Dünyaya gönül verme (zahid ol) ki Allah seni sevsin İnsanların elindekine göz dikme ki insanlar seni sevsin hadisi n
Kayıtsız Üye
"Dünyaya gönül verme (zahid ol) ki Allah seni sevsin. İnsanların elindekine göz dikme ki, insanlar seni sevsin" hadisi ne demetir? İnsanların elindekilere göz dikmekten maksat nedir?
Yanıt: "Dünyaya gönül verme (zahid ol) ki Allah seni sevsin. İnsanların elindekine göz dikme ki, insanlar seni sevsin" h
imam
Bir adam, Peygamber Efendimiz’den, yaptığı takdirde Allah’ın ve insanların sevgisine mazhar olacağı bir amel tavsiye etmesini istemişti. Allah Resûlü de ona şöyle buyurmuştur: "Dünyaya rağbet gösterme ki, Allah seni sevsin; insanların ellerinde bulunana (nimet ve imkânlar) rağbet etme ki, onlar (da) seni sevsin." (İbn Mâce, Zühd 1)
Öncelikle şunu ifade etmemiz gerekir: Peygamberimiz (a.s.m), dünyevi şeyleri istememesi onların kötü olduğu anlamına gelmez. Çünkü ümmetinin sıkıntı çekmemesi yönünde de duaları vardır. Hem bir Müslümanın dünyayı terk etmesi, çalışmayı bırakması şeklinde değil kalbine koymayı terk etmesi şeklindedir. Yani çok çalışıp kazanacağız. Yüksek makamlara geleceğiz. Ama bunları kalbimize koymayacağız. Kalbimiz Allah ile beraber, ahiret aşkıyla dopdolu olacaktır. Yoksa -Allah muhafaza- dünyayı kalbimize koyup her şeyimizi mal – mülk bilsek, o zaman kazandığımız şeyler bizi Allah’tan uzaklaştırır.
"Bunlardan önce Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya istek duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler. Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.” (Haşr, 59/9) ayetine göre, bir mü’minin diğer bir insanın malına, makamına, kabiliyet ve meziyetlerine göz dikmesi yasaklanmıştır.
Bir mü’min, başkalarına bahşedilen ama kendisine verilmeyen lütuflara göz dikerek yakınmalarla kendini mahvedeceğine, içini kemiren kin, kıskançlık, çekememezlik ve intikam gibi yıkıcı duygulara kapılacağına, komplekslere gireceğine ve bunların neticesi olarak yüce Allah’ın adaletinden ve her şeyi kulları arasında isabetli biçimde dağıttığından kuşkulanacağına haline kanaat etmeli ve şükür hisleriyle dolmalıdır. Çünkü kanaatsizlik ve başkalarının elindekine göz dikme saikiyle dünyalık temennilerde bulunma haset, kin ve düşmanlık hasıl eder; Allah’ın takdir ve taksimine razı olmama manâsına gelir. Kendi hakkında takdir edilmeyen bir şeyi temenni etmek, kaderdeki hikmete karşı gelmektir ve kısır bir ızdırap kaynağıdır. Başkasının çalışıp didinmesine bir mükâfat olarak takdir edileni kuru kuru temenni etmek de bir münasebetsizlik, avarelik ve zamanı boşa harcamaktır. Bundan dolayı Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur: "Bir de Allah’ın kiminize kiminizden daha fazla verdiği şeyleri temenni etmeyin. Erkeklere çalışmalarından nasipleri olduğu gibi kadınlara da çalışmalarından nasipleri vardır. Çalışın da, daha hayırlı şeyleri Allah’ın fazlından isteyin. Allah, her şeyi hakkıyla bilir.” (Nisa, 4/32)
Zühd, dünyaya ve dünyalık şeylere karşı hırs ve rağbeti terk etmek mânâsına gelir. Zühd olarak isimlendirilen hâl, bir şeye olan arzu ve isteği ondan daha iyisine çevirmekten ibarettir. Zühdde, daha iyiye yönelme söz konusudur.
Allah’tan başka hiçbir şeye değer vermeyen insan, kâmil mânâda zühd sahibi kabul edilir. Bununla birlikte kişinin kendisine ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere yetecek kadar kazanması ve elinde mal bulundurması zühde aykırı değildir. Ancak fazlasını ihtiyaç sahiplerine vermek zühdün bir gereğidir.
