Vesile
Hoca
VESİLE
el-Vesile kelimesinden türemiştir. el-Vesile: Bir şeye "istek" ile ulaşmadır. İstek-arzu anlamını içerdiğinden "el-Vasile" ifadesinden daha özeldir (dar anlamdadır). Allah (c.c.) şöyle buyurur: "O’na vesile (yaklaşma yol) arayın" (el-Maide, 5/35).
Allah (c.c.)’a (yaklaştıran) gerçek vesile; ilim ve ibadetle onun yolundan gitmek ve şeriatın güzelliklerini benimsemektir. Kurbet (Allah’a yakınlık) gibi. el-Vasil, Allah’ı arzulayandır (Müfredât’tîr Rağıb el-İsfahan, s. 560-561). İbnü’l-Esîr şöyle der: el-Vâsil; arzulayan-isteyen demektir. el-Vesîle; Kurbet, vasıta ve kendisiyle birşeye ulaşılabilen ve yakınlaşma sağlanabilen şey anlamındadır. Çoğulu, "vesâil’dir (en-Nihâye, 5/185).
el-Vesile kelimesi Kur’an-ı Kerim’de iki yerde kullanılmıştır:
1) Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya yol) vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz" (el-Maide, 5/35). İbn Cerîr, âyeti şöyle tefsir eder; "O’na vesile arayın" yani "onu hoşnud edecek ameller işleyerek ona yaklaşmayı dileyin" (Tefsir’üt-Taberî, VI/226).
Hafız İbn Kesir de şunu kaydediyor: "O’na vesile arayın" İbn Abbas (r.a)’dan "yaklaşma" diye nakledilmiştir. Mücahid, Ebû Vail el-Hasen, Katâde, Abdullah b. Kesîr, Südd"ı, İbn Zeyd ve daha bir çok kişi aynı görüşü paylaşıyor. Katâde ayeti şu şekilde tefsir eder: O’na boyun eğerek ve onu hoşnud edecek ameller işleyerek ona yaklaşın. Mezkûr imamların söylemek istedikleri de budur ve bu konuda müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur (İbn Kesir Tefsîr, II, 53).
2. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Onların yalvardıkları bu varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmağa değer" (İsra, 17/57).
İbn Mes’ud (r.a) şöyle açıklar; (Âyet) bir gurup arap hakkında nazil oldu. Bunlar bir kısım cinlere tapıyorlardı. Cinler müslüman oldular. Onlara tapmakta olan insanlar ise (bunu) anlamıyorlar. Diğer bir rivâyette ise "insanlar cinlere’ ibadeti bırakmadılar" diye geçer (Müslim, Tefsir, 28, 29, 30; Buharî, Tefsir, 7). Hafız İbn Hacer ise şöyle açıklar: "Cinlere ibadet etmekte olan insanlar yine onlara tapmaya devam ettiler. Oysa ki cinler artık müslüman olduklarından ve onlarda rablerine vesile aradıklarından dolayı bundan razı olmuyorlardı." İbn Hacer, "Vesile’den kasıt, kurbet’tir" der (Fethu’l Bari, VIII, 249). el-Mu’cemu’l Vasît’te kurbet şöyle tanınırladır: "İyi ameller işlenerek kendisi ile Allah’a yaklaşılabilen"dir.
İbn Kesir’in sözü dikkate alındığında görülüyor ki şu noktada müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir: Vesile’den kasıt; Allah’a boyun eğerek ve onu razı kılacak işler yaparak ona yaklaşmaktır. Bunun da Kitab ve Sünnet dışında bir yerden anlaşılması olanak sızdır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir feyi ortak koşmasın"(Kehf 18/110). İbn Kesir bu konuda şöyle der: "Bu ikisi kabule şayan amelin iki unsurunu teşkil eder. Sırf Allah (c.c.) rızası için yapılması ve Rasûlullah (s.a.s)’ın şeriatına uygun olması gerekir. Hakkında Kitabdan ve sahih sünnetten bir delil bulunmayan bütün ibadetler ve ameller bid’attır. Zira Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurur: "Her kim bizim bu işimizde (dinde) onda olmayan bir şey ortaya koyarsa o merduddut (Buharî, Sulh, 5; Müslim, Akdiye, 17). Yine Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyururlar: "En doğru söz Allah’ın kitabıdır, en güzel yol Muhammed (s.a.s)’in yoludur, işlerin en kötüsü sonradan icad olunanlardır (muhdest)’dır. Sonradan (dinde) icad edilen herşey bid’attır. Bütün bidatler sapıklık (dalalet)’tır. Her sapıklıkta ateştedir" (Müslim Cum’a, 43; Nesi, Salâtu’l Ideyn, 22).
