Kevser suresini 100 defa, Maun suresini de 41 defa okuyan Peygamber Efendimizi (sav) rüyasında görür mü ?
ravza 2
1- Kevser suresini 100 defa, Maun suresini de 41 defa okuyan Peygamber Efendimizi (sas) rüyasında görür.
Cevap: Bu doğrumu acaba denemek lazım inşALLAH deneyen oldumu
HAMMADUN
Ayna iki bölümdür. Bir yüzü yansıtır, diğer yüzü kapkara.
Her iki yüzünede karanlık bir odada ne gösterirseniz gösterin, siz hiç bir şey görmezsiniz.
Işık lazım. Nur lazım.
Ta ki; ışığı yakarsınızda, ön yüzüne gösterdiğinizi olduğu gibi yansıtır size,
Elinizle ne verirseniz, onu görürsünüz karşılığında.
Birde aynanın diğer yüzü vardır ki; karanlık mı karanlık.
Elinizle ne gösterirseniz gösterin, onu göremezsiniz asla karşılığında.
bu misal muvacehesinde Kevser suresini 100 defa, Maun suresini de 41 defa okuyan Peygamber Efendimizi (S.A.V.)’i rüyasında görürmü dersiniz….????
Cevap: Bu doğrumu acaba denemek lazım inşALLAH deneyen oldumu
emniciba
bilmiyorum ama efendidimizi görmek öyle 100 ihlasla falan olmaz yanlıs anlasılmasın ihlas kuran 3te 1 dir onu bilirim lakin efendimizi görmek ıcın muttekı sıfatına gırebılmek sıratı mustakım yolunda yol almak gerekır ben ne yalan soyleyeyım daha sebıyken yaptmıstım 1000 ıhlas ama nafıle bılmıoyrum
Cevap: Bu doğrumu acaba denemek lazım inşALLAH deneyen oldumu
ravza 2
Sizdende razı olsun böyle bir cevap bekliyordum ALLAHUTEALA razı olsun
BEYAZ_gul
Peygamberimizi rüyada gormek için elbette.dua etmek gerekir.
Peygberimiz sadece doğru yolda olan kisilere degil.
Dogru yolda olmayan ummetinide ruyasina girer
buda doğru yolla tesvik edebilmek içindir ki onu ruyasinda goren insan
Muhakak doğru yolla ALLAH yolluna gider.
Bunuda unutmayalim lutfen.
Desert Rose
Malum olduğu üzere, görüldüğü şekilde gerçekleşen ve te’vîle ihtiyacı olsa da bir mesaj içeren rüyaya "rüya-yı sâdıka" ya da "rüya-yı sâliha" adı verilir. O, insanın mahiyetindeki latife-i Rabbâniyenin doğrudan doğruya âlem-i gayba açılan bir kapı bulması, o açık kapıdan meydana gelmeye hazırlanan olaylara bakması ve Levh-i Mahfuz’un cilvelerinden ya da kader mektuplarının misallerinden birini görmesi şeklinde ortaya çıkar. Hayal, bazen gördüğü o cilvelere ve mektuplara bir kısım elbiseler giydirebilir ama bu türlü bir rüya ya aynen görüldüğü gibi çıkar, ya da bazı te’vîller vesayetinde ciddi mesajlar verir.
Diğer taraftan, daha evvel yaşanan bazı tesirli hadiselerin hayalde bıraktığı izlerin ortaya çıkmasıyla görülen, bir manası olmayan veya varsa da önemi bulunmayan, tabire değmeyen karmakarışık rüyalara da Kur’ân’ın tabiriyle, "adgâsü ahlâm" denir.
Hazreti Aişe (radiyAllahu anha), ilk dönemde Rasûl-ü Ekrem (sallAllahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’e vahyin gelişinin rüya-yı sâliha şeklinde cereyan ettiğini ve O’nun gördüğü bütün rüyaların sabah aydınlığı gibi apaçık olduğunu haber vermektedir. [B](bk. Buhari, Tabir, [/B
]1) Peygamberlerin Sultanına rüyayı sâdıka şeklinde vahiy gelmesi, risaletin ilk altı ayından sonra da kesilmemiştir. Bunun için, İnsanlığın İftihar Tablosu istirahat buyururken, Ashab-ı Kirâm’ın O’nu uykusundan uyandırmaktan ve vahyin kesilmesine sebebiyet vermekten çok çekindikleri nakledilmektedir.
