Mesuliyet duygusu
suara
MÜ’MİN MESÛLİYET İNSANIDIR
Her birerleriniz râî (çoban) ve hepiniz elinizin altındakinden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî ve elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl ü ıyâlinin râîsidir ve raiyetinden mes’ûldür. Kadın beyinin hânesinin râîsi ve gözeti-minde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mes’uldür. Herbirerleriniz râî ve herbirerleriniz raiyetinden sorumludur. 342
Râî, herhangi bir şeyi görüp-gözeten, koruyup-kollayan ma’nâsına gelir. Çobana “râi denmesi de, kendine emânet edilen hayvanları en emin, en müsâit yerlerde otlatması, onları kurda-kuşa kaptırmaması herhangi bir şeye maruz kaldıklarında onlarla içden alâkadâr olması, bu kudsî vazifeyi îfa ederken de fıtrî safvetiyle, her zaman hasis ihtiraslardan uzak kalabilmesi ve sürüsüne karşı duyduğu derin şefkat, beslediği engin merhamet hissiyle, onların elemleriyle müteellim, lezzetleriyle de mütelezziz olması gibi önemli hususlardan ötürüdür.
Ve işte, bir ma’nâda devlet reisi ile teb’a arasında da böyle bir münâsebet söz konusudur. Devlet reisi ve derecesine göre değişik dâirelerdeki onun temsilcileri, ellerinin altındakilerini görüp gözetmek, onların elem ve lezzetlerini paylaşmak, onlara mutlu gelecekler hazırlamak ve onların sıkıntılarını göğüslemekle sorumludurlar…
Hâne reisi ile aile fertleri arasında da aynı münasebet bahis mevzûdur; hâne reisi nafaka, elbise ve onları uygun bir yerde iskân etme gibi hususlarda birinci derecede sorumlu olduğu gibi, ta’lim, terbiye, hüsn-ü muâşeret, dünya ve ukba saadetini te’min gibi mes’elelerde de sorumludur.
Aynı durum, kadının kocasıyla olan münâsebetlerinde de geçerlidir; kadın evinin işlerini tedvirde, kocasının malını, ırz ve nâmusunu muhâfazada, sürüsünden mes’ul bir çoban gibi sorumludur.
Hizmetkârın, efendisinin malını, mülkünü; evlâdın, babanın servet, şeref ve haysiyetini koruyup kollamadaki durumları, hep bu “râî” ve “raiyye mülâhazasıyla alâkalıdır. Denilebilir ki, din nazarında râî ve mer’î olmadık hiçbir mükellef yoktur. Bir yönüyle herkes tıpkı bir çoban, diğer yönüyle de güdülen raiyye mesâbesindedir. Hatta bir râi için güdülecek herhangi bir râiyye olmasa bile o yine sorumludur. Evet, herkes kendi nefsini, aklını ve bütün duygularını, bütün uzuvlarını birer emanet gibi koruyup kollama mecburiyetindedir.
İslâm, bildiğimiz bütün sistemler ve dinler içinde, devlet reisinden, evlerimizde çalışan hizmetçilere kadar, hem de, henüz demokrasi rüyalarının görülmediği bir dönemde, herkesin sorumluluğunu en ince teferruatına kadar belirleyip ilân eden biricik hayat nizamıdır ve bu mevzûda ona rakîb bir başka sistem göstermek de mümkün değildir.
İslâm Peygamberi “devlet reisi mes’ûldür der, onun sorumluluğunu, sorumluluk sınırlarını, vazife ve mükellefiyetlerini bir bir sıralar.. kadın ve erkeğin mes’ûliyetlerini hatırlatır ve ayrı ayrı sahalarda, her ikisine de belli sorumluluklar yükler.. babanın evlâda, evlâdın babaya karşı mes’uliyetlerinden söz eder ve her iki tarafın da hak ve mükellefiyetlerine dikkat çeker.. hatta, bu mevzûda, dünyadaki gelişmeler nazar-ı itibara alınacak olursa, çok erken sayılabilecek bir dönemde, hizmetçi ve işçilerin hak ve mes’ûliyetlerinden bahisler açarak, beşer tarihindeki içtimaî çalkantılardan çok önce sosyal bir probleme çözüm teklif eder.
