
Maklûbu’l-İsnâd:
Bk. Maklûb.
Maklûbu’l-Metn:
Bk. Maklûb.
Makrûnen:
Yakın olarak demektir. Bazı ravilerin, zayıf hadislerini sika olarak tanınmış bir ravinin hadisiyle birlikte zikrederek ona adeta kuvvet kazandırmak istemesi gibi bir uygulamaya denir.
Maktu:
Kesmek, kat etmek anlamına gelen "Kata’a” kök fiilinden ismi mefûl olup kesilmiş, kesik demektir. Hadis Usulünde sahâbe’den sonraki tâbi’î lerin sözleri veya fiilleridir. Bir diğer ifadeyle maktu hadis, isnadı tabiiye kadar uzanan, tâbi’îde kalarak daha ileri gidemeyen hadistir. Kısacası, tabiilerden gelen ve onlara ait sözlerden veya fiillerden ibaret haberlere umumiyetle maktu adı verilmiştir. Muhammed b. Sîrîn’in şu sözü maktû’ya güzel bir misaldir.
"Şu hadis ilmi yok mu, dindir din. O halde dininizi kimden aldığınıza dikkat edin.” 628
İbnu’s-Salâh’ın kaydettiğine göre, maktu. İmam Şâfi’î ve ed-Dârekutnî tarafından isnadı muttasıl olmayan munkatı manasına kullanılmıştır. Ne var ki her iki âlimin maktu’ ıstılahını, hadis ıstılahlarının alimler arasında iyiden iyiye yerleşmeye başlamasından önce isnadı muttasıl olmayan munkatı’ manasına kullandıkları anlaşılmaktadır; zira hadis istılahları istikrar kazanınca maktu yukarıda verilen mânâsına, munkatı ise Hz. Peygambere nisbet edilmekle birlikte isnadında inkıta bulunan hadisler manasına kullanılmıştır. Nitekim el-Hatîbu’l-Bağdâdi, el-Câmi isimli eserinde tâbi’ilere alt bazı rivayetleri naklettikten sonra "Bu maktu hadislerdendir” demiş, dit yerde de maktu hadisler, isnadı tabiîlerde kalanlardır” tarifini vermiştir.
Hadis ıstılahlarını istikrar kazanmış manalanyla tarif eden İbnu’s-Salâh, maktu ile munkatı ıstılahlarının aynı olmadığına işaret etmekte; maktûnun Ayrıca ele alacağı munkatı’dan ayrı olduğunu açıkça belirtmektedir. 629
Ma’kûs:
Aksine döndürülmüş, tersine çevrilmiş manasına ism-i mefûl olan bu kelime el-Bulkînî’nin baş tarafı sonuna, son tarafı ise başa kalbedilmek suretiyle meydana gelen maklübu’1-metn hadise verdiği hususî isimdir. 630
Ma’lûl:
Hastalanmak manasına "aile” kök fiilinden ismi mefûl olan ma’lûl, el-Buhârî, et-Tirmizî, el-Hâkimu’n-Nisâbûrî ve ed-Dârekutnî başta olmak üzere bazı hadis alimleri tarafından mu’allel yerine kullanılmış bir ıstılahtır. 631
Görünüşte, sahih olan, ancak aslında sıhhatine mani teşkil eden gizli bir kusur taşıyan hadise ma’lul denmesinin isabetli olmayacağını söyleyen alimler vardır. Bunlara göre hadise sıhhatini kadh eden (kemiren, içinden göynüten) bir illetin isabetini ifade etmek için ma’lul tabirini kullanmak hatalı olduğu gibi yerinde de değildir. Onun yerine hiç değilse hadise illet isabet ettiğini dikkate alarak i’lâlin ism-i mefûlü olan mu’al tabirini kullanmak daha doğru olacaktır. Kaldı ki rubai mezid bir fiil olan "e’alle”nin ismi mefûlü kıyasen ma’lul değil, mu’all gelir. Lügat yönünden illetli hadisleri en iyi ifade eden ıstılah, bir şeyle oyalamak, avutmak manasına aynı kökten Tef’il babında ism-i meful olan mu’alleldir. 632Ayrıca ma’lul, sözlükte devenin tekrar suvarılması manasında kullanılan "aile” kök fiilinin ismi mef’ulüdür. Dolayısıyla illetli hadisler için kullanılması hatadır. 633
Ma’lul tabirinin illetli hadisler için uygun bir ıstılah olmadığını ileri sürenlere karşılık bu tabirin kullanılmasında mahzur olmadığı görüşünde olanlar ve kullandıkları bu tabirinin yerinde olduğunu söyleyerek savunmasını yapanlar da vardır. Bunlara göre "aile” fiili sözlükte bir şeye illet isabet etmesini ifade etmekte de kullanılır. Buna göre bazı rau-haddislerin illetli hadisi ma’lûl ıstılahı ile ifade etmeleri fiilin bu manasından alınmadır. Dolayısıyla hatalı değildir.
