Üçbin (3000) Seçme Fetva – Mehmet Emre kitabı

Üçbin (3000) Seçme Fetva – Mehmet Emre kitabı

Kayıtsız Üye
Üçbin Seçme Fetva – Mehmet Emre


Cevap: Üçbin (3000) Seçme Fetva – Mehmet Emre kitabı

Muhammed
[SIZE=3][FONT=comic sans ms]Bunlaarı bulabildim inşAllah faydası olur.

1- Soru: İnsanlar, yaptıkları işleri ALLAH yazgısı ile mi yaparlar, yoksa irade-i cüz’iyeleri ile mi işlerler?
Cevap: Cenab-ı Hak, kulunun yapacağı işi ve onu ne şekilde işleyeceğini biliyor. Bunun için, o işi, kulun yapacağından dolayı takdir buyurmuştur. Kulun, iradesine dayalı işlerde, önce kendi cüz"i iradesi, sonra ALLAH’ın iradesi sadır olur.
2- Soru: ALLAH’a, Peygamber’e, (neuzü billah) Sin ve Kaf ile küfreden kişiye selam verilir mi?
Cevap: Selam, Müslümana verilir. Bu alçaklığı yapan kimse Müslüman değildir ki selam verilmeye layık olsun.
3- Soru: Kalbe gelen vesveseleri uzaklaştırmak için ALLAH’a sığınmak ve Ayete’l-Kürsi’yi okumak fayda verir mi?
Cevap: Evet, fayda verir. Şeytanı kahredecek en güzel tedbirlerden biridir.
4- Soru: ALLAH’ın ve Peygamber Efendimiz’in ism-i şerifleri yatak odasında bulunsa bir mahzur var mıdır?
Cevap: Bu mübarek isimlerin bulunduğu odada yatmanızda bir mahzur yoktur. Elbise değiştireceğiniz zaman tesettüre dikkat göstermeniz ve bu mübarek isimlere karşı açık bulunmamanız İslami terbiye icabıdır.
5- Soru: Hz.ALLAH, takdir ettiği kaderimizi bizim dualarımızla, isteğimizle ve uğraşmamızla değiştirir mi, yoksa ne kadar uğraşsak takdir-i İlahi değişmez mi?
Cevap: Cenab-ı Hakk’ın takdiratı iki kısma ayrılmaktadır. "Kaza-i mübrem", "Kaza-i muallak". Kaza-i mübrem, "Levh-i mahfuz"da tespit edilmiş bulunduğundan, burada tebdil olmaz. "Bizim katımızdaki bir hüküm değiştirilmez"(1) mealindeki ayeti kerime bunun delilidir. Kaza-i muallak, "Levh-i mahv-ü isbat"da tespit edilmiş olduğu için bunda değişme olabileceği İslam uleması tarafından açıklanmıştır. "ALLAH dilediğini mahv, dilediği şey’i de isbat eder"(2) mealindeki ayet ile, "ALLAH onların kötülüklerini iyiliklere tebdil ediverir"(3) manasındaki ayet-i kerimeler bu görüşün delili olarak gösterilmektedir. (1-Sure-i Kaaf:29, 2-Sure-i Ra’d:39, 3- Sure-i Fürkan:70)
6- Soru: Efendim, ben İslamiyetten haberdar olan iyi bir ailede büyüdüm. Bunun için ne kadar şükretsem azdır. İslami bilgilerden ve İslami şuurdan mahrum bırakılmadım. Şeriatin nasıl bir nizam olduğunu ve biz gençlerin bu uğurda nasıl çalışmamız icap ettiğini, irtibat halinde bulunduğum hoca ve talebe arkadaşlardan öğrendim. Halen devam etmekte bulunduğum lisede, İslamiyetten habersiz veya körü körüne ona düşman olan arkadaşlarıma bildiklerimi aktarmaktayım. Buraya kadar her şey güzel! Böyle bir nimet, 20. asırda herkese nasip olmuyor. Fakat son zamanlarda -şeytan ve nefis müstesna- hiçbir baskı olmadığı halde, ALLAH’ın varlığı hususunda şüpheye düşmeye başladım. Önceleri küçük (zayıf) olan bu şüphe, gitgide beni rahatsız etmeye başladı. Mesela: Namaz içinde: ‘Biz namaz kılıyoruz, ama ya ALLAH yoksa bu hareketimiz boşuna değil mi?’ veya oruç tutar iken ‘Ya ALLAH yoksa’ şeklinde adi bir düşünce bütün benliğimi sarıyor. O derece ki, bundan kurtulmak ve sıyrılmak mümkün olmuyor. O derece ki, bundan kurtulmak ve sıyrılmak mümkün olmuyor. Mahkulat hakkında tefekkür etmeyi denedim ve fakat muvaffak olup bu şüpheyi tamamen giderebilsem -İnşaALLAH- İslamiyetin en iyi yaşayıcısı ve savunucularından bir mücahit olacağım. Buna, kendi kendime, yüzlerce defa söz verdim. Ne olur bana yardım edin.
Cevap: Birçok dünya ilimlerinin doğuşunda şüphe ilk noktadır. Bu duygu, kuvvetlenerek zan haline gelmiş, hududu tesbit edilmiş ve tarifi yapılmış ise "müsbet" olma vasfını kazanmıştır. Felsefe gibi bu vasfı kazanamayanlar mazide ve hâlde çöküp gitmişlerdir. Fakat Halık’ımızın varlığı o kadar açıktır ki, onun varlığında izahata bile ihtiyaç yoktur. ALLAH (cc) olmasa, aslı faslı, ismi ve cismi olmayan alem ve Adem nasıl ve ne şekilde olacaktı? Çamurdaki bir iz, oraya basan ve oradan geçip giden bir canlıya delalet etmeye yeterken, bu muazzam kainat ve içindeki varlıklar, ALLAH’ın varlığına açık birer delil değil midir? Tahmin ederim ki, şüpheciliği esas alan felsefecilerin tesiri altında kalmış veya yahut derslerinize giren hocaların bir kısmının kafalarınıza doldurduğu, felsefe yoluyla gönlünüze aktardığı evham ve şüpheler sizi ve birçok bahtsız genci bu hale sürüklemektedir. Siz aldığınız dini terbiyenin tesiri ile imanınızı korumak için nefs ve şeytanın tohumlarını yeşertmesine karşı cihad vermektesiniz. Bu imkan ve iktidara malik olamayanlar, küfrün ve inkarın içine düşmekte ve çok kere kendini kurtaramadan fani hayatını bitirmekte ve yitirmektedir. Kalbinize bu şüphe gelince, "Euzü billahi mineşşeytanirracim"i okuyunuz. O devam ettikçe siz de bu mübarek kılıçla nefsin boynunu vurmaya devam ediniz. Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de; "Eğer şeytandan bir fit seni dürtecek olursa hemen ALLAH’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işitici, tam bilicidir"(4) buyurmaktadır. Umarım ki, şeytanı bu şekilde kahredip, uzaklaştırmış olursunuz. Bunu takiben, yürekten gelen bir samimiyetiyle, yedi "Kelime-i tevhid" ile yedi defa "La havle vela kuvvete illa billahil-aliyyil azim" deyiniz. Böyle bir şüphe bulunmadığı zamanlarda Salevat-ı Şerife’ye devam ediniz. Günde yüz defa Efendimiz’in (sav) ruh-i şerifi için Salevat okuyunuz. Sesiniz, ALLAH Resulü’nün (sav) manevi antenlerine intikal etmeye başlar. Bunu takiben Efendimiz’in (sav) şefaat ve yardımlarını isteyiniz. Cankurtaran simidi, nasıl denize düşeni kurtarmakta yardımcı olursa, Salevat-ı Şerife de "itikadi meselelerde" şüpheye düşeni kurtaran bir "manevi gemi"dir. Bu şüphe hali, namaz içinde geldiği zaman, kalbinizin dili ile iblise şu cevabı veriniz: "ALLAH (cc) olmasaydı, olmayan bir şey için, sen bana bu vesveseyi yapar mıydın? Senin yaptığın bu vesvese bile ALLAH’ın var (sav) olduğunun delilidir." Bir de banyo yaptığınız yere küçük abdest bozmayınız. (5) Sure-i A’raf: 200
