İnsanlar lailahe illAllah deyinceye kadar savaşılır
Muhammed
insanlar lailahe illAllah deyinceye kadar savaşılır
2606- Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Bu insanlarla Allah’tan başka ilah yoktur deyinceye kadar savaşmakla emrolundum Allah’tan başka ilah yoktur dediklerinde mallarını ve canlarını benden kurtarırlar ancak gizli durumlarının hesabı Allah’a kalmıştır. (Nesâî, Tahrimüddem: 1; Müslim, İman: 8)
Bu konuda Câbir, Sa’d ve ibn Ömer’den de hadis rivâyet edilmiştir.
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
2607- Ebû Hüreyre (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) vefat edince ve Ebû Bekir de halife olunca Araplardan kafir olup İslam’dan çıkanlar oldu Ömer b. Hattâb, Ebû Bekir’e şöyle dedi: Sen bu İnsanlarla nasıl savaşacaksın? Rasûlullah (s.a.v.), tüm insanlarla Allah’ın birliğini kabul edinceye kadar savaşmakla emrolundum kabul ederlerse mal ve canlarını benden kurtarırlar gizli durumlarının hesabı Allah’a kalmıştır, demesine rağmen… Ebû Bekir de şu karşılığı verdi namaz ile zekatı birbirinden ayıranlara karşı vAllahi savaşacağım çünkü zekat malın hakkıdır. Allah’a yemin ederim ki Rasûlullah (s.a.v.)’e verdikleri bir deve yularını bana vermeseler bunun verilmemesi yüzünden kendileriyle savaşırım. Bunun üzerine Ömer b. Hattâb şöyle dedi: VAllahi durum bu merkezde iken Allah’ın, Ebû Bekr’in göğsüne ferahlık verdiğini gördüm savaş konusunda kendisinin hak üzerinde olduğunu anladım. (Nesâî, Tahrimüddem: 1; Buhârî, Zekat: 29
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
Aynı şekilde Şuayb b. Ebî Hamza, Zührî’den Ubeydullah b. Abdullah’tan ve Ebû Hüreyre’den bu hadisi rivâyet etmiştir. Bu hadisi Imrân el Kattan, Ma’mer’den Zührî’den, Enes b. Mâlik’den, Ebû Bekir’den rivâyet ediyor ki bu rivâyet yanlıştır. Imrân’a, Ma’mer’den yaptığı rivâyetle muhalefet edilmiştir.
Yorum: İnsanlar lailahe illAllah deyinceye kadar savaşılır
mum
"Ben insanlarla Allahâtan başka ilah yoktur deyinceye kadar savaşmakla emr olundum" hadisinin açıklaması
Allah’a tapmayan insanları yola getirmek, islam dinine uyanları tehdit eden ülke ve topluluklar ile cihad etmek, müslümanların lideri üzerine farzdır. Bu hüküm "islamda zorluk yoktur" ayetine aykırı değildir.
Din bilgisi, inanç ve amelden oluşan bîr bütündür. Bir insana zorla bilgi verilebilir, fakat zorla inanması sağlanamaz. Çünkü iman kalbin tasdikidir, bildirilenin doğru olduğuna insanın içten kanaat getirmesi ve inanmasıdır. Bu inanma ancak serbest irade ile karar vermeye ve tercih etmeye dayanır. Ayrıca kalbin ve zihnin içinde olup bitenleri başkasının bilmesi mümkün olmadığından, zora mâruz kalan kimsenin "İnandım" demesi halinde bunun içteki duruma uygun olup olmadığı kontrol edilemez. Sonuç olarak bir kimse ne zorla inandınlabilir ne de zor altında inandığını söyleyenin içtenliğine güvenilebilir. Dinî amelin özü ihlâs-tır. İhlâs yapılanların Allah rızâsı için gerçekleştirilmesidir. Zorla bir davranışta bulunan insanın dinî amelinden söz edilemez. Dinin en önemli iki unsuru olan "iman ve amel" zorlamayla olmayacağına göre "Dinde zorlama yoktur, insan zorla mümin ve dindar olamaz" cümlesi, tabiatta câri ilâhî kanunlar gibi kevnî bir gerçeği ifade etmektedir. Arkadan gelen ve bu cümlenin gerekçesi mahiyetinde olan "Çünkü doğru eğriden apaçık ayrılmıştır" İfadesi, bu kaidenin aynı zamanda bir dinî kural ve hüküm olduğunun karinesini teşkil etmektedir. Bu iki mânayı birleştirerek âyeti şöyle açıklamak mümkündür: Zorla imanın ve dindarlığın olmayacağı ilâhî bir kanundur. Şu halde siz de insanları belli bir dine inansınlar dîye zor-lamayınız. Allah Teâlâ’nın insanlara verdiği akıl. hem kendine hem de onu taşıyan vücuda ve yakından uzağa çevresine bakarak, peygamberlerin gösterdikleri mucizeler ve getirip tebliğ ettikleri vahiy