Kocanın karısını boşaması için hangi şartların meydana gelmiş olması gerekir ?
Kayıtsız Üye
kocakarısını hangi konular zuhur ettiginde boşar
Cevap: Kocanın karısını boşaması için hangi şartların meydana gelmiş olması gerekir ?
Desert Rose
İslâm’da Boşanma Sebepleri
1) Hastalık veya özür: Evlilik akdi sırasında mevcut olan veya evlilik sırasında meydana gelen bazı özür veya hastalıklar yüzünden, kadının boşanmak üzere İslâm hâkimine başvurma hakkı vardır. Kocanın mahkemeye başvurmadan, eşini boşama imkânı her zaman bulunduğu için herhangi bir kusur veya hastalık nedeniyle dava açma hakkı ona tanınmamıştır. Hanefîler dışındaki çoğunluğa göre eşlerden her birinin özür sebebiyle ayrılma talebinde bulunması caizdir. Çünkü özür veya hastalık yüzünden eşlerin her ikisi de zarar görebilir. Kocanın boşama yerine hakime ayrılık için başvurması onu mehir borcundan kurtarır. Diğer yandan koca, eşinde bulunan kusur yüzünden aldatıldığını öne sürerek iddet nafakası veya eşini iddet süresince evinde barındırma gibi mali yükümlülüklerden kurtulmak isteyebilir. (İbn Rüşd, Bidâyetü’l-Müctehid, Mısır, t.y., II, 70.) Ebû Hanife ve Ebû Yusuf’a göre kadının İslâm hâkimine başvurarak evliliğe son verdirebileceği kusurlar beş tane olup şunlardır: 1) Kocanın iktidarsızlığı (innet): Kadının bu sebebe dayanarak boşanma davası açabilmesi için üç şart gerekir. a) Evlendikten sonra hiç cinsel temas olmamış bulunmalıdır, b) Erkeğin bu kusuruna karısının nikâhtan önce bilgisi ve nikâhtan sonra ise rızasının bulunmaması gerekir, c) Kadının kendisinde cinsel hayata engel olan bir özür de bulunmamalıdır. 2) Erkeğin cinsiyet uzvunun kesik olması (mecbûb), 3) Husyelerin çıkarılmış bulunması (hasîy), 4) Erkeğin büyü, sihir vb. bir etki ile bağlı olması, 5) Kocanın cinsiyetinin belirsiz olması (hunsâ) diğer kusurlardır. Birinci maddedeki şartlar bunlar için de aranır. Bu yüzden kadının, sonradan meydana gelecek bu gibi kusurlar için boşanma davası açabilmesi için, bu özürlere rızasının bulunmaması gerekir. İmam Muhammed’e göre kadın, kocasıyla birlikte yaşadığı takdirde zarar göreceği her kusur ve hastalıktan dolayı İslâm hâkimine başvurulabilir. İmam Şafiî ve Mâlik’e göre eşlerden herbiri diğerinde bulunan ve cinsel teması engelleyen bir kusurdan veya akıl hastalığı, cüzzam ve alaca hastalığı (baras) gibi tiksindirici özürlerden dolayı hakime başvurabilir. Bir özür veya hastalık nedeniyle hakimin eşleri ayırması Hanefî ve Mâlikilere göre talak, İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel’e göre ise fesih niteliğindedir. Ancak yukarıda belirtilen kusur ve hastalıklar bilinerek evlenilmişse, artık bunlara dayanarak tefrik istenemeyeceği konusunda görüş birliği vardır. Nitekim Ebû Ubeyd’in Süleyman b. Yesar’dan naklettiğine göre, iğdiş olan İbn Sender bir kadınla evlenmişti. Hz. Ömer ona; kadının bu özel durumu bilip bilmediğini sormuş, İbn Sender’in "hayır bilmiyor" demesi üzerine de, "kadına kendi durumunu bildir ve onu, seninle kalıp kalmamada serbest bırak" demiştir. (İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kadir, III, 263; ez-Zühaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletüh, VII, 519.) Diğer yandan bakire, hür, müslüman veya asil diye evlenilen kadının bu nitelikleri taşımadığı anlaşılınca Hanefîlere göre koca, evliliği feshedemez. Cumhûr’a göre ise böyle bir durumda evlilik feshedilebilir. (İbnü’l-Humâm, a.g.e., III, 263; eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, II, 70.) 1917 tarihli Osmanlı Hukuki Aile Kararnamesi 119-123 ncü maddelerinde hangi kusur ve hastalıklar nedeniyle, kadının evliliğe son verdirebileceği belirlenmiştir. Bu konuda genellikle İmam Muhammed’in görüşüne uyulmuş ve Hanefî mezhebi dışına çıkılmamıştır. Mısır’da 1920 tarihli kanunla İmam Muhammed’in görüşü benimsenmiş, ancak hakimin kusurlu veya hasta eşi muayene için doktora sevkedeceği hükme bağlanmıştır. (Mısır Medeni Kanunu, mad. 9 ve 10.)