7 – Soru: ALLAH’tan (cc) başkasına secde caiz olmadığı halde, meleklerin Adem Aleyhisselam’a secdesi nasıl caiz olmuştur?
Cevap: Meleklerin Adem Aleyhisselam’a secde etmeleri, kendi arzularından doğmuş değildir. Bu secde, Cenab-ı Hakk’ın emriyle olmuştur. ALLAH’ın (cc) emriyle ve yüce Halıkımızın Hz. Adem’in (as) vücudunda tecelli eden ilahi kudret ve kemalatı önünde secde etmişlerdir. Bu sebeple yaptıkları secde ALLAH’ın (cc) emriyle olduğu için, ALLAH’a (cc) yapılmış olmaktadır. Diğer bir ifade ile bu secde, teabbüdi değil, hürmetle bir eğilmedir.
8 – Soru: Üzerinde ALLAH’ın (cc) adı bulunan bir yüzük ile helaya girilebilir mi?
Cevap: Bu yüzük parmağında iken helaya girmek mekruhtur. Fakat bu yüzük parmağında iken kırda abdest bozmakta bir sakınca yoktur. Mühim olan bununla kirli bulunan mahalle, helaya girilmemesidir.
9 – Soru: ALLAH Teala’nın varlığına ve birliğine iman etmenin farz oluşu akli midir, yoksa şer’i midir?
Cevap: Biz Maturilere göre aklidir. İmam Ebu Hanife Hazretleri şöyle demektedir: "Şayet ALLAH, peygamber göndermemiş olsaydı, yarattığı (insan) üzerine, onun varlığını akılla bilmek vacip olurdu."
10 – Soru: Bir cemiyette bize adamın biri ‘ALLAH nerede ve bana göster’ dedi. Bu kişiye nasıl davranmak gerekirdi?
Cevap: Siz de ondan aklını ve ruhunu göstermesini isteyin. Göstersin bakalım. Var olan her şeyin görülmesi gerekmediği gibi, görülmeyen bir şeyin de yok olması gerekmez.
11 – Soru: Gazetelerde "ALLAH" lafzı geçiyor ve bu gazeteler çeşitli yerlere atılıyor. Bu ALLAH (cc)’ın ismine karşı bir saygısızlık olmuyor mu?
Cevap: Gazete ve benzeri neşir vasıtaları içinde Lafza-i Celal ve benzeri mübarek kelimeler varsa, onları ayak altında bırakmamalıdır. Çaresizlik karşısında toplayıp yakmak daha münasip bir tedbir olur.
12 – Soru: Yatak odasında Kelime-i Tevhid veya Kelime-i Şehadet yazılı levhaların bulundurulmasında bir sakınca var mıdır?
Cevap: Tesettüre tam riayet edilemiyorsa yatak odasına bu gibi levhaları asmamalıdır.
13 – Soru: Zebur kitabına tapanlar hala var mıdır? Eğer varsa onlara ne deriz?
Cevap: Zebur kitabına tapma olmamıştır. Ancak onunla amel edenler bulunmuştur. Esasen Zebur birtakım va’z münacatlardan meydana gelmiştir. Hz. Davud ve onun ümmetleri Tevrat’ın hükümleriyle amel etmişlerdi.
14 – Soru: İman mahluk mudur, değil midir?
Cevap: Sualinizin va’z ediliş tarzında bir yanlışlık vardır. Doğrusu "Kur’an mahluk mudur, değil midir?" olacaktır. Cevabı buna göre verelim: Kur’an-ı Kerim mahluk değildir.
15 – Soru: Din ile iman arasındaki fark nedir?
Cevap: Din, "Cenab-ı Hakk’ın va’z ettiği ilahi bir kanundur ki, akıl sahiplerini kendi ihtiyarları ile neticesi hayır olan şeye sevk (ve teşvik) eder." İman da, "Peygamber Efendimiz’i (sav), ALLAH (cc) tarafından getirdiği kesinlikle bilinen şeylerin tamamında tasdik etmek"ten ibarettir.
16 – Soru: "İlim son sözünü söylemiştir" cümlesini lütfen izah eder misiniz? Mesela, bir İmam Gazali için de durum böyle midir
Cevap: Bu sözde bahsi geçen ilim, "dini ilimdir." Müsbet ilim ise, emekleme ve zirveye doğru tırmanma gayreti içinde bulunmaktadır. Bu sebeple son sözü söyleyememekte ve acze düşmektedir. Yoksa dini ilimlerde gereken söylenmiş bulunmaktadır. İslami ilimler, her hususta sözünü söylemiştir.
17 – Soru: Din ve imanı veya bunların esaslarından birini -maazALLAH- inkar eden "kafir" olur mu?
Cevap: Din ve imanı inkar eden ve İslamiyetin emirlerinden yahut yasaklarından herhangi birini reddeden kimse, derhal kafir olur.
18 – Soru: Tedbir, takdiri bozar mı?
Cevap: Tedbirin alınması takdire aykırı bir iş değildir. Eğer bir husustaki takdir-i ilahi, Levh-i Mahfuz’da takdir ve tesbit edilmiş ise, onda değişiklik cari olamaz. Şayet Levh-i Mahv ü isbatda tesbit edilmiş ise, onda değişiklik olabilir. Bu değişiklik Cenab-ı Hak tarafından olur. Yoksa bizim tedbirimizden değil.
19 – Soru: Bugün, dünya üzerinde san’at pek büyük önem taşımaktadır. Resim, müzik ve heykelcilik vs. de san’attan sayılmaktadır. Dünya milletleri, sanatlarının gelişmiş olması oranında zahiren ve hükmen itibarlı oluyorlar.Bizler, okullarda şu sorularla karşılaşıyoruz: "Uygarlığın gelişmesi demek olan san’ata karşı çıkmak, uygarlıkla bağdaşmaz. İslam dini, resim, heykel ve müziğe müsaade etmemiş. Bu sebeple insanlığın san’at alanında ilerlemesine set çekmiş oluyor. Nasıl olur böyle şey?"
