Allahın sıfatları ile ilgili bu hadisleri açıklarmısınız?
Kayıtsız Üye
Merhaba bu hadisleri açıklarmısınız
Fasil : ALLAH`IN SIFATLARI BÖLÜMÜ
Konu : Allah`ın Sıfatları
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "Sizden biri kardeşiyle dövüşünce yüze vurmaktan sakınsın." (Müslim`in rivayetinde şu ziyade var: "…Zira Allah Adem`i kendi suretinde yaratmıştır.")
HadisNo : 3483
Fasil : ALLAH`IN SIFATLARI BÖLÜMÜ
Konu : Allah`ın Sıfatları
Ravi : Enes
Hadis : Resulullah (sav) şu duayı çok yapardı: "Ey kalbleri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!" Ben (bir gün kendisine): "Ey Allah`ın resulü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim. Bana şöyle cevap verdi: "Evet! Kalpler, Rahman`ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir."
HadisNo : 3484
Fasil : ALLAH`IN SIFATLARI BÖLÜMÜ
Konu : Allah`ın Sıfatları
Ravi : Ebu Hüreyre
Hadis : Resulullah (sav)`ı şu ayetleri okurken işittim. (Mealen): "Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür" (Nisa 58). Bu sırada Resulullah (sav)`ın baş parmağını kulağına, onu takib eden (şehadet) parmağına da gözünün üzerine koyduğunu gördüm.
HadisNo : 3485
Hadis: Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.
Müslim – İman 302, Buhari 97/24,10/29, Hanbel 3/1
Hadis: Allah benimle görüştü ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu. Öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim.
Hanbel 5/243
Cevap: Bu hadisleri açıklarmısınız
Hoca
Hadis: "Allah benimle görüştü ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu. öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim.” Hanbel 5/243 Bu hadisi açıklar mısınız?
Soru
Hadis: "Allah benimle görüştü ve el sıkıştı. Elini iki omuzum arasına koydu. öyle ki parmaklarının soğukluğunu iki göğsüm arasında hissettim.” Hanbel 5/243 Bu hadisi açıklar mısınız?
Cevap
Değerli Kardeşimiz;
Sorunuzun konusu olan hadisin metnin tercümesi şöyledir:
Muaz b. Cebel (ra) anlatıyor: Bir sabah Rasûlüllah (sav) sabah namazını kıldırmak için gelmedi (gecikti), neredeyse hepimiz güneşin doğmasına bakıyorduk (yani güneşin doğması çok yaklaşmıştı). Derken Rasûlüllah (sav) hızlıca çıkageldi ve namaza tesvib yaptı (yani namaz namaz, dedi). Namazı kıldırdı ve selam verince ‘saflarınızda olduğunuz gibi durun’ buyurdu, sonra bize karşı döndü ve şöyle dedi: ‘sabahleyin beni namazdan alıkoyan şeyi size anlatacağım: Gece kalktım ve gücümün yettiği kadar namaz kıldım ve namazda uyuklamışım, uyanınca bir baktım ki en güzel şekil içerisinde Rabbim Azze ve Celle ile birlikteyim, Rabbim şöyle buyurdu:
-"Ey Muhammed! Biliyor musun, mele-i a’l’â neyin tartışmasını yapıyorlar?”.
Ben de:
-"Bilmiyorum, Ey Rabbim” dedim.
Rabbim:
-"Ey Muhammed! Biliyor musun, mele-i a’l’â neyin tartışmasını yapıyorlar?” buyurdu.
Ben de:
-"Bilmiyorum, Ey Rabbim” dedim.
Bunun üzerine gördüm ki, el (keff)ini omuzlarım arasına koydu, parmaklarının serinliğini göğsümde hissettim. (Semadaki) her şey bana tecelli etti ve onların hepsini bildim.
Bunun üzerine Rabbim yine:
-"Ey Muhammed! Biliyor musun, mele-i a’l’â neyin tartışmasını yapıyorlar?” buyurdu.
-"Keffâretler hakkında” dedim.
-"Keffaretler nedir?” buyurdu.
Ben de:
"Cemaatle namaz kılmak için cemaate (camiye) gitmek ve namazdan sonra yine namaz kılmak için mescidde oturmak ve zor anlarda dahi abdest uzuvlarını tam olarak yıkamak.” dedim.