Fıkıh usulünde yerleşik bir prensip vardır: İbadetlerde asl olan men’ (caiz olmaması)’dir, ta ki bir delil bulununcaya kadar; adetlerde de aslolan ibahadır ta ki bir delil bulununcaya kadar. Allah (c.c.)’ın bize emrettiği ibadetler ise mutluluk ve sıkıntı halinde ona yalvarmamız, ondan yardım istememiz ve ona sığınmamızdır. Cenab-ı Allah buyuruyor ki: "Rabbiniz (şöyle) buyurdu; Bana duâ edin, size icabet edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir" (Mü’min, 40/60). Allah (c.c.) bizlere, tevessülün faydalı birçok çeşidini meşru kılmıştır ve ona yalvaranın duasını -diğer şartlarını da yerine getirdiğinde- icabet edeceğini taahhüt etmiştir.
Müteahhirinin bir çoğu, tevessül kelimesiyle duadaki tevessülü kasdetmişlerdir. Oysa durum -daha önce geçtiği gibi- böyle değildir.
Müteahhirinin örfünde yaygın olan tevessül üç çeşittir:
1- Meşru Tevessül: Hakkında Kitab’dan ve sahih hadislerden bir delil bulunan. Meşru Tevessül kendi içinde üçe ayrılır.
a) Allah (c.c.)’ın güzel isimlerinden veya yüce sıfatlarından biriyle ona tevessül. Örneğin şöyle dua etmesi gibi: "Allah’ım sen Rahmân ve Rahim’sin, senden merhamet diliyorum…"
Bu konudaki delil şudur: "En güzel isimler Allah’ındır, o halde O’na o güzel isimlerle dua edin" (A’raf, 7/180). Yani Allah’a, en güzel isimlerini vesile edinerek dua edin. Allah (c.c.)’ın yüce sıfatları da buna dahildir. Zira Allah (c.c.)’ın isimleri, onun sıfatlarıdır. Cenab-ı Allah Süleyman (a.s)’ın tevessülünden şöyle söz eder; "Rahmetinle, beni iyi kullarının arasına kat" (Neml, 27/19). Rasulullah (s.a.s)’ın bu konudaki dualarından şu hadis-i şerif de bu konuya değinir. "Allah’ım! Gayb ilmin ve mahlukat üzerindeki kudretinle, eğer hayat benim için hayırlıysa beni yaşat, eğer ölüm benim için daha hayırlı ise beni öldür" (Nesai, Sehv, 62). Bu anlamda daha birçok hadis vardır.
b) Dua eden kişinin işlediği amel-i safihle tevessülü; "Allah’ım sana olan inancımla ve senin için olan sevgimle ve rasulüne tabi olmamla beni bağışla." Veya duacı, Allah (c.c.)’a olan sevgisi, ondan korkusu ve dilekleri için yaptığı iyi işleri zikreden ve duasında bunlarla tevessur eder. Konuyla ilgili delil şudur: "Öyle kullar ki, "Ey Rabbimiz! İman ettik, öyleyse bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" derler" (Al-i İmran, 3/16). Görüldüğü gibi Allah (c.c.)’ın bâğışlamasına vesile kılarak ameli salih (iman)’leri anarak dua edilebilir. Şu hadis de bunu ifade eder:
"Üç kişi mağaraya girmişler ve (büyük bir kaya ile) mağara üzerlerine kopanmış. Her biri yapmış olduğu iyi işlerle tevessül ederek Rabbine yalvarmış ve kaya kapının (çıkış bölümünün) önündeki kaya yarılmış ve böylece çıkmışlar…" (Buharî, İcâre,12; Müslim, Zikr, 100).
c) Yaşamakta olan salih bir insanın duasıyla yapılan tevessül: Sahabe-i Kiram (r.a) zor duruma düştüklerinde Rasulüllah (s.a.s)’a gider ve ondan kendileri için dua etmelerini dilerlerdi (bkz. Buharî, Cum’a, 34). Enes (r.a)’dan nakledildiğine göre, Hz. Ömer b. Hattab -onlara kuraklık bastığında- Abbas b. Abdulmuttalib (r.a) ile istiska eder ve şöyle derdi: "Allah’ım biz (zamanında) nebimizle sana tevessül ediyorduk ve sen bize su gönderiyordun. (Şimdi ise) Nebimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize su gönder." (Enes) diyor ki: "Ve sulanıyorlardı" (yağmur yağıyordu)." (Buharî, İstiska, 3; Fedail eshabinnebî, 11). Bu hadiste kastedilen mana şudur: "Yağmursuz kaldığımızda, Nebimize (s.a.s.) gider. O’ndan bizim için dua etmesini talep eder ve onun duasıyla sana yaklaştırdık. Şimdi ise o vefat etti. Artık bizim için dua etmesi imkansız. Bu yüzden amcası Abbas’a yöneliyor ve ondan bizim için dua etmesini diliyor ve onun duasıyla Allah (c.c.)’a yaklaşıyoruz."
A’mâ hadisi de bu kabildendir. O Rasulüllah (s.a.s)’a gelmiş ve ondan dua etmesini istemiştir. O da a’maya, duasıyla Allah (c.c.)’a tevessül etmeyi öğretmiştir (Tirmizi Da’avât, 118; İbn Mace, İkame, 189).