İşte size, devlet reisi ve teb’anın karşılıklı haklarından -ki, çoğu Ahkâm-ı Sultaniyelerde beyan edilmiştir- evlâd ve ana-baba haklarına, ondan karı-koca ve işçi-işveren haklarına kadar, fıkıh kitaplarında, ahlâk ve terbiye risalelerinde, içtimâiyat ve hukuk eserlerinde; oldukça hacimli birer yer işgal eden onca mes’elenin üç-beş kelime ile peygamberâne bir ifadesi daha..!
Cevap: mesuliyet duygusu
suara
MES’ULİYET HİSSİ
…Bulunduğu makam ve mevkiin mesuliyetini müdrik olup, ağırlığı altında ezilenlerin başında Allah’ın Resulü (s.a.s.) gelmektedir. Aldığı işin, yüklendiği mükellefiyetin mesuliyetini o derece idrak ediyordu ki bakınız Hud suresi nazil olunca mübarek sakalındaki beyazlar kısa zamanda fazlalaşmaya başlıyor. O sırada soruyorlar:
– “Ya Resulâllah, mübarek sakalınız son günlerde fazlaca beyazlaşmaya başladı?” Büyük mesuliyetin sahibi cevap veriyor:
– “Şeyetebni Hud! Hud suresi beni ihtiyarlattı!” Tekrar soruyorlar:
– “Hangi ayeti acaba?” Şu cevabı veriyor:
-“Festakim kemâ ümirte… Yani, ne fazla, ne eksik, tam emrolduğun gibi ol!
Görülüyor ki, Allah’ın Resulü (a.s.m.) yüklendiği ağır mükellefiyetin manasını o kadar müdrik, gereğini o kadar hissediyor ki, nihayet bir de “emrolduğun ne ise aynını yap, ne fazla, ne de eksik olsun” emri gelince bu mesuliyet hissi büsbütün tecessüm ediyor, hatta mübarek sakalları bile bu mesuliyetin tesiriyle beyazlaşmaya başlıyor.
ResulAllah’ın sakallarını beyazlaştırıp, ihtiyarlatan bu ayetin devamında hangi ayet var bakınız. Ayetin meali:
– Zalime yardımcı olmayınız ki ateş sizi yalamasın!
Abbasi halifelerinden Muvaffak Billah bir yatsı namazında imamın okuduğu bu ayeti dinlerken saffın arkasında olduğu yere düşüyor, cemaat bir birine karışıp bir suikast ihtimalinden söz ederken, kendine gelen halife:
– Hayır, diyor. Kimseyi suçlamayı düşünmeyin. Bu ayet benim dizlerimin bağını çözdü de ondan düştüm. Baksanıza, “zalime yardımcı olmayınız ki, ateş sizi yalamasın” diyor, zalim olmak şöyle dursun yardımcılarını ikaz ediyor. Ya biz zalimin kendisi olmuşsak, iktidarımız zamanında zulüm işlemişsek, durumumuz ne olacak?
Evet, işte bu da mesuliyet hissi, bulunduğu makam ve mevkiin ağırlığını idrak etme melekesi. Hem de dizinin bağı çözülürcesine.
Dava böyleleriyle yürür, iş bu türlü mesuliyet sahipleriyle başarılır…
Yanıt: mesuliyet duygusu
suara
KUŞUN RİCASI
Avcılar, zavallı kuşu yaralamışlar, o da can havliyle kaçmaya başlamıştı. Yaralı kuş uçuyor, avcılar aman ver¬meden kovalıyordu. Nereye saklandı ise buldu, hangi dala kondu ise gördüler.
