Su-i zan ve Hüsn-ü zan

Su-i zan ve Hüsn-ü zan

ihramlı
Su-i zan ve Hüsn-ü zan

Cenab-ı Hakk buyuruyor:

«Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Zira bazı zan vardır ki, günahtır.» [Hucurat:12>

Su-i zan; insanlar hakkında aslına ermeden kötü bir fikre sahip olmaktır. Dille başkasının kötülüğünü söylemek haram olduğu gibi, bir müslüman hakkındada da açık bir delile dayanmadan, tahmin ve ihtimallerle su-i zanda bulunmak, zanla haraket etmek haramdır..

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz;

«insanlar helak oldu, bozuldu diyen kimse, halkın en fazla helaka uğrayanlarındandır.» (Müslim)

«Su-i zandan sakınız. çünkü zan, sözlerin en yalanıdır.» (Buhari)

«Her işittiğini söylemek, kişiye günah ona yeter.» buyuruyorlar. (Ebu Davut)

Takva kalptedir ve kalpte olanı ancak ALLAH bilir.
Onun için dış görünüşüne bakılarak insan hakkında kötü hükümü verilemez.
Kötü zan beslemek insanı beğenmeye götürür ki, çok çirkin huydur.

Hüsn-i zan ise, bir kimsenin veya bir hadisenin iyiliği hakkındaki vicdani kanaat demektir. övülmüş bir haslet, güzel bir huydur.

Hüsn-i zan, olgunluğun eseridir.
Kamil insanlar başkalarınıda öyle görmek isterler.

Hadis-i şerifte;

«Müminler hakkındaki güzel zan, güzel ibadetten sayılır.» (Ebu Davut)

«Hüsn-i zanın fevkinde bir ibadetle Cenab-ı ALLAH’a ibadet olunmamıştır.» buyuruyor. (Münavi)

«inanlara yardım etmez diye ALLAH’a kötü zanda bulunan münafık erkek ve kadınlara, şirk koşan erkek ve kadınlara ALLAH azab etsin, kötü zanları kendi başlarına gelsin! ALLAH onlara gazab etmiş, onları lanetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Ne kötü dönüş yeridir.» (Feth:48/6)

«…Kötü zanda bulundunuz ve helake düşen kavim oldunuz.» (Feth:48/12)

«Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. çünkü bazı zan (vardır ki günahdır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de kiminizin arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? işte bundan tiksindiniz! ALLAH’tan korkun. Çünkü ALLAH tövbeleri kabul edendir, çok merhametlidir.»

«Ebu Hureyre’den (r.a.);

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor;

"Zandan sakının! çünkü zan sözün en yalanıdır. Başkalarının konuşmalarını dinlemeyin! insanların kusurlarını araştırmayın! Birbirinizle yerış içine girmeyin! Birbirinize haset etmeyin! Birbirinize buğuz etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! ALLAH’ın size emrettiği gibi kardeşler olun! Müslüman, müslümanın kardeşidir: ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, ona hakaret etmez.-üç defa kalbine işaret ederek-Takva şuradadır. Kişiye kötülük olarak müslüman kardeşini hor görmesi yeterlidir. Müslümanın her şeyi; kanı, malı ve ırzı müslümana haramdır. şüphesiz ALLAH, sizin bedenlerinize, dış görünüşünüze bakmaz, kalblerinize bakar. Bir rivayette şöyle buyrulmuştur;

«Birbirinize hased etmeyin! Birbirinize buğzetmeyin! Birbirinizde kusur araştırmayın! Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin! Pazarlık kızıştırmayın! Kardeş olun ey ALLAH’ın kulları!»

«Bir rivayette şöyle buyrulmuştur;

«Birbirinizle akrabalık ilişkilerini kesmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin! Birbirinize buğz etmeyiniz! Birbirinize hased etmeyiniz! Kardeş olun ey ALLAH’ın kulları!»…


