Truva avrupada mı Asyadamı ? Ve doğru mu değil mi?
konya442
Es Selamu Aleykum
truva avrupada mı Asyada mı ? Ve gerçek mi değil mi?
Cevap: truva avrupada mı Asyadamı ? Ve doğru mu değil mi?
maydın
Ve aleykumusselam ve rahmetullah
Truva’nın Kuruluş’una geçilmeden önce aşağıdaki hususların bilinmesinde fayda bulunmaktadır.
Troia kazılarında 1995 yılında bulunan Luvi dilindeki Bronz mühür (Troia VII tabakasında (M.Ö. 12. yy) bulunmuştur. Çapı 2,3 cm’dir. Ön yüzde, Luvi dilindeki Hieroglif yazıtta bir katibin ismi, arka yüzde de karısının ismi yer almaktadır.) ve bronz tanrıça heykelciği , Truvalıların Luvi oldukları ve dini inançlarınında Anadolunun iç kesimlerinde yaşayanlarla aynı olduğunun en güçlü kanıtıdır. Diğer taraftan Bu buluntu, Troia’daki en eski yazılı belgedir ve Troia’nın Hititlerle olan ilişkilerine işaret etmektedir.
Açıklama : Luvi dili:Anadolu’nun yerli halklarından biri olarak kabul edilen Luviler’in dili olup, Anadolu’nun en eski dillerinden biridir. Bu aynı zamanda, Hititler’in hiyeroglif yazılarında kullandıkları dildir.(Mısır ve Girit hiyeroglif yazısından farklı olan bu hiyeroglif yazısı daha çok mühürlerde ve kaya anıtları gibi büyük yazıtlarda kullanılmıştır.)
1462 yılında Midilli’yi kuşatmaya giden Sutan II. Mehmed, Truva’da durup Homeros’da adı geçen kahramanların mezarlarını aramış ve şöyle demiştir:’Tanrı, yıllar sonra olsa bile, bu kentin ve burada yaşayanların intikamını bana nasip etmiştir.
Kimi iddialara göre Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinden sonra Truva’ya giderek Truvalı kahramanların anısına kurban kesmiştir ve "Truvalıların öcünü aldım” demiştir
Mustafa kemal Büyük Taarruzda yanındakilerin duyacağı şekilde Truva’nın intikamını aldım der.
Truva’ nın bir türk Türk Yurdu olabileceği hususunda görüşler bulunmaktadır.
Gerek İlion , gerekse Truva (Troia) adları en az MÖ. 2000 yıldan , olasılıkla Luwi dilinden gelme yöre yada kent adlarının Helen ağzında az çok değiştirilmiş biçimleridir. Adların Helen destan inancına göre , yöre halkının Kralı Tros ile oğlu İlos’un adlarından gelme olduğu ünlü Homeros’un İlyada adlı destanında anlatılır. Bu çok önemli antik kentin yeri ve kalıntıları Çanakkale boğazı güney girişinde , İntepe Bucağı, Tevfikiye (Asarlık) köyü yakınında Hisarlık mevkiinde ovaya egemen bir tepecik üzerindedir. Yaklaşık M.Ö. 3000 yıllarında, Lelegler tarafından kurulmuştur.
AÇIKLAMA : Eski Yunanlilar Karlar’i Leleg ve Plasglar’la birlikte Ege’nin en eski halki olarak gösterirler. Homeros’ un destanlarinda Karlar ve Lelegler Asya kökenli olup, Truva Krali Priamos’un safinda harbe girmislerdir.
Farklı dillerde, yazılış ve söyleniş biçimi olan Troia ismi, Türkçe’de "Troya”, Fransızca okunuşu nedeniyle de, 19. yüzyıldan itibaren "Truva” olarak da bilinir. Homeros’un İliada destanında aynı yer için hem Troia hem de İlios ismi kullanılmıştır. İliada Destanı’nda 49 kez Troia, 106 kez İlios ismi geçmektedir. İliada’da "kutsal İlios” tanımlaması sıkça rastlanır. Daha az kullanılan Troia ise "sağlam duvarlarla çevrilmiş”, "güçlü kuleli”, "geniş caddeli”, "rüzgarlı” tanımlamalarla birlikte anılmaktadır. Kent için kullanılmış iki isim de Homeros’tan çok daha eskiye dayanmaktadır. Destan eskilerden anlatıla gelerek Homeros’a kadar ulaşmıştır.