Zühd hayatının temelini Kur’ân-ı Kerîm’de aramak gerekir. Yüce Allah dünyaya bakışın nasıl olması gerektiğini birçok âyette açıklamaktadır: "Onlardan bazı zümrelere, sırf kendilerini denemek için verdiğimiz dünya hayatının süslerine gözünü dikme. Rabb’inin sana verdiği nimet, hem daha hayırlı ve değerli, hem de daha devamlıdır." (Tâhâ, 20/131) "Kim âhiret mahsülü isterse, onun ürünlerini fazla fazla artırırız. Kim de sırf dünya menfaati isterse ona da ondan veririz, ama âhirette onun hiç nasibi olmaz." (Şûrâ,, 42/20)
Kur’ân’da, dünya nimetlerinin bir imtihan vesilesi olduğu, dünyanın faydasının pek az, Allah’ın vereceği karşılığın (sevabın) ise daha hayırlı olduğu anlatılarak hakikatte insanın yaşadığı hayatı nasıl okuması gerektiğine işaret edilmektedir. (bkz. Mü’minûn, 23/56; Nisa, 4/77; Kasas, 28/80)
Allah Resûlü (a.s.m.) insanların en zâhid olanıydı. Kendisine pek çok fetihler nasip olduğu ve önemli miktarda dünya malı elinden geçtiği hâlde, O, ailesinin nafakasını temin için ‘zırhı bir Yahudi’de rehin’ olarak hayata gözlerini yummuştu. (Buharî, Buyû’ 15)
Hz. Âişe Validemiz, Peygamberimiz’le aile efradının Medine’ye gelişlerinden Allah Resûlü’nün vefatına kadar, üç gece üst üste buğday ekmeğinden doyasıya yemediklerini anlatır. (Buharî, Rikâk 17) Peygamberimiz’in evinde bazen bir ay müddetle ateş yanmaz ve bu müddet içinde nafakaları sadece kuru hurma ile sudan ibaret olurdu. (Müslim, Zühd 26)
Efendimiz’in dünya malına karşı zâhidane bir hayat sürdüğü ve mal zenginliğine değil gönül zenginliğine talip olduğu açıktır. (Buharî, Rikâk 15) Nitekim Allah, Mekke vadisini altın yapıp emrine vermeyi teklif ettiği hâlde O (s.a.s.) bunu talep etmeyip Rabbi’nden şunu istemiştir: "Allah’ım, acıktığım gün Sana tazarru ve niyazda bulunur; doyduğum gün de Sana hamd ü sena ederim." (Tirmizi, Zühd 35)
Kur’ân-ı Kerîm de: "Kendilerine verdiğimiz servet ve evlâtlarla iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller!" (Mü’minûn sûresi, 23/55) mealindeki âyetle bu hususa işaret etmiştir.
Ancak bu âyet ve hadîsler, başkasına el-avuç açmayı gerektiren yoksulluğa bir teşvik olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Zira İslâm, zilleti gerektiren fakirliği hoş karşılamamıştır. Allah Resûlü (a.s.m.) de fakirlik fitnesinin şerrinden, her şeyi unutturan fakirliğe sürüklenmekten Allah’a (c.c.) sığınırken (İbn Hanbel, Müsned, 6/57); fakirliğin neredeyse küfürle eşdeğer olacağına işaret etmiştir. (Beyhakî, Şuabu’l-İmân, 5/267)
Özetle zühd, Allah sevgisinin, kalb ve gönül huzurunun, hayrı elde etmenin, hikmetin ve mutluluğun, dünyayı hakir görüp âhirete yönelmenin, insanlara karşı şefkat ve merhamet sahibi olmanın, dolayısıyla insanları sevmenin kaynağıdır.
Prof. Dr. Osman Güner, Resûlüllah’ın (a.s.m.) İbâdet ve Kulluk Hayatı, Yeni Ümit, Sayı: 83 Ocak-Şubat-Mart 2009
Cevap: "Dünyaya gönül verme (zahid ol) ki Allah seni sevsin. İnsanların elindekine göz dikme ki, insanlar seni sevsin" h
Muhammed
"Dünyaya rağbet gösterme ki, Allah seni sevsin; insanların ellerinde bulunana (nimet ve imkânlar) rağbet etme ki, onlar (da) seni sevsin." (İbn Mâce, Zühd 1)