Rabbim:
-"Derecât nedir?” buyurdu.
Ben de:
-"Yemek yedirmek, yumuşak söz söylemek ve insanlara gece uyurken (teheccüd) namazı kılmak.” dedim.
Bunun üzerine:
-"İste” buyurdu.
Ben de:
-"Allah’ım! Senden iyilikleri (hayratı) işlemeyi, kötülükleri (münkeratı) terk etmeyi, miskinleri sevmeyi, beni bağışlamanı ve bana merhamet etmeni, bir kavimde bir fitne murad ettiğinde, ben fitneye düşmeden beni vefat ettirmeni istiyorum ve Senden Senin sevgini, Seni seveni sevmeyi ve Senin sevgine beni ulaştıracak amelin sevgisini istiyorum” dedim.
Bundan sonra Rasûlüllah (sav) şöyle buyurdu: "Bu haktır. Onları öğrenin ve öğretin.”. (Ahmed b. Hanbel, 5/343).
Bu hadiste mânâsı sorulan; hadisin, Hz. Peygamberin, "Allah’ın el (keff)ini omuzlarımn arasına koyduğunu gördüm ve öyle ki parmaklarının serinliğini göğsümde hissettim.” kısmının mânâsı ve buradaki "Allah’ın eli” ve "elin soğukluğu”nun hissedilmesi meselesidir. Bu ifadelerin yorumu yapılırken burada Allah’a "el” isnat edilmesi iki anlamda tevil edilmektedir:
a- Allah’ın kudreti ve Allah’ın takdiri;
b- Allah’ın nimeti, ikramı ve rahmeti.
"Allah’ın parmaklarının soğukluğu”ndan maksat da "Allah’ın ihsanın, ikram ve rahmetinin eserleri, tecellileri” olduğu şeklinde izah edilmektedir.
Hadisteki "omuz” ifadesinden de Hz. Peygamberin "kalb”i kastedilmektedir.
Buna göre hadisteki bu ifadelerin mânâsını: "Allah, bana rahmet ve inamiyle, lütfuyle ve keremiyle semavatta tecelli eden kudretinin ve takdirinin eserlerini, bütün mülkünü bana gösterdi, kalbim nurlardı, tabiri caiz ise gözüm ve gönlüm iyice açıldı, kainattaki mahlukat ile gözüm arasıdaki perdeler aralandı, ben de onların hepsini gördüm, bilmediklerimi öğrendim. Böylece Rabbimin kudretinin ve mülkünün büyüklüğünü ve bana olan nimetlerini, ihsanlarını, lütuflarını ve ikramlarını kalbinde hissettim”, şeklinde anlamak mümkümdür. (Bu konuda geniş bilgi için bakınız. İbnu Fûrek, Müşkilü’l-Hadis, 1985, s.77-85).
Yrd. Doç. Adem Dölek
Cevap: Bu hadisleri açıklarmısınız
Hoca
Hadis: "Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.” Müslim İman 302, Buhari 97/24,10/29, Hanbel 3/1 Bu hadisi nasıl anlamak gerekir?
Soru
Hadis: "Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.” Müslim İman 302, Buhari 97/24,10/29, Hanbel 3/1 Bu hadis sahtemidir ? İzahı nedir? Bu şekilde Allahın baldırı var demek insanı küfre götürmezmi?
Cevap
Değerli Kardeşimiz;
Hadis: "Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir.” Müslim İman 302, Buhari 97/24,10/29, Hanbel 3/1 Bu hadisi nasıl anlamak gerekir.
Bazı ayet ve hadislerde Allahın eli, Allahın İpi, Allahın Baldırı gibi ifadeler kullanılmaktadır. Bu tür ayetler mütaşabih ayetlerdir. Peygamber efendimizde bazı hadislerinde mütaşabih kelimeler kullanmıştır. Taki insanlar bu meseleri daha iyi anlasın. Nitekim başka bir hadisi şerifte Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır.