Troia, Çanakkale Boğazı’nın Asya kıyısında, Karamenderes (Skamander) Nehri’nin Ege Denizi’ne döküldüğü deltaya yakın bir yerdedir. Burası, söz konusu çevre içindeki tarihöncesi yerleşmeler arasında en büyüğü ve en önemlisidir. Troia höyüğü, Karamenderes Nehri’nin (Skamendros) oluşturduğu alüvyonun ovasından yaklaşık 20-25m yükseklikteki bir platonun üstünde yer almaktadır. Üçgen biçimli plato, başlangıcı yaklaşık M.Ö. 3000‘e tarihlenen savunma sistemli bir yerleşme için stratejik bir konuma sahipti. O dönemlerde, deniz, höyüğün bulunduğu yükseltinin kuzeyine kadar ulaşmaktaydı. 2000 yıl süren Tunç Çağı’nda, yerleşmedeki kültür dolgusu 15 metreye ulaşır. Troia, iki kıta (Avrupa ve Asya) ve iki deniz (Ege ve Karadeniz) arasındaki stratejik konumu nedeniyle binlerce yıl yerleşim görmüş ve bu nedenle pek çok yıkım ve savaşa tanıklık etmiştir.
Troia, Çanakkale Boğazı girişi yakınındaki Hisarlık mevkisindeki Tunç Çağından kalma kale ve kentle birlikte Troia Savaşı sonunda yok edilen Kral Priamos’un efsanevi kentinin ortak adıdır. Troia, ilios ya da Ilion olarak da anılıyordu. Truva, 1996 yılında "Tarihî Millî Park” ilan edilmiş ve 1998’de Unesco Dünya Miras Listesine dahil edilmiştir.
Kaynaklar :
Gelibolu ve Yöresi Tarihi Mehmet İRDESEL
Çanakkale Kültür ve Turizm Müdürlüğü yayınları
Troia Efsanelerle Örülmüş Antik Şehir Dr.Ahmet TOSUN
Kültür ve Turizm Bakanlığı Web Sitesi
MTA Genel Müdürlüğü Yerbilimleri ve Kültür Serisi 1996 No:1
Cevap: truva avrupada mı Asyadamı ? Ve doğru mu değil mi?
Desert Rose
Çanakkale iline bağlı Tevfikiye köyü yakınlarında bulunan ve günümüzde Hisarlık adıyla anılan Truva,
Homeros’un İ.Ö. 9. yüzyıla ait ünlü İIyada ve Odysseia destanına konu olan önemli bir yerleşim merkezi olarak bilim aleminde yerini almıştır. Bu bağlamda Truva kazıları da, arkeolojik alandaki çalışmaların önde gelenlerinden biri olarak kabul edilmektedir.
Avrupa ile
Asya arasındaki başlıca ticaret yollarından biri üzerinde yer alan Truva, H. Schliemann tarafından
1871 yılında başlatılan çalışmalarla açığa çıkarılmış, bunu W. Dörpfeld ve C. Blegen’in kazıları izlemiştir.
1938 yılında ara verilen kazıları ve restorasyon çalışmalarını
1988 yılından beri M. Korfmann sürdürmektedir.
Troia Kralı
Priamos’un hazinelerini bulmak için Hisarlık Höyük’ün ortasında, günümüzde Schliemann Yarması olarak adlandırılan 40 m. genişliğinde ve 17 m. derinliğinde bir yarma açan H. Schliemann ana kayaya kadar inmiş; ancak bu çalışma sırasında birçok tabakanın tahrip olmasına yol açmıştır.
1882 yılında W. Dörpfeld ve ekibiyle işbirliği yaparak önemli buluntular açığa çıkarmışlardır. Dörpfeld, dokuz uygarlık katı ortaya çıkarmış, onu izleyen arkeologlar Dörpfeld’in dokuz katını, otuzu aşkın iskân tabakasına ayırmışlardır. Böylelikle, H. Schliemann’dan önce bir efsane kabul edilen en önemli merkezlerden biri ortaya çıkarılmış, çeşitli tarihi olaylarla örülmüş bir destan gerçeğe dönüşmüş ve bilim âlemine
Anadolu’nun en eski uygarlıklarından biri olarak tanıtılmıştır. Truva,
1996 yılında Tarihî Millî Park ilan edilmiş ve
1998’de
Unesco Dünya Miras Listesine dahil edilmiştir
Tarih boyunca dokuz kez doğal afetler ve savaşlarla yıkılan Truva’yı dokuz katman halinde incelemek mümkündür. İlk tabaka, Truva I, İ.Ö. 3000-2500 yıllarını kapsamaktadır. Üst üste on tabakadan oluşan ve Erken Bronz Çağına tarihlenen bu ilk yerleşim, 90 m. çapında oldukça küçük bir alanı kaplamaktadır. Truva I’in Surları iyi korunmuştur. Güneydeki ana girişi iki kule desteklemekteydi. Kuzeydeki 102 Numaralı Ev, bu tabakanın en önemli buluntusu olarak kabul edilmektedir. 7,00×18,75 m. ölçülerindeki ev, ön odası ve büyük odasındaki ocağı ile megaron (dikdörtgen/kare iç mekân ile ön dehlize sahip, içinde ocak bulunan ahşap tavanlı yapı) tarzındadır; Antik Yunan tapınaklarına öncülük etmiş bu tipin bilinen ilk örneklerindendir. Mermer ya da kireç taşından şematik figürinler; koyu renk perdahlı kâseler kazıma tekniğinde basit geometrik motiflerle bezeli çömlekler ve üç ayaklı leğenler bulunmuştur. Truva I’in büyük bir yangınla son bulduğu anlaşılmıştır.
