Haset ile ilgili vaaz

Haset ile ilgili vaaz

Kayıtsız Üye
haset ile ilgili vaaz


Cevap: haset ile ilgili vaaz

Desert Rose
HASET İNSANIN İÇİNİ KEMİREN BİR HASTALIKTIR

Bugünkü sohbetimizde hasetten söz edeceğiz.
Haset ve Kavramı
Haset sözlükte çekememek demektir. Dindeki anlamı ise, başkasında olan herhangi bir varlığın ondan alınıp kendisine verilmesini istemektir. Bundan daha fenası da kendisine verilmese bile, o nimetten onun mahrum olmasını temenni etmektir.
Kıskançlık bazen haset anlamında olursa da daha çok "Gayret" anlamındadır. Mesela erkeğin karısını veya kadının kocasını başkalarından kıskanması haset değil, gayrettir övülmüştür. Fakat birisi diğerinin karısını, kocasını, çocuklarını, malını, güzelliğini veya herhangi bir nimet veya üstünlüğünü çekememesi, ona göz dikmesi, onun yok olmasını arzu etmesi hasedin ta kendisidir ve yerilmiştir. Haset, kötülenmiş ve çirkin bir huy olduğu bildirilmiştir. Halbuki gayret, bunun aksine övülmüştür. Çünkü ilerleme, olgunluğa erme, iffet, hakkın korunması onunla olur. Yeter ki kendi hakkının ilerisine tecavüz etmek suretiyle aşırı olmasın. Böyle olursa o zaman gayret, haset manasında olmuş olur ki, makbul değil, günahtır.
Hasedin Tarihçesi
Göklerde de yerde de ilk isyan yani Allah’ın emrine karşı gelme, haset yüzünden çıkmıştır.
Allah Teâlâ’nın ilk yarattığı insan Hz.Adem’dir ve aynı zamanda ilk peygamberdir. Allah Teâlâ onu yaratmadan önce meleklere şöyle demişti: "Ben kupkuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan bir insan yaratacağım. Ona şekil verdiğim ve ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın. (Adem yaratılınca) meleklerin hepsi de (Allah’ın emrine uyarak) hemen secde ettiler. Fakat, (cinlerden olan) İblis ise bu emre uymadı, Adem’e secde etmedi. Allah Teâlâ:
-Ey İblis, secde edenlerle beraber olmayışının (yani Adem’e secde etmeyişinin) sebebi nedir? diye sordu. İblis:
-Ben kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattığın insana secde edecek değilim. (Çünkü ben ondan daha üstünüm, beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın) dedi." (1)
İşte İblis, uzun yıllar Allah’a ibadet etmişken, Allah’ın Adem aleyhi’s-selâm’a verdiği üstünlüğü çekememiş ve Allah katındaki değerini yitirmiştir.
Böylece göklerde ilk defa haset yüzünden Allah’a isyan edilmiştir. İblis, bu hasedi sebebiyle Allah’ın rahmetinden kovulmuş ve uzaklaştırılmıştır. Allah şöyle buyurdu: "Öyle ise oradan (cennetten) çık, artık kovuldun. Muhakkak ki kıyamet gününe kadar lânet senin üzerine olacaktır."(2)
Başka bir ayette ise: "O halde çık, sen artık küçülenlerdensin." (3)
Evet değerli kardeşlerim,
Kibirlenmek küçüklüktür. Büyüyecek olanbüyüklenmez, büyüklenen mutlaka küçülür. Büyüklük yalnız Allah’a mahsustur. Allah, büyükleneni küçültür. İblis, büyüklendiği için Allah onu bulunduğu makamdan derhal azledip indirmiştir. Büyüklendiği için hakarete uğramıştır. İblis, aslının ateş olduğuna güvenerek üstünlüğün kendisinde, aslından intikal eden bir miras, elinden alınamaz bir kişisel özellik olduğunu sanmış ve bulunduğu o mutluluk makamından düşmeyeceğini düşünmüş ve yaratıcının emrini eleştirmeye kalkmıştı. Eşyada bulunan bütün özelliklerin sadece bir Allah vergisi olduğunu unutmuştu. Bu unutkanlığın cezasını, bulunduğu makamdan uzaklaştırılarak çekmiştir. Buna Hz. Adem’i çekememesi sebep olmuştur.
Bu olayda düşünen insanlar için alınacak ibretler vardır. Allah’ın bir başkasına verdiği üstünlüğe ve nimete haset edip, o nimetin ondan alınarak kendisine verilmesini isteyen kimse, Allah’a ait olan bir takdir hakkının kendisinde olduğunu zannediyor ki, büyük bir hata yapıyor, günah işliyor demektir. İblis, işlediği bu günahın cezasını en ağır şekilde çekmiştir.