2- Bid’at Olan Tevessül: Bu zâtlarla, makamla, hürmet, büyüklük ve benzeri şeylerle tevessül etmektir. Şöyle demek gibi; "Allah’ım, Muhammed (s.a.s)’in hürmetine veya Ka’be’nin hürmetine -veya benzeri şeylerle senden diliyorum…" Bu tür "tevessüller, hakkında bid’at olduğuna dair açık delil bulunan tevessüllerdir. Bu sebeple hiçbir imamdan, cevazlarına dair bir nakil yoktur.
Hanefi kitaplarından (ed-Durrü’l Muhtâr)’da şöyle denmektedir: "et-Tatarhaniyye’de, el-Münteka’ya atfen, Ebû Yusuf dan o da Ebti Hanife’den naklen şöyle geçer: "Kişi Allah (c.c.)’a ancak onunla dua edilebilir. Bu konuda cevaz verilen duada şu âyetten anlaşılandır: "En güzel isimler Allah’ındır, o halde O’na o güzel isimlerle dua edin ". Rasûllerinin, nebilerinin, dostlarımın hakkı için "veya Beytin hakkı için" türünden ifadeleri kullanmak mekruh sayılmıştır (Hâşiyetü İbn Âbidîn, VI/396-397). Benzeri (bilgiler) bütün Hanefi metin ve şerh kitaplarının el-Mekruhat veya el-Hazr vel-ibâha bölümlerinde mevcuttur. Onlara göre mekruh harama en yakın olandır. İmam Muhammed’e göre ise cehennem azabı açısından "haram" gibidir. Nitekim Allâme İbn Abidin bunu el-Hazr ve’libaha bölümünün başlarında açıkça belirtmiştir. Bu yüzden selef-i salihinden bu tür bir tevessül naklolunmamıştır. Bu tür tevessüle cevaz verenlerin ileri sürdükleri deliller ya sahih olmayan hadislerdir veya kendisinden cevaz çıkmayan nasslardır. (el-Vesile) lafzının geçtiği âyetlerle delil getirmeye çalıştıkları gibi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ittifakla sabittir ki (burda vesileden) kasıt kurbe ve ta’ât’tır. Ayrıca az önce geçen Abbas (r.a) ile tevessül hadisi gibi. Halbuki bundan ancak dua ile tevessül olduğu anlaşılıyor. Zira, eğer zât’larla ve makamlarla tevessül etmek (caiz) olsaydı, vefât etmiş olan Rasûlullah (s.a.s)’dan vazgeçip ondan daha az fazilete sahip olan Abbas (r.a) ile tevessül etmezlerdi. Zira Rasûlullah (s.a.s) hürmet ve makam açısından -ölü veya diri olarak- Abbas (r.a)’dan daha yücedir. Bunu ifade eden daha birçok deliller vardır.
3- Şirk olan Tevessül: Bu Allah (c.c.)’dan başka ölülerle, dirilerle ve hali hazırda bulunmayanlarla dua etmek ve menfaat sağlamak, sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemektir. Veya ondan şefaat ve dua dilemektir. (Şefaat ta dua çeşitlerindendir). Bu doğru anlamda tevessül olmamasına rağmen, halkın cahil kesimi ve bazı ilim mensupları bu tevessül’ün (en azından) ihtilaflı tevessül olduğu imajını vermek amacıyla halkın kafasını bulandırıyorlar. Halbuki işin gerçeği, bu haram kılınan ve haramlığında icma edilen tevessüldür. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Mescidler Şüphesiz Allah’ındır. O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın" (el-Cinn, 72/18). "Kimseye" ifadesi belirsiz isimdir ve olumsuzluk ifadesinden sonra geliyor, dolayısıyla Allah (c.c.) dostu her kişiyi ve gönderilmiş her nebiyi kapsıyor. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "De ki: Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De ki: Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O’na güvenip dayanırlar" (Zümer, 39/38).
İbn Teymiye bu konuda şöyle der; "Her kim Allah ile mahlukatı arasında -hükümdar ve teba’ası arasındaki aracılar gibi- aracılar oluşturursa, kişi kafir ve müşriktir. Öyle ki; kulların sorunlarını onlar Allah (c.c.)’a iletiyorlar, Allah (c.c.)’da kullarını onların aracılığıyla hidayete erdiriyor ve rızıklandırıyor. Halk önce onlardan dilekte bulunuyor, onlar da Allah (c.c.)’dan diliyorlar. Kralların yanındaki aracılar gibi. Onlar halka (da) yakın oldukları için ihtiyaçları krallara onlar dile getirirler. Halk da edep göstererek kraldan dileklerini onların yapmalarını isterler. Veya halkın onlardan (önce) dilekte bulunması, belki direkt kraldan dilekte bulunmalarından daha faydalı olabilir. Çünkü o aracılar ihtiyaçlı (sıradan halk)’dan daha krala yakındır (dosttur). Her kim bu tarzda aracılar oluşturursa o kişi kâfirdir, müşrikdir. Ondan tevbe etmesi istenir eğer tevbe etmezse öldürülür" (Mecmu’ul-Fetâvâ, I/126). İşte bu önceki müşriklerin şirkinin aynısıdır. Nitekim Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve "Bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır" diyorlar" (Yunus, 10/18).