Kuşun küçük kalbi pır pır çarpıyor, birazcık nefeslenmek istese üzerine bir namlu doğruluyordu. Avcılar, onu ellerinden kaçırmak istemiyor, bu koşuşturma hırslarını tahrik ediyordu. Merhamet kalkmıştı yüreklerinden… Kuşun zayıflığı, acizliği, çaresizliği, medet ister hali hiç ;. umurlarında değildi. Acımayacak, öldürene kadar saldıracaklardı. Zemin ölüm kusuyor, kurşunlar patlıyor, ba¬rut kokusu etrafa yayılıyordu.
Zavallı kuşun uçacak hali kalmamıştı. Son bir kez ha¬valandı ve uzaktaki bir topluluğu gördü. Şeyh Efendi, or¬taya oturmuş, müridleri etrafında halelenmiş, zikrediyor¬lardı. Onların meclisine kadar zorla uçtu. Bir anda, kor¬kunun tesiriyle İçinden geleni yaptı ve yaydan boşanmış ok gibi Şeyh Efendinin kaftanının altına saklandı. Gü¬venmiş, kendince emin bir yer bulmuştu.
Şeyh Efendi, göğsünün altındaki ani kıpırdanmadan irkildi, ne olduğunu anlayamadı ve elini oraya attı. Za-ten, cam dudağına gelen kuş, bu darbeyle öldü.
Ötede, mahkeme-i kübra kurulduğunda kuş, Şeyh Efendi’den davacı oldu. Şeyh, bilerek ve isteyerek yap-mamış olduğu için mesul tutulmadı. Zaten o da kuşun öldüğünü görünce çok üzülmüştü. Kuşa, son sözünü sordular.
– Bir arzum var, dedi. Ben, o kaftana, o sarığa güven¬diğim için altına sığındım. Bundan sonra o güveni boşa çıkaracak hiç kimsenin o kaftanı giymemesini İstiyorum. Ki başıma gelenler başkalarının başına gelmesin.
Neslimiz, kendisine insafsızca kasdeden avcıların tuzak¬larından sığınacak bir yer arıyor. Koca bir insanlık günah batağına düşmüş, çırpınıyor, ağ¬lıyor. El uzatılamadığı için eroin komasında ölen her bir genç¬ten, iffetini kaybeden her bir çocuktan insanlık mesuldür. Nerede, hangi ülkede, hangi milletten ve renkten olursa olsun… Hapishaneler, hastaneler, sokaklar, mezarlıklar feryad ediyor.
Vazife ağır ve mesuliyet büyüktür. Ve bu ateşten kaçan¬ların, güvenip gelenlerin, elini uzatanların itimadını sarsma¬ya kimsenin hakkı yoktur. İman urbası çıkarılamayacağına göre, kaftanın hakkını vermeye azamî gayret gösterilmelidir.
Soru: mesuliyet duygusu
suara
SİZİN HALİNİZE
Behlül Dana Hazretleri, Harun Resifin tahtım boş bulduğunda kısa bir müddet oturmuş, nöbetçiler tarafından tartaklanarak aşağı indirilmişti. Harun Resifin hadiseden haberi yoktu. Geldiğinde onu ağlar buldu. Sebebini sorunca:
– Tahttaki birkaç dakikalık saltanatım için bu kadar dayak yedim, dedi. Siz yıllardan beri oturduğunuz için, başımıza ge¬lecek olanlara ağlıyorum.
İnsan, hayatı boyunca mazhar olduğu nimetlerin hesa¬bım Allah’a verecektir. Ferdi mesuliyet farklı, halkın bütününün mesuliyeti ile hesap vermek farklıdır. Onun için¬dir ki, başta dört büyük halife olmak üzere bütün büyük¬ler böyle bir mesuliyetin altına girmek istememiş, adeta kaçmışlardır. Behlül, ince bir nükte ile bu büyük hakika¬ti ders verir.
MuSTaFa_TR
Allah razı olsun… Emeğine sağlık…
suara
SİZE BAKARAK
Beyazıd-ı Bestami devrinde, bir sofi, kafir bir adama:
– Ne olur, gel sen de Müslüman ol da cehennem azabın-dan kurtul, demiş.