İ.Ö. 2500-2200 yıllarına tarihlenen ikinci katman, Truva II ise, 7 yapı katından oluşur. 110 m.lik bir alanı kaplamasına karşın, Truva tarihinde büyük bir önem taşır. Üç ana döneminde yeni sur duvarları yapılmıştır. Anıtsal girişi büyük boyutlu megeronların mimarî cephe oluşturacak biçimde yan yana sıralanmasıyla yerleşim, kent plânlamacılığı açısından önemli bir aşamanın temsilcisi olmuştur. Bununla birlikte, Truva I kültürünün sürdürüldüğü söylenebilir. Kentin plânlama anlayışı, daha sonraki dönemlere ait Tiryns ve
Atina gibi
Antik Yunan şehirlerinde sürdürülmüştür. Bakır ve tunç aletlerin ve kapların yanı sıra, çok miktarda altın ve gümüş bulunmuştur. Truva II, bir istila sonucunda yıkılmıştır.
Truva III-V katmanlarında, Truva’nın önceki parlak çağının yok olmaya başladığı öne sürülmektedir. Yaşam tarzının fazla değişmediği anlaşılan Truva III (İ.Ö. 2200- 2050), 4 yapı katından oluşmuştur. Bu döneme ait kalıntılar, Truva II’nin güneyindeki rampanın kuzeybatısında karşımıza çıkar ve genellikle, moloz taşlarla yapılmış bitişik küçük evler ve dar sokaklarla biçimlenmiştir. Sur duvarları da tümüyle taştandır. Küçük buluntularda, önemli bir yenilik görülmez. Yalnız kap biçimleri değişmiş; çan biçimli kâseler, maşrapalar, gaga ağızlı testiler ortaya çıkmıştır. Az sayıdaki çark yapımı kapların daha çok zenginler için imâl edildiği sanılmaktadır. Beş yapım evresinin görüldüğü ve
Erken Tunç Çağının son yerleşmesini oluşturan Truva IV’te (İ.Ö. 2050-1900), 5 yapım evresi görülür. Sur duvarlarının bile bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bitişik düzendeki sıradan yapılar, batıdaki VIA’nın doğusunda yer almaktadır. Kil döşemeli taş temel üzerine kerpiçten yapılmış evlerin avlularında, ilk kez olarak kubbeli fırınlar açığa çıkarılmıştır. Erken Tunç Çağından Orta Tunç Çağına geçişi oluşturan Truva V’te (İ.Ö. 1900-1800) ise, 6 yapım evresi saptanmıştır. Yerleşimin, basit bir surla çevrildiği anlaşılmıştır. Evlerin mimarî özellikleri büyük ölçüde Truva IV’ü yinelemekle birlikte, duvarların daha özenli bir işçilik gösterdiği, daha düzgün ve büyük boyutlu mekânların yapıldığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, kubbeli ocaklar ve arı kovanı biçimli fırınlar, sekiler olmak üzere iç mekândaki öğelerde artış görülmüştür. Tüm bu özellikler, yaşam tarzında bir gelişmenin olduğunu göstermektedir.