üzerinde düşünerek hak dini, doğru yolu bâtıl dinden ve eğri yoldan ayırabilir; yani âyetler ve açıklamalar sayesinde hakkı bâtıldan ayırmak kolay hale gelmiş olur. Ortada karışık veya zorlama ile giderilecek bir durum yoktur. Doğru yolu bulan, hak dine inanan, "nefis, şeytan, şehvet, hırs ve sahte tanrılar" gibi eğri yolun, sapkınlık ve şaşkınlığın rehberlerini reddeden müminler, sarsılarak ilerleyen arabaya veya dalgalar üzerinde ine çıka ilerleyen bir gemiye benzeyen bu hayatta, kopması mümkün olmayan sapasağlam bir kulpa sarılmışlardır. Düşmezler, sağa-sola savrulmazlar; bu kulp sayesinde yerlerini, istikrarlarını, sağlıklarını korurlar ve vazifelerini yerine getirerek yollarına (imtihan ve tekâmül yolculuğuna) devam ederler.
Bugün çağdaşlığın ve medeniyetin en önemli simgesi olarak takdim edilen insan haklan içinde din ve vicdan hürriyeti başköşede yerini almış bulunmaktadır. Bu hürriyet, İnsanların inanmak veya inanmamakta hür olmalarını, kimseye inanç konusunda zorlama yapılmamasını, iman ehlinin de inancını serbestçe yaşamasını ifade etmektedir. Açıklamakta olduğumuz âyet, İslâm’ı din olarak benimsemeyen, İslâmî ifadeye göre küfrü (inkâr, kâfirlik) seçen bir kimseye zorlama yapılmayacağını, kendisine kâfir olarak yaşama hakkı verileceğini açıkça söylemektedir. Ancak diğer âyetler, hadisler ve uygulamalar göz önüne alındığında karşımıza iki önemli soru çıkmaktadır:
a) Müslüman olmayanlara, İslâm’a girme konusunda baskı yapılmaması hükmü genel midir, bütün kâfir çeşitlerini içine almakta mıdır ve âyetin hükmü yürürlükte midir (mensuh değil midir)?
b) Din kavramı ameli de içine aldığına göre müsl umanları belli bir amele (farzları yerine getirmeye ve haramlardan uzak kalmaya) zorlamak da yasak mıdır? Âyetten bu hükmü de çıkarmak mümkün müdür?
Eski müfessirler birinci soru üzerinde etraflı biçimde durmuşlar ve sonuçta ortaya şu yorumlar çıkmıştır: 1. Hz. Peygamber Araplar’dan cizye kabul etmemiş, onları ya müslüman olma ya da savaşı ve ölümü göze alma seçenekleriyle karşı karşıya bırakmıştır. Şu halde "Dinde zorlama yoktur" âyetinin hükmü kaldırılmıştır. Hükmü kaldıran ise başka âyetlerde "müslüman oluncaya kadar kâfirlerle savaşıl masını" emreden Allah’tır. Tefsircilerin birçoğu bu anlayışı benimsemişlerdir. 2. Âyetin hükmü kaldırılmış değildir, ancak dinde zorlama bulunmadığı hükmü, bütün inkarcılar hakkında değil, yalnızca kitap ehli olanlar hakkındadır. Onlar cizye vermeyi kabul ettikleri takdirde Ehl-i kitap olarak yaşayabilirler. Şa’bî, Katâde, Dahhâk gibi eski müfessirler âyeti böyle yorumlamışlardır. Yürürlükten kaldırmanın (nesih) bulunmadığı hususunda bu âlimlerle birleşen Ebû Bekir İbnü’l-Arabî’ye göre zorlama hak olan ve bâtıl (haksız) olan diye ikiye ayrılır. Âyet bâtıl olan zorlamayı yasaklamaktadır. Hak olan, ilâhî hükümlere (bu mânada hukuka) uygun bulunan zorlama ise meşrudur ve kâfirler bunun için öldürülmektedirler. Genel hükümden müstesna olanlar kendilerinden cizye kabul edilen kâfirlerdir. Hangilerinden cizye kabulü caiz görülüyorsa onlar istisna çerçevesi içine alınmışlardır. [154] 3. Âyet mensuh değildir, ancak ensarla (sonradan müslüman olan Medine-liler) ilgili bir meseleden dolayı gelmiştir, o konuyu çözmüştür ve o hadiseyle sınırlıdır. İslâm’dan önce ensar kadınlarından birinin çocuğu yaşamazsa bir adakta bulunur, "Şu çocuğum yaşarsa onu yahudi yapacağım" derdi. Bu uygulama sonunda Medine’de oturan yahudi boyları içinde birçok yahudİleşmiş ensar çocuğu oldu. Yahudi Nadîroğullan’nın, hiyanetleri sebebiyle Medine’den çıkarılmasına karar verilince artık İslâm’a girmiş bulunan ensar aileleri "Biz çocuklarımızı yahu-dileştirirken o dinin bizimkinden daha üstün olduğu inancında idik. Şimdi İse hak din İslâm geldi, çocuklarımızı onlardan alıp zorla müslümanlaştıralım" dediler.