Rehber-i Ekmel’in "Refik-i A’lâ" deyip sevgililer diyarına gidişinden sonra vahiy ve dolayısıyla vahiy olan rüyalar da sona ermiştir. Fakat, her mü’minin görmesi mümkün olan ilham kabilinden sâdık rüyalar bâkî kalmıştır, kıyamete kadar da sâdık mü’minler için bâkî kalacaktır. (Buhari, Tabir, 5)
Rüyadaki Gerçekten O mu?
Mü’minin göreceği sâdık rüyaların başında, Fazilet Güneşi aleyhissalatü vesselamın şualarıyla aydınlanan rüyalar gelir. Çünkü, O’nun görüldüğü rüyalar doğruluk üzeredir ve bazılarının bir te’vîle ihtiyacı olsa da hepsi kesinlikle sâdıktır. Bir çok hadis kitabında rivâyet edilen bir hadis-i şerifte Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Rüyasında beni gören, gerçekten beni görmüştür. Çünkü, şeytan hiçbir şekilde benim suretime giremez." (bk. Buharî, Tabir 2, 10; Müslim, Rüya 10; (2266); Muvatta, Rüya 1, (2, 956).)
İşte bu nebevi açıklama ve onun ihtiva ettiği hakikat üzerine ehl-i tahkik farklı görüşler üzerinde durmuşlardır: Bazıları, ister sakallı ister sakalsız, ister uzun ister kısa, ister yaşlı ister genç, ne şekil ve surette görülürse görülsün, bir kimsenin kalbine rüyasında gördüğü kişi hakkında "Bu zat, Peygamberimizdir" şeklinde bir his doğması halinde o zatın Peygamber Efendimiz olduğunu söylemişlerdir.
Bazıları ise, Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselamın, rüyada kendi sima ve şemâili ile görüldüğü zaman Peygamberimiz olduğunu; aksi halde, şeytanın, Efendimiz’in şekil ve suretinin dışında, başka bir suretle ortaya çıkıp "Ben Muhammed’im" diyebileceğini ifade etmişlerdir.
İmam Rabbânî Hazretleri, "Efendimiz kendi şeklinde görüldüğü zaman hakkıyla görülmüş olur ki, şeytan O’nu temsil edemez" derken, ayrı bir ekol sahibi olan Muhyiddin İbni Arabî, "Ne şekilde ve surette olursa olsun, "Ben peygamberim" diye kişinin kalbine doğan zat Peygamberimizdir." demiştir. Alimlerin çoğunluğu, Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri’nin düşüncesine temayül göstermişlerdir.
İmam-ı Nevevî hazretleri de, ister bilinen sıfatları üzere, isterse bilinen vasıflarından başka bir surette görsün, sâlih rüyayı gören kimsenin her iki surette de Mahbûb-u Âlem Efendimiz’i hakikaten görmüş olacağını söyler. (bk. Nevevi, ilgili hadislerin şerhi) Kadi İyâz’a göre ise, Râsul-ü Ekrem’i bilinen sıfatlarından başka bir şekilde görenin rüyası te’vîle, tabire muhtaçtır.
Rüyaya Yansıyan Hüzün
Haddizatında, Habîb-i Edîb Efendimiz’i görmek ne şekil ve surette olursa olsun, alaküllihal bir müjdenin ifadesidir. Yaratılışın en anlamlı nüktesi Hazreti Fahr-i Âlem Efendimiz’in güzeller güzeli cemali, mübarek siyah saçları, siyah sakalı, endamlı bakışları, yüz çizgilerindeki tenasübü ve müstesna bir beşer güzelliği içindeki mahiyetiyle rüyada görülmesi ve bir insanın mir’at-ı ruhuna eşsiz kemal ve cemaliyle aksetmesi o rüyayı gören insan için büyük bir bahtiyarlıktır. Zira, selef-i salihîne göre, rüyada Peygamber Efendimiz’i görmek gamdan sonra feraha, bir sıkıntının akabindeki rahatlığa, nimetlerin artmasına, tevbenin kabulüne, hepsinden öte ahirette şefaate nâil olma ve Cennet’te O’nun gül cemalini açıktan açığa görme yoluna girmeye işarettir.