Cevap: İslam dini, resmin tamamını ve hacmi şekillendirmek demek olan heykelciliğin hepsini yasaklamış olmayıp canlı varlıkların resmini yapmayı ve heykel yontmayı men etmiştir. İslami eserlerdeki tezhipler ve minyatürler, cansız varlıkların resmini çizmek ve nakş etmekte bir mahzur bulunmadığının açık delilidir. Minberlerin yapılmasındaki oymacılık, sütunların ve direk başlıklarının yapılmasında yontma san’atının ve mihraplardaki mukarnasların yapılmış olması, heykelciliğin ancak canlı varlıklara ait olanının yasaklanmış ve geri kalanının serbest bırakılmış olduğunu açıkça göstermektedir. Resim ve heykelcilikteki bu küçük daraltma, nesiller boyunca devam eden puta tapıcılığın önüne set çekmek gayesiyle olmuştur. İslami ölçüler önünde san’at, san’at için değil, gaye için kullanılacaktır. "Uygarlığın gelişmesine" çalışırken, san’atı başıboş bırakmayan İslam, onu disipline etmiştir. "Bugünün medeni insanları, resme tapmıyor. Bu endişe, geçmiş zamana ait olarak kalmalı, hale müdahale etmemeli değil midir?" diyenlerin bulunduğuna şahit olmaktayız. Bu iddia tam olarak doğru değildir. Zamanımızın insanları arasında fetişizmin kalıntılarına rastlanmakta ve putperestliğin özentisini taşıyanların bulunduğunu görmekteyiz. Esasen, geçmiş tarihlerde de insanoğlu, resmi yapıp karşısına geçip tapınmaya başlamış değildir. Belki, önce Ma’bud-ı hakıykî olan ALLAH’tan (cc) gayrisine tapmaya başlamış ve daha sonra bunların resim ve heykelini yapmaya kalkmıştır.
İslam dini, "uygarlığın gelişmesi demek olan" san’ata karşı çıkmamış; "uygarlığın" aygırlığa dönüşmesini önlemiştir. Biz Müslümanlar, ilme tapmayız. Müsbet ilmin kanunlarını vaz eden ALLAH’a (cc) iman ederiz. İslam, müziğin belden aşağısına ve nefse hitap eden çeşidine karşı tavır almış ve bunların bestelenip seslendirilmesine karşı çıkmıştır. "Rakı şişesi içinde balık olsam" diyen sözde şairlerin, "Donlara Destan" yazan beyinsizlerin,
bir tutacak dal mı verdi,
Bir giyecek şal mı verdi,
Kucak kucak mal mı verdi?
Ya nem alır "felek" benim? diyen dinsizlerin güftesini besteye, daha sonra sahneye ve hatta devlet radyosunda okutmaya kadar vardıran zihniyetin müzik anlayışı ile İslam’ın müsaade ettiği musiki arasında, üzümden elde edilen şıra ile şarap arasındaki kadar büyük fark vardır. İslam, san’atın aslını değil, yozlaştırılmış vasfını yasaklamış bulunmaktadır. Bu hükmü ile de insanlığın hayrına ve ilim haysiyetinin korunmasına matuf tedbir koymuş bulunmaktadır.
20 – Soru: İnsanlar rızık hususunda müsavi olarak yaratılmışlar mıdır?
Cevap: Rezzak-ı Kerim olan Rabbimiz, herkesin rızkını farklı yaratmıştır. Bunda pek çok hikmetler vardır. Kimine fazla verse azacaktır, kimisine de az verse kızacak ve ahlakını bozacaktır. Bunların uhrevi sorumluluğunu önlemek için kimine az verir, kimine de bol ihsan eder. Bu, ilahi bir tensip ve akılla izahı kolay olmayan bir taksimdir. Kullar teslimiyet-i külli ile hareket etmeli ve kadere rıza göstermelidir. Bu hususla ilgili bir Ayet-i Kerime, (eş-Şüra suresinin 27. Ayet-i Celilesi) bulunmaktadır. Üzerinde ibretle düşünmenize vesile olur ümidiyle aşağıya yazıyorum: "Eğer ALLAH bütün kullarına (müsavat üzere) bol rızık verseydi, yeryüzünde muhakkak ki taşkınlık ederler, azarlardı. Fakat O, ne miktar dilerse (rızkı o kadar) indirir. Şüphe yok ki O, kulların (ın her halin)den hakkıyla haberdardır, (her şeyi) kemaliyle görendir."
21 – Soru: Cenab-ı ALLAH, bütün ruhları alem-i ervahta yarattı. Biz, ecdadımızın torunları sayılmaktayız. Biz mi onların torunlarıyız, yoksa onlar mı bizim torunlarımızdır? Bu husus bilinmemektedir. Çünkü ruhlarımız hep birlikte yaratıldı. Bu hususta bizi aydınlatır mısınız?
Cevap: Bunu bilinmeyecek ve aydınlatılmaya ihtiyaç gösterecek bir tarafı yok. Fakat her nasılsa sizin içinize bir kurt düşmüş olacak. Bildiğimiz kadarı ile durumu açıklayıp size faydalı olmaya çalışacağız. Vücutların ruhlarla imtizacı neticesinde bu aleme gelişlerindeki sıra ile, dünyaya gelmelerine sebep olan babanın tesiri dikkat alınınca, önce gelen, daha sonra doğandan büyük olmakta ve yakınlık derecesine göre baba ve dede diye isim almaktadır. Aynı gün meydana gelen birçok yumurta, kuluçka makinasına veya tavuğun altına değişik zamanlarda konulsa, aralarındaki bu fasıla ikişer ay olsa, yumurtadan ilk çıkan civciv, ikinci çıkacak yavrulardan iki ay büyük, daha sonra çıkacak civcivlerden dört ay büyük olmaz mı? Yumurtalar aynı gün doğduğu için, bu fasılalarla meydana gelen civcivleri aynı yaşta kabul etmeye mantık ve ilmi hakikatler müsait mi? Ne dersiniz?
22- Soru: Zamanın tebeddülü ile ahkam tebeddül eder, sözü her sahada geçerli midir?
Cevap: Ayet ve hadis ile hükme bağlanmış şeylerde zamanların tebeddülü ile en küçük bir değişiklik asla caiz olmaz. Bu fıkıh kaidesinde değişeceği bildirilen hükümler, ancak örf ve adete dayalı şeylerdedir. Beldelerin "Kile" diye isimlendirdikleri ölçek, birçok memlekette birbirinden farklı bulunmaktadır. Bunda bir mahzur yoktur. Zira örf-i belde böyle devam edegelmiştir. Havaların sıcak ve soğukluğuna göre değişik giyiniş tarzı da örf ve adetlerle tesbit edilebilir. Yoksa namaz, oruç gibi ibadetlerin ne zamanında, ne edasında asla bir değişiklik düşünülemez. Bu, zamana değil, Kur’an’a bağlı bir hükümdür.
23 – Soru: Elfaz-ı küfrü telaffuz edenin hükmü nedir?
Cevap: Böyle bir kelimeyi söyleyen küfre girer, îman ve nikahını yenilemesi gerekir. İman edince nikah geri gelir. Bu söz, boşanmada kullanılan bir lafız gibi nikahı noksanlaştırmaz