Bunun Allah (c.c.)’a şirk koşmak olduğunu söyleyenler çoğunluktadır. (Allâme es-Süveydî el-İkdü’s-Semîn adlı kitabında, Şeyh Nu’man el-Âlûsî de ondan nakletmiştir. Cilâül Ayneyn, s. 442). Şeyh Abdü’l-Kadir el-Geylânî de, el-Ğunye adlı kitabında (ondan Nu’man el-Âlûsî) nakletmiştir. (Cilâü’l-Ayneyn, s. 487). Şeyh Sanâullah el-Halebî el-Hanefi de kitabında, velilerin keramet yoluyla yaşam ve ölüm sonrasına etki edebileceklerini ileri sürenlere karşı böyle bir şey olmayacağını söylemiştir (Abdurrahman b. Hasen, Minhâcü’t-Te’sis ve’t-Takdis, s. 48; Şeyt Ebu’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-hak el-Azîm-âbâdî el-Hanefi, et-Ta’liku’l-Muğni alâ sünen’id-Darukutnî, el-Akziye ve’l-Ahkâm bölümü, IV/225).
Ebu Eymen ed-DIMAŞKİ
Cevap: Vesile
rana
Allah c.c. razı olsun
Yanıt: Vesile
Şema
"Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya yol) vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz" (el-Maide, 5/35). İbn Cerîr, âyeti şöyle tefsir eder; "O’na vesile arayın" yani "onu hoşnud edecek ameller işleyerek ona yaklaşmayı dileyin" (Tefsir’üt-Taberî, VI/226).
Allah razı olsun
Soru: Vesile
ömerhattab
Üç kişi mağaraya girmişler ve (büyük bir kaya ile) mağara üzerlerine kopanmış. Her biri yapmış olduğu iyi işlerle tevessül ederek Rabbine yalvarmış ve kaya kapının (çıkış bölümünün) önündeki kaya yarılmış ve böylece çıkmışlar…" (Buharî, İcâre,12; Müslim, Zikr, 100).
sen astıgın yazı dah okumamışsın
genede Allah razı olsun
Hoca
< Üç kişi mağaraya girmişler ve (büyük bir kaya ile) mağara üzerlerine kopanmış. Her biri yapmış olduğu iyi işlerle tevessül ederek Rabbine yalvarmış ve kaya kapının (çıkış bölümünün) önündeki kaya yarılmış ve böylece çıkmışlar…" (Buharî, İcâre,12; Müslim, Zikr, 100).
sen astıgın yazı dah okumamışsın
genede Allah razı olsun >
sü-i zan yasaktır kardeş:) defalarca okumuş olduğum ve yaklaşık 70 öğrencime bilinçlenmeleri için okuttuğum bir konudur.
burda salih zatlarla değil, salih amelle tevessülün caiz olduğu yazılıdır. sen iyice oku:)
ömerhattab
< sü-i zan yasaktır kardeş:) defalarca okumuş olduğum ve yaklaşık 70 öğrencime bilinçlenmeleri için okuttuğum bir konudur.
burda salih zatlarla değil, salih amelle tevessülün caiz olduğu yazılıdır. sen iyice oku:) >
salih zatlar nasıl salih zat olmuştur kardeşim salih amelle değil mi?
Hoca
< salih zatlar nasıl salih zat olmuştur kardeşim salih amelle değil mi? >
Lütfen kardeşim diğer konuda olduğu gibi uzatmayalım ve birbirimizi rencide etmeyelim.
bak bakayım bu bilgi nerden ve hangi ilim heyetinden alıntı: forumduasi.com/dini-kitaplar/55319-samil-islam-ansiklopedisi-6-cilt.htmlŞâmil İslâm Ansiklopedisi
ömerhattab
< Lütfen kardeşim diğer konuda olduğu gibi uzatmayalım ve birbirimizi rencide etmeyelim.
bak bakayım bu bilgi nerden ve hangi ilim heyetinden alıntı: forumduasi.com/dini-kitaplar/55319-samil-islam-ansiklopedisi-6-cilt.htmlŞâmil İslâm Ansiklopedisi >
Birinci mesele doğru olan brşey varsa vardır kalkıpta olan birşeyi yok demeye ugraş verenmeniz doğru degildir….
Hoca
< Birinci mesele doğru olan brşey varsa vardır kalkıpta olan birşeyi yok demeye ugraş verenmeniz doğru degildir…. >
olan bir şeye yok denmemiş sen görmekistemiyorsun kardeş.
caiz olan tevessül, bidat olan tevessül ve şirk olan tevessül diye üçe ayrılmış ve deilleri yazılmıştır.