Ma’mûl Bih:
Kendisiyle amel edilen manasına gelen bir tabirdir ve özellikle Sahabe ve Tâbi’în dönemlerinde hükmü uygulanmış hadise denilmiştir.
Ma’nen Mütevâtir:
Bk. Mütevatir.
Ma’nen Rivayet:
Bk. Rivayet bi’1-Ma’na.
Ma’nevî Tevatür:
Bk. Tevatür.
Ma’ruf:


Yanıt: Hadis terimleri nelerdir ?

Desert Rose
Pek çok hadis terimi gibi ismi meful ölçüsünde gelen bir kelime olan maruf bilinen nesne demektir. Hadis uisulünde terim olarak münker yahut şâz merdûd bahislerinde ayrıca tanıtıldığı gibi kısaca zayıf bir ravininin sika raviye aykırı rivayetidir. Münker bu olnuca onun karşılığı olan ma’ruf, zayıf ravinin aykırı olarak rivayet ettiği sika ravinin hadisi olmaktadır. Tarifi daha iyi anlayabilmek için misal üzerinde duralım.
İbn Ebî Hatim, Hubeyyib b. Habib-Ebu İshâk Ayzâr b. Hureys-İbn Abbas isnadıyle Hz. Peygamberden şöyle bir söz rivayet etmiştir:
"Kim namaz kılar, malının zekâtını verir, hacceder, Ramazan orucunu tutar ve misafirini ağırlarsa Cennet’e girer.” Bu hadis İbn Ebî Hâtim’e göre münkerdir; zira diğer sika ravilerin Ebu İshak tarîkından gelen rivayetleri mevkuf dur; yani İbn Abbas’ın sözüdür. Misalimizde Hubeyyib b. Habîbin isnadı Hz. Peygambere kadar ulaşan (merfu); rivayeti ise münker olduğuna göre. İbn Abbas’a ait mevkuf bir söz olarak Ebu İshak tarîkından gelen rivayet ma’ruftur.
Denilebilir ki ma’ruf bir bakıma kendisinde hadisin münker veya merdûd şâz oluşuna yol açan sebep bulunmayan sika ravinin rivayeti olarak da görülebilir.
Ma’ruf tabirinin az da olsa, bazı muhaddisler tarafından meçhul karşılığı olarak da kullanıldığı görülmektedir. Bir ravinin ma’ruf olması en özlü ifadesiyle, hadis alimlerince hadis rivayeti ile meşgul olan bir kimse olarak tanınmasıdır.
Masnû:
Yapma, yapmacık ve düzme anlamına gelen bu kelime, terim olarak tamamen mevzu yerine kullanılmıştır.
Matrûh:
Kelime olarak "atılmış” manasına ism-i mefûl’dür. Hadis terimleri arasında ez-Zehebî’nin zayıftan aşağı ve mevzudan yukarı olarak nitelediği bir çeşit zayıf hadis ismi olarak geçer. Anlaşıldığına göre metruk karşılığıdır.