24 – Soru: Cenab-ı Hakk’ın sıfatları zâtının aynı mıdır, yoksa gayrı mıdır?
Cevap: ALLAH Teala’nın sıfatları zat-ı ilahinin ne aynıdır, ne de gayrıdır. Aynı olan zat ile müttehid olması ve teaddüd-i zat lazım elir. Gayri olsa, sıfat-ı ilahinin zat-ı ilahiden ayrılması lazım gelir ki, bu durumda ya binefsihi kaim olması veya gayr ile kaim olması gerekir. Bunların hepsi de muhaldir. Bu sıfatlar, kıdem-i zamani ile kadim ve hudus-i zati ile hadistirler.
25 – Soru: Cenab-ı Hakk’ın Semi ve Basar sıfatları mevcut ve madum olan her şeye taalluk eder mi?
Cevap: Hak Teala’nın Semi ve Basar sıfatları mevcut olan şeylere taalluk eder. O mevcut, ister vacip isterse caiz olsun. Fakat Rabbimizin bu sıfatları, maduma taalluk etmez. Zira madum (yok olan), görülüp işitilmeye müsait bir şey değildir.
26 – Soru: Bizleri yoktan var eden yüce ALLAH’ımızın(cc) 1001 ism-i şerifi olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Kur’an’da geçen doksan dokuz ism-i şerifi var. Biz 99 ism-i şerifin içinde Tanrı diye bir isim bulamadık. 99 ism-i şerifin hariçinde kalan 902 ism-i şerifin içinde mi? Açıklar mısınız?
Cevap: Tanrı kelimesi Türkçe olup ilah ve ma’bud kelimelerinin karşılığı olarak kullanılmaktadır. ALLAH lafzının karşılığı olarak kullanılamaz. Kur’an-ı Kerim’de ve Esma-i Husna arasında Tanrı kelimesi yoktur. Zira bu lafız Türkçedir. ALLAH lafzı ile Tanrı kelimesi arasında fark vardır. Şöyle ki: Tanrı kelimesinin sonuna "ler" takısı getirilerek cemi (çoğul) yapılabilirse de ALLAH lafızı çoğul olarak kullanılamaz.