"Ebu Said (ra) anlatıyor. Resulullah (aleyhisselatu vesselam)’ı dinledim, [Baldırların açılacağı, kendilerinin sevdeye davet edileceği gün…(Kalem 42) mealindeki ayetle ilgili olarak] Şöyle diyordu: "Rabbimiz baldırını açar, her mümin erkek ve her mümin kadın O’na secde eder. Dünyada iken kendisine riya ve gösteriş olarak secde edenler geri kalırlar. Onlarda secde etmeye kalkarlar, ancak sırtları bükülmeyen yekpare bir tabakaya dönüşür (ve secde edemezler.)" [Buhari, Tefisr, Nun vel Kalem 2, Tefsir, Nisa 8, Tevhid 24; Müslim, İman 302. (183.]
Kalem suresinin 42. ayetinde "Keşfus – sak" tabiri geçmektedir. Lügat olarak baldırın açılması manasına gelir. Görüldüğü üzere ayeti kerimeden asıl maksat lügat maksadı değildir, belki bir mesaj söz konusudur. Hadis yukarıdaki rivayette baldır kelimesini "sakehu" şeklinde zamir olarak kaydeder. İbnu Hacer bir başka tarikde zamirsiz olarak "sake" şeklinde geldiğini ve bu şeklin -ayeti kerimeye uygunluk arzetmesi sebebiyle- daha doğru oldğunu söyler. Aksi takdirde yukarı ki tercümede aslına muvafık olarak kaydettiğimiz üzere Cenab-ı Hakka baldır izafe ederek, insana teşbih etmek gibi te’vili tekellüflü bir durum ortaya çıkacağını belirtir.
Öyle ise, "baldırı açmaktan" murad nedir? Alimler bunu, "bütün hakikatkerin çırıl çıplak ortaya çıkması (sebebiyle) hesap ve cezanın bütün şiddet ve dehşetiyle hüküm sürmesi" şeklinde anlamışlardır. Nitekim hadiste, Resulullah (aleyhisselatu vesselam) Cenab-ı Hakkın bütün gerçekleri ortaya koyarak hesap verme hadisesinin dehşetini yaşattığı hengamda, dünyada iken kulluğunu samimiyetle yapanlarla, riyakar hareket edenleri tefrik edip mü’minleri dehşetten kurtaracağını, riyakarları da sırtları eğilmez bir hale sokarak cürümlerini yüzlerine vurmak suretiyle, dehşetlerine dehşet katacağını belirtmektedir. Meseleyi tasvir eden ayeti karimenin tam meali şöyledir:
"(Hatırla ki o gün) baldır(lar)ın açılacağı, kendilerinin secdeye davet edileceği bir gündür. Fakat buna güç yetiremeyeceklerdir. evet secdeye davet edilecekler gözleri düşük, kendilerini bir zillet sarmış olarak. Halbuki onlar bu secdeye dünyada herşeyden salim ve sapasağlam iken davet ediliyorlardı. (Kalem 42-43)
Kynak: Kütüb-i Sitte, Prof. Dr. İbrahim Canan.
Cevap: Bu hadisleri açıklarmısınız
Hoca
Allah, insanı Rahman suretinde yarattı. hadis-i şerifi nasıl anlaşılmalıdır?
Cevap 1:
Buharî ve Müslim’de "Allah Âdem’i kendi suretinde yarattı.” (Buhari, İstizan, 1; Müslim, Bir, 115) mealinde bir hadis-i şerif vardır. Alimlerin bir kısmına göre, "Suretihi” deki zamir Allah’a racidir. Hadisin tercümesi bu doğrultuda yapılmıştır. Bir kısım alimlere göre ise, oradaki zamir Âdem’e racidir. Bu takdirde hadisin manası "Allah Âdem’i, Âdem’in kendi suretinde yarattı.” şeklinde olur. (bk. İbn Hacer 5/182-83)
İmam Nevevî’nin bildirdiğine göre, alimlerin bir kısmı, bu rivayetleri müteşabih kabul etmiş, manasını tevil etmeden Allah’a havale etmesini daha uygun görmüştür. Hadiste yer alan "Suretihi” deki zamirin Allah’a ait olduğunu kabul eden bazı alimler, "Suretihi” yani "kendi sureti/onun sureti” tamlaması, bir teşrif ve tahsis içindir, demişler. Yani, Allah’ın sahip olduğu insan sureti anlamına gelir. "Naketullah” yani "Allah’ın devesi”, "Beytullah” yani "Allah’ın evi” tamlamaları da böyledir. (bk. Nevevî, ilgili hadisin şerhi)
"Allah’ın suretinde” ifadesini, insanların Allah’ın bazı sıfatlarını yansıtacak şekilde var edildiğini anlamak da mümkündür. Nitekim, -insan olarak- biz de görüyoruz, Allah da görüyor; biz de işitiyoruz, Allah da işitiyor… Fakat bu iki görme ve işitme asla aynı değildir. Nitekim Kur’an’da -mealen-: "Allah’ın benzeri, hiçbir şey yoktur; O, her şeyi hakkıyla işitir, hakkıyla görür.”(Şura, 42/11) buyurulmuş ve insanların bazı vasıflarının Allah’ın bazı sıfatlarına muvafık olmasının, gerçek bir benzeşme olmadığına işaret edilmiştir.