Bununla birlikte aynı kelime kimi alimlerce cerh lafzı olarak da kullanılmıştır.
Matrûhu’l-Hadîs:
"Hadisi atılmıştır” anlamıyla ez-Zehebî’nin taksiminde cerh lafızları arasında yer alır. 634Metrûku’l-hadîse denktir.
Mat’ûnun Fîhi:
"Ta’anû fîhi tabiri ile birlikte aynı manaya gelir. İkisi de "hakkında ta’n edenler var” demektir ve cerh lafızlarındandır. Cerhin en hafifi olan birinci mertebe lafızlara el-Irâkî’nin eklediği lafızlar arasında yer alır.
Cerhin ilk mertebesi ta’dil sınırına oldukça yakındır. Hatta bazı âlimler ta’dilin altıncı mertebesindeki lafızları cerhin ilk mertebesinde sayarlar. Bu itibarla "ma’unun fihi” raviyi adaletten düşürmeyen hafif bir cerh lafzı kabul edilir.
Mebde:
Bk. Evvelu’s-Sened.
Mebde’u’s-Sened:
Bk. Evvelu’s-Sened.
Mecâlis:
Bk. Meclis.
Mechûl:
"Bilinmeyen, meçhul” manasına ism-i mef’ûl olan mechûl tabiri hadis ıstılahı olarak iki ayn yerde kullanılır.
Bunlardan birincisi gerek kimliği, gerekse adalet durumu bilnmeyen ravilere denir. el-Hatîbu’1-Bağdâdî’ye göre muhaddisler nazarında mechûl, kendisi ilim talebiyle meşhur olmayan, hadis alimlerinin tanımadığı, hadisleri sadece bir tek ravi cihetinden bilinen kimsedir. Söz gelişi Amr b. Zîmur, Cebbâru’t-Tâî, Abdullah b. Eğari’l-Hemedânî, Heysem b. Haneş, Mâlik b. Eğar, Sa’îd b. Zî-Huddân, Kays b. Kerkem, Hamr b. Mâlik meçhuldürler; zira bütün bu zatlardan Ebu-îshak es-Sebî’îden başka hadis rivayet eden olmamıştır. Aynı şekilde Sem’ân b. Muşennec, el-Hezhâz b. Mizen de meçhullerdendir. Bunların da eş-Şa’biden başka ravileri olduğu bilinmemektedir. Bekr b. Karvâş, Hallâm b. Cezel de Ebu’t-Tufeyl Amr b. Vâsile’den başka ravileri olmadığından meçhuldürler. Yezid b. Suhaym’dan Hilâs b. Amr’dan, Çeri b. Kuleyb’den Katâde b. Diâme’den başka rivayette bulunan olmamıştır. 635Bu sebeple onlarda meçhuldürler.
Görülüyor ki muhaddislere göre bir ravinin kendisinden rivayette bulunan bir tek ravisinin olması, onun meçhul kabul edilmesi için yeterli sebeptir.