2) Kocanın nafakayı sağlamaması: Kadının yeme, içme giyim ve barınma masraflarının kocasına ait olduğu konusunda fakihler görüş birliği içindedir. Koca, eşinin nafakasını sağlamazsa kadın buna dayanarak boşanma talebinde bulunabilir mi? Böyle bir durumda koca ya zengin ya da fakirdir. Kendi malî durumuna göre nafaka ile yükümlü olur. Âyette şöyle buyurulur: "Eli geniş olan, genişliğine göre nafaka versin. Rızkı kendisine daraltılmış bulunan da Allah’ın kendisine verdiğinden versin. Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez. Allah bir güçlükten sonra kolaylık yaratacaktır." (et-Talâk, 65/7.) Koca zengin ise nafaka vermemesi yüzünden eşine zulmetmiş olur. Ancak bu haksızlığı kaldırmak için boşama yoluna gitmek gerekmez. Belki İslâm hâkiminin nafaka için onun malını satması veya nafaka vermeye zorlamak üzere hapsetmek gibi yollara başvurması mümkündür. Ancak koca fakir olur ve hakimin belirlediği nafakayı karşılayacak bir malı da bulunmazsa, eşi buna dayanarak boşanma talebinde bulunabilir mi?
a) Hanefîlerin görüşü: İslam hâkiminin kocanın fakirliği yüzünden evliliğe son vermesi caiz değildir. Böyle bir durumda kadının sabretmesi, gerekirse kocasından izin alarak çalışması veya kocanın nafakayı borçlanması gerekir. Başvuru üzerine hâkim de koca adına borçlanmak üzere kadına yetki verebilir. Kadına kimse borç vermek istemezse İslâm’ın genel nafaka hükümleri işletilerek, kocası ölen bir kadına hangi hısımı bakmak zorunda ise, nafaka ondan alınır. Ancak bu hısım, daha sonra koca gelir elde edince ona rucû eder. Allahü Teâlâ şöyle buyurur:
"Eğer borçlu darlık içinde ise, ona genişlik vaktine kadar süre vermek vardır." (el-Bakara, 2/280.) Bu âyete göre kadının, kocası fakir düşünce, durumu iyileşinceye kadar sabretmesi gerekir. Bu durumda boşanmak caiz olsaydı âyette bunun açıklanması gerekirdi. (Krş. el-Bakara, 2/229-231 ve et-Talâk, 65/7 ve «Nafaka» konusu.) Diğer yandan Hz. Peygamber’den herhangi bir kadına, kocasının fakirliği yüzünden evliliği feshetme hak ve yetkisini verdiği nakledilmemiştir.