Yeryüzüne gelince; ilk insan ve ilk peygamber olan Adem aleyhi’s-selâm’ın çocukları arasında da ilk isyan yine haset yüzünden çıkmıştır.
Hz. Adem’in çocuklarından olan Kâbil, kardeşi, Hâbil’i çekemeyip öldürmüş ve böylece yeryüzünde ilk cinayet haset yüzünden işlenmiştir. (4)
Bir başka örnek de Yakup aleyhi’s-selâm’ın oğullarıdır. Bunlardan Hz. Yusuf ile Bünyamin bir anadan, diğer oğulları ise başka bir anadan idiler. Yakup aleyhi’s-selâm oğullarından Hz.Yusuf ile Bünyamin’i diğer çocuklarından daha çok sevdiğini ve babalarının apaçık bir yanlışlık içinde olduğunu oğulları söylüyorlardı. Bunu çekemeyen çocukları ne yapacaklarını kendi aralarında tartıştılar. Bir kısmı; "Yusuf’u öldürün, veya buralardan uzaklaştırın ki babanızın sevgisi size kalsın, sonra tövbe eder, iyilerden olursunuz" dediler. İçlerinden birisi, bunu uygun bulmayıp "Yusuf’u öldürmeyin, bir kuyunun dibine bırakın da gelip geçen bir kervan onu bulup alsın. Eğer yapacaksanız böyle yapın." dedi. Bu görüşü benimsediler. Şimdi yapılacak şey, Yusuf’u oynamak üzere babalarından isteyip almak ve planlarını uygulamaktı. Babalarına geldiler:
-Ey babamız, bize neden inanmıyorsun? Halbuki biz onun iyiliğini istiyoruz. Yarın onu bizimle beraber gönder de gezsin, oynasın, kesinlikle biz onu koruruz, dediler.
Babaları endişe ediyordu:
– Onu götürmeniz beni üzer, korkarım ki onu kurt yer de sizin haberiniz olmaz, dedi. Hz. Yusuf’u onlarla beraber göndermek istemiyordu. Onlar:
– VAllahi biz öyle güçlü, kuvvetli bir topluluk iken buna rağmen onu kurt yerse, o zaman biz kesinlikle hüsrana uğrayanlardan olmuş oluruz, dediler ve isteklerinde ısrar ettiler. Baba istemeyerek de olsa razı oldu. Kardeşleri Yusuf’u alıp götürdüler, onu planladıkları şekilde kuyunun dibine bıraktılar. Yatsı vakti ağlayarak babalarına geldiler ve:
-Ey babamız, biz aramızda yarış yaparken Yusuf’u da eşyamızın yanına bırakmıştık, bir de baktık ki onu kurt yemiş. Şu anda biz doğru da söylesek, yine de sen bize inanacak değilsin, dediler. Bir de gömleğinin üzerinde yalandan bir kan getirmişlerdi. Babalarının korktuğu başına gelmişti. Onlara inanmadı ve:
-Hayır, nefisleriniz aldatmış da size bir iş yaptırmış. Artık bana güzel bir sabır gerekiyor. Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah’tır, dedi ve acısını içine gömdü.
Bundan sonrası bildiğiniz gibi. Bir kervan gelmiş, kuyudan su çekerken Hz, Yusuf’u kuyudan çıkarmışlar ve Mısır’a götürmüşlerdir. (5)
Kardeşlerin birbirini çekememesi yüzünden baba Yakup aleyhi’s-selâm’ın uzun yıllar çektiği bu dayanılmaz acı ve hiçbir zaman Allah’tan ümidini kesmemiş olması bütün detayları ile Yusuf sûresinde hikaye edilmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği bu olaylar, çekememenin insana neler yaptırdığının acı örnekleridir. İnsan bu kötü huyun esiri olunca yapamayacağı hiçbir şey yoktur.
Evet haset, tarihten gelen sosyal bir hastalıktır. Peygamberimiz bunu şöyle ifade ediyor:
"Size öncekilerin çekememe ve düşmanlık hastalığı bulaştı. İşte bu (hastalık) traş edip kazır. Saçları traş eder demiyorum. Fakat dini (n insana kazandırdıklarını) kazıyıp yok eder. Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, inanmadıkça cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de kâmil manada inanmış olamazsınız. Bunu size sağlayacak şeyi haber vereyim mi? Aranızda selâmı yayın (birbirinizle selâmlaşın).