Yine el-Hatîbu’1-Bağdâdî’ye göre böyle meçhul ravilerden cehaletin kalkmasının asgari şartı, Hadis ilminde şöhret yapmış iki ve daha fazla ravinin kendisinden rivayette bulunmasıdır. Nitekim Muhammed b. Yahya "bir raviden iki kişi rivayette bulunursa ondan cehalet kalkar” demiştir. Şu da var ki, meçhul bir raviden iki kişinin rivayette bulunması halinde o ravi meçhul olmaktan çıkarsa da cehaletten çıkmakla adalet hükmü sabit olmaz. 636
Bununla birlikte el-Hatîb’in devam ederek kaydettiğine bakılırsa aksine kail olanlar, yani iki ravinin rivayette bulunmasıyla cehaletten kurtulan ravinin adaletinin sabit olacağı görüşünde olanlar da vardır. Bu görüşte olanlar, bir raviden adaleti bilinen birinin rivayette bulunmasının onun adaletine hükmetmek olacağı görüşünden hareket etmişlerdir. Bu görüşün batıl olduğuna şüphe yoktur; zira adil olduğu bilinen ravinin hadis rivayet ettiği kimsenin adaletli olup olmadığını bilmemesi imkân dahilindedir. Buna göre ondan rivayette bulunmuş olması onun adaletine hükmetmek sayılamıyacağı gibi sadık olduğunu haber vermek manasına da gelmez. Aksine ondan çeşitli maksatlarla rivayette bulunmuş olabilir. Nasıl olmasın ki sika ve adil hadiscilerden bir grup kimi şeyhlerden öyle hadisler rivayet etmişlerdir ki, bunların bir kısmını naklederken durumlarının memnuniyet verici olmadığını bildikleri halde hallerini söylemekten çekinmişler; bir kısmında da rivayette yalan söylediklerine, görüşlerinin ve tuttukları yolun bozuk olduğuna şahitlik etmişlerdir.” 637Şu hale göre adil bir ravinin meçhulden hadis rivayet etmiş olmasını onun adaletine hükmetmek için yeterli sebep olarak görmeye imkân yoktur.
Bir rivayette münferid kalan, rivayetleri diğer bir tarîkdan kuvvet bulmayan mechûl üç kısımdır. Birincisi, adaleti meçhul olanlardır ki bunlara mechûlu’l-adâle denir. Adaleti meçhul olan ravinin hadisi ile ihticac edilmez.
İkincisi zahiren adalet sahibi oldukları halde bâtınen adaleti meçhul olanlardır. Bunlara da mechûlu’1-hâl veya mestur adı verilir.
Üçüncüsü ise kendisinden rivayette bulunan tek raviden başka hiçbir muhaddis tarafından tanınmayanlardır. Böyle meçhullere de mechûlu’1-ayn veya mechûlu’z-zat denir.
Mechulün ilk kısmının hadisleri ile amel edilmeyeceği konusunda âlimler görüş birliğine varmışlardır. Mechulün son iki kısmının rivayetinin kabul edilip edilmeyeceği konusunda ise, ihtilaf meydana gelmiştir. Bu manada meçhulün karşılığı, bazı hadis alimlerine göre, ma’ruftur.
İkinci olarak "mechulün” cerh lafızlarındandır. Cerhin üçüncü mertebesine delâlet eder. Hakkında meçhulün denilen raviler büsbütün terkedilmez. Hadisleri i’tibar için yazılırsa da ihticaca yarar kabul edilmez.
Mechûlu’l-Adâle:
Muhaddislerce tanınmadığı, kendisi ilim talebiyle meşhur olmadığı, hadis alimlerini bilmediği, hadisleri sadece bir tek şahıs cihetinden geldiği için meçhul addedilen ravilerin kısımlarındandır. (Bk. Mechul).
"Adaleti mechûl” manasından da anlaşılacağı gibi mechulu’l-adâle olan ravi önce adalet durumu bilinmeyen ravidir. Rivayeti ister tek hadise münhasır kalsın, isterse bir kaç hadis rivayet etmiş olsun adaletli olduğu bilinmeyen ravi mechulü’1-adaledir.
Adaleti meçhul bir ravi, Hadis ilminde şöhret sahibi olan en az iki ravinin kendisinden rivayette bulunmasıyle her ne kadar meçhul olmaktan kurtulursa da bununla adaleti sabit olmaz. Yine mechûlu’l-adale olarak kalır; zira kaide olarak bir ravinin adaleti kendisinden iki veya daha fazla kimsenin rivayette bulunmasından ziyâde, hadis imamlarının veya cerh ve ta’dil âlimlerinin adaletli olduğunu söylemeleriyle anlaşılır. 638
Mechûlu’l-Ayn:
Mechûlu’z-zât da denir. Her ikisi de kendisi meçhul manasınadır. Rivayette infirâd etmesi yüzünden mechûl sayılan raviye denilmiştir.