Cevap: Üçbin (3000) Seçme Fetva – Mehmet Emre kitabı

Muhammed
27 – Soru: İrşadiye kitabının 29. sayfasında "Ve yükferu bir kavlihi Reeytullahe fil menami" ibaresi vardır. Bu ibareye göre bir kimse, "Rüyada ALLAH’ı gördüm" dese kafir olur. Mısır’da tahsil görenlerden bazılan bu ibarede yanlışlık görerek ALLAH’ı rüyada görmek sevaptır demişlerdir. Siz ne dersiniz?
Cevap: Bahsettiğiniz kitabın ibaresinde, ya mürettibin veya müellifin bir hatası olmuş. Bu yanlışı kimin yaptığını bilemediğimiz için tayinden çekiniyoruz. Muhakkak olan bir şey varsa, bu ibare ve ifade tamamen yanlıştır. Akaid şerhi Kesteli ve onun haşiyesi Ramadan Efendi ile diğer akaid kitaplarımızın tafsialt ile anlattıkları husus, "Rüyada Cenab-ı Hakk’ı görmenin" caiz olduğu ve İslam büyüklerinden birçoğunun bu saadete mazhar bulunduğudur. "Abdüllatif" adlı va’z kitabından (s.201) naklettiğimiz İmam-ı Azam efendimizle ilgili bir bahis de doğrudur ve akaid haşiyesinde vardır.
28 – Soru: Cenab-ı Hakk’ın Rezzak sıfatını inkar eden ne olur?
Cevap: Kafir olur.
29 – Soru: Bostan, Gülistan adlı kitabın 13. sayfasında ALLAH Teala’ya "Efendi" tabiri kullanılmıştır. Bu ne derece doğrudur?
Cevap: ALLAH Teala’nın isim ve sıfatları tevkifidir. Bunların dışında bir isim ve sıfatın kullanılması doğru olmaz. Anlayamadığımız bir husus olmuştur: Sorunuzda iki kitap ismi verdiğiniz halde bir tek sayfa numarası göstermektesiniz. Bu sayfa hangi kitaba ait olmaktadır?
30 – Soru: Canlılar arasında bir dişiden dünyaya gelmemiş varlık var mıdır?
Cevap: Evet, mevcuttur. Üç canlı (Adem aleyhisselam, Hazret-i Havva ve Salih aleyhisselamın devesi) bir canlı vasıta olmaksızın ilahi kudretin tezahürü neticesinde yaratılmıştır

31 – Soru: Şu anda cennet ve cehennem var mıdır? Mekan tahsis edilmiş midir?
Cevap: Cennet de cehennem de el’an mevcuttur. Ayet-i kerimelerde cennet ve cehennemden bahsedilirken mazi (geçmiş zaman) sigası ile "Üuıddet" (hazırlandı) buyrulması, onların halen mevcut olduğunu gösteren delillerden biridir. Me’va adlı cennetin Sidretü’l-Münteha’nın yanında bulunduğu, Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle (Sure-i Necm ayet 15) sabittir. Hz. Nuh’un kavmi; suda boğulduğundan onların derhal cehenneme sokulduklarını haber veren Ayet-i Kerime (Sure-i Nuh 25) cehennemin varlığını ifade etmektedir. İşte bu ve benzeri birçok Ayet-i Kerime ve Hadis-i Şerifler, cehennemin el’an mevcut bulunduğunun belgeleridir. Akaid kitapları bu hususu açık ve geniş olarak beyan etmektedir.
32 – Soru: Kadınlar, cennete girince yine dünyadaki kocaları ile mi evlenecekler?
Cevap: Hayatta iken birbirinden memnun yaşadılarsa ve hoşnutlukla ayrıldılar ise kadın zevcin hanımı olacak. Kadının birden fazla evlilik yapması halinde; hangi kocasından memnun olarak ayrıldı ise onun hanımı olarak kalacak.
33 – Soru: Veled-i zina olan bir kimse, bihakkın İslam’ı yaşamış olsa bile cennete giremez, deniliyor. Bu söz doğru mu?
Cevap: Böyle bir iddia doğru değildir.
34 – Soru: Bazı kimseler, borazancının, çaldığı düdüğü ile; sarhoşun, kadehiyle birlikte haşrolunacağını; müezzinlik yapanların, ezan okuyarak haşrolunacağını ifade etmektedirler. Bu hususun sıhhat derecesini açıklar mısınız?
Cevap: Peygamber Efendimiz’in "Yüb’asü küllü abdin âlâ mâ mâte aleyh" Hadis-i Şerifi buna delalet etmektedir.