Kentin Altın Çağı
Truva VI (İ.Ö. 1800-1275), sekiz yapı katından ve üç ana dönemden oluşur. Bu evrede yapılan evler ve surlar yetkin bir işçiliğin ve zevkin ürünleridir. Günümüzde ayakta olan Sur Duvarları, beş kapıyla bağlanan altı bölümden oluşmaktadır. En iyi korunmuş olanı, kuzeydoğudaki 1. Bölümdür. Bu bölüm, anıtsal kulesiyle 18 m. uzunluğunda ve 8 m. genişliğindedir. Özgününde 9 m. yüksekliğindeki Kulenin, Akropolisin yanı sıra tüm platoya hakim bir Gözetleme Kulesi olduğu saptanmıştır. Kulenin ortasında, kayaya oyulmuş 8 m. derinliğindeki kuyuyu kuşatan bir Sarnıç bulunmaktadır. Güneyindeki, 41,50 m. uzunluğunda, 4,50 m. kalınlığında ve 4,00 m. yüksekliğindeki kısmı günümüze gelebilmiş 2. Bölüm de, kaliteli işçiliği ile dikkati çeker. Bu duvar, büyük ölçüde Roma dönemi surunun arkasında kalmıştır. Güneye kadar uzanan yaklaşık 90 m. uzunluğundaki 3. Bölüm, güneyde Roma dönemi Bouleterion’u ve Schliemann’ın yarığı ile kısmen tahrip olmuştur. Buna karşılık, doğu bölümü oldukça iyi durumdadır. Güneydeki 4. Bölüm, 121 m. uzunluğundadır. Truva VI’daki en önemli buluntulardan biri, 4. Bölümün yaklaşık 450 m. kuzeybatısındaki geniş hendektir. Özgün durumunu korumuş 5. Bölüm küçük taşlarla inşa edilmiştir ve teknik özellikleri açısından farklılık gösterir. Ayrıca, diğer bölümlerin yarısı kalınlığındadır. Kuzeyindeki 6. Bölümün yalnız alt kısmı açığa çıkarılmıştır; üstü Helenistik ve Roma dönemlerinde tahrip edilmiştir. Truva VI’nın sarayları ve diğer önemli yapıları tepenin üst kısmındadır. Akropolisteki yapılar Helenistik dönemde, Athena Tapınağı ile stoalar yapılırken ve Roma Döneminde genişletilirken tahrip olmuştur. Zarar görmeyen kısımlar da Schliemann tarafından yok edilmiştir. Bununla birlikte, kazılarda ortaya çıkarılan yapılar ilgi çekicidir. Truva VI, özenli bir işçilik gösteren surları, ustalıkla yapılmış kent plânlaması ve yapılarıyla, tüm antik dünyadaki çağdaşları arasında en güzel ve sıra dışı kentlerden biri olarak kabul edilmiştir. Bu dönem, Truvalıların yüksek düzeyde bir kültürel yaşantıyı gerçekleştirdikleri bir zaman dilimidir. Kentin altın çağı olan Truva VI, büyük bir depremle tahrip olmuştur.
Truva VIIa (İ.Ö. 1275-1240) yerleşimiyle ilgili olarak kazılarda ortaya çıkan buluntular, Truva’nın kültürel yaşamında bir kesintinin olmadığını göstermiştir. Nitekim, Truva VI’da bulunmuş Gri Minyan keramiklerinin VIIa’da da aynı kalitede ve bollukta olduğu belirtilmektedir. Hatta, Tan keramikleri de, daha önceki tabakada görülen yoğunluktadır. Bununla birlikte, Truva VI’ya ait işlenmemiş taşların kullanıldığı duvarlara da rastlanmıştır. Amerikan kazı heyetine göre, VIIa Priamus’un kentidir ve Homeros’un İlyada sında anlatılan Ilion da bu döneme aittir. Ancak E. Akurgal, bu tabakanın mimarî verileri çerçevesinde bu görüşe katılmanın pek mümkün olmadığını, VIIa’nın sakinlerinin sur duvarlarını ve harap evleri onardıklarını, ancak yaptıkları evlerin daha düşük kalitede olduğunu belirtir. Hatta, mimarî plânlama ve düzenleme anlayışı açısından kentin değişime uğradığını, Truva VIf-h’de gördüğümüz yüksek sanatsal ölçütlerin ve ayrıntısına kadar düşünülerek tasarlanmış kent plânlamasının da Truva VIIa’da görülmediğini ekler. Özellikle Truva VI’nın doğu ve güneydoğu kapıları arasındaki kesimde yer alan evlerin, farklı sosyal tabakalaşmanın varlığını gösteren, megaron tipinin uygulanmadığı düzensiz ve tamamlanmamış evler olduğunu, bunların VI. tabakadaki evlerle kıyaslanamayacağını vurgular. Kısa ömürlü Truva VIIa, Akalılar tarafından tahrip edilmiştir.