Meçhul maddesinde söz konusu edildiği gibi, sadece bir ravinin kendisinden rivayette infirad ettiği; bu sebeple mechül addedilen raviler üç kısımdırlar. Mechûlu’1-ayn bunlardan üçüncüsüdür ve tek ravisinden başka hiç bir ravi veya hadis âlimi tarafından bilinmeyen kimsedir.
el-Hatîbu’1-Bağdâdî’ye göre Mechûlu’l-ayn hadis âlimlerince bilinmeyen, hadisi yalnızca bir tek ravi cihetinden bilinen kimsedir. İbn Abdilber de aynı görüştedir. Ona göre de, kendisinden yalnız bir ravi hadis rivayet etmiş kimse hadis âlimlerince mechûlu’1-ayn dır.
Mechûlu’l ayn mubhem hükmünde olup, hadis âlimlerinin ve fakihlerin cumhuruna göre makbul değildir. Hadisleri alınmaz. Bununla birlikte rivayetin kabulü için müslüman olmayı yeterli görüp bundan başka şart aramayanlara göre mechûlu’l-aynın rivayetleri makbuldür. Bu konuda üçüncü bir görüş daha vardır. Buna göre ise mechûlu’l-aynın rivayetleri eğer Abdurrahman İbn Mehdî, Yahya b. Sa’id el-Kattân gibi yalnızca adalet sahibi kimselerden rivayet etmekle tanınan bir ravi kendisinden rivayette infirâd etmişse rivayetleri kabul edilir. Kendisinden rivayette tek kalan ravi bu özellikte değilse mechûlu’l-ayn’ın rivayeti makbul addedilmez.
İbn Hacer de en doğru görüş kaydıyla buna yakın bir görüş ileri sürer. O’na göre mechûlu’1-ayn’dan rivayette teferrüd eden ravi cerh veya ta’dile ehil birisi ise onun tezkiyesiyle, değilse onun dışında cerh ve ta’dile ehil olan birinin tezkiyesiyle mechûlul-ayn’ın rivayeti kabul edilir. Aksi halde edilmez. 639
Mechûlu’l-Hâl:
Sadece bir tek ravisi olduğu için (mukill) meçhul kalmış iken ismini açıklayarak iki veya daha fazla adalet sahibi ravinin rivvayette bulunduğu ancak ne kendisinden rivayette bulunanlar ne de başka kismeler tarafından terkiye ve tevsik edilmemiş raviye mechûlu’1-hal veya mestur denir.
Mechûl maddesinde söz konusu edildiği gibi, bir tek ravinin kendisinden rivayette infirâd ettiği ve bu yüzden meçhul addedilen raviler üç kısımdır. Bunlardan ikincisi zahiren adalet sahibi oldukları halde gerçekte adalet yönünden meçhul kalanlardır. Böyle meçhul ravilere mechûlu’l-hâl veya mestur adı verilir.
Mechülu’l-hâl’in iki veya daha fazla ravi tarafından hadisleri rivayet edildiği halde mestur kalması adalet durumunun belli olmayışıdır.
Bir ravinin kendisinin veya halinin bilinmesi hadis ilminde farklı mütalaa edilir. Buna göre mechûlu’l-hâl ile mechûlu’l-ayn arasında fark vardır. Bu fark ilkinin iki veya daha fazla kişinin rivayet etmesiyle meçhul olmaktan çıktığı halde adalet yönünden halinin meçhul kalması, ikincisinin ise kendisinden sadece bir kişinin rivayette bulunmasından ötürü hem şahsının hem de adalet durumunun meçhul kalması itibariyledir.
İslâm alimlerinin büyük çoğunluğuna göre mechûlu’1-hâl ravilerin rivayetleri merduddur; zira rivayetin kabulü için ilk şart ravisinin adaletli olduğu zannının bulunması gerekir.