Nebîler Serveri’nin değişik şekillerde görülmesi ise, bir kısım manaları iş’ar eder. Şayet, Güzeller Güzeli, kendisine uygun ruh güzelliğinin dışa yansıdığı rüya esnasında o güzelliğin bazı yanları gitmiş olarak görülürse, bu durum, rüyayı gören insanın mir’at-ı ruhunda onu tamamiyle aksettirmeye mani bir kısım isin ve pasın bulunduğuna delalet eder. Mesela; bir kimse Allah Rasûlü’nü sakalsız görüyorsa, demek ki, o insanın mir’at-ı ruhunda Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz’in sakalını görmesine mani bir kusur var ve bu kusur O’nun güzelliğini bütün olarak müşahede etmesine engel oluyor. Öyleyse, bu insan, Şânı Yüce Nebî’yi rüyasına misafir ettiği için sevinse ve kendisini bahtiyar saysa da, böyle bir eksiklikten dolayı ruh dünyasına çeki düzen vermesi gerektiğini de gözardı etmemelidir.
Şu kadar var ki, Ferîd-i Kevn ü Zaman Efendimiz’in şemâil-i hakikiyesiyle görülmemesi sadece vicdanın ve gönlün paslı olmasından değildir. Bazen rüyayı gören zatın veya onun temsil ettiği davanın, hareketin ya da milletin başına gelecek bir kısım musibetlerden ötürü Hüzün Peygamberi’nin mahzuniyet ve mükedderiyeti misal aleminden o şekilde temessül edebilir. Nitekim, Mahzun Nebi, rengi değişmiş, eski elbise giymiş veya bir azası eksilmiş görülürse, bu rüya o yerde dinin zayıflamasına ve bid’atların yaygınlaşmasına delalet eder. Belki, Rasûl-ü Ekrem’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) o rüyada gören kimse Hak katında çok makbul ve mahbub bir insandır, gönül dünyası açısından da kusursuzdur; fakat, Sultân-ı Rusül’ün, sevdiği o insanın nazarına temessülü herhangi bir hadiseye karşı iç âlemindeki durum itibariyle olur. Mesela, mühim işleri omuzunda taşıyan bir zata, İki Cihân Serveri Efendimiz, gözleri yaşlı ve sakalını tıraş etmiş olarak mahzun bir çehre ile zuhur edebilir. Bunun manası -Allahu a’lem- şudur: O zatın, dolayısıyla da davasının başına gelecek bir badireden ötürü, Hakikat-i Ahmediye (aleyhissalatü vesselam) müteessir olduğundan Şânı Yüce Nebî kendi şekl-i hakikisinin dışında görülmüş ve bir bakıma o işi teessürle karşıladığını ifade buyurmuştur.
Yine, bir şahıs rüyasında Fahr-i Kâinat Efendimiz’i çok hüzünlü görür; O’nun Uhud’da başından aşağıya kanlar akarken dahi devamlı tebessüm eden mübarek çehresi mahzun, saçı ve sakalı ise dağınıktır. Vâkıa bu saç ve sakal dağınıklığı, Aleyhi Ekmel’üt-Tehâyâ Efendimiz’in mahiyet-i hakikiyesiyle alâkalı değildir; bu hal, Hakikat-i Ahmediye (aleyhissalatü vesselam)’ın kendi cemaati içindeki bir kısım arızaları temsil keyfiyetiyledir ve ümmet-i Muhammed’e yönelmiş bir belanın gelmekte oluşundandır. Bizim halihazırdaki dağınık ve perişan veya ileride dağılacak ve perişan olacak yönümüze nazar etmesi itibariyle Hakikat-i Ahmediye (aleyhissalatü vesselam) hakiki şeklinin hariçinde, saçı-sakalı dağınık bir vaziyette temessül etmiştir.