Sû-i Zan Çukuru

LeoparGS
Sû-i Zan Çukuru

Bu mütalaalar, bir ders mahiyetinde önce nefsimedir. Sîgaları çoğul sigasi ile kullanmam, sırf anlatımda kolaylık olsun ve "nefs-i mütekellim vahde sîgasını-ben-” çok kullanmama gayretinden kaynaklanmaktadır.
Müminiz.. iman etmişiz Kudret-i Sonsuz’a.. söz vermişiz O’na kul olmağa.. kulluğun gereklerini yerine getirmeye.. biricik Habibine ümmet olmaya.. bunun gereği iman, ihsan ve ihlasa gönül vermişiz.. ne dedinse kabul demiş boyun bükmüşüz…
O bizden isteklerini Kur’an’la ve Habib-i Edîbinin diliyle bildirmiş ve "İnsan yarattım sizi, o halde insan olun, hem de insan-ı kâmil olun” demiş.. "Benden korkun, haramlara girmeyin, helallerle iktifa edin. Kimsenin hakkını yemeyin, hukukuna girmeyin, beyt-i Hüdâ-yı harab etmeyin” demiş. Hem pek çok yerde, pek de ağır bir üslupla söylemiş. Bunları da okumuşuz, lebbeyk demişiz.

Meselâ Kur’an, "Ey inananlar! Zandan çok sakının. Zira zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerinizi araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.” (Hucurât, 49/12)
"Onların (müşriklerin) çoğu zandan başka birşeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan (ilimden) birşeyin yerini tutmaz" (Yunus, 10/36).
"Bunlar (putlar), sizin ve atalarınızın taktığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında hiç bir delil indirmemiştir. Onlar zanna ve nefislerinin aşağı hevesine uyuyorlar" (en-Necm, 53/23).
"Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adlarını takıyorlar. Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise; hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez." (en-Necm, 53/27-28) buyurmuş…

Hayatın her sahasında rehberimiz olan Kur’an, sosyal hayatımız adına da bizim için çok mühim bir meselede bizi uyarmış. Zan … zannın da en kötü kısmı sû-i zan… Kur’an, ondan çetin bir virüsmüş gibi bahsediyor, çabuk düşülecek bir çukurmuş gibi anlatıyor ve bizleri bundan şiddetle men ediyor. Adeta diyor, şayet bir ve beraber bulunacak, hakiki kardeşler olacak, dininizi birbirinize dayanarak yaşayacaksanız –ki, beraberliğinizdedir, ihsan ve bereketin kaynağı- harfiyyen bu kurallara uyacak, asla haddi aşmayacaksınız.

NEDİR PROBLEMİMİZ?
Ancak bize ne olmuş ki, b ütün bu ve benzeri dinin en güzel emir ve nasihatlarını okuyor, dinliyor ve hala bunların dûnunda, pespâye bir hayat yaşıyoruz. Neden, bildiklerimizi hayata geçiremiyoruz. Neden hakiki uhuvveti tesis etmek var iken, yüksek ahlâkla gönderilen Efendiler Efendisinin hayatını hayata hayat yapmak var iken, meleknümûn bir hayatın kapıları bize açılabilecek iken, cenneti burada mikro planda yaşayabilecekken… bütün bunları bırakıyor Allah’ın bir kulu olarak, Rasûlüllah’ın bir ümmeti olarak asla bize yakışmayacak, ötede de burada da bizi mahcup edecek böyle sû-i zan gibi bir davranışın içine giriyor hatta fitnenin tetikleyicisi bizler oluyoruz.
Bir yerde bu bu mevzu hakkında: "İnsanlar hakkında hüsn-ü zan etme bir esas haline getirilmeli ve bir disiplin olarak benimsenmelidir; benimsenmeli, zira hamlığımızın gereği, herkes hakkında hüsn-ü zan edemeyebiliriz; ama İslamiyet’e ait çoğu meselede olduğu gibi böyle bir düşünce tarzı da işletile işletile insan tabiatının bir parçası haline getirilebilir. Bu hususta kendini zorlamayan bir insanın, bu şuura ulaşması çok zordur. Su-i zan, biraz da psikolojik bir meseledir. Yani devamlı kendisini başarılı görüp beğenen bir insan, hiçbir zaman başkalarını beğenmez ve takdir edemez. Bu hal ise apaçık bir hastalıktır. Araştırıldığında bu insanların beyinlerinin ukdelerinde bir kısım nodulların olduğu görülecektir. Toplumun selameti için bu tiplerin çok iyi bir psikiyatrist tarafından tedavi edilmesi gerekir. Zira psikolog ve pedagoglar, en kötü karakterlerin bile, belli bir terbiyeden geçince, kötü duygularının baskı altına alınabileceğini ifade ederler. Sözlerimizi, Bediüzzaman’ın şu altın sözüyle noktalayalım:

"Tezkiyesiz nefs-i emmaresi bulunması şartıyla kendi nefsini beğenen ve seven adam başkasını sevmez." buyuruyor Allah dostlarından biri.