Buna karşılık bir kısım İslâm âlimleri mechûlu’1-hâl veya mesturun rivayetinin kabul edileceği görüşündedir. İmam-ı A’zam, mesturun rivayetini kabul edenler arasındadır. İbn Hibbân ile Şafiî âlimlerden Selim er-Râzî de mesturun rivayetinin kabul edileceği görüşünde olanlardandır. Onlara göre bir ravinin adaletli olması için hiç bir kimse tarafından cerh edilmediğinin bilinmesi kafidir. Bununla birlikte raviler hakkında verilecek hüküm, haklarında cerhi gerektirecek bir durum açığa çıkmadığı sürece, kendilerini adaletli saymaktır. Herkes zahiri bilmekle mükelleftir. Hiç kimse cerhi gerektiren hali bilmekle mükellef değildir. Bu konuda Yüce Allah mealen "kimsenin kusurunu araştırmayınız” 640buyurmuştur. Kaldı ki bir ravinin adaletli olduğunu haber vermek kadar adaletsiz olduğuna hükmetmek de iyi zanna dayanır. Zannın bazıları ise günahtır. Ayrıca bir insanın adaletli olup, olmadığını bilmek ekseriya imkânsız olduğundan yalnız zahirdeki adaleti ile yetinmek gerekir. Cerh bulunmamakla birlikte bu adalet iyi zanna binaen mevcut addedilmek gerekir. Nitekim İbnu’s-Salâh bu konuda "meşhur hadis kitablarının çoğunda hayli zaman önce ölmüş ve iç yüzlerini araştırmaya imkan kalmamış bir çok ravi hakkında bu görüşe göre hareket edilip dışardan görünüşleriyle yetinilmişe benziyor” demiştir.
Bazı alimlere göre İmam-ı A’zam mesturun rivayetini kabul etmesi, müslümanlann ekseriyetinin adalet sahibi olduğu devirde yaşamış olmasından dolayıdır. Sonraları ise insanlar arasında fısk galip geldiğinden mechûlu’1-hâl ile mesturun rivayetlerini tezkiyesiz kabul etmemek zaruri hale hale gelmiştir. Nitekim İmam Ebu Yusuf ile İmam Muhammedde şehadetin mesturun tezkiyesinden sonra kabulüne kail olmuşlardır.
Bu ihtilafın özü şuna varır ki, Sahabe, Tâbi’în ve Tebe’ut-tâbi’înden mestur olanların rivayetleri makbuldür. Ancak diğerlerinin rivayetleri tevsik ve tezkiye vaki olmadan kabul olunmaz.
Mechûlu’l-hâlîn rivayetlerinin kabulü konusunda üçüncü bir görüş daha vardır ki buna göre mestur raviden rivayet edenler şayet sadece adaletli ravilerden rivayet eden kimselerse mesturun rivayeti makbuldür; değilseler makbul addedilmez. 641
Mechûlu’z-Zât:
Bk. Mechûlu’1-Ayn.
Meçhulün:
Bk. Meçhul
Meclis:
Oturmak karşılığı "celese” kok fiilinden alınma ism-i mekândır ve oturacak yere denir. 642Çoğulu Mecâlis gelir.
Hadis terimi olarak, hadis okunan ve imlâ ettirilen oturumlara denilmiştir. Belli bir kitabın okunduğu, hadis meselelerinin öğrenildiği derslere denildiği de olur.
Mecruh:
Cerhedilmiş raviye denir. Cerh ve ta’dil alimleri tarafından cerhin herhangi bir mertebesinde yer alan lafızlarla hakkında tecrih hükmü verilmiş ravi mecruh addedilir.
el-Hâkimu’n-Nisâburî’ye göre mecruh ra-viler on tabakadır. En ağır cerhle mecruh olanlardan başlamak üzere şunlardır:
1. Hz. Peygamberin ağzından yalan uyduranlar: Hz. Peygamber (s.a.s) birçok sahabîden bazı âlimlere göre yüze yaklaşan tarîk ve vecih den rivayet edilen sahih ve meşhur hadisinde "benim ağzımdan yalan uyduranlar Cehennemdeki yerlerine hazırlansınlar” buyurmuş olmasına rağmen bu büyük günahı işleyenler olmuştur. el-Muğîre b. Sa’îd el-Küfî, Ebu Abdirrahim el-Kûfı, Muhammed b. Sa’îd (el-Maslûb) es-Şâmî gibi zındıklar bunlardandır. Bu âlim özentileri hadis uydurmuşlar; müslümanların kalblerine şüphe sokmak üzere uydurdukları sözleri halk arasında hadis olarak yaymışlardır. Öteki hadis uydurma sebepleriyle Hz. Peygamber (s.a.s)’in mübarek ağzından yalan uyduranlar da bu gruptandır.