Adam, o kaba sofiyi sarsan şu cevabı vermiş:
– İyi söz söylüyorsun da, Beyazıd gibi Müslüman olmak elimden gelmez, doğrusu senin gibi Müslüman olmak da is¬temem. Sizin imanınıza bakan kişinin imana karşı sevgisi azalıyor.
Bir hadis-i şerifte Efendimiz’in de buyurduğu gibi, “Müzmin, kendisine bakınca Allah’ı, konusunca ahireti, hareket edince de hesap gününü hatırlatandır.” Mü’min başkalarının savcısı, nefsinin avukatı olmak yerine, “Aca-ba, bana bakarak kaç insan Müslümanlık bu ise ben Müslüman değilim’ diyerek dinden soğuyor diye düşün¬meli, onun endişesini taşımalıdır. “Eğer bizler İslamiyet’in güzelliğim tam temsil edebilse idik, sair dinlerin tabilerinin İslamiyet’e dehaletim görecektik.” Ne yazık bugün…
suara
ELHAMDÜLİLLAH BİZİM
Yurt dışında açılan özel okullardan birinin müdürü, okulun üst katlannın birinin penceresinden bir çocuğun düştüğü-| nü görür. Hemen aşağıya koşar. Koşarken, içinden hep, “Bu çocuğun ailesine ben ne derim? Bu insanlar, bu hadiseden ötürü bize tavır alırlarsa, bu güzel hizmetler burada başlama¬dan biterse… Eyvah, eğitim hizmetlerimiz zarar görecek!” diye geçirir.
Çocuğun basma geldiğinde herkes açılır. Yerdeki cansız çocuğu görür. Dudaklarından: “Elhamdülillah benim oğlum-muş, hizmetler zarar görmeyecek!” cümlesi dökülür.
işte, o Hüsrev Efendi ile, bu genç kahraman müdür arasında fark yoktur. Aynı fazilet ufkunu yakalamış in-sanlar, aynı çizgide buluşuyorlar demektir. Ve bu, kaybet¬tiğimiz güneşi bulmamızın ilk işaretleridir
MuSTaFa_TR
< Koşarken, içinden hep, “Bu çocuğun ailesine ben ne derim? Bu insanlar, bu hadiseden ötürü bize tavır alırlarsa, bu güzel hizmetler burada başlamadan biterse… Eyvah, eğitim hizmetlerimiz zarar görecek!” diye geçirir.
çocuğun basma geldiğinde herkes açılır. Yerdeki cansız çocuğu görür. Dudaklarından: “Elhamdülillah benim oğlum-muş, hizmetler zarar görmeyecek!” cümlesi dökülür. >
Bu insandan Allah razı olsun, bile bu insan gibi güzel yürekli olmak isterim…
Paylaşım için sağol kardeş…
MuSTaFa_TR
< SİZE BAKARAK
Beyazıd-ı Bestami devrinde, bir sofi, kafir bir adama:
– Ne olur, gel sen de Müslüman ol da cehennem azabın-dan kurtul, demiş.
Adam, o kaba sofiyi sarsan şu cevabı vermiş:
– İyi söz söylüyorsun da, Beyazıd gibi Müslüman olmak elimden gelmez, doğrusu senin gibi Müslüman olmak da is¬temem. Sizin imanınıza bakan kişinin imana karşı sevgisi azalıyor.
Bir hadis-i şerifte Efendimiz’in de buyurduğu gibi, “Müzmin, kendisine bakınca Allah’ı, konusunca ahireti, hareket edince de hesap gününü hatırlatandır.” Mü’min başkalarının savcısı, nefsinin avukatı olmak yerine, “Aca-ba, bana bakarak kaç insan Müslümanlık bu ise ben Müslüman değilim’ diyerek dinden soğuyor diye düşün¬meli, onun endişesini taşımalıdır. “Eğer bizler İslamiyet’in güzelliğim tam temsil edebilse idik, sair dinlerin tabilerinin İslamiyet’e dehaletim görecektik.” Ne yazık bugün… >
Aslında bizim adama bu şekilde davranmamız gerekir. O sofi’nin bir gün onu alıpta camiilerimize, Müzelerimize götürdüğünü düşünürmüsünüz. Belki müslümanlığın ne kadar güzel olduğu anlayıp müslüman olabilirdi. Ama yinede o sofi işleri içinde yapacağını yapmış. Bir Hristiyanı müslümanlıpğa davet etmiş. Allah ondanda sendende razı olsun suara kardeş…
suara
Ecmain olsun arkadaşim .RAbbim hepimize mesuliyet suuru nasib etsin insAllah.