Evet, kutlular "Hüsn-ü zan mümkün oldukça hüsn-ü zanla memuruz” buyuruyorlar. Sû-i zan çok mu tatlı ki, biz hüsn-ü zan imkanı varken genelde sû-i zannı tercih ediyoruz. Zaman zaman da bu sayede iftiralara sebebiyet veriyoruz. O da uhuvvetin, tesanüdün, dayanışmanın, kaynaşmanın kezzabı oluyor, ahengimizi yok ediyor.. kokumuzu alıp götürüyor, kapanması zor yaralar, aşılması zor hendekler meydana getiriyor.

İLKLERİ DEĞİLİZ BU MESELENİN
Bu bâbda Cafer-i Sâdık’ın başından geçen manalı bir hadise anlatılır. Devrin halifesine bir zât gider, biraz onun yanında nüfûz edinme, biraz da para kazanma muradıyla, Hz. İmam Cafer hakkında bir iftira uydurur. İşte, gûya halife aleyhine ordu tertip ettiğini, imkan bulunca kıyam edeceğini söyler. Halife derhal, İmam’ı makamına celb eder. Huzura çıkartır ve aleyhte ordu toplayıp kıyama yeltenmekle itham edip, sert bir üslupla zan altında bırakır. Aslında o bu hareketi ile birkaç hatayı birden yapar. Birincisi, duyduğu bir haberin aslını araştırmadan adeta hükmünü verivermiş ve direk ithama kalkışmıştır. Halbuki Kur’an böyle durumda ne yapılması gerektiğini şöyle anlatır: " Ey iman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de sonra yaptığınıza pişman olursunuz.” (Hucurât, 49/6) Bunun yanında herkesçe a lim olarak kabul edilen hürmetkar bir zatı suçu sabit olmadan ayağına çağırmıştır. Oysa ilmin ayağına gidilir, ayağa çağrılmaz. Bir diğer nokta da Allah Rasûlü’nün torunlarından ümmetin sevdiği birine hiç de ona layık olmayan bir muamelede bulunmuştur. Hz. İmam bu durum karşısında biraz da kendini çaresiz görür, düpedüz ciddi bir iftiranın orta yerinde kalakalmıştır. Hemen yüzleştirilmesini talep eder. Adam huzura çağırtılır. Yüzsüz adam halifeden korkusuna, elde edeceği mükafaatları da düşünerek iftirayı huzurda yeniler. Çaresiz kalan Câfer-i Sâdık "mübâhale” teklifinde bulunur ve der: "Hangimiz yalan söylüyorsa o dakika Allah’ın tasarrufundan çıkmacasına yemin edelim.” Adam bunun neler doğuracağını kestiremez ve yemin eder: "Eğer, dediklerim doğru değilse, şu an Allah’ın tasarrufu benim üzerimden kalksın” der. Adam onu dediği anda olduğu yere yığılıverir. Halife olup bitenler karşısında çok mahcuptur, özür diler, hediyelerle koca İmam’ı uğurlar.
Evet, maalesef çok ciddi manada yaygın bir hastalık halini alan bu davranışa karşı tavır alma durumundayız. Zira bu sû-i zanna hepimiz az çok ya giriyoruz veya maruz kalıyoruz. Burada önemli bir başka husus daha var. Zannı yapmak en kötüsü tabii, zira kaybetme kuşağı. Ancak, maruz kalan pozisyonunda olursak ne yapacağız? Böyle bir durumda, tavsiye edilen, itidali elden bırakmama, ilk anda galeyana gelip daha sonra pişman olunacak söz ve davranış içine girmeme. Bir müddet geçtikten sonra sâlim kafa ile hadisenin halline çalışma, en hatarsız yol olsa gerek. Bu elbette çok zor, zira ortada sû-i zan paketli bir iftira da bulunabilir ve iftiraya tahammül çok zordur. Ancak, bizler bu mevzuda ne ilkleriz, ne de sonuncular olacağız…

Kulluk hayatımızda, mühim imtihanlara muhatab oluyoruz. Ahirzamanın inanan insanları olarak bizler bir hususta daha uyarılıyoruz. O da kendi içimizde, kendi kendimizle imtihan ki, işte sû-i zan bu tür imtihanların en çetinlerinden birisi. Halli müşkil, iki taraf içinde derin yaralar açabilen bir imtihan.
Rabbimden diler ve dilenirim ki, bizleri sû-i zannın en küçüğüne bile girmekten ve de maruz kalmaktan masun ve muhafaza eylesin.