b) Çoğunluğun görüşü: Şafiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre koca, eşinin nafakasını sağlamadığı takdirde, kadının mahkemeye başvurarak boşanma talebinde bulunması mümkündür. Dayandıkları deliller şunlardır. Âyette şöyle buyurulur: "Boşadığınız eşlerinizi haklarına tecavüz ederek zarar vermek için onları yanınızda tutmayın" (el-Bakara, 2/231.) Said b. el-Müseyyeb’e (ö. 93/711) "Eşine gerekli olan nafakayı sağlayamayan kişi ile karısı ayrılır mı?" diye sorulunca, "Sünnete göre" cevabını vermiştir. Bununla Hz. Peygamberin sünnetine göre araları ayrılabilir" demek istemiştir. (ez-Zühâylî, a.g.e., VII, 513.) Hz. Ömer’in, eşlerinden ayrı yaşayan erkekler hakkında ordu komutanlarına yazı yazarak şöyle emrettiği nakledilmiştir: "Onları hesaba çekin, ya nafaka versinler ya da boşasınlar, boşarlarsa onlara geçmiş süreye ait birikmiş nafakayı da göndersinler." (ez-Zühaylî, a.g.e., VII, 513.) Kocanın fakirliği nedeniyle hakimin ayrılık kararı vermesi, İmam Mâlik’e göre bir "ric’î talak", Şafiî ve Hanbelîlere göre ise fesih niteliğindedir. Burada hakimin ayırma kararını, İmam Mâlik "îlâ" ya, diğer iki müctehit ise kocanın "iktidarsızlığı (innet)" nedeniyle boşanmaya kıyas etmişlerdir. Sonuç olarak evlilikte eşler, bir elmanın iki yarısı gibi birbirini tamamlayan bütünü temsil ederler. Acı ve tatlı, darlık ya da genişlik günlerinde sevinci de üzüntü ve sıkıntıyı da birlikte karşılarlar. Bu yüzden geçici bir süre fakir düşen kocayı eşinin yalnız bırakması, hatta bu nedenle ondan ayrılmaya kalkması İslâm’ın getirdiği aile anlayışı ile çelişir. Ancak koca varlıklı olduğu veya kazanç imkanları bulunduğu halde eşiyle ilgilenmez ve onu açlık ve sefalet içinde bırakırsa, böyle bir durumda karısının önce kocasından nafaka almaya çalışması, bu mümkün olmazsa boşanmak için çare araması hakkı olur.
20. Yüzyıl İslâm ülkelerindeki uygulama: 1917 tarihli Hukuki Aile Kararnamesi’nin 94-99 ncu maddeleri Ebû Hanîfe’nin görüşüne uygun olarak kaleme alınmıştır. Suriye Medenî Kanunu ise çoğunluğun görüşüne uyarak 110. maddeyi şöyle düzenlemiştir. "Nafaka temininden aciz olduğunu isbat edemeyen ve buna rağmen karısının nafakasını vermeyen, görünürde bir malı da bulunmayan kimsenin karısının, boşanma talebinde bulunması caizdir. Koca aczini isbat eder veya ülkesinden uzakta bulunursa, hakim üç ayı geçmemek üzere bir süre verir ve nafakayı yine temin etmezse evliliğe son verir". Aynı kanunun 111 nci maddesinde, bu yüzden hâkimin boşamasıyla bir ric’î talakın meydana geleceği belirtilmiştir.
3) Kocanın evi terketmesi: Kocanın evi terketmesi ve bu yüzden eşinin sıkıntı ve fitneye düşme riski karşısında eşlerin mahkeme aracılığı ile evliliğe son vermesi söz konusu olur. Hanefî ve Şâfiîlere göre kocanın evi terketmesi uzun sürsün kısa sürsün, karısına boşanmak için mahkemeye başvurma hakkı vermez. Ancak aşağıda açıklayacağımız gibi "ilâ" yemini tarzında eşinden ayrılmış olursa, dört ay geçince kendiliğinden boşama gerçekleşir. İlâ dışında evi terketmenin bir boşanma nedeni olduğu konusunda bir nass bulunmadığı gibi, boşanma sebebi de gerçekleşmiş sayılmaz. Bu durumda, kocanın yeri biliniyorsa, İslâm hakimi, o yöredeki hakime yazı yazarak kocanın nafaka vermesi sağlanır.
Kocanın yeri ve hayatta olup olmadığı bilinmediği takdirde "mefkûd" hükümleri uygulanır. Bu durumda Ebû Hanife ve Şafiî’ye göre karısı ve malı için emsalinin hayatı kadar bir süre beklemek gerekir. İmam Mâlik’e göre ise mefkûdun karısı için dört yıl, malı için emsalinin hayatı kadar bir süre beklenir. (İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtâr, II, 903; eş-Şirbinî, Muğnî’l-Muhtâc, III, 442; er-Remlî, Nıhayetü’l-Muhtâc, VI, 260; Döndüren, a.g.e., 397.) Mâlikî ve Hanbelilere göre, koca uzun süre evi terkeder ve eşi bundan zarar görürse, koca bu süre içinde ona yetecek kadar nafaka bırakmış olsa bile, karısının boşanma talebinde bulunma hakkı doğar. Delil; şu hadistir.