İtiraz ettiğin konunun ilim heyeti:)
Genel Yönetim ve İlmî Redaksiyon
Doç. Dr. Ahmed AĞIRAKÇA
Editör
Duran KÖMÜRCÜ
İlmî Danışman
M. Beşir ERYARSOY
İlmî Redaksiyon ve İnceleme Kurulu
Doç. Dr. Ahmed AĞIRAKÇA
Doç. Dr. Hamdi DÖNDÜREN
Ömer TELLİOĞLU
Dil ve İmlâ Danışmanı – Teknik Redaksiyon
Dr. Muhammed Nur DOĞAN
Yayın Müdürü
Ömer TELLİOĞLU
Tashih
Mehmet AYAYDIN
Mehmet ARDA
Asaf Erhan DEMİR
Bilgi İşlem (Yazılım) Proje Yöneticisi
Mustafa CİMŞİT
Yazılım Tasarım ve Geliştirme
Dr. Zübeyr AZZEF
Metin Bilgisayar Girişi ve Dizgi
Fatih ALTINTEPE
Grafik Çalışması
Oğuz SARAÇ
Salih SEYREK
Katkıda Bulunanlar
Asuman KURT
Arzu YAKUT
Ayşe SİRMEN
Saadet KIRAL
Serpil CENGİZ
Ülkü ŞAHİN
Betül Cimşit
Teşekkür
Bu yazılımın hazırlanmasını öneren ve sağlayan Şâmil Yayınevi sahibi Sayın Duran KÖMÜRCÜ Hocam’a teşekkürü bir borç bilirim. Her türlü maddi ve manevi imkanlarını benim için seferber eden çok muhterem babacığım Vekil CİMŞİT’e teşekkürü bir borç bilirim. Çalışmalarımda elinden gelen desteği esirgemeyen muhterem abiciğim Yaşar CİMŞİT’e teşekkürü bir borç bilirim. Özel desteğinden dolayı Sayın Mevlüt SARAÇ’a teşekkürü bir borç bilirim – Mustafa Cimşit
YAZAR KADROSU
Doç. Dr. Ahmed AĞIRAKÇA – İ. Ü. Edebiyat Fakültesi
Doç. Dr. İ. Lütfi ÇAKAN – M. Ü. İlahiyat Fakültesi
Yard. Doç. Dr. Hüsameddin AKSU – İ. Ü. Edebiyat Fakültesi
Doç. Dr. Orhan ÇEKER – Selçuk Ü. İ. Fakültesi
Yard. Doç. Dr. Hüseyin ALGÜL – Uludağ Üni. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. İbrahim ÇELİK – Uludağ Ü. İ. Fak.
Yahya ALKAN – DİB Haseki Eğitim Merkezi
Dr. Yunus APAYDIN – Erciyes Ü. İlahiyat FakÜltesi
Ahmed ARPA – DİB Haseki Eğitim Merkezi
Abdüsselam ARI – DİB Haseki Eğitim Merkezi
M. Emin AY – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Yaşar K. AYDINLI – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. Muhittin BAĞÇECİ – Erciyes Ü. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. Ali BARDAKOĞLU – Erciyes Ü. İlahiyat Fakültesi
Dr. Nebi BOZKURT – M. Ü. İlahiyat Fakültesi
Ali BULAÇ – Araştırmacı-Yazar
Doç. Dr. Mehmed BULUT – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Yard. Doç. Dr. Mustafa ÇETİN – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. Osman ÇETİN – D. E. Ü. İlahiyat Fakültesi
Cemil ÇİFTÇİ – Yüksek İslâm Enstitüsü Mezunu
Doç. Dr. Hamdi DÖNDÜREN – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Ömer DUMLU – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Halid ERBOĞA – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. Mehmed ERKAL – M. Ü. İlahiyat Fakültesi
Muammer ERTAN – Yazar
Doç. Dr. Osman ESKİCİOĞLU – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
M. Beşir ERYARSOY – Araştırmacı-Yazar
Ahmet GÜÇ – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Saffet KÖSE – M. Ü. İlahiyat Fakültesi
H. Fehmi KUMANLIOĞLU – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Abdurrahim KURT – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Dr. Habil NAZLIGÜL – Erciyes Ü. İlahiyat Fakültesi
Yard. Doç. Dr. Mustafa ÖCAL – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. Ahmed ÖNKAL – Selçuk Ü. İlahiyat Fakültesi
Ahmed ÖZALP – Yazar
Sezai ÖZEL – Yüksek İslam Enstitüsü Mezunu, Öğretmen
Ahmed ÖZGEN – İ. Ü. Edebiyat Fakültesi
Dr. Abdulvehhab ÖZTÜRK – DİB Din İşleri Yüksek Kurulu
Ali OKUTAN – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Durak PUSMAZ – DİB Haseki Eğitim Merkezi
Dr. Talat SAKALLI – Erciyes Ü. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. İbrahim SARMIŞ – Selçuk Ü. İlahiyat Fakültesi
Abdurrahim GÜZEL – Erciyes Ü. İlahiyat Fakültesi
Mefâil HIZLI – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
İbrahim İLHAN – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Zeki İZGÖER – M. Ü. İktisadi Ticari Bilimler Fakültesi