Ali Ünsal


Yanıt: Su-i zan ve Hüsn-ü zan

suara
SÛ-İ ZAN NEDİR?

Kur’ân-ı Kerîm’de meâlen şöyle buyrulur:
"Ey iman edenler! Zannın çoğundan sakınınız, çünkü zannın bir kısmı günahtır.” (Hucûrât, 12) Bu âyette Allah, mü’minin mü’mine sû-i zan etmesini açıkça yasaklamıştır.
Sû-i zannın iyi anlaşılması için, konuyla ilgili vehim, zan, gâlip zan, yakîn kelimelerini de izah etmemiz gerekir:
Vehim: Bir şeyin olacağına veya olmayacağına dair elimizde hiçbir karîne, delil olmadan kalbimize gelen şeye vehim -kuruntu- denir.

Zan: Eğer bir karîne varsa ve karîne hem müsbet, hem de menfî cihete uygulanabilir ise buna zan denilir. (Bu zanda kesinlik olmadığı için şüpheye vesîledir) Müsbet cihette zanda bulunmak hüsn-ü zan, menfî cihette zanda bulunmak ise sû-i zan dır. Gâlib zan: Karîneler artar ise buna gâlib zan (veya zann-ı gâlib) denilir. (Yanımıza gelen adamda hafif bir içki kokusu hissediyorsak onun içki içtiğine hükmetmek ‘zann-ı gâlib’dir. Koku olduğu halde yine de zan diyoruz. Çünkü o şahıs içki içmemiş, fakat bilmecbûriye, içki içenlerin yanından gelmiş olabilir.)

Abdullah bin Amr (ra) şöyle demiştir: Ben, Resûlullah (asm)’ın Kâbe’yi tavaf ettiğini ve (tavaf esnasında) söyle dediğini gördüm: "Sen ne kadar hoşsun, senin kokun ne kadar hoş. Sen (Allah katında) ne kadar büyüksün, senin kutsallığın ne kadar büyük! (Ama) Muhammed’in canı (kudret) elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki, mü’minin malı, kanı ve hakkında ancak hüsn-ü zan beslenmesi yönüyle kutsallığı, Allah katında senin kutsallığından daha büyüktür.”
(İbn-i Mâce)

Yakîn: Karîneler iyice artarsa yakîn hasıl olur. Yakîn içinde şek olmayan bilgidir. (Açıkça içki içerken gördüğümüz adamın içki içtiğine hükmetmemiz ‘yakîn’dir)

HÜSN-Ü ZAN, SÛ-İ ZAN

Bir Müslümanın söylediği söz veya yaptığı iş, iyiye veya kötüye yorumlanabilecek durumda ise, bizim bu gibi durumlarda hüsn-ü zanda bulunmamız, Müslümanın söz ve fiilini iyiye yormamız gerekir. Elimizde delil olmadığı hâlde onu kötüye yorumlamamız, sû-i zan etmemiz, Kur’ân ve sünnet tarafından yasaklanmıştır.

Hz. Ömer (ra), "Mü’min kardeşinden çıkan hayra ihtimalini gördüğün bir sözü, kötüye yorma.” demiştir. Peygamberimiz (asm) "Zan doğru da olur, yanlış da” buyurmuştur. Sû-i zannımız doğru olduğu takdirde, bu zannın bize bir zararı olmaz. Fakat yanlış olduğu takdirde harama girmiş oluruz.