51 – Soru: Karısı ölen bir kimsenin baldızıyla evlenebileceğini biliyoruz. Sure-i Nisa’nın 23. ayetinde geçen "İlla ma kad selef" istisnası neyi ifade etmektedir? Ben Arapça bilmediğim için bu illâ kelimesinde bir şart ve şurut olmasına zahip oluyorum. Burasını bizlere açıklamanızı rica ediyorum.
Cevap: Sure-i Nisa’nın 23. ayetinde "iki kız kardeşi birlikte almanız da haram kılındı" buyurduktan sonra, "İllâ mâ kad selef" istisnası "ancak" (cahiliyyet devrinde) geçen geçmiştir" mânâsını taşımaktadır.
İslâmiyet gelmezden önce, cahiliyyet devrinin insanları, iki kız kardeşi birlikte nikâhı altında toplamakta bir mahzur görmezlerdi. Bu Ayet-i Kerime bunu yasaklamış ve cahiliyyet devrinde geçenden sorumlu tutmamıştır. Ancak mezkûr Ayet-i Celile indiği zaman nikâhı altında iki kız kardeş bulunduranlar, bunlardan birisini boşamakla mükellef tutulmuşlardır.
Bu kimseler sonradan İslâmiyet’i kabul etmeye geldiğinde, nikâhı altında iki kız kardeş bulunduğunu söylemesi üzerine Peygamber Efendimiz (sav), "iki zevcen"den dilediğini (birini) boşa" buyurmuştur. (İbni Mace, c.l, s.627)
52 – Soru: Dünyanın döndüğüne delâlet eden ayet veya hadis var mıdır?
Cevap: Sure-i Neml’in 88. ayet-i kerimesinde şöyle buyurulmaktadır: "Sen dağları görür, onları yerinde durur sanırsın. Halbuki onlar bulut geçer gibi geçer gider. (Bu) her şeyi sapasağlam yapan ALLAH’ın san’atıdır. Şüphesiz ki O, ne yaparsanız hakkıyla haberdardır."
Bu Ayet-i Kerimede dünyanın döndüğüne dair bir sarahat yoksa da bu cihete bir işaret vardır. Müfessir Elmalılı M.Hamdi Yazır (merhum), Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsirinin 5. cilt, 3709. sayfasında şöyle ifade etmektedir: "Müteahhirinden birtakımları (ve hiye temürru) fi’linin de hâle ait olması lâzım geleceğine hükmederek bununla arzın hareketini isbata çalışmışlardır."
53 – Soru: Kur’an-ı Kerim’in harekesinin bid’at olduğunu söylüyorlar. Bu hususta delilleri ile birlikte bilgi vermenizi arzederiz.
Cevap: Kur’an-ı Kerim’in harekesi, evet, sonradan konulmuş olup daha kolay okunmasını temenni etmek içindir. Hicretin birinci asrı ortalarında Nahiv ilminin vâzıı Ebü’l-Esved ed-Düeli tarafından yapılmıştır. (Tefsir Tarihi, c. 1, s. 32)
54 – Soru: Kur’an-ı Kerim’de mukaddes Mekke şehri hangi isimlerle anılmıştır?
Cevap: Sure-i Al-i İmran’ın 96. ayetinde "Bekke", Sure-i Şûra’nın 7. ayetinde "Ümmü’l-kurâ" ve Tin Suresi’nin 3. ayetinde "Beledü’l-Emin" olarak geçmektedir.
55 – Soru: Kur’an-ı Kerim’deki "Ülaike" kelimelerinin altına konulan "kasr" kelimesi ne mânâsına gelmektedir?
Cevap: "Kasr" kısa mânâsına olup vavdan önceki harfin uzatılmamasına tenbih ve işaret için konulmuş bulunmaktadır.
56 – Soru: Kur’an-ı Kerim’de Tevbe suresi ne için Besmele ile başlamamıştır?
Cevap: Bu surenin "Enfal" suresinin devamı olduğunu ve bu sebeple de "Besmele" yazılmadığını söyleyenler vardır. Bir de bu surenin indirildiği sırada Peygamber Efendimiz "Besmele" yazılmasını emretmiş değildir.
57 – Soru: "İnaan için ancak sâ’yinden başkası yoktur" mealindeki sure-i Necm’in 39. ayeti Mevkuufat’m "Hac ani’1-ğayr" bahsinde "mensuhtur" deniliyor. Açıklar mısınız?
Cevap: Bu görüşte olan ilim erbabı varsa da bunun aksini söyleyen, yani bu ayetin mensuh olmadığını ifade eden de vardır. Elmalılı tefsirinin c. 6, s. 4610’da şöyle denilmektedir: "Bunun mensuh olduğuna dair söylenen söz, sahih değildir. Cumhur indinde bu muhkemdir."
58 – Soru: Yahudilerin devlet kuramayacağına dair ayet ve hadis var mıdır?
Cevap: Gerek Ayet-i Kerimede gerekse Hadis-i Şerifte, Yahudilerin hükümet kuramayacağına dair bir sarahat yoktur. Sure-i Bakara’nın 61. ayetinde onlar hakkında şöyle buyrulmaktadır: "Onların üzerine bir horluk ve yoksulluk vuruldu. ALLAH’tan(cc) bir gazaba da uğradılar." Bu zillet ve meskenetin, bu cezaya müstehak olan o günkü Yahudilerin olabileceği hatıra gelen ihtimallerdendir. İkinci cihet de, her ne kadar onlar bir devlet kurmuş şeklinde görülüyorsa da, bu, zengin Amerikan Yahudilerinin, mütefennin Alman Yahudilerinin ve ihtilalci Rus Yahudilerinin, tertipleri sonucu kurulmuş bir devlet olmaktadır. Hor ve zelil, şeref ve itibardan uzak olmak, onların üzerinden kalkmış sayılmaz.
59 – Soru: Kur’an-ı Kerim kaç harftir?
Cevap: Bu hususta iki ayrı rivayet vardır: Birincisi 325 bin, 345’tir. Diğer rivayette ise, 325 bin 743’tür. Kur’an-ı Kerim’in kelimelerinin sayısının ise 77 bin 439 olduğunda ittifak vardır.
60 – Soru: ALLAHü Zülcelâl’in "ALLAH’a giden yolu bulmak için bir vesile bir vasıta arayın" buyruğu Kur’an-ı kerim’in neresinde ve hangi ayettedir?
Cevap: Sure-i Maide’nin 35. ayet-i kerimesi olup şu mealdedir: "Ey iman edenler, ALLAH’tan korkun, O’na (yaklaşmaya) vesile arayın ve O’nun yolunda savaşın, ta ki muradınıza eresiniz."
61 – Soru: Ayet-i Kerimede Cenab-ı Hak, "İnsanların ömrü (eceli olacak) tekaddüm ve teahhür etmez" buyuruyor. Hadis-i Şerifte ise, "Sadaka belâyı def eder ve ömrü ziyade eder" buyurulmaktadır. Bu hususta ne dersiniz?
Cevap: Ayet-i Kerimede "Ecel geldiğinde te’hir edilmez ve öne de alınmaz" buyrulmuştur. Ömrün uzayacağına ait delil ile bu Ayet-i Kerime arasında bir uyuşmazlık ve çelişki yoktur. "Ecel geldiği zaman" tabiri dikkate alındığı zaman, sözün mefhum-ı muhalifinden ecel gelmeden önce, ilâhi sır çerçevesi içerisinde ömrün uzaması vakidir.
62 – Soru: Kur’an-ı Kerim’de Ay’a çıkmanın mevcut olduğunu söylüyorlar. Bu görüş doğru mudur?
Cevap: Kur’an-ı Kerim’de sarahaten böyle bir beyan yoktur. İddia sahibinin sure ve ayet belirterek delil göstermesi gerekir. İşaret yolu ile olan bazı dakik mânâları anlamak ise ehlinin işidir. Keyfi tefsir tehlikeli bir yoldur.
63 – Soru: Kur’an-ı Kerim’deki nâsih ve mensuh Ayet-i kerimeler kaç tanedir? Ayet numaraları ile açıklar mısınız?
Cevap: Kur’an-ı Kerim’de 66 tane nâsih ve mensuh ayet bulunmaktadır. Bunların hangi ayetler olduğunun izahına bu sütunlar müsait değildir. Bu hususta yazılmış müstakil eserler bulunmaktadır, onları tetkik ediniz.
64 – Soru: Mekaasidü’t-Talibin adlı kitapta "Sure-i Hamd" diye bir sure ismi geçmekte. Bu isme Kur’an-ı Kerim’de rastlamadım. Sure-i Hamd’den murat nedir?
Cevap: "el-Hamd", Fatiha suresinin isimlerindendir.Başında "el-Hamd" bulunduğu veya baştan sona hamd mânâsını tazammun etmesi itibariyle bu ismi almıştır.
65 – Soru: Kur’an-ı Kerim’in 6666 ayet olduğunu biliyoruz. Ancak bunların hangi hususlara dair olduğunu açıkça bilememekteyiz. Bu hususu açıklar mısınız?
Cevap: Kur’an-ı Kerim’in ayetleri, Zemahşeri’ye göre 6666 ayettir. İbni Kemalpaşa bunları manzum olarak şöyle taksim etmektedir:
Bilmek istersen eğer sen aded-i âyâtı,
Cümlesi altı bin altı yüz altmışaltı.
Binidir va’d beyanında anın, bini vaid;
Binidir emr-ü ibadet, bini nehy-ü tehdid.
Bini emsâl-ü iberdir, bini abâr-u kasas,
Beşyüz âyâtı helâl ile harama muhtas.
Buldu yüz ayeti tesbih-u duada çü rüsûh,
Altmış altısı dahi ayet-i nâsih, mensûh.
66 – Soru: Mushaf neye denir?
Cevap: Kur’an-ı Kerim’in bütün ayet ve surelerinin tamamını içine alan mukaddes kitabımıza "Mushaf" adı verilmektedir.
67 – Soru: Sure nedir?
Cevap: Kur’an-ı Kerim’in en az üç ayetini içine alan, müstakil bir isimle anılmış ve diğerlerinden ayrılmış bulunan müstakil bir parçadan ibarettir.
68 – Soru: Ayet nedir?
Cevap: Kur’an-ı Kerim’e ait cümlenin, üst ve alt taraftan ayrılmış bulunan parçasına "Ayet" adı verilmektedir.
69 – Soru: Cünüp bulunan bir kimse veya âdet gören bir kadın Kur’an-ı Kerim’i dinleyebilir mi?
Cevap: Evet, dinleyebilir. Bunlara yasak olan, Kur’an-ı Kerim’den bir bütün ayet okumaktır.
70 – Soru: Tecvid kaidelerine göre, mahrecinde veya sıfatında yakınlığı olan harflerin birbirine uğraması idğamı mütekaaribeyn oluyor. Neticede, sakin olan lam, mahreç yakınlığı olan (Ra) harfine uğrayıp "Kurrabbi" şeklinde okunuyor. Ya bunun aksi olarak sakin olan (Rı) lâm harfine uğrasa o zaman "Nağfir leküm"ü "Nağfilleküm" okuyabilecek miyiz?
Cevap: Memleketimizde takip edilen kıraet tarzı, Asım’ın "Hafs"dan gelen rivayetine göre olmaktadır. Asım’ın diğer râvisinin okuyuşunda da böyle bir idğam mevcut değildir. Ancak, kıraat imamlarından İbni Amir’in ikinci ravisi bulunan Sûsi, "Nağfilleküm" şeklinde idğam yapmaktadır.
71 – Soru: Bize öğretilen bilgiye göre, Kur’an-ı Kerim 6666 ayettir. Fakat Abdullah Atıf Tüzüner’in hazırlayıp oğlu Y.Mimar Feyyaz Tüzüner tarafından bastırılıp Yağmur Yayınevi tarafından dağıtımı yapılan "Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Meali" adlı kitapta sondan sekizinci yaprağında "Kur’an-ı Kerim’e dair kısa bilgiler" başlığı altında, ayet bölümünde, "Kur’an’da Kûfe’li bilginlere göre 6232 kadar ayet vardır. Böyle olduğu Nisaburi tefsirinde açıklanmıştır" deniliyor. Lütfen doğru olup olmadığını açıklayınız.
Cevap: Kur’an-ı Kerim’in ayet sayıları üzerinde ilim adamlarının değişik beyanları vardır. Şöyle ki: Nafi’a göre: 6217, Şeybe’ye göre: 6214, Küfe alimlerine göre: 6236, Mısırlılara göre: 6219, Şamlılara göre: 6226, Zemahşeri’ye göre: 6666 ayettir. Bu ihtilâf, ayetlerin başlangıcı ile nihayet bulması hakkında kabul edilen itibari ölçülerin farklı olmasından ileri gelmektedir.