suara
VAZİFE ŞUURU
Son dönem Osmanlı alimlerinden Hüsrev Efendi, birgün
sınıfta ders anlatırken, talebeleri hocalarının çok durgun ol¬duğunu hisseder ve:
– Hocam, bugün çok durgunsunuz, derler.
– Kusura bakmayın, der, hissettirmek istemezdim. Genç kızım, ben evden çıkmadan az evvel vefat etti. Onun teçhiz ve tekfini ile uğraşayım diye düşünürken aklıma, “Talebelerimin dersini aksatırsam Allah bana ne der?” diye geldi. Ben de kalktım, derse geldim. Ama kızımın cenazesi evde kala-^ kaldı. Aklım bazen ona gittiği İçin dalgınlaşıyorum.
Bunlar, sonsuzluk kervanım temsil eden muallimler¬dir ve hayat böyle muallimlerin eli ile yoğrulursa, insanlık muhtaç olduğu saadete yeniden kavuşur
MuSTaFa_TR
Bu güzel mesuliyetlerden kimde olmamasını ister ki…
Bence bu insanlar, hizmete yüreğini dökmüş. çevresindekilere Hoca Efendi Muhammed Fetullah Gülen gibi ve onun (M.Fetullah Gülen) istediği gibi olmaya çalışıyorlar…
MuSTaFa_TR
< VAZİFE ŞUURU
Son dönem Osmanlı alimlerinden Hüsrev Efendi, birgün
sınıfta ders anlatırken, talebeleri hocalarının çok durgun ol¬duğunu hisseder ve:
– Hocam, bugün çok durgunsunuz, derler.
– Kusura bakmayın, der, hissettirmek istemezdim. Genç kızım, ben evden çıkmadan az evvel vefat etti. Onun teçhiz ve tekfini ile uğraşayım diye düşünürken aklıma, “Talebelerimin dersini aksatırsam Allah bana ne der?” diye geldi. Ben de kalktım, derse geldim. Ama kızımın cenazesi evde kala-^ kaldı. Aklım bazen ona gittiği İçin dalgınlaşıyorum.
Bunlar, sonsuzluk kervanım temsil eden muallimler¬dir ve hayat böyle muallimlerin eli ile yoğrulursa, insanlık muhtaç olduğu saadete yeniden kavuşur >
Allah o Alim Hüsrev Efendi’den razı olsun… Az önce dediğim gibi, hizmeti için kendi canı gibi sevdiği kızını evinde cenazesini bırakarak. Gelip ders anlatıyorsa onun kabrinde nur eylesin. İçimden geldi o Hüsrev Efendi’nin Ruhuna El-Fatiha…
(Fatih, 3 İhlas) 🙂
suara
amin .Allah kabul etsin insAllah .yasina gore çok sey biliyosun:) 🙂 masAllah bu yasta hizmet suuru…
suara
KİM MESUL
Bediüzzaman Hazretleri, göçerlerin soruşu üzerine şu misali anlatıyor:
“Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi, her biriniz bazı koyunlarınızı çobanın himayesine ver¬mişsiniz. Halbuki çoban tembel, yardımcısı ilgisiz, köpekleri değersizdir. Böyle olduğunu bildiğiniz halde sizler, tamamıy¬la ona itimat edip, rahatlıkla evlerinizde uyur musunuz, yok¬sa her biriniz gaflet uykularınızı terk ederek birer kahraman kesilip koyunlarınızın etrafında pervane mi olursunuz? Böy¬le hassas bir durumda sizin bir çobana bedel bin muhafız ke¬silip, hırsızlara ve kurtlara meydan vermemeniz hem doğru ve hem de yapılması gereken şey değil midir?”