Yard. Doç. Dr. M. Ali KAPAR – Selçuk Ü. İlahiyat Fakültesi
İsmail KAYA – Yüksek İslam Enstitüsü Mezunu
Hüseyin KAYAPINAR – DİB Haseki Eğitim Merkezi-Yazar
Doç. Dr. Ziya KAZICI – M. Ü. İlahiyat Fakültesi
Yusuf KERİMOĞLU – Araştırmacı-Yazar
Yard. Doç. Dr. İsmail KILLIOĞLU – M. Ü. İlahiyat Fakültesi
Sait KIZILIRMAK – Gazeteci-Yazar
Fedakâr KIZMAZ – Gazeteci-Yazar
Duran KÖMÜRCÜ – Şâmil Yayınevi Sahibi
Doç. Dr. Akif KÖTEN – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Süleyman SAYAR – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Prof. Dr. Günay TÜMER – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Dr. Ahmed SEZİKLİ – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
D. Ali TÜRKMEN – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. M. Ali SÖNMEZ – Uludağ Ü.İlahiyat Fakültesi
Ali ÜNAL – Araştırmacı-Yazar
Ahmed ŞEN – Dokuz Eylül Ü.İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. Halid ÜNAL – Dokuz Eylül Ü. Hukuk Fakültesi
Doç. Dr. Sami ŞENER – İ. T. Ü. İşletme Sosyolojisi
Abdülkerim ÜNALAN – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. M. Sait ŞİMŞEK – Selçuk Ü.İlahiyat Fakültesi
Mehmed VAROL – Yazar-İlahiyat Fakültesi Mezunu
M. Yılmaz TAYFUN – Yazar
Cengiz YAŞCI – Araştırmacı-Yazar
Doç. Dr. Necip TAYLAN – M. Ü. İlahiyat Fakültesi
Ahmed YAŞAR – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Selim TEKİN – Yazar-Yayıncı
Zübeyir YETİK – Araştırmacı-Yazar
Ali Rıza TEMEL – DİB Haseki Eğitim Merkezi
Doç. Dr. M. Kamil YILMAZ – M. Ü. İlahiyat Fakültesi
Bilal TEMİZ – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
M. Asım YEDİYILDIZ – Uludağ Ü. İlahiyat Fakültesi
Dr. Nuri TOPALOĞLU – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Abdullah YÜCEL – DİB Haseki Eğitim Merkezi
Doç. Dr. Abdülbaki TURAN – Selçuk Ü. İlahiyat Fakültesi
Doç. Dr. Ali Osman YÜKSEL – M. Ü. İlahiyat Fakültesi
Nureddin TURGAY – Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi
Sâmil İA – Şâmil İslam Ansiklopedisi telif kuruluşu
imamhatipli42
Allah (cc) rzı olsun mum delilleriyle döktürmüşsün yine.
sina_gk
selamun aleyküm
öncelikle yazmış oldugunuz yazıyı dikkatlice okudum ama yinede bugüne kadar yapmış oldum duarda şirkmi koşmuş oldum
yani rabbim senin rızan için sevdigin bütün kulların hürmetine .peygamber efendimizin hürmetine diye yapmış oldugum dualar .
lütfen cevap yazınız.
mematii
Tevessül ve vesile
Tevessül, daha çok tasavvuf çevrelerinde uygulanmakta, ve bazılarınca tenkid edilmektedir. Şunu hatırlatalım ki; doğrunun tesbiti, yanlışın terkedilmesi için yapılan her tenkid faydalıdır. Fakat tenkid eden haddi aşınca, doğru ile yanlış biribirine karışır, cahil olanlar da doğruyu şaşırır…
Tevessülü tenkid edenler, gerçek sahih ilme göre hareket etmezlerse haddi aşar, vebale girerler. Çünkü tevessüle başvuranlar arasında ilim ve takvalarıyla meşhur alimler, irşadıyla bir çok insanı Hakk’a sevk eden arifler mevcuttur. Gerçek tevhide ulaşmak için canını ve malını feda eden bu şerefli kitleyi rabıta ve tevessül yapıyorlar diye şirkle suçlamak az bir şey değildir. Tenkid edilen ve şirkle suçlanan kimse, en azından ömrü boyunca beş vakit namazını kılan bir mümindir. Böyle olunca iş ciddi, tehlike büyüktür. Çünkü, Buhari ve Müslim’in rivayet ettikleri bir hadiste Rasulullah (A.S.) Efendimizin uyardığı gibi; bir kimseye kafir, müşrik, münafık veya fasık demek, sözde kalmaz, hüküm iki taraftan birisine ait olur. Karşı tarafta söylenen durum yoksa, söz sahibine döner.
Verilen her hükümde adaletli olmak şarttır. Adalet, nefsimiz istemese de hakkı söylemek ve herkese hakkını vermektir. Biz tevessül ve vesile konusunda orta yolu tanıtmaya çalışacağız.
Vesile Nedir?