72 – Soru: Kur’an-ı Kerim’i Türkçe olarak kabul edenler var. Türkçe basılmış Kur’an’lar var. Bu hususta beni aydınlatmanızı temenni ediyorum.
Cevap: Sormak istediğiniz hususu ifadenizden kesin olarak anlayamadık Ancak iki ihtimal akla gelmektedir:
a) Türkçe’ye çevrilmiş bulunan Kur’an tercümesi, sadece ayetlerin karşılığından ibaretse "Meal" adını alır. Mânâ ile birlikte açıklama da yapılmış ise "Tefsir" denilmektedir. Bu iki yoldan dilimize aktarılmış olan meal veya tefsire Kur’an denilemez. Kur’an-ı Kerim’in meali veya tefsiri denilir. Bununla namaz da kılınamaz.
b) Yeni yazı ile basılmış olan Kur’an-ı Kerimlere gelince: İler ne kadar Arapça ifade taşıyorsa da ondan okumada telâffuz hataları olur. Arapça’da "Ha, Hı ve He", "Dal, ve Dat", "Te ve Ti", "Zel, Ze ve Zı", "Se, Sin ve Sad", "Kaf ve Kef" gibi harfler, birbirine yakınsa da sıfatları, çıkış yerleri ve okunuş tarzları itibariyle birbirinden farklı bulunmaktadır. Bunlara karşılık yeni yazı alfabedeki h, d, t, z, s, k harfleriyle yukarıda gösterilen harflerin seslerini tam olarak çıkarabilmek mümkün olmamakladır Kur’an-ı Kerim’in kendi yazısından başka bir yazı ile yazılmasına İslâm uleması cevaz ve fetva vermemiştir.
73 – Soru: Kur’an’ın Arabça tarifini yazınız?
Cevap: "En-Nazmü’l-münezzelü alâ Resulinâ el menkuulü anhü tevâtürâ" diye tarif edilmektedir.
74 – Soru: Secde ayetinin mealini okuduğumuzda secde yapmak vacib olur mu?
Cevap: Secde ayetinin mânâsını (tercümesini) okuyan kimseye ihtiyaten secde etmek gerekir. Dinleyen ve secde ayetinin mânâsı olduğunu anlamayan kimse, başkasının haber vermesi ile secde vacib olmaz (Ömer Nasuhi Bilmen: Büyük İslâm İlmihali, namazla ilgili bölüm, madde: 374).
75 – Soru: Hasan Basri Çantay’ın tefsiri ve Ahmed Davudoğlu’nun meali nasıldır?
Cevap: Merhum Hasan Basri Çantay’ın "Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim" adlı tefsiri ile Ahmed Davudoğlu’nun meali, bugün mevcut mealler içinde en güvenileni ve en güzelidirler
76 – Soru: Bugün Türkiye’de Kur’an-ı Kerim’i tam tercüme edecek hoca var mıdır? Varsa isim ve adresi:
Cevap: Türkiye’mizde Kur’an-ı Kerim’in meal veya tefsirini başarmış olanlar vardır. Hasan Basri Çantay, Ahmet Davudoğlu ve Elmalılı Hamdi Yazır hocalar gibi. Ancak bu kadar zor olan işe özenen ve teşebbüs edenler vardır. Muvaffak olabilen ise azdan azdır. Hayatta olanlardan isim vermemekte bizi mazur görünüz.
77 – Soru: Bize hangi tefsiri ve hangi meali tavsiye edersiniz?
Cevap: Merhum Hasan Basri Çantay’ın üç ciltlik "Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim" adlı tefsirini ve Ahmed Davudoğlu’nun mealini tavsiye ederim.
78 – Soru: Kur’an’ın lügat mânâsı nedir?
Cevap: Kur’an, lügat itibariyle "Toplamak ve okumak" anlamına gelmektedir.
79 – Soru: Ayet ve hadis mealleri bulunan takvim yapraklarım sobada yakabilir miyiz?
Cevap: Evet.
80 – Soru: Kur’an-ı Azim’in tefsirinde kaç tarik vardır ve onlar nelerdir?
Cevap: Kur’an-ı Kerim’in tefsirinde iki yol vardır: Tefsir birrivâye, Tefsir biddirâye, Tefsir birrivâye: Ashab ve eslâftan gelen rivayetleri dikkate alarak ayet-i kerimeleri tefsir etmektir. Tefsir biddirâye: İlim dirayetini kullanarak tefsirde bulunmaktır.
81 – Soru: Re’ye göre tefsir kaç türlüdür? Açıklayınız?
Cevap: Bu yolda yapılacak tefsir beş türlüdür. Bunlardan hangisi olursa olsun caiz değildir. Bunlar, şöyle sıralanabilir:
1- Tefsire imkân ve cevaz veren ilimleri tahsil etmeden yapılan tefsiridir. Okumadan alim, yazmadan kâtip olunmaz cinsinden, ilim sahasının yüz karaları; 10 tane harekesiz ayeti okuyamayacak kadar cehalet karanlığı içinde ve echel-i cüheladan bulunan bir kimsenin yapmaya cür’et gösterdiği tefsir.
2- ALLAH Teala’dan başkasının bilmediği müteşâbihâta dair kesin surette yapılan tefsirdir. Tefsir sahasının kudretli alimleri bile, bu noktaya gelince "ALLAHü a’lemü bir murâdihi" demekle yetinmişlerdir.
3- Bozuk bir mezhebi takrir ve teyid için yapılan tefsirdir. Böyle sapık bir mezhebi esas alıp tefsiri ona tabi kılma yoluna gidilmesi, Ayet-i Kerimeyi aslından inhirafa zorlar.
4- Delil bulunmaksızın "ALLAH’ın(cc) muradı böyledir" diye kafi olarak yapılan tefsirdir.
5- Heva ve hevese uymak suretiyle yapılan tefsirdir. Karâmita, Batıniyye ve Hurûfilerin tefsirleri, heva ve "keyfe mâ yeşâ" diye adlandırılacak zırvalardan ibarettir.
82 – Soru: Tefsir-i Celâleyn’e "İki Celâl’in tefsiri" mânâsını taşıyan böyle bir ad ne sebeple verilmiş bulunmaktadır?
Cevap: Celâl ismini taşıyan iki büyük İslâm alimi tarafından tamamlanmış olması bakımından "Celâleyn Tefsiri" adı verilmiştir. Bunlardan biri, Celâlüddin bin Ebu Bekir es-Süyûti’dir. Bu zât, Fatiha’dan İsrâ suresinin sonuna kadar olan kısmın tefsirini yapmış bulunmaktadır. Diğer alim ise, Celâlüddin bin MUHAMMED bin Ahmed’dir. Bu da Kehf suresinden sonuna kadar olan kısmın tefsirini yapmış bulunmaktadır. Bu zatların her ikisi de Şafii mezhebinden olup, takip ettikleri tefsir tarzı, tefsir bir rivayedir.
83 – Soru: Kur’an-ı Kerim’de geçen "Hûr" ve "İn" kelimeleri sarf ilmi yönünden ne kelimedir ve mânâları nedir?
Cevap: "Hûr", "Havra" kelimesinin cemilenmiş şeklidir. Mânâsına gelince, gözün karasının son derece siyah, beyazının da son derece ak olması mânâsına gelmektedir. "İn" lâfzı ise, "Ayna" kelimesinin cemilenmiş şeklidir. Büyük gözlü mânâsına gelmektedir.