"Allah, insanı Rahman suretinde yarattı.” ( Buharî, İsti’zân, 1; Müslim, Birr, 115, Cennet, 28) mealindeki hadis-i şerif penceresinden konuya baktığımızda anlaşılması daha kolay olabilir.
Cevap 2:
Maddeden münezzeh olan Allah, suretten de münezzehtir. Nitekim, Hadis-i Şerifte, "Allah insanı kendi suretinde yarattı.” denilmemiştir. Burada esas olan Allah’ın rahmetine dikkatleri çekmek ve İlâhî rahmetin en fazla insanda tecelli ettiğini ders vermektir. İnsan denince hemen bedeni hatırlamak da bizi yanıltıcı sonuçlara götürebilir. İnsanda esas olan ruhtur. Beden o ruhun yardımcısı, elbisesi, hanesi gibidir. Öyle ise bu hadis-i şerifi okurken ruhumuza nazar edecek, akıldan hayale, hafızadan his dünyasına kadar uzanan çok geniş rahmet tecellilerini okuyacak ve bizi bu şekilde yaratan Rahman’ımıza şükredeceğiz.
Yokluk karanlığından kurtulan her varlık büyük bir rahmete kavuşmuş demektir. Bu mânâsıyla rahmet, canlı-cansız bütün mahlûkatta tecelli ediyor. Semanın yıldızlarından denizin balıklarına, ışınlardan meleklere, yarı canlı bir bitkiden insanoğluna kadar her varlıkta rahmet hâkim; hepsi az veya çok, cüzî veya küllî bir rahmete mazhar olmuşlardır.
Resulullah Efendimiz (asm.), insanın eriştiği bu en ileri rahmet tecellisini bir hâdis-i şeriflerinde şöyle ifade buyurur: "Şüphe yok ki, Allah, insanı rahman suretinde yarattı.” Bu hâdis-i şerifin yanlış değerlendirilmemesi için bazı noktaların göz önüne alınması gerekmektedir. Hâdis-i şerifte, Allah ve Rahman isimleri ve bir de yaratma fiili geçiyor.
Cenâbı Hak, cisimden ve suretten münezzeh. Ama gel gör ki, insan bu hadisi okurken nefis ve şeytan onun hayalini ifsat eder ve sanki hâdis-i şerif, "Allah, insanı kendi suretine benzer bir şekilde yarattı.” şeklindeymiş gibi yanlış bir anlayışa götürür. Hadiste geçen Rahman ismine bilhassa dikkat etmek ve bu kelâmı, "Allah’ın rahmetinin bütün varlık âlemi içinde, en fazla insanda tecelli ettiği” şeklinde anlamak gerekir.
Suret, madde ve maddî varlıklar içindir. İnsanın maddî olan bedeni ruhun hizmetçisidir. O halde insan denilince öncelikle ruh anlaşılmalıdır. İnsan ruhu, Cenabı Hakk’ın maddeden ve suretten münezzeh olduğunun en güzel bir göstergesidir. Hâl böyle iken, insan nasıl olur da bu hâdis-i şerifte geçen "suret” kelimesine gerçek dışı bir yorum getirebilir?
Hadiste geçen çok önemli bir kelime de "yarattı” ifadesi. İnsanın bedeni mahlûk olduğu gibi, ruhu da ve o ruhun bütün sıfatları da mahlûktur. Cenabı Hakk’ın sıfatlarına iman etme hususunda bize büyük bir rehber olmak üzere ruhumuzda ilim, irade, kudret gibi sıfatlar yaratılmıştır. Mahlûk olan bu sıfatlar ilâhî sıfatlara elbette hiçbir cihetle benzemezler. Sadece onlardan haber verirler.