2. Hz. Peygamber (s.a.s)’e ait meşhur hadislerin bilinen isnadından başka isnad uydurarak kimsenin bilmediği hadisleri biliyor görünme sevdasında olanlar: Mekkeli İbn Hayye lakabıyla tanınan ibrahim İbnu’l-Yese’a gibi ki Ca’fer b. Muhammed es-Sâdık, Hişâm b. Urve gibi meşhurlardan hadis rivayet eder birinin isnadını ötekine bindirirdi.
3. İlim sahiplerinden bir kısmı: Bunlar, İbrahim b. Hudbe misali kendileri doğmadan önce vefat etmiş kimselerden rivayette bulunarak rivayet ilmine büyük kötülükleri dokunmuş olanlardır.
4. Sahih olarak rivayet ettikleri sahabe sözlerini ‘mevkûf’ isnadını Hz. Peygamber’e ref ederek ona ait sözlermiş gibi (merfu) nakledenler; Muvatta ravisi ve İmam Mâlik ashabının en son vefat edeni olan Ebu Huzâfe Ahmet b. İsmail es-Sehmî gibi. "Şafak ufukta kızıllığın görünmesinden ibarettir” sözünü Mâlik’den Nâfi-İbn Ömer isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.s)’in sözü olarak rivayet etmiştir. Oysa aynı hadis el-Muvatta da İbn Ömer’e ait mevkuf bir hadis olarak zikredilir. Yahya b. Sellam el-Basrî de öyledir. O da Mâlik-Vehb b. Keysân -Câbir isnadıyla Hz. Peygamber (s.a.s) ‘e ref ederek onun "Fatiha okunmayan bütün namazlar eksiktir. İmam arkasında olunduğunda müstesna” dediğini rivayet etmiştir. Oysa bu hadis de el-Muvatta’da Vehb b. Keysan tarikiyle rivayet edilmiş Câbir b. Abdillah’in sözü (mevkuf) olarak geçer. 643
5. Tâbi’îlerden rivayet ettikleri maktu hadisleri mürsel veya kendiliklerinden ekledikleri sahabi adıyla mevsul olarak rivayet edenler: Bu gruptakilere İbrahim b. Muhammed el-Makdisî misal verilebilir. Bu zât el-Firyâbi, es-Sevri, eî-A’meş, Ebu Zubyan, Selmân isnadiyle hadis rivayet eder. Oysa aynı hadis el-A’meş’in kitabında İbrahim en-Nehaî’nin mürseli olarak görülür.