Vesile, kelime olarak, derece, yakınlık, başkasına yaklaşmak için vasıta kılınan şey, şefaat, vuslat manalarına gelir. "Falan şunu Allah’a vesile etti” demek, kendisini Allah’a yaklaştıracak ameli yaptı demektir. Ayrıca vesile, cennette yüksek bir derecenin ve Rasulullah (A.S.) Efendimiz şefaatının adıdır. Tevessül ise bir amel vasıtası ile maksada yaklaşmak ve ulaşmaya çalışmaktır. (İbn. Manzur) Bir çok müfessir, tevessülü bizzat yakınlaşmak ve yakın olmaya sebep olacak şeyleri aramak şeklinde tefsir etmişlerdir. (İbn. Kesir, Kurtubî, Alusî)
Kısaca tevessül şudur: Bir kimse sıkıntı içindedir. Derdini Allahu Tealâ’ya arzetmek ister, ancak nefsini kusurlu bulur. Kibirini kırar, tevazu gösterir, duasının kabulü için Allah katında kıymetli kabul ettiği bir şahsı veya ameli anar ve mesela şöyle diyebilir : "Allah’ım! Şu kâmil zatın hatırına veya şu salih amelin bereketine sıkıntımı gidermeni, isteğimi nasib etmeni istiyorum”
Vesilenin Şartları
Yukarıda tarif edilen caiz olan vesilede üç taraf vardır:
Tevessülle kendisinden bir şey istenen zat. Bu Allahu Tealâ’dır. İstenen şeyin asıl yaratıcısı ve dilerse ikram edecek olanı O’dur.
Tevessül eden kimse. Bu, Allahu Tealâ’nın yakınlığını arzulayan, bir hayra ulaşmak veya bir sıkıntıdan kurtulmak isteyen kuldur.
İsteğine ulaşmak için vesile yapılan, aracı kılınan şeyler. Bunlar, kulun kendisi ile Allahu Tealâ’ya yakınlık sağladığı, duasının kabulüne vesile yaptığı salih ameller veya şerefli şahıslardır.
Yapılan tevessülün fayda vermesi ve kulun ihtiyacının giderilmesi için şu şartların bulunması gerekir:
Allahu Tealâ’ya vesile arayan kimsenin, vesileye inanması gerekir. Vesileye inanmayan veya ona şüphe ile bakan kimse, bir fayda görmez.
Kendisi ile Allah’a yaklaşmak için tevessül edilen amelin, Allahu Tealâ’nın meşru kıldığı ve teşvik ettiği bir amel olması gerekir. İman, zikir, tevbe, gözyaşı, dua, sadaka, ihlas, namaz, Allah için sevgi, fakirleri sevindirmek gibi.
Bu salih amelin, Allah Rasûlünün (A.S.) öğrettiği şekilde Allah’a yakınlık için yapılması gerekir.
Vesile edilen şahsın, Allah katında bir itibarı, kıymeti, nazı ve niyazı olması gerekir. Allah düşmanları, açıkça günahkâr olanlar ve gafiller ile Allah’ın rahmetine ulaşılmaz.
Buna göre, bid’at ve haram olan amellerle vesile gerçekleşmez. Salih olmayan kimselerle Allah’a yakınlık sağlanamaz. Yukarıda arzettiğimiz şartları taşıyan her vesile bütün zaman ve mekanlarda caizdir, faydalıdır.
Kur’an’da Vesile
Allahu Tealâ, kulun dünyada ızdıraptan, ahirette azaptan kurtuluşu için şu yolu göstermiştir:
"Ey müminler! Allah’tan korkun ve O’na (yaklaşmaya, sevilmeye) vesile arayın; O’nun yolunda cihad ediniz ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide/35)
Kulu Allah’a yaklaştıracak vesilelerin başında iman, Kur’an, ihlas ve salih ameller gelir. Salih amellerin başında farzlar yer alır. Allah için sevmek, Allah’ın dostlarını sevmek ve onların meclisine girmek, dualarına ortak olmak, ilahi rahmeti çekmek için en büyük sebeplerden birisidir. Müfessir İsmail Hakkı Bursevi (Rh.A.), gerçek alimleri ve kâmil mürşidleri insanı Allah’a yaklaştıran vesileler içinde saymıştır.
Büyük alimlerimizden İmam Savî (Rh.A.), vesile hakkında şu açıklamayı yapıyor:
"Kişiyi Allah’a yaklaştıran her şey, ayette bahsi geçen vesileye dahildir. Nebileri ve velileri sevmek, Allah dostlarını ziyaret etmek, Allah yolunda infakta bulunmak, bol bol dua etmek, akraba hukukunu gözetmek, Allah’ı çokça zikretmek ve benzeri şeyler bunlardandır.
Buna göre ayetin manası: sizi Allah’a yaklaştıran her şeye yapışınız, O’ndan uzaklaştıran her şeyi de terkediniz demek olur. Durum böyle olunca müslümanların, Allah dostlarını ziyaret etmelerini yanlış görüp bunun Allah’tan başkasına bir ibadet olduğunu zannederek onları küfür ve şirk ile suçlamak, apaçık bir sapıklık ve perişanlıktır. Hayır, gerçek onların dediği gibi değildir. Allah dostlarını ziyaret ve onlara muhabbet beslemek, Rasulullah (A.S.) Efendimizin: ‘Allah için sevmeyenin imanı yoktur’ buyurduğu Allah muhabbetine ve Allahu Tealâ’nın ‘O’na vesile arayın buyurduğu vesileye girmektir’ (Haşiye, II/182)
Meşhur Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır (Rh.A) da, bu ayetin tefsirinde, insanın sırf imanla yetinmeyip, Allahu Tealâ’ya yaklaştıran sebeplere ciddi olarak sarılması gerektiğini belirtmiştir. (Hak Dini, III/233-234)
Tevessül Neden Şirk Değil?