"İslâm ‘da zarar ve zarara karşılık zarar verme yoktur." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 313.)
Diğer yandan Hz. Ömer, halifeliği sırasında eşlerinden ayrı kalan erkekler hakkında, yazı göndererek ya nafaka vermelerini, ya da onları boşamalarını emretmiştir. Mâlik’e göre uzun ayrılığın süresi bir yıl ve daha fazla olan süre olup, kocanın yeri biliniyorsa hakim onu eşine dönmesi, boşaması veya nafaka vermesi için uyarır. Bu boşama bain talak olur. Hanbelîlere göre ise ayrı bulunma süresi altı ay ve daha fazladır. Delil, Hz. Ömer’in uygulamasıdır. Kadın mahkemeye başvurup davasını isbat ederse hakim onları ayırır ve bu bir fesih niteliğindedir. (İbn Kudâme, el-Muğnî, VII, 576, 588; ez-Zühaylî, a.g.e., VII, 533.)
4) Kocanın hapsedilmesi: Mâlikiler dışında çoğunluk müctehitlere göre kocanın hapsedilmesi veya tutuklanması yahut düşmana esir düşmesi bir boşanma sebebi değildir. Çünkü bu konuda bir nass (âyet hadis) yoktur. Mâlikîlere göre ise koca, özürlü veya özürsüz olarak eşinden bir yıl ve daha fazla ayrı kalırsa, karısının mahkemeden boşanma talebinde bulunma hakkı doğar. İslâm hakimi bir yılın üstünde ayrı kalmanın gerçekleştiğini tesbit edince eşleri ayırır. Bu ayırma bir bâin talak sayılır. (ez-Zühaylî, a.g.e., VII; ed-Derdîr, eş-Şerhu’l-Kebîr, II, 519.)
5) Şiddetli geçimsizlik ve kötü muamele:
a) Geçimsizlik halinde eşlerin başvurabileceği önlemler: Eşlerin birbirinin izzet, şeref ve haysiyetine yönelik ithamları sonucunda çıkan şiddetli tartışmalara "şiddetli geçimsizlik (şikâk)" denir. Kötü muamele ise kocanın eşini, söz veya fiille rahatsız etmesidir. Ağır küfürlerle sövmesi, onur kırıcı bir şekilde eşini küçük düşürmesi, iz bırakacak şekilde dövmesi, Yüce Allah’ın haram kıldığı bir fiili işlemeye onu zorlaması veya önemli bir sebep olmaksızın onu terkedip ilgi göstermemesi kötü muameleler arasında sayılabilir. Hanefî, Şafiî ve Mâlikîlere göre şiddetli geçimsizlik ve kötü muamele doğrudan bir boşanma sebebi sayılmaz. Çünkü erkeğin eşini boşama yetkisi bulunduğu için, evliliğin yürümeyeceği kanaatine varınca doğrudan eşini boşaması mümkündür. Kadın ise her zaman mahkemeye başvurup kocasının kötü söz ve fiillerini engelleme imkânına sahiptir. Hakim bu konuda gerekli önlemleri alır. Bu yüzden hemen boşama yoluna gitmesi gerekmez. Diğer yandan kadının bir bedel üzerinde anlaşarak boşamayı sulh yoluyla sağlaması da mümkündür. Nitekim ashab-ı kiramdan Sabit İbn Kays’ın eşi Hz. Peygamber’e gelerek, evlilik devam ederse küfür derecesinde bir hata işlemekten korktuğunu söylemiş, bunun üzerine Hz. Peygamber mehir olarak aldığı bahçeyi Sabit’e bırakarak boşanabileceğini bildirmiştir. (İbn Rüşd, a.g.e., II, 97; Buhârî, Talâk, 11; bk. «Muhâlea» konusu.) Mâlikîlere göre şiddetli geçimsizlik durumunda hâkimin kadının başvurusu üzerine eşleri ayırması caizdir.(İbn Rüşd, a.g.e., II, 50; ed-Dırdîr, a.g.e., II, 281, 285; eş-Şirbînî, a.g.e., II, 207 vd.; İbn Kudame, a.g.e., VI, 524 vd.) Delil; "Zarar verme ve zarara karşılık zarar verme yoktur." (İbn Hanbel, I,313.) hadisidir. Kadın geçimsizlik olayını isbat edemezse dava reddedilir. İkinci defa mahkemeye başvurursa hakim "hakem" tayin ederek problemi çözmeye çalışır.