Zorlamayı yasaklayan âyet gelince Resûlullah yahudileşmİş ensar çocuklarına seçim hakkı verdi, Yahudilik’te kalmak isteyenleri İslâm’a girmeye zorlamadı. 4. Bu âyet savaş esiri eriyle ilgilidir. Ehl-i kitap olan esirler dîn değiştirmeye zorlanamaz. 5. Âyetin anlatmak istediği şudur: Kimseyi müslüman olsun diye zorlamayınız; çünkü İslâm’ın gerçekliği apaçık ortadadır, zorlamaya ihtiyacı yoktur. Allah kime hidayet nasip ettiyse müslüman olur. Gönül gözü körleşen, aklım hevâsma tâbi kılan kimseleri ise zorla İslâm’a sokmanın bir faydası yoktur. İbn Kesîr âyeti böyle yorumlamıştır. [155] 6. Zemahşerî’nin anlayışına göre [156] burada anlatılan "İmanla ilgili ilâhî kanundur, kuraldır"; yani Allah kulunu İradeden yoksun kıla-rak İman konusunda onu zorlama altında bırakmamış, aksine inanıp inanmamayı onun serbest irade ve seçimine bağlamıştır.
Şevkânî bu yorumları naklettikten sonra konuyu şöyle bağlamaktadır: Âyet, çözmek üzere geldiği mesele bakımından mensuh değildir, meseleyi çözüme bağlamıştır. Bu çözüm aynı zamanda "Ehl-i kitap olanlar cizye ödemeyi kabul ederlerse din değiştirmeye zorlanamazlar" hükmüne de dayanak teşkil etmektedir. Geriye harp ehli (İslâm’a karşı savaş açan) kâfirler kalır. Âyeti lafzına (kelime ve cümle yapısına) göre anlarsak harp ehli kâfirleri de içine aldığını söylememiz gerekir. Ancak diğer birçok âyet, hadis ve uygulama harp ehlini istisna etmiştir. Onlar cizye yerine savaşı tercih ettiklerinden önlerinde iki seçenek vardır: Ya müslüman olmak ya da savaş
İbn Âşûr kendinden önceki tefsircilerİn bu konudaki yorumlarını aktardıktan sonra konuya farklı bir açıklama getirmiştir. Ona göre bu âyetin ilk yıllarda gelmiş olması ihtimali yoktur. Cizye kabulü söz konusu olmaksızın savaş emri getiren âyetler ve bu mânada olmak üzere "Lâ İlahe illAllah deyinceye kadar insanlarla savaşma emrini aldım…" diyen hadisler bu âyetten önce idi. O zaman Arabistan’da şirk hâkim bulunuyordu. Araplar dedeleri İbrahim’in tevhid dininden sapmışlardı. Allah Teâlâ bu bölgenin şirkten, Kabe’nin de putlardan temizlenmesini, diğer kavimler ve topluluklar için örnek bir tevhid ümmeti ve merkezinin oluşmasını istiyordu ve bunun gereğini emretti. Arap yarımadası şirkten temizlenip İslâm yerleşince artık evrensel düzenin gerçekleşmesi lâzımdı. Evrensel düzen "bütün halkı müslüman olan bir dünya değil, hakların ve hürriyetlerin bekçiliğini müslümanlann yaptığı bir dünya" idi. Bunun için de diğer din ve vatan sahiplerinin yalnızca müslümanlann hâkimiyetini kabul etmeleri yeterli idi. İşte bu âyet o düzeni getirdi. Dîne zorlama savaşı bitti (bunu ifade eden âyetler ve hadisler neshedildi), hakka ve hukuka baş eğdirme savaşı başladı.