Peygamberimiz bu ifadeleri ile hasedin, tarihin derinliklerinden geldiğini, inananın dinine zarar verdiğini ve bundan kurtulmanın hatta cennete girmenin yolunun da birbirini sevmek olduğunu bildiriyor. Elbette birbirini sevenler, eriştikleri nimete haset etmeyecekler, belki buna sevineceklerdir. Bir baba ve anne düşününüz ki, çocuklarının üstünlüğüne ancak sevinirler. Birbirini içtenlikle sevenler de kendilerine reva gördükleri bir şeyi sevdiklerine de reva görürler.
Hasedin Kaynağı
Hasedin kaynağı, Allah’ın taksimine razı olmamak ve bu taksimi beğenmemektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
"Yoksa onlar Allah’ın lütuf ve kereminden insanlara verdiği nimetleri kıskanıyorlar mı?" (7) buyurulmuştur.
Bir başka ayet de şöyledir:
"Yoksa Rabbinin rahmetini onlar mı bölüyorlar?" (8)
Değerli kardeşlerim,
Allah’ın sayılamayacak kadar nimetleri vardır. Allah Teâlâ dünya düzeni için insanları birbirlerine muhtaç olacak şekilde yaratmış, herkese aynı seviyede vermemiştir. Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilmiştir:
"Allah kullarına rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde azarlardı. Fakat o, (rızkı) dilediği ölçüde indirir. Çünkü O, kullarının haberini alandır, onları görendir."(9)
O halde bizlere düşen, Allah’ın başkasına verdiği nimete haset etmek değil, Allah’ın fazlından istemektir. Allah isteyene ve çalışana vereceğini vadetmiştir. Bunun için vereni tanı, istemeyi bil ki, Allah da sana versin.
Haset Kimlerde Bulunur
Haset, hemen hemen herkeste ve her meslek sahibinde bulunur. Kişi kendisinden üstün gördüğü kimseye hased eder, onu çekemez.
Büyük âlim İmam Gazâlî diyor ki, adamın birisi Hasan-ı Basrî’ye: "Mü’min hiç haset eder mi? diye sormuş., Hasan Basrî: " Yakup aleyhi’s-selâm’ın oğullarını unutttun mu? Elbette mü’min de hased edebilir, diye cevap vermiştir.(10) Gerçi Peygamberimiz (s.a.s.): "İman ile haset bir kimsede birleşmez" (11) buyurmuştur. Ancak, buradaki iman olgun iman demektir. Elbette olgun iman ile hased bir arada bulunmaz.
Haset hastalığından gönlünü korumayı başaran kimsenin cenneti hak edeceğini Peygamberimiz (s.a.s.) bildirmiştir.
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatıyor: Biz Peygamberimizle beraber oturuyorduk. Buyurdular ki:
"Şimdi size cennetliklerden bir adam çıkagelecektir. Bir de baktık ki Ensar’dan (Medinelilerden) bir adam çıkageldi. Sakalından abdest suyu damlıyordu. Ayakkabılarını da sol eline almıştı. Ertesi gün olunca Peygamberimiz bir önceki gün söylediği gibi söyledi. Yine baktık ki aynı adam bir önceki günkü gibi çıkageldi. Üçüncü gün olunca Peygamberimiz yine önce söylediği gibi söyledi, derken aynı adam ilk hali gibi çıkageldi. Peygamberimiz oradan kalkınca, Abdullah b. Amr o adamı izledi ve ona:
Ben babamla tartıştım. Üç gün onun yanına girmeyeceğime yemin ettim. Eğer siz, bu süre benim yanınızda kalmama izin verirseniz kalacağım demiş, adam:
Evet, kalabilirsin, diye cevap vermiş. Abdullah onunla beraber üç gün kalmış, fakat gece ibadete kalktığını görmemiş. Ancak, sabah namazına kadar uyandıkça Allah’ı anmış ve tekbir getirmiş. Abdullah: "Onun hayırdan başka bir şey söylediğini duymadım. Üç gün geçince sanki onun amelini küçük görür gibi dedim ki:
Ey Allah’ın kulu, babam ile aramda bir anlaşmazlık yoktur. Peygamberimiz sizin için üç kere: "Şimdi size cennetliklerden bir adam çıkagelecektir" dediğini işittim. Üç defasında da siz çıkageldiniz. Sizin yanınızda kalarak amelinizin ne olduğunu görmek istedim. Böylece sizin yaptığınızı yapmak istiyordum. Fakat büyük bir amel yaptığınızı görmedim. Sizi, Peygamberimizin müjdelediği mertebeye ulaştıran nedir? Adam dedi ki:
Şu gördüğünden başka değildir. Ben oradan ayrılmak üzere dönünce, bana seslendi ve dedi ki:
O senin gördüğün şeyden başkası değildir. Ancak ben, müslümanlardan hiç kimseye kalbimde hile ve kin tutmam ve Allah’ın verdiği bir hayırdan dolayı hiç kimseye asla haset etmem. Bunun üzerine Abdullah:
İşte seni bu dereceye yaklaştıran budur, dedi. (12)
Evet değerli kardeşlerim,
Haset herkeste bulunabilir. Daha çok da emsal, akran, kardeş ve akrabalar arasında bulunur. Bunun içindir ki, âlim âlime, tüccar tüccara, san’atkâr san’atkâra hased eder. Yani herkes kendi mesleğinden olanı çekemez. Bunun gibi bir pehlivan bir âlime değil, kendisi gibi bir pehlivana haset eder. Çünkü o, ilimle değil, pehlivanlıkla şöhret kazanmak arzusundadır.
Hasedin Belirtisi
Bu hastalığı olan kimse haset ettiği kimsenin başına bir felaket geldiğinde buna sevinir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
"Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider. Başınıza bir kötülük gelse onunla sevinirler"(13) buyurulmuştur.
Bir başka âyeti kerime de şöyledir:
"Ehli kitaptan olan (Yahudi ve hıristiyanlardan) çoğu, gerçek kendilerine apaçık belli olduktan sonra, sırf içlerindeki çekememezlikten ötürü, sizi imanınızdan vaz geçirip küfre döndürmek isterler." (14)
Hasedin Zararları
Hasedin maddî-manevî pek çok zararları vardır. Fakat her şeyden önce haset, müslümanın dinine zarar verir. Çünkü inanmış olan bir kimse, kalbini her türlü kötü duygu ve düşüncelerden arındırmış olacak ve haline rıza gösterecektir. İsteklerini Allah’a sunacak ve yalnız O’ndan dileyecektir. Haset kötü bir duygu olduğuna göre, inanmış olan bir kimsede elbette bulunmamalıdır.
Abdullah İbn-i Ömer (r.a.) anlatıyor: Peygamberimiz (s.a.s.)’e soruldu:
Ey Allah’ın Resûlü, insanların faziletlisi kimdir? Peygamberimiz (s.a.s.):
Her temiz kalpli ve doğru sözlü olandır, buyurdu. Ashap:
Doğru sözlüyü biliyoruz. "Kalbi temiz olmak nedir? diye sordular, Peygamberimiz:
O, tertemiz, onda günah, baş kaldırma, aldatma ve haset olmayan kalptir"(15) buyurdu.
Yine Peygamberimiz (s.a.s.):
"Bİr koyun ağılına giren iki aç kurdun koyunlara zararı, haset ve aşırı derecede mala düşkünlüğün, müslümanın dinine verdiği zarardan daha çok değildir. Gerçekten ateşin odunu yakıp yediği gibi, haset de iyilikleri yer ve tüketir."(16) buyurmuştur.
Ayrıca haset edenin dünyada rahatı yoktur. Haset ettiği kimselerin yükseldiklerini gördükçe rahatsızlığı artar, huzuru kaçar ve uykusu kaybolur. Bakınız Allah Teâlâ ne buyuruyor:
"Kişi kazdığı kuyuya kendisi düşer" (17)
Evet kişi çoğu zaman haset ettiği ve düşmanlık duyduğu kimse için istediği, kendi başına gelir. Bunu hatırlatan çok güzel bir ata sözü vardır:
"Haset tohumu eken, hasret nedameti biçer."
Haset eden, haset ettiği kimsenin ilerlediğini, toplum içinde itibar gördüğünü gördükçe sadece huzuru kaçmaz, Allah korusun, her türlü fenalığın planlarını yapmaya başlar. Bunun için Allah Teâlâ kötü huylardan çekindirirken:
"Kıskandığı vakit, kıskanç kişinin şerrinden Allah’a sığınırım, de." (18) buyurmuştur.
Büyük İslâm âlimi İmam Gazâlî "İhyau Ulûmi’d-Din" adlı meşhur eserinde bir hikaye naklediyor: Zâtın biri bir hükümdara uğrar ve ona öğüt verir:
Sana iyilik yapana sen fazlasını yap. Kötülük yapana ise bir şey yapma, onun kötülüğü sana mükafat olarak yeter. Bunu dinleyen bir başkası bu zatın hükümdar yanındaki itibarını görünce bunu çekemez. Hükümdara yaklaşır ve:
Size öğüt veren bu adam, nefesinizin koktuğunu söylüyor, der. Hükümdar:
Ne biliyorsun? diye sorar. Adam:
Bu zat bir daha yanınıza geldiğinde ağzını ve burnunu tuttuğunu göreceksiniz, der. Hükümdar da:


Cevap: haset ile ilgili vaaz

Desert Rose
Peki, görelim, der. Adam hükümdarın yanından çıkar. Haset ettiği zat hükümdarın yanına gireceği zaman onu davet eder ve kendisine sarmısaklı yemek yedirir ve:
Ağzının kokusu ile hükümdara fazla yaklaşma, diye tenbih eder. Bu zat, yine âdeti üzere hükümdarın huzuruna girer ve kendisine tavsiyelerde bulunur. Hükümdar bu zata yanına yaklaşmasını söyler. Adam da ağzını burnunu tutarak hükümdara yaklaşır. Hükümdar, adamın kendisine doğru söylediğine inanır. Bunun üzerine yazdığı bir fermanı adama verir ve:
Bu mektubu falan kumandana götür, der. Hükümdarın kendi eliyle yazdığı fermanlar çoğunlukla yardım edilmesini emreden yazılar olduğu için, adam mektubu alır, dışarıya çıkınca, kendisine yemek yediren adamla karşılaşır. Adam kendisine:
Elindeki mektup nedir? diye sorar. Adam:
Hükümdar her halde bana yardım yapılmasını emretmiştir, onu almaya gidiyorum, der. Adam, yalvarır ve:
Bu mektubu bana ver, diye rica eder. O da:
Peki al, der. Adam mektubu alır almaz doğru zarfın üzeri kendisine yazılan komutana gider ve mektubu takdim eder. Kumandan kendisine öğüt veren zata kızmış ve cezalandırılmasını yazmış. Bunu duyan adam, komutana yalvarır ve:
Aman, bu mektubun sahibi ben değilim, istersen gidip asıl sahibini getireyim, derse de komutan güvenmez, hükümdarın emri yerine getirilerek adam cezalandırılır. Ertesi gün yine aynı zat hükümdarın huzuruna çıkınca, hükümdar şaşırır ve sorar:
Sana dün verdiğim mektup ne oldu? der. Adamcağız durumu anlatır. Hükümdar sorar:
Benim nefesimin koktuğunu söylemişsin doğru mu? Adam:
Hayır böyle bir şey söylemedim, der. Hükümdar:
Öyle ise neden bana yaklaşınca ağzını burnunu kapattın? deyince, adam durumu anlatır ve:
O gün mektubu kendisine verdiğim zat beni yemeğe davet etti, bana sarmısaklı yemek yedirdi. Nefesimin kokusu sizi rahatsız etmesin diye yanınıza girdiğimde ağzımı kapatmamı söyledi. Ben de uygun gördüm ve sizi rahatsız etmemek için böyle yaptım, deyince hükümdar durumu öğrendi ve:
Evek kötülük yapan kötülüğünün cezasını buldu ve senin yerine geçti, der. (19)
İmrenme