Bu sıfatların hiçbiri için suret düşünülemeyeceği gibi, bunların tümü için de yine bir suret, bir şekil hayal etmek mümkün değildir. Bu hâdis-i şerif değerlendirilirken, kâtip yazıya, usta esere benzemediği halde, Hâlık’ın mahlûkuna hiç mi hiç benzemeyeceği nazara alınmalıdır. Ancak böylece batıl hayallerden ve aldatıcı vehimlerden kurtulmak mümkün olur.
Risale-i Nur Külliyatı’ndan On Dördüncü Lem’anın İkinci Makamında, bu noktada çok önemli ipuçları ve çok değerli irşat levhaları mevcut. Lem’alar‘da , "Bir kısım ehl-i aşk, insanın simâ-yı mânevisine bir suret-i rahman nazarıyla bakmışlar.” denilerek, nazarlar insanın ruh, kalp, akıl, hissiyat âlemine çevrilir ve mesele değerlendirilirken bedenin maddî suretinden uzak kalınmasına işaret edilir. Şualar’da, kâinat ağacının meyvesi olan canlılar âleminde, "Sıfat-ı seb’aca mânevî bir simâ-i rahmanî ve temerküz-ü esmaî” tezahür ettiği kaydedilir.
Bu ifadeden sadece insanın değil, diğer canlıların da, Allah’ın sıfatlarını göstermeleri ve ilâhî isimlere âyine olmaları cihetiyle bir simâ-i rahmanî taşıdıkları anlaşılıyor. Ancak, bu mânânın en ileri derecesi insanda görülüyor. Demek ki, insana ibretle bakıldığında Allah’ın bütün sıfatları ve isimleri onda okunabilir. Bütün bu tecellilerin insana, sadece ve sadece ilâhî bir rahmet olarak verildiğini düşündüğümüzde, onda rahmaniyet hakikatini seyreder gibi oluruz. Her varlıkta ilâhî isim ve sıfatlar seyredilebilir ama bu noktada en açık, en berrak delâlet insanda görülür. İlâhî sıfatlara ve isimlere delil olma, onları gösterme, onlara âyna olma hususunda insandan daha ileri bir varlık yaratılmış değil.
Siyah denilince beyazı hatırlamamız gibi, suret kelimesi de bize sireti ve hakikati hatırlatır. Her suret, bir hakikatten haber verir. Bir kelimedeki harflerin şekilleri surettir. Bu suretler bir mânâya delâlet ederler. Meselâ ilim bir mânâdır, bir üstünlük ve fazilettir. İlim kelimesi ise bize bu mânâyı hatırlatan bir suretten ibaret. Yoksa bu kelimenin harflerinde ilim aramak, elbette doğru değildir.
İnsanın mânevî siması da bize rahman mânâsını ders veren bir suret ve bir kelime gibi. Kalbimiz, aklımız, hafızamız, hayalimiz ve top yekûn his dünyamız, hep rahmetten haber verir ve Rahman’ı hatırlatırlar.
Bu tecelli, ruhumuzun hânesi olan cismimize de aksetmiş bulunuyor. Dilimizden dişimize, saçımızdan tırnağımıza, ciğerimizden böbreğimize kadar her neyimiz varsa, hepsi rahmanın birer hediyesi. Bunların her biri bir kelime, bir suret ve hepsinde o rahman’ın lütuf ve keremi okunur.
Sonuç : Suret-i rahman; Allah’ın rahmetinin en parlak aynası ve en güzel tecellisi diye özetlenebilir.
Hoca
İnsanın mahiyetindeki isimlerin esmaya delalet ettiği konusunda hadis var mı?
Soru
İnsanın mahiyetinde bulunan hislerin, Allah’ın sıfatlarına işaret olması konusunda Peygamber Efendimizin (a.s.m) Hadisleri var mıdır, varsa açıklayıcı birkaç örnek verebilir misiniz?