Tabiinden Said b. Müseyyeb (ra) şöyle demiştir: "Peygamberimizin sahâbelerinden bazı kardeşlerim bana (bir mektupta) şöyle yazdılar: Kardeşinin yaptığı bir işi aksine bir delil olmadığı müddetçe, en iyi şekilde yorumla (hüsn-ü zan et!) Müslüman bir kimseden çıkmış hayra ihtimali olan bir sözü şer olarak telakkî etme!” (Beyhakî)

İmam-ı Gazâlî (rh) sû-i zannı, "Kalple yapılan gıybet” olarak tanımlar. Bununla kalbe gelen düşünceleri değil de, "Kalbin kesinlikle hükmettiği şey”i kastettiğini söyler. Sû-i zannın haram olma sebebi hakkında da şöyle der: "Herkesin kalbinde olanı, ancak gaybı bilen Allah bilir. Gözünle görüp tevil kabul etmeyen kat’î bir malûmâta sahip olmadıkça, kimse için kötü düşünmeye hakkın yoktur! Gözünle görmeyip, kulağınla duymadığın hususlarda kalbine gelen şüpheler şeytandandır! Şeytan ise en fâsık kimse olduğu için, onu tasdik değil, yalanlaman gerekir. Nitekim Allah Kur’ân’da şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Eğer fâsık bir kimse size bir haber getirirse, onun içyüzünü araştırın; yoksa bilmeyerek bir topluluğa kötülük edersiniz de, sonra yaptığınıza pişman olursunuz. (Hucûrât, 6) (İhyâ-u Ulumi’d-Dîn.c.3, s.334, Bedir yay.)

SÛ-İ ZANDAN SAKINMAK

Hz. Aişe (ra) Peygamberimiz (asm)’
ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir: "(Mü’min) kardeşine sû-i zan eden, hakîkatte Rabbine sû-i zan etmiş olur. Çünkü Allah u Teâlâ ‘Zannın çoğundan sakınınız’ buyurmaktadır.” (İbn-i Merduye, İbn-i Neccar)
Ebû Hureyre (ra)’dan Peygamberimiz (asm)’ın şöyle dediği rivâyet edilmiştir:
"Size zandan uzak durmanızı tavsiye ederim! Muhakkak ki, zan sözün en yalanıdır. Birbirinizin gizli kusurlarını araştırmayın, birbirinizle rekabet etmeyin, birbirinize hased etmeyin, birbirinize buğz etmeyin! Allah’ın kulları kardeş olun!” (Mâlik, Ahmed, Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizi)

"Mü’min kardeşinden çıkan hayra ihtimalini gördüğün bir sözü,
kötüye yorma.” Hz. Ömer (ra)

Abdullah bin Amr (ra) şöyle demiştir: Ben, Resûlullah (asm)’ın Kâbe’yi tavaf ettiğini ve (tavaf esnasında) şöyle dediğini gördüm: "Sen ne kadar hoşsun, senin kokun ne kadar hoş. Sen (Allah katında) ne kadar büyüksün, senin kutsallığın ne kadar büyük! (Ama) Muhammed’in canı (kudret) elinde olan (Allah)’a yemin ederim ki, mü’minin malı, kanı ve hakkında ancak hüsn-ü zan beslenmesi yönüyle kutsallığı, Allah katında senin kutsallığından daha büyüktür.” (İbn-i Mâce)

HÜSN-Ü ZAN VE SÛ-İ ZAN SAHİBİ OLANLAR

Bir öğretmen yarısı dolu, yarısı boş bir bardağı öğrencilere göstermiş ve "Burada ne görüyorsunuz?” demiş. Öğrencilerin bir kısmı "Yarısı boş bir bardak” derken, diğerleri "Yarısı dolu bir bardak” demişler.
Bu iki cümleden hangisi doğru, hangisi yanlış?

Elbetteki bu iki cümlenin ikisi de doğru. Fakat aralarında mühim bir fark var. Bu iki cümle öğrencilerin bakış açılarını, psikolojik yönlerini de ortaya koymaktadır. "Yarısı boş bir bardak” diyenler, hırslı ve sû-i zan sahibi, "Yarısı dolu bir bardak” diyenler de kanaatkar ve hüsn-ü zan sahibi kimselerdir. Bardağa bu nazarla bakanlar, insanlara da farklı bakmazlar. (Acaba biz burada, sû-i zan mı yapıyoruz, hüsnü zan mı? Dikkat edin, vereceğiniz cevap sizin de psikolojik yanınızı ele verebilir.)

Bazı insanlar vardır ki, insanların daima hata ve kusurlarına –yani bardağın boş kısmına- odaklanmışlardır. Suratları asıktır ve ağızlarından tenkit eksik olmaz. Hüsn-ü zan mümkün olduğu durumlarda, onlar her zaman sû-i zan şıkkını tercih ederler. Onlar hayatı kendileri ve başkaları için zehir ederler. Kimse mecbur kalmadıkça bunlarla beraber olmak istemez.