Kâmil velileri vesile edenler, onların Allah’ın kulu olduğunu biliyorlar. Onları Allah’a ortak ve yardımcı görmüyorlar. Onlarda Allah’a ait yetkilerin olduğunu söylemiyorlar. Sadece, onlardaki ihlas, takva ve salih amellere itibar ediyorlar. Onların bu takva ile ilahi huzurda kabul gördüklerini, naz ve niyaz makamında bulunduklarını, dualarının kabul edildiğini, Allahu Tealâ’nın onlardan razı olduğunu düşünüyorlar. Bu halleriyle onların:
"Ben, farz ve nafilelerle bana yaklaşan kulumu sevince, onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse onu verir, bana sığınırsa kendisini korurum, onu özel himayeme alırım.” (Buhari, İbnu Mâce) kudsi hadisindeki iltifat ve ikrama ulaştıklarına inanıyorlar. Bunun için onların isimlerini dualarına ekliyor, güzel sıfatlarını isteklerinin ilahi huzurda kabulüne destek yapıyorlar. Yoksa onlar, Allahu Tealâ’dan istenecek bir şeyi velilerden istemiyorlar.
Salihleri vesile yapıp Allahu Tealâ’dan bir şey istemeyi tenkid edenler, bunun her namazda Fatiha suresinde okunan "Allahım! Ancak sana kulluk eder, sadece senden yardım isteriz” mealindeki ayetlere ters düştüğünü söylüyorlar. Halbuki bu ayetlerde, Allah’tan bir şey isterken içimizdeki salihlerin zikredilmesine red değil, açıkça bir işaret vardır. Çünkü, ayette "sadece senden isterim” denmiyor, "isteriz” deniyor. Ayeti okuyan kimse yalnız da olsa, "ben” değil "biz” ifadesini kullanıyor. Bununla kul, kendini aciz görüp tevazuya bürünür ve şöyle demek ister: "Allahım! Bizler topluca sana yöneldik; ancak sana kulluk ediyor; sadece senden yardım istiyoruz. Ben senin huzurunda tek başıma bir şey taleb etmeye ehil ve layık değilim. İçimizde gerçek kulluk yapan ve duasında samimi olan salihlerle birlikte senden istiyorum. Benim isteğimi onların duasına kat, kabul eyle”
Allah dostlarını, basit dünya işleri için vesile etmek güzel değildir. Onların adını ve şanını, nefsimizi değil, Rabbimizi razı etmek için kullanmalıyız. Ariflerin vasıtası ile dünyamızı değil, ahiretimizi mamur etmeliyiz. Eğer kibirimizi kırar da Allah’a giden yolda o saadetli büyükleri terbiyemizde rehber, dualarımızda vesile edersek inşaAllah maksadımıza ulaşırız.
Dr. Dilaver SELVİ
SEMERKAND
@mir
< Kâmil velileri vesile edenler, onların Allah’ın kulu olduğunu biliyorlar. Onları Allah’a ortak ve yardımcı görmüyorlar. Onlarda Allah’a ait yetkilerin olduğunu söylemiyorlar. Sadece, onlardaki ihlas, takva ve salih amellere itibar ediyorlar. Onların bu takva ile ilahi huzurda kabul gördüklerini, naz ve niyaz makamında bulunduklarını, dualarının kabul edildiğini, Allahu Tealâ’nın onlardan razı olduğunu düşünüyorlar. >
39 Zümer 3 Dikkat et, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.
_müberra_
memati beyin paylaşımı ,çok güzel ve aydınlatıcı olmuş .Allah razı olsun
mematii
Allah için mü’minlerin birbirlerini sevmesi dahi ibadettir. Önce Allah (c.c) için sevmesini bilmek gerek, bu da nasip işi olsa gerek.. Allah (c.c) için birbirlerini seven ve dost edinenlere ne mutlu.. Derdi "ALLAH" olanlara ne mutlu!..
< memati beyin paylaşımı ,çok güzel ve aydınlatıcı olmuş. Allah razı olsun >
Amin ecmain kardeş..
zehraoku
Allah hikmeti kime dilerse verir.Kime de hikmet verilirse muhakkak ki ona çok hayir verilmistir.Bunu ancak akil sahipleri düsünüp anlar.
Bakara suresi
Dünyada çok bilenler ve hicbirsey bilmeyenler vardir
bilenle bilmeyen ELBET bir olmaz.SERCE ILE SAHIN KARINCA ILE FIL bir olmadigi gibi…
insanda ebu cehil damari yoksa elbet hakki arayip bulucak hakk ile olmanin yollarini da ehline soracaktir…
vesile ne demek, vesile nedir, islamda vesile