Cevap
Değerli Kardeşimiz;
Resulullah (sav) buyurdular ki:
"Sizden biri kardeşiyle dövüşünce, yüze vurmaktan sakınsın." (Müslim’in rivayetinde şu ziyade var: "…Zira Allah Adem’i kendi suretinde yaratmıştır.") (1)
Resulullah (sav)’ı şu ayetleri okurken işittim. (Mealen):
"Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah işitir ve görür" (Nisa, 4/58). Bu sırada Resulullah (sav)’ın baş parmağını kulağına, onu takib eden (şehadet) parmağına da gözünün üzerine koyduğunu gördüm.(2)
Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu duayı çok yapardı:
"Ey kalbleri çeviren Allah’ım! Kalbimi dinin üzerine sâbit kıl!" Ben (bir gün kendisine): "Ey Allah’ın Resulü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?" dedim. Bana şöyle cevap verdi: "Evet! Kalpler, Rahmân’ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi çevirir." (3)
"Allah Âdem’i, Rahman suretinde yaratmıştır."(4)
"Göklerde ve yerde tecellî eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti her şeye galiptir; Onun hikmeti her şeyi kuşatır." (Rum Sûresi, 30:27)
Yukardaki hadis ve ayetlerden anlaşılan, Allah’ın isim ve sıfatları kainatta tecelli etmişlerdir. Kainat içinde de, özellikle insanın mahiyetinde tecelli etmişlerdir. Bu yüzden insan, mahiyet olarak Allah’ın bütün isim ve sıfatlarına mazhar ve makes olmuş cami bir ayinedir.
İnsan, Allah’ın mutlak ve kayıtsız sıfatlarını ancak kendi mahiyetindeki kayıtlı ve cüzi his ve latifeler aracılığı ile rasat edebilir. Yoksa bu his ve latifeler olmadan, anlaması imkansızdır. Ama ihata ile Allah’ın isim ve sıfatlarını kuşatması imkansızdır. Sadece uzaktan uzağa bir idrak ve rasattan ibarettir insan mahiyetindeki his ve duyguları.
Üstad’ın şu ifadeleri bu meseleyi gayet güzel izah ve ispat ediyor;
"On Birinci Söz’de beyan edildiği gibi, insan öyle bir nüsha-i câmiadır ki, Cenâb-ı Hak, bütün esmâsını, insanın nefsiyle insana ihsas ediyor." (…)
"İkinci vecih aynadarlık ise: İnsana verilen nümuneler nev’inden cüz’î ilim, kudret, basar, sem’, mâlikiyet, hâkimiyet gibi cüz’iyatla, Kâinat Mâlikinin ilmine ve kudretine, basarına, sem’ine, hâkimiyet-i rububiyetine aynadarlık eder, onları anlar, bildirir. Meselâ, "Ben nasıl bu evi yaptım ve yapmasını biliyorum ve görüyorum ve onun mâlikiyim ve idare ediyorum. Öyle de, şu koca kâinat sarayının bir ustası var. O usta onu bilir, görür, yapar, idare eder," ve hâkezâ…"
"Üçüncü vecih aynadarlık ise: İnsan, üstünde nakışları görünen esmâ-i İlâhiyeye aynadarlık eder. Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfının başında bir nebze izah edilen insanın mahiyet-i câmiasında nakışları zâhir olan yetmişten ziyade esmâ vardır. Meselâ, yaratılışından Sâni, Hâlık ismini ve hüsn-ü takviminden Rahmân ve Rahîm isimlerini ve hüsn-ü terbiyesinden Kerîm, Lâtif isimlerini, ve hâkezâ, bütün âzâ ve âlâtıyla, cihazat ve cevahiriyle, letâif ve mâneviyâtıyla, havas ve hissiyatıyla ayrı ayrı esmânın ayrı ayrı nakışlarını gösteriyor. Demek nasıl esmâda bir İsm-i Âzam var; öyle de, o esmânın nukuşunda dahi bir nakş-ı âzam var ki, o da insandır."(5)
Kaynaklar:
(1) Buhari, Itk 20; Müslim, Birr, 112, (2612)
(2) Ebu Davud, Sünnet 19, (4728)
(3) Tirmizî, Kader: 7, (2141); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/289.
(4) İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 10/288-289.
(5) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, Otuz Birinci Pencere.
Selam ve dua ile…
Sorularla Risale Editör
Allah un zati sıfatları ile ilgili Hadisler , hadisi serifte Allahin sifatlari