Evet, çobanının yetersiz olduğunu bilen herkes, böyle bir durumda koyunlarının etrafında pervane olur, malı¬nın etrafında kahraman kesilir, iman, ahlak, milletimizin, bayrağımızın izzeti o koyunlardan daha kıymetsiz de¬ğildir. Vicdanların tefessüh ettiği bir dönemde yapılması gereken, idare edenleri suçlamak değil, birer kahraman gibi hayırlı hizmetlerin etrafında pervane kesilmektir
MuSTaFa_TR
< amin .Allah kabul etsin insAllah .yasina gore çok sey biliyosun:) 🙂 masAllah bu yasta hizmet suuru… >
Hani Kur-an kurslarında sıklık olur… Çok sıkı ders çalıştırırlar yaa ! Hatta benim kuzenim bir Süleymancılar Kur-an kursunda sınavdan kötü aldı diye kurstan bırakmamışlar, akşama kadar çalıştırmışlar. Ama reklam gibi olmasın ben dayımın kurucu olduğu hizmetin Kur-An kursunda hiç sıkma yok ve çok rahat ders çalıştırıyorlar. Ve bu sayede insanların akıllarına hemen yerleştiriyorlar. Hatta günün yarısı istatisliklerle dolu bu sayede insan bu hizmetin Kur-an kursunda hemen bir şeyler öğretiyorlar. O anlattığım kuzenimde her şeyi hemen algılayan yani anlayan bir çocuk… Artık gerisini bilmiyorum… 🙂
İyi Forumlar…
MuSTaFa_TR
< KİM MESUL
Bediüzzaman Hazretleri, göçerlerin soruşu üzerine şu misali anlatıyor:
“Siz göçersiniz. Göçerin malı koyundur; o işi bilirsiniz. Şimdi, her biriniz bazı koyunlarınızı çobanın himayesine ver¬mişsiniz. Halbuki çoban tembel, yardımcısı ilgisiz, köpekleri değersizdir. Böyle olduğunu bildiğiniz halde sizler, tamamıy¬la ona itimat edip, rahatlıkla evlerinizde uyur musunuz, yok¬sa her biriniz gaflet uykularınızı terk ederek birer kahraman kesilip koyunlarınızın etrafında pervane mi olursunuz? Böy¬le hassas bir durumda sizin bir çobana bedel bin muhafız ke¬silip, hırsızlara ve kurtlara meydan vermemeniz hem doğru ve hem de yapılması gereken şey değil midir?”
Evet, çobanının yetersiz olduğunu bilen herkes, böyle bir durumda koyunlarının etrafında pervane olur, malı¬nın etrafında kahraman kesilir, iman, ahlak, milletimizin, bayrağımızın izzeti o koyunlardan daha kıymetsiz de¬ğildir. Vicdanların tefessüh ettiği bir dönemde yapılması gereken, idare edenleri suçlamak değil, birer kahraman gibi hayırlı hizmetlerin etrafında pervane kesilmektir >
Arkadaşlar övünmek gibi olmasın benim babam hafızdır. Ve bir gün ben babama bir şey anlattım. Birazcık saçma ama gerçek bir şeydi. Babamın inanacağından çok şüphe ettim ve babama sordum:
– İnandın mı?
– Babam dedi, neden inanmıyayım. Zaten dinimizde inanmak en başta gelir dedi. Oysaki ben o konuyu babama anlatırken babamın benle ilgilenmediği belliydi ve babamın kulağı meğersem bendeymiş… O günden bu yana bir şey anlatırken babama ben hep babamın dinlediğine inanırım ve sorularımda hep doğru cevap alırım.