Truva VIIb1 (İ.Ö. 1240-1190) döneminde, Akaların tahribatından sonra Truvalıların kentlerine geri döndükleri, evlerini ve sur duvarlarını onardıkları kalıntılardan anlaşılmaktadır. Gri Minyan ve Tan keramiklerini üretmeyi sürdürmüşler, bunun sonucunda da önceki parlak kültürel yaşam pek kesintiye uğramamıştır. Bu dönemin kalıntıları kentin güneyinde görülmektedir.
Truva VIIb2 (İ.Ö. 1190-1100) döneminde ise, Truva VI’dan beri ilk kez kültürel değişime tanık olunmaktadır. Bu dönemde, düğmeli çanak-çömlek ve benzeri keramikler görülmeye başlanmıştır. Bu döneme kadar yalnız Balkanlar’da karşımıza çıkan bu çömlekler grimsi renkleri, yüzeylerindeki boynuz benzeri çıkıntıları ve köşeli sapları ile ayırdedilirler. Yapım tekniklerinde de önemli değişiklikler ortaya çıkmıştır; duvarların alt sıraları ortostatlarla (büyük boyutlu, bezemeli taşlar) desteklenmiştir. Bu verilerden, Truva VIIb2’de Balkan kökenli bir halkın yaşadığı anlaşılmaktadır. Yüzyıllardır işgallere karşı korumalı bir iç kale işleviyle kullanılmış Akropolisin ise, bu evrede eski önemini yitirdiği anlaşılmaktadır.
Helenistik Uygarlığın İzleri
Truva VIII’de görülen Helenistik uygarlığın izleri İ.Ö. 7. yüzyıldan geriye gitmez. Kazılarda ortaya çıkarılan ve kazı heyetince Yukarı Temenos olarak adlandırılan ilk Helenistik yapı kentin güneybatısında yer alır. Bu duvar, ortasındaki sunak taşı ile birlikte Helenistik Döneme aittir. Temenos’un, Truva VI surlarının önündeki kaplamalı kuzeydoğu duvarı, Helenistik dönemin özenli rustik (yüzeyleri kaba pürüzlü taş bloklar) taş işçiliğinin kaliteli bir örneğidir. Ortadaki sunak taşının batısındaki ikinci sunak bu döneme değil, Romalılar zamanına aittir. Yukarı Temenos’un güneyindeki, Aşağı Temenos olarak adlandırılan kutsal alanda, Helenistik Döneme ait iki sunak taşı bulunmaktadır. Helenistik dönemde kentte inşa edilmiş en önemli yapı, kentin kuzeydoğusundaki Athena Tapınağı’dır. Bu yapıdan Homeros da söz etmektedir. Büyük İskender zamanına maledilen yapı, onun komutanlarından Lysimakhos zamanında (İ.Ö. 323-281) inşa edilmiştir. Dor düzenindeki tapınaktan günümüze yalnızca kazılmış bir çukur ve içindeki parçalar kalmıştır. Tapınağa ait parçaların bir bölümü Truva Müzesindedir.
Roma Dönemi
Truva IX’daki buluntular Roma dönemine aittir. Romalılar, Aphrodite’nin oğlu ve Truva Savaşı kahramanı Aeneas’ın ataları olduğuna inandıkları için, Ilion (Truva)’a büyük önem vermişlerdir. Roma İmparatoru Iulius Caesar (İ.Ö. 100-44) buraya adaklar sunmuştur; ancak somut planları hayata geçiren İmparator Augustus (İ.Ö. 63-İ.S. 14) olmuştur. Bu dönemde, Athena Tapınağı’nın temenosu genişletilmiş ve birçok yeni yapı inşa edilmiştir. Tapınak dört yandan, her biri 80 m. yüksekliğindeki sütunlarla kuşatılmıştır. Bu alandaki yapım etkinlikleri gerçekleştirilirken, Truva VI’nın en önemli yapıları ve Truva VII’nin evleri yıkılmıştır. Truva VI surunun güneybatı bölümü önünde yer alan ve onu kapatan Roma Sur Duvarları da bu dönemde yapılmıştır. Tapınağın güneyindeki Anıtsal Giriş de bu evreye aittir. Athena Tapınağı’nın güneydoğusu ile surlar arasında kalan alanda da birçok Roma yapısı inşa edilmiştir. Güneydeki Truva VI ana girişinin doğusunda inşa edilen ve yarısı surların üzerine yapılmış Bouleterion (Meclis Binası/Tiyatro B) ile oturma sıralarının bir bölümü yine sur duvarları üzerine yapılmış Tiyatro C de Roma dönemine aittir.
Kaynak:
kulturturizm.gov.tr