b) Hakeme başvurma: Geçimsizlik halinde hakeme başvurulması, geçimsizlik nedenlerinin temeline inilerek eşleri barıştırma gayesine yöneliktir. İslâm fakihleri geçimsizlik halinde eşlerin hakeme başvurabilecekleri konusunda görüş birliği içindedir. Ancak hakemlerin vereceği kararın niteliği üzerinde bazı görüş ayrılıkları olmuştur. Anlaşmazlığa düşen kimselerin arasını bulmak üzere görevlendirilen kimseye "hakem" denir. Hakem kararlarının uygulanması genellikle tarafların rızasına bağlıdır. Hâkim kararı ise zorla uygulanır. Hakem usûlü, İslâm aile hukukunda daha çok eşlerin birbiriyle anlaşamaması halinde başvurulan bir yoldur. İslâmda karı-koca birbirine iyi davranmak ve iyi niyet kurallarına uymak zorundadır. (bk. en-Nisâ’, 4/19.) Geçimsizlik halinde erkeğin karısına öğütte bulunması, onu yatağında bir süre yalnız bırakması veya te’dîpte bulunma hakkı vardır. (bk. en-Nisâ’, 4/34; bk. «Kocanın Hak ve Sorumlulukları».)
Kocanın eşine iyi davranmaması hâlinde, onun zulmünü önlemek için her zaman mahkemeye başvurma hakkı vardır. Hâkim haksızlığı önler, karısına karşı iyi muamele etmesini kocaya emreder ve öğütte bulunur. Tekerrür hâlinde hâkim onu cezalandırır. Geçimsizlik kimi zaman her iki eşten kaynaklanabilir. Mağdur olan eş hâkime başvurarak hakem yolu ile ara bulma veya boşanma isteğinde bulunabilir. Hakem tayini ile ilgili âyette şöyle buyurulur:
"Eğer karı ile kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, o vakit kendilerine erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar, barıştırmak isterlerse, Allah aralarındaki dargınlık yerine geçime, onları uyuşmaya muvaffak buyurur." (en-Nisâ’, 4/35.) Bu âyette hitap hâkimleredir. Koca, geçimi sağlamaya muvaffak olamamışsa, eşlerden birinin hâkime başvurarak hakem tayinini talep etmek hakkı doğar. Hakemlerin eşlerin hısımlarından olması daha uygundur. Çünkü eşleri iyi tanır, geçimsizlik sebeplerini bilir ve ara bulmaları daha kolay olur. Fakat hâkimin, hakemleri yabancı kişilerden seçmesi de mümkündür. (Alûsî, Rûhu’l-Maânî fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Azîm, Bulak 1301, V, 26.) Ebû Hanîfe ve Ahmed b. Hanbel’e göre, eşler özel yetki vermedikçe hakemler boşamaya karar veremez. Çünkü onlar vekil durumunda olup verilen yetki dışına çıkamazlar. Âyette hakemlerin yetkisi ise "islâh"tan ibarettir. Ancak eşler hakemlere özel yetki vermişse, bu takdirde boşamaları mümkündür. Evlilik düzeninin bozulmasında kusurlu olan eşin özel yetki vermek istemeyeceği açıktır. İmam Şafiî’nin bu konuda iki görüşü vardır. İlk görüşü Hanefiler gibidir. İkinci görüşüne göre ise, âyetteki hakem, hâkim demektir. Hâkim kendine gelen davayı tarafların rızası olmasa da hükme bağlama yetkisine sahiptir. (es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâti’l-Ahkâm, I, 472.) Hakem yolu ile boşanma da tefvîz-i talâkta (kadına boşama hakkı vermek) olduğu gibi, erkekle kadını boşanmada eşit duruma getiren haklardandır. Ancak bu usûl, Osmanlı İmparatorluğu uygulamasında geniş yer bulamamıştır. Çünkü hâkimler, başvuru hâlinde arabuluculuk (ıslâh) görevini kendileri yapıyorlardı. Hakem usûlü, boşama değil arabulma müessesesi olarak yaygınlaşmıştı. (eş-Şîrâzî, el-Muhezzeb, II, 47; er-Remlî, Nihâye, VI, 44.) 