Bizim de anlayışımız bu son yoruma uygun düşmektedir. Dînde zorlamanın yasaklanması "hakkın bâtıldan-açıkça ayrılması" gerçeğine bağlanmıştır. Bu gerçek değişemeyeceğine, Kur’an ortada bulundukça yeniden hak ile bâtıl birbirine karışır hale gelemeyeceğine göre buna dayalı bulunan hükmün değişmesi de (neshi) söz konusu olamaz. Resûlullah Ehl-i kitap olmayan kâfirlerden de cizye almıştır. Kâfirler barış isterlerse bunun kabul edilmesi emrolunmuştur. Kâfirlerle savaş emri "fitnenin ortadan kalkması ve dinin Allah için olması" gerekçelerine bağlanmıştır. Fitne zulümdür, düzensizliktir, anarşidir. "Dinin Allah için olması", bütün insanların İslâm’a girmeleri şeklinde anlaşılamaz; çünkü en azından Ehl-i kitabın cizye vererek de olsa gayri müslim olarak yaşamalarına izin verildiğinde ittifak vardır. Bütün bu naslar, gerçekler ve uygulamalar bîr araya getirildiğinde ortaya çıkacak sonuç ve nihaî hüküm şu olmaktadır: İnsanların zorla din değiştirmeleri hem imkânsız hem de hükümsüzdür, bu sebeple de yasaklanmıştır. Savaş insanları zorla İslâm’a sokmak için değil, din yüzünden baskının ortadan kalkması, din ve vicdan hürriyetinin hayata geçirilmesi, güçlü olanların hukuku çiğnemelerinin engellenmesi içindir. Müslüman olmayanlar bu hak, hukuk ve hürriyet düzenine uydukları müddetçe kendi inançlarında kalma ve onu yaşama hakkına sahiptirler.
İkinci mesele müslümanlarm, dinin gereklerini yerine getirme konusunda zorlanıp zorlanamayacaklan ve âyetin bunu da içine alıp almadığı konusu idi. Müslüman iken sonradan İslâm’dan çıkan kişinin (mürted) öldürülmesiyle ilgili hüküm ilk bakışta "dînde zorlama yasağının müslümanları içine almadığı" zannı-nı verirse de öncelikle böyle bir hükmün Kur’an’da bulunmadığını kaydetmek gerekir. Yukarıda 217. âyetin tefsiri sırasında açıklandığı üzere, konuya ilişkin hadislerin ve fıkhı görüşlerin gerekçeleri dikkate alındığında bu hükmün müslüma-nın "dinini değiştirmesi" sebebine değil "sosyal düzeni bozma, İslâm’a ve müslü-manlara karşı savaşma" gibi sebeplere bağlı olduğu anlaşılmaktadır.
Çiğnenen yasakların (haramlar) bir kısmı için öngörülen cezaî yaptırımlar da kişinin dinî hayatına müdahale yani kişi ile Allah arasına girme anlamında olmayıp sosyal düzenin korunmasına yöneliktir.
Karşılığında bir ceza öngörülmeyen haramların çiğnenmesi ve farzların ihmaline gelince bu alanda müslümanlarm "emir bi’1-ma’rûf ve nehiy anİ’l-münker" denilen "sosyal ahlâk ve düzenin korunması" görevleri devreye girmektedir. Bütün müslümanlar bilgi ve ilgilerine göre bu göreve katılırlar. Ancak bu görevin de öğüt, telkin, ikili ilişkileri ayarlama çareleri genel olmakla beraber müeyyide uygulama görevi genel değildir, devletin veya halkın görev verdiği kurum ve şahıslara aittir. Burada da yaptırım uygulanarak yapılan zorlama, müslümanlan ceza tehdidi altında dinlerini yaşamalarını sağlamaya yönelik olamaz, Çünkü böyle yaşanan din din değildirihadet ibadet değildir. Zorlamanın gerekçesi İslâm’ın hâkimiyet sembollerinin (şeâir), genel ahlâk ve düzenin korunmasından ibarettir.
KAYNAK: DİYANET TEFSİRİ
la ilahe illAllah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum, ben insanlarla la ilahe illAllah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum, insanlar la ilahe illAllah sahihhadisler