Ali İmran Süresi 159. Ayetin Tefsiri: O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın!
Muhammed
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِّنَ اللّهِ لِنتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ {159}
O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever.
Ali İmran Süresi 159. Ayet
( AL-İ İMRAN – 159 : Fe bimâ rahmetin minallâhi linte lehum, ve lev kunte fazzan galîzal kalbi lenfaddû min havlik(havlike), fa’fu anhum vestagfir lehum ve şâvirhum fîl emr( emri))
Şura (meşveret, danışma) prensibinin İslamiyet’te önemli bir yere sahip olduğu ayette açıkça ifade edilmiştir. Ancak, şuranın kapsamı, şekli ve bağlayıcılık gücü konularında İslam bilginlerince farklı görüşler ileri sürülmüştür.
___________________________
TEFSİR:
159. Allah’ın rahmetinden dolayı, ey Muhammed, sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara mağfiret dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven, doğrusu Allah güvenenleri sever.
Ey peygamberim, Allah’tan bir rahmetle, Allah’tan bir rahmet sebebiyle sen onlara yumuşak davrandın. Allah’ın yardımı ve yol göstermesiyle onlara merhametli, müsamahalı, şefkatli davrandın. Eğer sen onlara karşı sert, haşin, katı kalpli davransaydın, onlara karşı an-layışsız, kaba olsaydın muhakkak ki onlar seni terk edip etrafından dağılıp giderlerdi. Kıyâmete kadar tüm insanlara, tüm toplumlara örnek olacak bir neslin yetişmesi için elbette peygamber Efendimizin böyle davranması gerekecekti.
İşte bu bir peygamber tavrıdır, bir peygamber ahlâkıdır. Bir örnek davranışıdır bu. Beni Rabbim terbiye etti ve benim terbiyemi ne güzel yaptı buyuran bizzat Rabbimizin terbiyesinden geçen Rasûlul-lah Efendimizin, örneğimizin ahlâkı işte böyle hep güzellik, hep merhamet olup Allah’ın yardımıyla hep başarıya ulaştırıcı, güzel sonuçlar tevlid edici bir örnekti. Kıyâmete kadar mü’minlere en güzel bir örnektir Rasûlullah’ın ahlâkı.
Burada örneğimizin, pîşdârımızın bu güzel davranışını, bu güzel ahlâkını bize arzeden Rabbimiz bize şunları söylüyor: Ey Müslümanlar, ey her konuda kendilerine nümûne-i imtisâl olarak sunduğum elçimi adım adım takip etmekle yükümlü olan peygamber yolunun yol-cuları, işte örneğinizin örnek ahlâkı. Sizler de onun gibi olun. Onun gi-bi davranın.
Hanımlarınıza karşı, kardeşlerinize karşı, çevrenizdeki Müslümanlara karşı, işçilerinize, memurlarınıza karşı sizler de böyle davranın. Sizler de peygamber ahlâkıyla ahlâklanın. Tüm çevrenize karşı merhametli olun. Tüm çevrenizi Cennete götürücü bir tavır sergileyin. Zinhar ne idare edenleriniz, ne idare edilenleriniz, ne zenginleriniz, ne fakirleriniz, ne kadınlarınız, ne erkekleriniz peygamber ahlâkını bir tarafa bırakıp böyle bir sınıf farkıyla birbirlerinizi değerlendirmeyin. Unutmayın ki sizin tek değer yargınız iman olmalıdır, takva ve teslimiyet olmalıdır.
Evet, biriniz koca olabilir Rasûlullah gibi, biriniz kadın olabilir Hz. Ayşe gibi. Biriniz patron olabilir Ebu Bekir gibi, biriniz köle olabilir, işçi olabilir Bilal gibi. Biriniz idareci olabilir Ömer gibi, biriniz tebaa olabilir Ebu Zer gibi. Ama unutmayın ki Allah nazarında, kulluk noktasında bunlar arasında asla bir değer farkı yoktur. Hepsi Allah’ın kuludur. Hepsi Adem’in çocuklarıdır ve hepsi de topraktandır.
İşte Rabbimizin beyanından anlıyoruz ki bizzat kendisinin terbiye ettiği Rasûlullah Efendimiz insanlara, çevresindekilere son derece merhametli davrandı, müsamahalı davrandı, yumuşak ve halim davrandı. Birlikte Allah’a kulluk yapmaya ve Allah’ın dinini yüceltmenin kavgasını verdiği etrafındaki ashabına karşı iyi davrandı, onlara kaba ve sert davranmadı. Hatalarından dolayı, sürçmelerinden dolayı onları affetti, onlar adına istiğfarda bulundu. Arkadaşlarının yaptıklarından ötürü Allah’tan özür diledi. Onlara değer verdi, onlarla iş konusunda, bu savaş konusunda istişarede bulundu. Çünkü Rabbimiz ona bunu emrediyordu:
Ey peygamberim, onları affet, onların kusurlarından ötürü istiğfarda bulun, kendin hakkındaki haklarını Allah’tan bağışlamasını dile, iş konusunda onlarla daima müşavere et, daima onlarla istişare ederek, onların görüşlerine müracaat ederek, kendilerine değer verdiğini ortaya koyarak, bu din işinin, bu hayat programının kendi meseleleri olduğunu, binaenaleyh kendi öz meselelerine sahip çıkıp, kafa yormaları, fikir beyan etmeleri, katılımda bulunmaları konusunda, aklî güçlerini ortaya çıkarmaları konusunda da onlara imkân hazırlayarak onlarla dayanışma içinde bir hayat yaşa.