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesi hakem usûlünü geçimsizlikte kusur prensibinden hareketle Mâlikî mezhebine göre düzenlemiştir. Konuya ilişkin 130. madde şöyledir: "Karı koca arasında anlaşmazlık ve geçimsizlik meydana gelip de taraflardan biri hâkime başvurursa, hâkim iki tarafın ailelerinden birer hakem tayin eder. Bir veya iki taraf ailesinden hakem tayin olunacak kimse bulunamaz veya bulunup ta hakem olacak vasıflara hâiz olmazsa hariçten münasiplerini tayin eder. Bu suretle teşekkül eden aile meclisi tarafların iddiave savunmalarını inceleyerek aralarını ıslâha çalışır. Bu mümkün olmadığı takdirde kusur kocada ise aralarını tefrik eder. Kusur karıda ise mehrin tamamı veya bir kısmı üzerine muhâlaa eyler. Hakemler ittifak edemezlerse hâkim gerekli vasıfları haiz diğer bir hakem heyeti veya taraflara akrabalığı olmayan üçüncü bir hakem tayin eder. Hakemlerin vereceği hüküm kesin olup itiraz edilemez." Aynı kararnamenin 131. maddesinde; yukarıdaki usûle göre olan boşanmanın bir bâin talak sayılacağı ve usûlüne göre tescil edileceği belirtilir. Eşlerin hakem kararına itiraz edememesi, bu hükmün şahitliğe değil, geçimsizlik sebepleri incelendikten sonra hakemlerin takdirine dayanması ile açıklanır. (H.A.K. mad. 130 Esbâb-ı Mucibe lâyihası; Carîde-i İlmiye, yıl: 4, Sayı: 34, S: 1021 vd.; Döndüren, Delilleriyle, İslâm Hukuku, s. 398 vd.)
6) Zina (Liân veya mülâane): a) Liân terimi ve kapsamı: Zina sebebiyle evliliği sona erdirme yöntemine liân veya mülâane denir. Liân, "laane" kökünden mastar bir sözcük olup; Allah’ın rahmetinden kovulma ve uzaklaştırılma anlamına gelir. Bir fıkıh terimi olarak ise; kocanın karısını zina ile suçlaması ve bunu dört şahitle isbat edememesi durumunda, hakim önünde, özel şekilde ve karşılıklı olarak yeminleşme demektir. Mülâane sözcüğü "karşılıklı lânetleşme" anlamına gelir. Hanefî ve Hanbelîlerin ortak tarifine göre mülâane; koca tarafından, yalan söylüyorsa Allah’ın laneti kendi üzerine çekilerek yeminlerle güçlendirilmiş olan şehadetlerdir. Kadın da, eğer yalan söylüyorsa Allah’ın gazabını üzerine çeker. Bu yeminleşme İslâm hâkimi önünde yapılır ve koca için zina iftirası cezası (kazf), kadın için ise zina cezası (recm) yerine geçer. Başka bir deyimle mülâane bu cezaları düşürür. Sonuç olarak liân veya mülâane evliliği sona erdiren bir boşanma yoludur. Liân’ı doğuran sebep şudur. Bir erkek yabancı bir kadına zina ithamında bulunursa, bunu dört şahitle isbat etmesi gerekir. Aksi halde zina iftirası yapmış sayılır ve kendisine seksen değnek dayak vurulur. (en-Nûr, 24/4.) Kazif cezası, önceleri, eşine zina isnadında bulunan ve bunu dört şahitle isbat edemeyen koca için de uygulanıyordu. Nitekim Ashab-ı kiramdan Hilal b. Ümeyye (r.a), hanımına zina isnadında bulununca Rasûlüllah (s.a.s); dört şahitle bunu isbat etmesini, aksi halde zina iftirası cezası (kazif) uygulanacağını bildirdi. Bunu bir kaç defa daha tekrar etti. Hilâl b. Ümeyye şöyle dedi: Ey Allah’ın Rasûlü; bizden birimiz karısını bir erkekle zina hâlinde görüyor; delil istiyorsunuz. Seni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben doğru söylüyorum. Şuna inanıyorum ki, Allah, benim sırtımı bu dayaktan kurtaracak şeyi sana indirecektir." (Buhârî, Şehâdât, 21, Tefsîru Sûre 24/3, Talâk, 28; Müslim, Liân, 11; Ebû Dâvud, Talâk, 27; A. b. Hanbel, I, 273, III, 142.) Bu olay üzerine aşağıdaki "mulâane âyeti" indi.