84 – Soru: Kur’an-ı Kerim’in nüzulünü beyan eden ayetlerden bazısında "Enzele", diğer bazı ayetlerde "Nezzele" ifadesiyle tabir buyurulmasının hikmeti nedir? Ve inzal ile tenzil arasında ne fark vardır?
Cevap: "İnzal" topluca indirmek, "Tenzil" ise ayet ayet, parça parça indirmektir. Kur’an-ı Kerim’in Levh-i Mahfuz’dan alınarak dünya semasındaki beyt-i izzete indirilmesi, bir defada ve bir bütün halde olduğundan "İnzal" kelimesi ile ifade edilmiş olmaktadır. Vak’aların durumuna göre zaman zaman gönderilme şekline "Tenzil" adı verilmektedir.
85 – Soru: Kur’an-ı Kerim’in ilk nazil olan ayeti ile en son nazil olan ayetini açıklayınız?
Cevap: Kur’an-ı Kerim’in ilk nazil olan ayeti, "İkra" suresinin ilk dört ayetidir. Son nazil olan ayetine gelince, bu hususta değişik beyanlar vardır. Şöyle ki: Cumhur, "El-yevme ekmeltü leküm" ayetinin en son nazil olduğu görüşündedir. Bazı alimler de, Bakara suresinin 278-279. ayetlerinin en son nazil olan ayetler olduğunu tercihe şayan görmüşlerdir.
86 – Soru: Kur’an’ın nazil olmasında kaç yol ve mertebe vardır?
Cevap: Kur’an-ı Kerim ayetlerinin ALLAH (cc) tarafından Hazreti Peygamber’e (sav) indirilmesinde dokuz çeşit vahiy vardır. Şöyle ki:
1- Salih rüya. Peygamberin kalbi hayâlâta makes olamaz. Bu sebeple onların gördükleri rüya aynen vahiydir. Hazreti İbrahim’in, oğlu İsmail’i kesiyor görüp de kesmekle memur olduğunu ifade etmesi gibi. Resul-i Ekrem (sav), "Biz peygamberler cemaatiyiz. Gözlerimiz uyursa da kalblerimiz uyumaz" buyurmuşlardır. Efendimiz’e (sav) rüya yolu ile vahiy altı ay devam etmiştir.
2- Rüya aleminde. Cenab-ı Hakk’ın cemâlini müşahede edip hitabını dinlemek suretiyle.
3- Salsale-i ceres suretinde vuku bulur. Bu tarz vahiyde, önce, çan sesini andıran gayet heybetli bir ses duyulurdu. Bunun kesilmesinin sonunda vahiy gelirdi. Bu vahiy tarzı, Peygamber Efendimizin (sav) olanca varlığı ile vahye muntazır bulunması gibi bir hikmete dayanmaktadır.
4- Peygamber olan zâtın, sesi işitip sesleneni görmemesi suretiyle olur.
5- Vasıtasız olarak kalbe ilkaa olunmak suretiyle.
6- Kalbe vasıtalı olarak ilkaa olunmak suretiyle. Bir Hadis-i Şerif buna ışık tutmaktadır. Şöyle ki: "Rûh’ul-Kudüs (Cebrail) benim kalbime, bir kimse ecelini ve rızkını tamamlamadıkça ölmez, diye (bir beyanı) üfledi. Artık ALLAH (cc)’dan korkunuz ve (rızkı) istemede güzel (hareket) ediniz."
7- Melek aracılığı olmaksızın uyanık halde vaki olur.
8- Vahiy meleğinin beşer suretine temessül edip gelmesi suretiyle olur. Efendimiz (sav) bir Hadis-i Şeriflerinde, "Birinize arkadaşının gelip konuştuğu ve onu perdesiz olarak gördüğü gibi, bana da Cebrail gelir ve benimle konuşur" buyurmuşlardır. Cebrail Aleyhisselâm’ın, çok kere, ashabtan Dihye (ra) suretine girerek Efendimiz (sav)’e geldiği açıkça bilinen gerçeklerdendir. Bundan başka suretlerde geldiği de olmuştur. Bir muharip suretinde gelmesi gibi.
9- Vahiy meleğinin kendi sureti üzerinde görünüp vahiyde bulunması suretiyle.
87 – Soru: Kıraet-i seb’a imamlarını ve nerelerde ilim neşrettiklerini yazar mısınız?
Cevap: Bunlar, sorunuzda da ifade ettiğiniz gibi, yedi kimsedir. İsimleri ve ilim neşr ettikleri saha itibariyle şöyle sıranabilir.
1- Nafı ibni Abdirrahman. Bu değerli kıraat alimi Isfehanlı olup, Medine ehlinin kıraat imamıdır. İlme olan iştiyakı sebebiyle, ashabtan İbni Abbas’dan (ra) ve sayıları yetmişe ulaşan tabiinden Kur’an-ı Kerim’in kıraatini teallüm etmiştir. 169 tarihinde ahirete irtihal etmiştir.
2- İbni Kesir. Mekke ehlinin kıraatte imamıdır. Aslen Farisli’dir. Kendisi tabiinden olmakla, Abdullah bin Zübeyr, Ebu Eyyub el-Ensari, Enes bin Malik gibi sahabelerden rivayette bulunmuştur. 120 tarihinde ahirete irtihal etmiştir.
3, Ebu Amr. Aslen Kazerunlu olup, Basra’da yetişmiş ve Mücahid, Said bin Cübeyr ve İbni Kesir gibi tabiin alimlerinden kıraet ilmini öğrenmiştir. 154 tarihinde Kûfe’de ebediyyet alemine intikal etmiştir.
4- Abdullah bin Amir. Şam halkının kıraatte imamıdır. Ashabtan kıraat telâkki etmiştir. 118 tarihinde Şam’da ebediyyet alemine göç etmiştir.
5- Asım Ebu Bekir el-Esedi. Kendisi tabiin alimlerinden olup, Kûfe’de Şeyhu’l-kurra bulunuyordu. 128 tarihinde vefat etmiştir. Kendisinin ravileri Şû’be bin Ayyaş ile Hafs bin Süleyman’dır. Biz Türklerin kıraat tarzımız Hafs’ın rivayeti ile Asım kıraati olmaktadır.
6- Hamza bin Habib el-Kufı. Tabiinden olması ihtimal dahilindedir. Asım’dan ve Ameş’den kıraat ilmini telâkki etmiştir. 158 tarihinde vefat etmiştir.
7- Kısai Ali bin Hamza. Bu kudretli alim, kıraat sahasında olduğu gibi Nahiv ilmi dalında dayed-i tûlâ sahibiydi. Kûfe’de Nahiv ilminde haklı bir şöhrete sahip bulunuyordu. Kıraat ilmini Hamza bin Habib’den almıştır. 189 tarihinde ebediyyet alemine göç etmiştir.
Bu yedi alimden başka üç değerli zat daha vardır ki, bunlar ile kıraat-i aşere meydana gelmiş bulunmaktadır. Onlar da şu muhterem zatlardır:
1-Ebu Cafer el-Mahzumi. Bu muhterem kıraat alimi, mü’minlerin annesi Ümmü Seleme’nin (ra) azad edip hem hürriyetine kavuşturduğu hem de ilim sahasına kazandırdığı bir zattır. 132 tarihinde Medine’de vefat etmiş bulunmaktadır.
2- Yakub bin İshak. Bu zat, Basra’lı olup bu şehir halkının kıraat imamıdır. 205 tarihinde vefat etmiştir. Kendisi yüksek bir ilmin sahibi bulunuyordu.
3- Ebu MUHAMMED Half bin Hişam. Aslen Bağdat’lıdır. Kıraat ilmi sahasında kudretli bir imamdır.
88 – Soru: Fatiha suresi, Mekke’de mi yoksa Medine’de mi nazil olmuştur?
Cevap: Bu husustaki kavillerin ekserisi, Fatiha suresinin Mekke’de nazil olduğu noktasında toplanmaktadır.
89 – Soru: Her ayet bir menhiyyata karşılık mı indi? Menhiyyat işlenmemiş olsa ayet gene inecek miydi?
Cevap: Ayet-i Kerimeler, sırf menhiyyatı yasaklamak üzere inmiş değildir. ALLAH Teala dilediği zaman dilediği ayeti indirmiştir. Ayet-i Kerimelerin bir kısmı emir, bir kısmı yasak ayetleri olduğu gibi, birçoğu da geçmiş milletlerin haber ve kıssalarını açıklamaktadır. Bir çokları ibret verici misaller ve hikmetli mev’izeler ve pörsümeyen ilahi düsturlardan ibarettir.
90 – Soru: Kur’an-ı Kerim’in en son inen suresi hangisidir?
Cevap: "Beraet" süresidir.

[/FONT][/SIZE]


mehmet emre 3000 fetva

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();