Bazı insanlar da vardır ki, çok iyimserdirler. İnsanların hata ve kusurlarına değil, meziyetlerine –bardağın dolu kısmına- odaklanmışlardır. Yüzleri daima mütebessimdir. İnsanların daima iyiliklerinden, güzelliklerinden bahsederler. Onlar insanlara daima hüsn-ü zanla muamele ederler. Onların yanında herkes kendini rahat hisseder. Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin, "Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” dediği gibi, bu insanlar da hayattan lezzet alır ve başkalarının lezzet almasına vesile olurlar.

SÛ-İ ZANNA SEBEB OLACAK DURUMLARDAN UZAK OLMAK

Sû-i zandan uzak durduğumuz gibi, sû-i zanna sebep olacak söz ve davranışlardan da uzak olmalıyız. Peygamberimizin hanımlarından Safiye bt. Huyey (ra) şöyle der:

Peygamber (asm) mescidde îtikafa girmişti. Geceleyin onu ziyarete gittim ve konuştum. (Konuşmamız bittikten) sonra kalktım, o da beni uğurlamak için kalktı. O sırada ensardan iki adam oradan geçtiler, ResûlAllah’ı görünce hızlandılar. Peygamber (asm) onlara hitaben, "Yavaş olunuz! Bu benim zevcem Huyey kızı Safiye’dir” dedi. Onlar da "SübhânAllah! Yâ ResûlAllah (biz sana sû-i zan edecek değiliz)” dediler. Peygamberimiz de "Şeytan insanın damarlarında kanın akışı gibi akar, (kalplere çok kolay vesvese verir). Ben şeytanın sizin kalbinize kötü bir şey atmasından korktum” buyurdu. (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvud)
"Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır.” Bedîüzzaman Hazretleri (rh)

Peygamberimizin sahâbeleri durdurup durumu izah etmesi onları sû-i zandan korumak içindi. Bu hassasiyeti bizim de göstermemiz gerekir. Sû-i zan etmeyelim! Ama bununla beraber sû-i zanna sebep olacak durumlardan da uzak duralım! Yanlış anlaşılacak söz veya işlerden uzak durmak, hem bizim için, hem de etrafımızdaki insanlar için en selâmetli yoldur. Hz. Ömer (ra) "Töhmete (ithama, sû-i zanna) sebep olacak işlere girişen, kendisinden başkasını kınamasın” demiştir.

Atalarımız, "Kapını kilitle, komşunu hırsız tutma!” demişlerdir. Yani kapını kilitlemezsen ve hırsızlık olursa, komşuna sû-i zan edebilirsin. Öyleyse tedbirini al, sû-i zan etme! Bu atasözüne uygun olarak tabiinden Ebu’l-Aliyye (ra) da şöyle demiştir: "Biz, hizmetçilerimiz kötü ahlâka alışmasın veya biz sû-i zan etmeyelim diye (onlara teslim edilen eşyayı) mühürlemekle, ölçmekle ve saymakla emrolunmuştuk.” (Buhârî, Edebü’l-Müfred)

SÛ-İ ZAN YAPMIŞSAK NE YAPALIM?

Sahâbe Harise b. Numan (ra) şöyle der: "Peygamberimiz (asm) "Ümmetim şu üç şeyi bırakmaz: tıyere (uğursuzluk tutma), hased ve sû-i zan.” buyurdu. Bir adam "Kendisinde bunlar olan kimsenin kalbinden, bunları ne giderir Yâ ResûlAllah?” diye sordu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: "Hased ettiğin zaman Allah’a istiğfar et, bağışlanmayı dile! Sû-i zan ettiğinde de araştırma (aldırış etme), uğursuzluk hissettiğinde yürü (ehemmiyet verme!)” (Taberânî)

Sû-i zan etmeyelim! Ama bununla beraber sû-i zanna sebep olacak durumlardan da uzak duralım! Yanlış anlaşılacak söz veya işlerden uzak durmak, hem bizim için, hem de etrafımızdaki insanlar için en selâmetli yoldur. Hz. Ömer (ra) "Töhmete (ithama, sû-i zanna) sebep olacak işlere girişen, kendisinden başkasını kınamasın” demiştir.