Aynı zamanda, Gönüllerimizin Gülü (sallAllahu aleyhi ve sellem)’in hüzünlü ve münkesir görüldüğü rüyalar inananları uyarmakta; onları gelmekte olan bir musibete karşı hemen Cenâb-ı Hakk’a iltica etmeye, belalara kalkan olması için sadaka vermeye ve her hayırlı vesileyi muhtemel felaketleri defedici bir paratoner olarak değerlendirmeye çağırmaktadır.
O Hep Aranızda Dolaşıyor!..
Ayrıca, ümmetinin her haliyle alâkadâr olan Şefkat Peygamberi bazen de müslümanlara ümit vermek, onların aşk ü şevklerini artırmak, gönüllerine inşirah salmak ve bütün heyecanlarıyla bir kere daha vazifelerine sarılmalarını sağlamak için rüyaları şereflendirir. Nitekim, Beyan Sultanı (aleyhi ekmelüttehâyâ) "Nübüvvetten ümmete yalnız mübeşşirât kalmıştır." buyurur. "Mübeşşirât nedir, ya RasûlAllah?" diye sorulduğunda, "Sâlih rüyalardır" cevabını verir. Evet, Cenâb-ı Hak, sâlih ve sâdık rüyalar vesilesiyle mü’minleri müjdeler, gönüllerini şevke gark eder ve onları muştularla sevindirir.
Meselâ, bir arkadaşınız rüyasında görür ki; Gül-i Rânâ Efendimiz geliyor ve sizin kâkül-ü gülberlerinizden tutarak, alnınızdan öpüyor.. öpüyor ve "Ohh.. sizler Cennet kokuyorsunuz" diyor. Siz "Bu iltifat da neden ya RasûlAllah?" diyorsunuz; O da, "Tam gönlüme göre hizmet ediyorsunuz; adımı dört bir yana duyuruyorsunuz!" buyuruyor.
Bir başka arkadaşınız, âlem-i menâmda O’na mülâkî olunca, "Ya RasûlAllah, üç-beş kişi Senin adına bir yerde toplansa, oraya mutlaka Ashâb-ı Kirâm’dan birini gönderirmişsin, bu doğru mu?" diyor. Gönüllerin Efendisi, bu soruyu tebessümle karşılıyor ve şu cevabı veriyor: "Önceden öyleydi; ama şimdi zaman, âhirzaman. Kardeşlerimin daha çok himmete ihtiyacı var. Artık nerede üç-beş kişi benim adıma bir araya gelirse, onların yanına bizzat ben gidiyor ve ruhâniyetimle aralarında yer alıyorum."
İşte, her durakta bir sürü hain düşüncenin rengârenk masallar ürettiği, masalların birer büyü gibi dinleyenleri uyuttuğu, bâtıla açık şuuraltlarının aldatan rüyalar gördüğü; küfre şahlık urbalarının, diyânete cadı elbiselerinin giydirildiği, ruhun gözlerine kezzap dökülüp vicdan mekanizmasına civa akıtıldığı, çevrede serpilip gelişen yeşilliklerin çehresine zift serpiştirildiği.. ve her şeyin olduğundan başka gösterilmeye çalışıldığı bir zaman diliminde Rahmeti Sonsuz, bu türlü mübeşşirât ile inananları takviye ediyor, aşk u şevke getiriyor ve gönüllerini ümit şualarıyla şenlendiriyor.. şenlendiriyor ve rüyaların diliyle adeta "Siz hizmetinize bakın; Ben Kimsesizler Kimsesiyim, sizin de kimsenizim, Siz kendinizi değiştirmedikten ve gaye-i hayalinizi terk etmedikten sonra düşmanlığa yenik ruhların hücumları size zarar veremeyecektir. Habîb-i Ekrem hep içinizde, yanınızda, yakınınızda bulunacak ve size müzâhir olacaktır!" diyor, ümitlere fer, dizlere derman ve kalblere inşirah veriyor.