6. Daha çok ibadete düşkün, sâlih, abid ve zahid kimseler oldukları halde hadis hıfzına, hadisde itkana önem vermeyerek rivayeti hafife alanlar: Bu tabakadan olanlar pek çoktur. Ekseriyetini zahidler ve abidler oluşturur. Sabit b. Musa gibi. Bir gün el-Müstemlî önde, Kadı Şerik b. Abdillah’ın meclisine gider. Şerik "haddesenâ’l-A’meş, an Ebî Sufyân An Câbir, Kale, kale Resulullah (s.a.s) dediği içeri girer. Şerik isnadını böylece zikrettiği hadisin henüz metnini söylememiştir. O anda Sabit b. Musa’ya bakarak "geceleri çokça namaz kılanın gündüzleri yüzü fazlaca nurlu olur” der. Bununla Sâbit’in zühd ve verasını kasdetmiştir. Oysa Sabit, Şerîk’in bu sözleriyle daha önce söylediği isnadla Hz. peygamber (s.a.s)’e ait merfu bir hadis rivayet ettiğini zanneder. Ona ait bu sözleri bu vecihdert başka aslı olmayan merfu bir hadis olarak rivayet eder. Aynı hadis sirkate maruz kalır ve Serik’ten rivayet edilir. Sabit gibi ravilerin iyi niyetlerine zühd ve takvalarına diyecek söz yoktur. Şu var ki, rivayetin kaideleri vardır. Hadis ilminde zan iyi bile olsa geçersizdir. Abdurrahman b. Mehdî "İki şeyde, hüküm ve hadiste iyi zan doğru olmaz der.” Nitekim Amr b. Muhammed en-Nâkıd’ın rivayetine göre Vekî, kendisine bir soru sorana
"Said b. Ubeyd et-Ta’î nin eş-Şa’bî’den rivayet ettiği, başkası yerine haccedip sonra kendi adına Kabe ziyareti yapan kimse hakkındaki hadisi biliyor musun?” diye sorar. Adam:
"kim rivayet etmiş” diye ravisini öğrenmek ister. Bu soruya Amr b. Muhammed, Vekî yerine
"Vehb b. İsmail rivayet eder” cevabını verir. Bu sefer Vekî,
"Vehb b. İsmail salih biridir, der; lakin hadisin ricale ihtiyacı vardır.”
7. "Mecruh ravilerin yedinci tabakasını ise hadis şeyhlerinden hadis işiten hem de fazlasıyla işiten sonra da işitmedikleri hadisleri onlara nisbet ederek rivayette bulunan (tedlis yapan) lar oluşturur. Bunlar şeyhlerden rivayet ettikleri ile etmediklerinin arasını ayırt etmezler. Horasan’a giderler, orada daha önce hadislerini yazdıkları bir şeyhten rivayet edilen bir hadis öğrenirler, hemen aşinrlar ve rivayet ederler. Zamanla bu, hadisleri arasında belli olur. Zamanımızda da garâib peşinde koşan pek çok ilim ehlinin aynı işi yaptıklarını gördük.” 644
El-Hâkim bundan sonra üç tabaka daha sayar. Bunlar da sırasıyla şunlardır.
Yetiştikleri şeyhten musannef kitapları rivayet eden ancak semâlarına esas olan nüshayı ihtiyarlayıncaya kadar yazmaya üşenenler; kendilerinden hadis talebinde bulunanlar olunca da rivayetlerinde doğru oldukları vehmine kapılarak satın aldıkları semai olmayan bir nüshadan hadis rivayet edenler;
Hadisden anlamayan, muhaddisin bilmesi lazım gelen on hususun birine bile dönüp bakmayan, hadislerini ezberleyen, ilim talibinin arayıp, bulup, elde ettiği, sonra da kendilerine okuduğu, aslında rivayet hakkına sahip olmadıkları hadisleri telkin sonucu bilmeden kendi hadisleri kabul ve bunu ikrar edenler;
Nihayet hadis için yolculuk yapıp gittiği yerlerde en meşhur şeyhlerden hadis yazan, yazdıklarını iyi bilen, ancak yangın, sel basması, çalınmak gibi sebeplerden dolayı kitabı telep olup hadis rivayeti talebini karşılamak için başkalarının kitaplarından veya tahminen ezberden rivayet edip sikalıktan düşenler… 645
Görüldüğü gibi mecruh ravilerin çoğunun başta yalan söylemek olmak üzere rivayet şartlarına uymamak yüzünden cerhedilenler teşkil etmektedir. Hadis usulü ve rical kitaplarında buna benzer sebeplerden cerhedilenlere de rastlanır. Ne olursa olsun bir ravi mecruh ise rivayetine ihtiyat gözüyle bakılır; Hadisleri cerhine sebep teşkil eden hale göre dikkate alınır.


hadis terimleri nelerdir

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();