Hadisdeki "Sû-i zan ettiğin zaman araştırma!” ifadesi, iki mânâya da gelebilir. Birincisi "Aldırış etme, üzerinde durma, şeytanın bir vesvesesi olarak düşün!” demektir. İkincisi, "Sû-i zan ederek, muhatabın gizli kusurlarını araştırma!” demektir. Çünkü sû-i zan haram olduğu gibi insanların gizli kusurlarını araştırmak da haramdır.

Sû-i zan ettiğimiz konu, mühim ve öyle aldırış edilmeyecek bir konu değilse, en güzeli sû-i zan ettiğimiz şahısla konuşarak meseleyi vuzuha kavuşturmaktır. Çünkü sû-i zannımız, bizim yanlış algılamamızdan ve iletişim kopukluğundan meydana gelmiş olabilir. Muhatapla iletişim kurmamız bizi büyük bir yanlışlıktan kurtarabilir.

Fakat bu durumda da hassas olmak gerekir. Muhatabımızın kalbinden geçeni bilmediğimiz için, onun söylediğini kabul etmemiz gerekir. Peygamberimiz (asm) kendisine özür beyan eden kim olursa olsun, onların özrünü –aksine bir delil olmadıkça- kabul ederdi ve "Ben insanların kalblerini açmaya, karınlarını yarmaya me’mûr değilim” derdi. O her zaman insanların zâhirî hallerine göre muamele ederdi. Bir savaşta kelime-i şehâdet getiren bir adamı öldürdüğü için Üsâme b. Zeyd’e kızmıştı. Üsâme, "O ölüm korkusuyla öyle dedi” deyince de "Kalbini yarıp baktın mı?” demişti.
Ebû Hureyre (ra) Peygamberimiz (asm)’ın şöyle buyurduğunu rivâyet etmiştir:

Meryem oğlu İsâ (as) bir adamın hırsızlık yaptığını gördü. (Daha sonra) ona: "Sen hırsızlık mı yaptın?” diye sordu. Adam "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, hayır (hırsızlık yapmadım)” dedi. Bunun üzerine İsâ (as), "Allah’a îmân ettim ve kendi gözümü yalanladım” dedi». (Buhârî, Müslim, Neseî)
"Evet insan hüsn-i zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir.

Sû-i zan sâikasıyla kendisinde bulunan sû’-i ahlâkı, başkalara teşmil etmemelidir. Ve başkaların bazı harekâtının, hikmetini bilmediğinden, takbih etmemelidir. Binâenaleyh eslâf-ı izâmın hikmetini bilmediğimiz bazı hâllerini beğenmemek, sû-i zandır.
Sû-i zan ise, maddî ve manevî hayat-ı içtimâiyeyi zedeler.” (Mesnevî-i Nûriye, s.55)
Bedîüzzaman Said Nursî (rh)

__________________


Cevap: Su-i zan ve Hüsn-ü zan

Hoca
SÛIZAN (SÛ-IZAN)
Kötü zann, fena tahmin, şüphe "Sû" "fenalık, kötülük" demektir.

"Sû-i hareket (kötü davranış)", "sûi ahlâk (kötü ahlâk)", "sû-i niyet (kötü niyet)" vb. gibi, "sû-izan" da, "kötü zan" anlamındadır. "Sû" kelimesi, verilen örnekler ve benzerlerinde, daima, "sıfat" anlamını ifade eder.

"Zan" kelimesi ise, "sanma; farz ve tahmin etme; ihtimâle göre hükmetme" demek olduğu gibi, "şek, şüphe, tereddüd, vehim, hayâl" gibi anlamlara da gelir.

"Sû-i zann"ın zıddı (karşıtı), "Hüsnüzan (hüsn-i zan)"dır. "Hüsn", "güzellik, iyilik, hoşluk, olgunluk, mükemmellik" demektir. "Hüsn-i ahlâk (iyi – güzel ahlâk)", "hüsn-i hat (güzel yazı)", "hüsn-i niyet (iyi niyet)"… gibi, "hüsn-i zan"da, "iyi-güzel zan; bir kimse veyâ bir olayın iyıliği hakkında vicdânî kanâat" demektir.