Teveccüh Şahsa değil Şahs-ı Manevîyedir
Ne var ki, bu türlü rüyaları gören insanlar, ondaki iltifat ve takdirleri kendi üzerlerine almama hususunda âzamî hassasiyet göstermelidirler. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (aleyhi ekmelittehâyâ) sâdık rüya ve murakabelerde tenezzülen asrın garipleri arasında dolaşması, onların müesseselerini ziyaret etmesi ve bazı şahıslara hususi iltifatlarda bulunması iman hizmetinin kerametinden başka bir şey değildir; şahsî meziyet ve şahsî kemalât adına ortaya konan gayretlerle bu takdirlere mazhariyet düşünülemez ve düşünülmemelidir. Alnı öpülen, alkışlanan, takdir ve tebcil edilen şahs-ı manevîdir ve Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’i gören kim olursa olsun, meseleyi bu açıdan değerlendirmelidir.
Diğer taraftan, bir insan, Hazreti Rûh-u Seyyid’il-Enâm’la temessülen görüşürken ondan bazı emirler ve haberler de almış olabilir. Bu görüşme esnasında Peygamber Efendimiz’den duyduğuna inandığı sözler eğer şer’î ölçülere muhâlif ise, -işin içinde Hazreti Sâdık u Masduk bulunduğu için bunu farz-ı muhâl çerçevesinde dahi olsa ürpererek söylüyorum- o insan kesinlikle şer’î ölçülere ters düşen o ifadeleri tatbik edemez ve Sultân-ı Enbiyâ ile görüşmesini kendisi için delil sayamaz. Andelîb-i Zîşân Efendimiz’in bir insana rüyasında bazı şeyler söylemesi mümkündür, ancak rüyadaki o sözlerin geçerliliği, Kitap ve Sünnet’te açıklanan, İslam alimlerince yorumlanıp yazılan kurallara uygun olmasına bağlıdır. Peygamber Efendimiz’in misalini bilhassa arz ediyorum ki, diğer büyük zatları görüp onlardan bazı emirler aldıklarını söyleyenler için de bir ölçü olsun. Demek ki, insan temessül etmiş şekilleriyle nebileri ya da velileri görse ve onların sözlerine muhatap olsa, yine hüküm değişmez; söylenenler şer’î ölçülere tatbik edilir ve davranışlar ona göre ayarlanır. Evet, rüyalar Kitap ve Sünnet gibi teşrîin gerçek kaynakları yanında hüccet ve delil sayılabilecek kriter ve kurallar değildir; asıl olan, Kitab’a ve Sünnet’e uymak, rüyaları da sübjektif birer işaret saymaktır.
Dahası, İnsanlığın İftihar Tablosu’nu rüyasına misafir eden bir kimseye bir sır verilmiş demektir. Bu talihli insan, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) o mukaddes sırrını ulu orta fâş etmemelidir. Şayet, o rüyada iman kardeşlerinin, dost ve arkadaşlarının kuvve-i maneviyelerini takviyeye medar olabilecek bir durum varsa, işte o zaman duyduklarında inşiraha kavuşacaklarını ve aşk u şevke geleceklerini umduğu kimselere onu anlatmasında bir mahzur yoktur. Ne var ki, öyle hâlis bir niyetle sırrını paylaşırken bile nefsin gururuna bâdi olabilecek hususları gizlemek ve mümkünse rüyayı göreni meçhul bir sevgi kahramanı olarak zikretmek en doğru yol olsa gerektir. Zira, Hak kapısının sâdık bendelerine düşen, müşahedelerini anlatmaktan, rüyalarını ve yakazalarını başkalarına söylemekten kaçınmaktır; böyle bir sükûtta hem selâmet hem de ilâhî esrarı ketmetmedeki Hakk’a saygı vardır.
M. Gülen
41 maun suresi, 100 kevser, kevser suresi 100 kere okumak