Hasedin bir çeşidi daha vardır ki, buna "münafese" denir. Münafese, başkasında olan bir olgunluğa, bir iyiliğe imrenip ona yetişmek veya ondan da ileri gitmek için yarışmak demektir. Haset ile arasındaki fark açıktır. Haset eden olgunluk ve kemale düşmandır. Haset ettiği kimsenin zarar görmesinden, eriştiği nimetin yok olmasından memnun kalır. Bunu göremeyince de rahatsız olur. Halbuki imrenen ise, aksine olgunluğa aşıktır. O, karşısındakinin aşağı düşmesini değil, kendisinin de onun gibi olmasını, hatta daha da ileri gitmesini ister. Bunda yarışma ise makbuldür. Çünkü Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de: "Ona imrensin artık imrenenler" (20) buyurmuş ve bunu övmüştür.
Peygamberimiz (s.a.s.) bunun ancak iki şeyde olabileceğini bildirmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ancak iki kişiye imrenilebilir. Biri, Allah’ın kendisine mal verip, bu malı hak yolunda harcamaya muvaffak kıldığı kimse, diğeri de Allah Teâlâ’nın kendisine ilim verip, bununla amel eden ve başkalarına da öğreten kimse."(21)
İşte Peygamberimiz (s.a.s.) bu iki kişiye; malı ile hayır ve hasenat yapan ve Allah yolunda malını harcayan kimse ile, ilmi ile amel edip onu başkasına da öğreten kimseye gıpta edilmeye değer olduklarını bildiriyor:
Değerli kardeşlerim,
Müslim’in Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet ettiği bir hadisi şerifle konuşmamı bitirmek istiyorum. Peygamberimiz buyuruyor:
"Birbirinize hiddetlenmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir müslümana, üç günden fazla din kardeşi ile dargın durması helal olmaz." (22)
Lütfi Şentürk
Emekli Din İşleri Yüksek Kurulu Emekli Üyesi

1- Hicr, 28-33; Bakara, 34; A’raf, 11-12; Tâhâ, 116; Sâd, 71-76.
2- Hicr, 34-35.
3- A’raf, 37.
4- Mâide, 27-31.
5- Yusuf Sûresi.
6- Hadisin ilk bölümünü Bezzar, son bölümünü Müslim rivayet etmiştir. Müslim, İman, 22; Et-Tergîb ve’t-Terhîb, c. 3, s. 548.
7- Nisa, 54.
8- Zuhruf, 32.
9- Şûra, 27.
10- İhyâu Ulûmi’d-din, İst, 1322, c. 3, s. 162.
11- Et-Tergîb ve’t-Terhip, c. 3, s. 546 (Hadisi İbn-i Hibban ve Beyhâkî rivayet etmişlerdir).
12- Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 166.
13- Âli İmrân, 120.
14- Bakara, 109.
15- İbn Mâce, Zühd, 24.
16- Et-Tergîb ve’t-Terhip, c. 3, s. 548. Hadisin bir bölümünü Ebû Davût, bir bölümünü Tirmizi ve bir bölümünü de Rezîn rivâyet etmişlerdir. Tirmizî, Zühd, 43; Ebû Davût, Edep, 52.
17- Fatır, 43.
18- Felak, 5.
19- İhyau Ulûmi’d-Din, c. 3, s. 162-163.
20- Mutaffifîn, 26.
21- Buharî, İlim, 15; Müslim, Kitabü Salâti’l-Müsafirine ve kasrihe, 47.
22- Müslim, Birr, 7

arşivden…


haset ile ilgili vaaz, hased ile ilgili vaaz, hased ile ilgili vaazlar

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();