Görüldüğü gibi, iki türlü "zan" vardır. Zan, "tahmin" ve "ihtimâl"e dayandığına göre, bu konuda alınacak tavır ne olmalıdır. Kur’ân ve Hadis, bu hususla ilgili davranışın nasıl olması gerektiğine açıklık getirmektedir: Kur’ân-ı Kerim’de: "Ey inanan (mü’min)ler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü bazı zan (vardır ki) günahtır… " buyurulmuştur (el-Hucurât, 49/12). Âyette, "zanların birçoğundan kaçınınız" denilmekte; sebep olarak da, "bazılarının günah olduğu ifade edilmektedir. Demek ki, zannın hepsi günah değildir; hattâ Allah’a ve mü’min (inanan)lere hüsn-i zanda bulunmak gereklidır. Nûr Süresi’nde: "Onu işittiğiniz vakit erkek mü’minlerle kadın mü’minlerin, kendi vicdanları (önünde) iyi bir zann’da bulunup da…" buyurulduğu gibi (en-Nûr, 24/12), bir Kudsî Hadis’de de:

"Ben, kulumun, bana zannı gibiyim " diye vârid olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s) de: "Her biriniz, Allah’a, hüsnüzan ederek ölsün"buyurmuş ve bir başka hadisinde de: "Hüznüzan, imândandır" demiştir.

Keşşâf ve benzeri büyük Kur’ân müfessirleri, "doğruyu ve yanlışı, açık belirtileriyle seçmeden, iyice gözleyip düşünmeden zanda bulunulmamasını" önemle tavsiye etmekte, "açıkta bir sebebi ve doğru belirtisi bulunmayan zannın harâm olduğunu, kaçınılması gerektiğini" belirtmektedirler. Ihtimal üzerine hüküm olan zanlar, gerçeğe uymadığından, başkasına bühtan ve iftira olacağından, zanda bulunanı vebâl altına sokacaktır.

Bütün bunlardan, zan konusunda çok dikkatli olmak gerektiği ve "Sû-i zann"ın ise, kesinlikle yasak olduğu, açıkça anlaşılmaktadır. Sû-i zann’ın harâm olmayanı, yalnızca fısk ve fucûr (günahkârlık) ile tanınan kimselere karşı yapılanıdır. Durumu kesin olarak bilinmeyen birine hüsnüzan gerekmese bile, Sû-i zan da câiz değildir.

Sû-i zan’dan kaynaklanan "tecessüs" hakkında da, daha önce verilen Hucurât Süresi’ndeki âyette, "tecessüs de etmeyin" buyurulmaktadır. Tecessüs, "Onun-bunun durumlarını araştırmak, eksik (kusur)lerini öğrenme isteği"dir. Allah tarafından yasaklanan bu davranışla ilgili olarak Hz. Peygamber (s.a.s)’de:

"Müslümanların eksiklerini, ayıplarını araştırmayın. Zira herkim müslümanların ayıplarını araştırırsa, Allah Teâlâ’da onun ayıb (kusur)ını tâkip eder, nihayet evinin içinde bile onu rezil ve rüsvây eder" buyurmuştur (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Istanbul 1960, VI, 4471-4473; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Islâm Ilmihâli, Istanbul 1957, 633-634).


Kayıtsız Üye
Bildiklerimiz ve yasadiklarimiz hakkinda celiskiler varsa inancin ve hayatin bir anlami olmadigini düsünüyorum. Cok seyler bilebilirsin, bildiginin en az yarisi kadar yasamiyorsan ne inancinin nede hayatin bir anlami vardir, yada inancinin en az yarisini yasamiyorsan ayni sekilde ne inancin ve nede hayatin bir anlami yoktur.
yasadigimiz dünya bir denge dünyasi ve dengeyi bulamayan insanların inanca ve hayata dair sorunlar yasamama ihtimali yoktur.
Iletisim caginda yasarken, inancin (KALP WIJDAN )bildiklerimizle ilgisi olmadigina, bildiklerimizinde (AKIL MANTIK) inancla ilgili olmadigini düsünerek dengeli, günahi yok sandedip mehdi sanan, yada ben günahkarim deyip dibe vurmadan yasamak dilegiyle…

KENDIMI TARIF ETTIM; SONUCTA ALLAH SAMIMI BI SEKILDE KENDINI IFADE EDEN INSANLARDAN EYLESIN


hüsnü zan, husnu zan, hüsnü zan ne demek

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();