Şimdi konuya dönersek o koyunun sahibi ben olsaydım. Güzel bir kaç hafta arayla deneme yapardım. Eğer olumlu bir şekilde olsa bu denemeler. Benim uyurken gözüm arkada gitmez…
suara
mustafa kardes yazilara biraz dikkat edersek iyi olur saniirm yazdiginiz bazi sozlere katilmayacak arkadaşlar olabilir ihtilafa sebebiyet vermemek lazim diye düşünüyorum genel konusursan daha iyi olur isim vermeden kimbilir sana yanlis gelen baskasina doğru gelir ve hikmetleri vardir 🙂
MuSTaFa_TR
Tamam suara kardeş…
Benim mesajlarım zaten kendi görüşlerim. Ben birisinin katılmasını veyahut katılmamasını beklemiyorum zaten. İyi forumlar… 🙂
suara
Elbette dusuncenize saygim var.umarim yanlis anlamadiniz beni insAllah .bir alimin sozu vardir ”her doğru her yerde soylenmez ” 🙂
MuSTaFa_TR
Ve bir sözde daha vardır. Hatırlatıyım. Müslümanlığın başı inanmaktır. İnanmayan kişi müslüman değildir… 🙂
ÜSTÜNBAŞ
Mesuliyet Duygusu !!..
Kişinin davranışlarından hesap verme yükümlülüğü altında bulunması durumu. Türkçe’de sorumluluk denir. Hesap yükümlülüğü kişinin davranışları nedeniyle ödül ya da ceza biçiminde bir karşılık görmesi sonucunu doğurur. Bu karşılık, maddi ya da manevi olabileceği gibi, bu dünyada ya da ahiret hayatında da olabilir.
İslam’a göre insan sorumlu bir varlıktır. Çünkü kendine iyi ile kötü, doğru ile yanlış açık biçimde gösterilmiş, ikisinden birisini seçme hakkı tanınmış, seçimini yapabilmesi, gereğini yerine getirebilmesi için gereken akıl, irade ve yapabilme gücü gibi niteliklerle donatılmıştır. Kişi özgür iradesi ile dilediği seçimi yapabilir, istediği işi işleyebilir. Fakat bu özgürlüğü onu seçiminden, yaptıklarından sorumlu kılar, seçim ve davranışlarının sonuçlarına katlanma zorunda bırakır. Seçim ve davranışlarının niteliği, iyi ya da kötü oluşu, bunların sonuçlarının da niteliğini, başka bir deyişle göreceği karşılığın ödül ya da ceza oluşunu belirler.
İslâm’da kişinin sorumluluk alanı Allah’ın emir ve yasaklarınca belirlenir. Sorumlulukların sonuçlarına, karşılıklarına ilişkin düzenlemeler de yine Allah tarafından yapılır. Sorumluluk alanı içinde kalan davranışların bir bölümü için dünyada çeşitli karşılıklar, yaptırımlar öngörülür. Bu tür sorumluluklar ve yaptırımlar İslam hukukunun başlıca konularından birisini oluşturur. Bununla birlikte sorumluluklar konusunda İslam’ın öngördüğü asıl karşılıklar ahiret hayatına ilişkindir. İnsanın bu dünyadaki tüm davranışları ahirette hesap konusu olacaktır. Yazılı bir kitap biçiminde insanın eline verilecek olan hesap işlemi, son derece ayrıntılı ve adilane biçimde yapılacak, kim bir zerre kadar kötülük işlemişse cezasını, kim de bir zerre kadar iyilik yapmışsa ödülünü görecektir. Çeşitli nimetlerle dolu sonsuz cennet hayatı ödülü; çeşitli süre ve derecelerdeki azapla cehennem hayatı ise cezayı oluşturacaktı.