"Hanımlarına zina isnat edip de, kendilerinden başka şahitleri olmayanların şahitliği, doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah’ı şahit tutup yemin etmesiyle olur. Beşinci defasında, eğer yalan söyleyenlerden ise,
Cevap: Kocanın karısını boşaması için hangi şartların meydana gelmiş olması gerekir ?
Desert Rose
Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını diler. Kadının da kocasının yalancılardan olduğuna dair, Allah’ı dört defa şahit tutup yemin etmesi, cezayı kendisinden kaldırır. Beşinci defasında; kocası doğru söyleyenlerden ise, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını diler." (en-Nûr, 24/6-9.) Ayetin ilk uygulaması Hilâl ailesi üzerinde oldu. Hz. Peygamber, Hilâl’i çağırdı. Hilâl, doğru söylediğine dair, dört defa Allah’ı şahit tutup, beşincide, eğer yalan söylüyorsa, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını istedi. Sonra karısı getirtilerek, o da aynı şekilde yemin etti. Beşincide, eğer kocası doğru söylüyorsa, Allah’ın gazabının kendi üzerine olmasını diledi. Allah’ın elçisi sonra onların arasını ayırdı. (eş-Şevkânî, Neylü’l-Evtâr, y.y. 1250 H., VI, 268.) Liân âyetinin Uveymir el-Aclânî ve zina isnadında bulunduğu hanımı hakkında indiği de rivayet edilmiştir. Âyetin hükmünün, önce Hilâl ailesine ikinci olarak da Uveymir ailesine uygulandığı görüşü daha sağlam görünmektedir. (el-Kâsânî, el-Bedâyî, III, 239; İbnü’l-Hümâm, a.g.e., III, 260 vd.; el-Meydânî, el-Lübâb, III, 79.) Liân’ın sebebi ikidir. Birincisi; bir erkeğin karısına, yabancı bir kadına isnat edildiği zaman zina cezası uygulamasını gerektiren zina isnadında bulunması. İkincisi; babanın henüz doğmamış olan veya doğmuş bulunan çocuğun nesebini reddetmesi. Ebu Hanîfe’ye göre, çocuğun nesebini reddetmek, hemen doğumun arkasından veya normal olarak en geç bir hafta içinde olmalıdır. Koca, karısının doğurduğu çocuğun nesebini kabul etmemekle, ona zina isnadında bulunmuş olur ve mulâane yoluna gidilir. Bu süre geçtikten sonra, çocuğun nesebi, susma sebebiyle sabit olur. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise, lohusalığın sonuna kadar, çocuğun nesebini reddetmek mümkündür. (el-Kâsânî, a.g.e., III, 259; el-Meydânî, a.g.e., III, 75, 78; İbn Âbidîn, a.g.e., II, 805 vd.) Bunun süresi ise doğumdan itibaren kırk gündür. Liân’ın rüknü; yeminle birlikte Allah’ı şahit gösterme ve her iki eşin laneti üzerine çekmesidir.