Ey peygamberim, Allah adına birlikte yaşadığınız bir hayatın problemlerinden onları da haberdar et. Kararını onlarla birlikte ver. Ama vereceğin tüm kararlarında, tüm hayat problemlerinin çözümün-de Allah’ın dini, Allah’ın arzuları hâkim olsun. Allah’ın kitabının âyetleri doğrultusundan şaşma. Bir savaş kararı mı alacaksın? Bir barışa mı karar vereceksin? Medine’de bir müdafaa savaşına mı karar verdin? Arkadaşlarının arzusuyla bundan vazgeçip Uhut’ta düşmanı karşılamaya mı karar verdin? Hangi konuda bir karar vermişsen artık verdiğin o kararında sebat et. Bir şeye azmedip karar verdin mi sadece Rabbine tevekkül edip, sadece Rabbine güvenip, dayanıp, ona sığınıp yürü. Çünkü kesinlikle bilesin ki Allah kendisine güvenip, kendi-sine tevekkül edip, kendisini velî ve vekil bilip tüm işlerini kendisine havale edenleri, yolunda yürüyenleri sever.
Daha önceki âyetlerde demeye çalıştığımız gibi Rasûlullah Efendimiz Uhud savaşının başlangıcında ashabını toplayarak bu konuyu onlarla istişare etmişti. Kendi fikrini açıklayıp onların fikirlerini almıştı. Allah’ın Resûlü Medine’de kalıp gelmekte olan düşmana karşı bir müdafaa savaşı vermeyi düşünüyordu. Ama istişare ettiği ashabı arasında daha önce Bedir’de bulunamayıp düşmanla karşılaşmaya can atan, bir meydan muharebesi için yanıp tutuşan gençler vardı. Bunlar ısrarla Uhud’a gitmeyi, düşmanı şehrin dışında karşılamayı ve kahramanca bir savaşta Rasûlullah’ın yüzünü aydın etmeyi istiyorlardı. Onların bu arzularında ısrarlarını gören Allah’ın Resûlü kendi fikrinden vazgeçip onların bu arzusunu kabul etti.
Sonra bu gençler Rasûlullah’ı üzdüklerini, onun arzusuna muhalefet ettiklerini zannederek pişman oldular ve gelip şöyle dediler: Ey Allah’ın Resûlü, sizin arzunuzun aksine bir şey isteyerek galiba bizler hata ettik. Bu tavrımızdan ötürü bizi affet ve nasıl istersen öylece yap. Biz sizinle beraberiz dediler. Allah’ın Resûlü artık kararını vermişti. Buyurdu ki bir peygamber bir şeye karar verip azmetmişse, savaş için zırhını giymişse artık zırhını çıkarmak, kararından dönmek ona yakış-maz dedi, kararında azmetti, sebat etti, gitti Uhud’a, sonuna kadar direndi, dayandı orada. Allah’a itimat edip, tevekkül edip savaş meydanında yerine çıkılmış gibi bir adım bile geriye atmadı, kaçmadı. Büyük bir azim ve cesaretle bozguna uğrayan, kaçmaya çalışan arkadaşlarının arasında ordusunu toparlamaya ve kaçmalarına engel olmaya muvaffak oldu.
İşte bu onun Allah tarafından kendisine kazandırılan ahlâkının savaş yönünü, azim ve cesaret yönünü, Allah’a güveninin tam oluşundan dolayı kaçmayı aklının ucundan bile geçirmeme yönünü teşkil ediyordu. O sadece Allah’a güveniyor, sadece ona sığınıyor, kendisini sadece onun koruyacağını bildiği Rabbine tevekkül ediyor, vekaletini ona veriyor ve zaferi, yardımı ondan bekliyordu.
İşte daha önce ashabıyla istişare edip de bu istişaresinin sonunda kendi fikrinden vazgeçip, onların isteklerine tabi olup, orada da başına bunlar gelince artık ashabıyla müşavereden vazgeçme gibi kalbinden bir duygunun geçmemesi, istişare ettiğine pişmanlık duymaması için Rabbimiz burada açıkça müşavere emrini veriyordu. Hakkında Allah tarafından bir âyet indirilmemiş konularda Allah’ın Resûlü mü’minlerle istişare etmeliydi. Kesinlikle biliyoruz ki müşavere eden bir toplum en güzele, en doğruya ulaşmaya muvaffak olur.
ali imran 159, ali imran 159 tefsir, ali imran 159 tefsiri