İnsanın sorumluluğu Allah’ın emir ve yasaklarına göre belirlendiğinden, bu emir ve yasakların bilinmediği toplumlarda sorumluluk yoktur. Başka bir ifadeyle sorumluluk için Allah’ın bir peygamber aracılığı ile emir ve yasaklarını bildirmesi gerekir. Peygamber gönderilmiş, Allahın emir ve yasaklan tebliği edilmemiş toplumlar sorumlu değildirler ve yaptıkları kötülükler nedeniyle cezalandırılmazlar. Bu nedenle sorumluluk tebliğle başlar; ödül ve ceza Allah’ın koyduğu hükümler doğrultusunda verilir. Ancak son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)’in gelişinden sonra durum değişmiştir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s), önceki peygamberler gibi yalnız belli bir zaman ve toplum için değil, tüm toplumlar ve Kıyamet’e kadar sürecek tüm zamanlar için gönderilmiştir.
İslam’a göre sorumluluk kişinin teklife muhataf oluşuyla başlar. Mükellef ya da yükümlü sayılmayan kişilerin sorumluluğu da yoktur. Buna göre sorumluluğun temel şartları erginlik, akıl ve özgür iradedir. Çocuklar yükümlü sayılmadıklarından sorumlu değildirler. Akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan kişiler yükümlü, dolayısıyla sorumlu tutulamazlar. Erginlik ve akıl şartına sahip oldukları halde irade özgürlüğü bulunmayan herhangi bir zor altında davranan kişiler de sorumluluktan uzaktırlar. Burada zor, doğal bir zaruret olabileceği gibi, diğer bir insan ya da gücün zorlaması da (ikrah) olabilir. Fakat her iki durumda da sonuç değişmez.
Genel kural olarak İslâm’da sorumluluk kişiseldir. Her insan yalnız kendi davranışından sorumlu tutulabilir. Hiç kimse, yakını da olsa, bir başkasının davranışlarından sorumlu değildir. Herkesin kazandığı hayır kendi yararına, yaptığı kötülük de kendi zararınadır. Bununla birlikte, özellikle kimi kişiler için medeni hukuk alanına giren bazı konularda dolaylı bir sorumluluk söz konusudur.
İnsanın dünyevî sorumluluğu İslâm hukukunca incelenir. İslam hukukuna göre dünyevî sorumluluk, kişinin Allah, toplum ve kendi vicdanı önünde duyacağı pişmanlık, üzüntü ve acıdır. Toplum düzeninin sağlanması açısından manevî sorumluluk en az hukukî sorumluluk kadar önemlidir. Hukukî sorumluluk ise kişinin kusurlu ve haksız fiili ile başkasına verdiği zararı toplum gücüyle ödemek zorunda bırakılmasıdır.
Hukukî sorumluluk da biri ceza hukuku alanına giren cezai sorumluluk, diğeri özel hukuk alanına giren medeni sorumluluk olmak üzere ikiye ayrılır. Cezai sorumluluk İslâm kanunlarının suç saydığı ve yasakladığı fiiller için sözkonusudur. Ancak, belli bir cezayı gerektiren bu fiillerin öldürme, yaralama, hırsızlık gibi bir bölümü aynı zamanda medeni sorumluluk içine girer. Medeni sorumluluk, hukuki bir sözleşmeden (akit) dolayı olabilecek zarardan doğabileceği gibi, böyle bir sözleşme olmadan verilen zararlardan da doğabilir. Birinci durumdan doğan sorumluluğa akdi sorumluluk; ikinci durumdan doğan sorumluluğa da cürmi, gayri ya da haksız fiilden doğan sorumluluk denir.
Hukukî sorumluluk, kişinin kendi fiilinden doğrudan doğabileceği gibi, sorumlu olduğu kişi ya da varlıkların fiillerinden de doğabilir. Buna göre kişinin kendi fiilinden doğan sorumluluğa doğrudan sorumluluk; sorumlu olduğu kişi ve varlıkların fiillerinin neden olduğu sorumluluğa da dolaylı sorumluluk adı verilir. Dolaylı sorumluluk, babanın çocuğunun, işverenin işçinin, sahibinin hayvanın fiillerinin yol açtığı zararları ödeme yükümlülüğüdür.İA
(Kaynak:İnternetten ALINTI.08.07.2010) Naklen Yazan : ÜSTÜNBAŞ
mesuliyet duygusu, mesuliyet duygusu fethullah gülen, mesuliyet duygusu nedir