b) Liân’ın şartları: 1. Eşler arasında evliliğin devam etmekte olması gerekir. Eşlerin daha önce cinsel temasta bulunmamış olması hükmü değiştirmez. Evli olmayanlar arasında veya yabancı bir kadına zina isnadında bulunulması hâlinde mulâane yoluna gidilemez. Bir erkek, yabancı bir kadına zina isnadında bulunduktan sonra onunla evlense, kendisine yalnız kazif cezası gerekir, Liân uygulanmaz. 2. Nikâh akdinin sahih olması gerekir. Meselâ, şahitsiz evlenen ve bu sebeple nikâhı fasit olan eşe mulâane uygulanmaz. 3. Kocanın şahitlik yapma ehliyetine sahip olması. Bu durum; eşlerin akıllı, ergin ve müslüman olmasını ve kazif suçundan dolayı had cezasına çarptırılmamış bulunmasını gerektirir. Eşlerin âmâ veya fâsık olması sonucu etkilemez. (el-Kâsânî, a.g.e., III, 246 vd.; el-Meydânî, a.g.e., III; İbn Âbidîn, a.g.e., II, 811.) Çocuğun nesebini red edebilmek için bazı şartların bulunması gerekir: 1. Hâkimin eşler arasında ayrılık kararı vermesi. Çünkü ayrılığa hüküm verilmeden önce, nesebi red gerekmez. 2. Nesebin, Ebû Hanîfe’ye göre, en geç bir hafta içinde, Ebû Yusuf ve Muhammed’e göre lohusalık süresi içinde reddedilmesi gerekir. Çoğunluğa göre, neseb reddinin en kısa sürede (fevrî) yapılması gereklidir. 3. Nesebin kabulü anlamına gelen bir işlemin yapılmaması gerekir. 4. Eşlerin ayrılması sırasında çocuğun hayatta olması şarttır. Mulâane sırasında yeminden kaçınma veya lian’dan dönme hâlinde; Hanefîlere göre lian’dan kaçınan koca ise, yemin edinceye veya yalan söylediğini itiraf edinceye kadar hapsedilir. Hapiz cezasının bir yarar sağlamayacağı belli olursa, kazif cezası uygulanır. Yeminden kaçınan kadınsa, mulâane yapması ve kocasını tasdik etmesi için hapsedilir. Kocasını doğrularsa serbest bırakılır. "Yemin etmesi, kadından azabı kaldırır." (en-Nûr, 24/8.) âyetinde belirtildiği gibi Hanefiler dışındaki çoğunluk İslâm hukukçularına göre, liândan kaçınanlara zina cezası uygulanır. Çünkü liân, zina cezasının yerine geçmiştir. Koca, hâkim önünde yapılan liân işleminden sonra, yemininden dönerse kendisine kazif cezası verilir. (el-Kâsânî, a.g.e., III, 238; el-Meydânî, a.g.e., II, 808.)
c) Liân’ın hükümleri: Eşin zinası sebebiyle hâkim önünde vuku bulan mulâane sonunda aşağıdaki sonuçlar ortaya çıkar. 1. Kocadan kazif veya tâzir cezası düşer. Kadın da zina cezasından kurtulur. 2. Mulâaneden sonra, eşlerin cinsel temasta bulunması haram olur. Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Mulâane yapanlar artık bir araya gelemez." (eş-Şevkânî, a.g.e., VI, 271.) 3. Eşler, mulâane sonunda hâkim kararı ile birbirinden ayrılmış olurlar. Delil; Hz. Peygamber’in Hilâl b. Ümeyye ile eşini ayırmasıdır (eş-Şevkânî, a.g.e., VI, 274). Burada, hâkimin ayırma hükmü, Ebu Hanîfe ve İmam Muhammed’e göre "bâin talâk" niteliğindedir. Çünkü prensip olarak hakim kararı ile gerçekleşen boşama bâin talak sayılır. Koca, daha sonra, yalan söylediğini ikrar eder veya şahitlik yapma ehliyetini kaybederse karısı kendisine helal, çoğunluk İslâm hukukçularına göre ise, liân sonucu gerçekleşen ayrılık, süt hısımlığı yüzünden ayrılıkta olduğu gibi "nikâh akdini fesih" niteliğindedir; ebedî haramlığı gerektirir ve artık bu iki eşin yeniden evlenmesi mümkün olmaz. 4. Zina fiiline bağlı olarak doğan veya doğacak olan çocuğun nesebi baba yönünden reddedilmiş sayılır. Artık bu koca ile çocuk arasında miras ve nafaka hukuku cereyan etmez.
(el-Kâsânî, a.g.e., III, 244 vd.; İbnü’l-Humâm, a.g.e., III. 253 vd; İbn Rüşd, a.g.e., II, 120vd., İbn Kudâme, a.g.e., VII, 410 vd.)
hakim hangi durumlarda boşar, eşini haksız yere boşamak, erkek hangi hallerde karısını boşayabilir