Ayetel kürsinin nüzül sebebi hakkında bilgi
Kayıtsız Üye
Ayetel kürsinin nüzül sebebi hakkında bilgi vermenizi rica ediyorum.
Cevap: Ayetel kürsinin nüzül sebebi hakkında bilgi
Desert Rose
]Kürsî ve Allah’ın Kürsîsi: Kürsî; Taht, koltuk demektir. Kök anlamıyla üst üste katlanmayı, bir araya toplanmayı belirtir. Belli parçaların bir araya toplanmasından, üst üste eklenmesinden oluştukları için sandalye, koltuk, taht gibi üzerine oturulacak eşyaya kürsi denilmiştir. Mecâzî olarak da ilim, güç, egemenlik, sultan gibi anlamları dile getirir. Kur’an’da Allah’ın da bir kürsisi olduğu, bu kürsinin gökleri ve yeri içine aldığı belirtilir.[1] Sözkonusu âyet bu özelliği nedeniyle Kürsi Âyeti (Âyetü’l-Kürsi) olarak adlandırılır.
Allah’ın kürsîsinin mâhiyeti hakkında Kur’an’da bilgi verilmez. Hz. Peygamber (s.a.s.)’den gelen rivâyetlerde de bu konuda bir açıklama yoktur. Taberî’nin kaydettiği bir hadise göre yedi gök kürsi içinde bir kalkan içine atılmış yedi dirhem gibi kalır. Ebû Zer’in rivâyet ettiği bir hadis de Kürsi’nin arş karşısındaki durumunu belirler: "Arş içinde Kürsi, yeryüzünde bir çölün içine atılmış demir bir halka (yüzük) kadardır"[2]
Âyetü’l-Kürsî’de sözkonusu edilen Allah’ın Kürsisi’ne müfessirlerce getirilen yorumlar başlıca dört görüş çevresinde toplanır. Râzi’nin özetlediği[3] görüşlerden birincisine göre Kürsi, gökleri ve yeri kaplayan büyük bir cisimdir. Bu görüştekilerden Hasan el-Basri ayrıca Kürsi’nin Arş ile aynı şey olduğunu söyler. Ona göre üzerine oturulması nedeniyle tahta bazen arş, bazen de kürsi denmektedir. Bazı bilginler Hasan el-Basri’ye karşı çıkarak kürsi ile arşın ayrı şeyler olduğunu savunurlar. Bunlardan bazıları Kürsî’nin Arş’ın altında, yedinci semanın üstünde olduğunu söylerken, İmam Süddî’nin de içinde olduğu diğerleri yerin altında bulunduğu görüşünü öne sürerler. Said İbn Cübeyr’in rivayet ettiğine göre İbn Abbâs Kürsî’nin Allah’ın ayakların koyduğu yer olduğunu söylemiştir.
İkinci görüş Kürsi’yi Allah’ın hükümranlığı, kudreti ve mülkü olarak yorumlar. Kürsi’nin cisimliğini redde yönelik bu görüşe göre ulûhiyyet (tanrılık) ancak kudretle olur ve oturulan yere kürsî dendiği gibi bazan üzerine oturana da kürsi adı verilir. Bu nedenle Allah’ın Kürsi’si O’nun hükümranlığına, dolayısıyla kendisine işarettir.
Üçüncü görüşe göre: Kürsi Allah’ın ilmidir. İlim, âlimin dayandığı şey olması bakımından kürsi olarak adlandırılır. Kendisine güvenilen, dayanılan âlimlere de kürsiler (kerasi) denilir. Bu nedenle âyetteki Kürsi Allah’ın ilmini ifade etmektedir.
Kürsi’nin Allah’ın büyüklüğünü, ululuğunu dile getirdiği yolundaki yorum dördüncü görüşü oluşturur. Keffâl’in diğerlerine yeğlediği bu görüşe göre Allah, büyüklüğünü anlatmak için insanların kolayca anlayabileceği benzetmeler yapar. Allah’ın evi (Beytullah, Kâbe), Allah’ın eli (Yed’ullah, Hacerü’l-Esved) gibi deyimler de aynı amaçla kullanılır. Bunları maddi anlamlarıyla anlamak doğru değildir ve kişiyi tecsim (Allah’ı cisim gibi düşünme) ve teşbih (Allah’ı insana benzetme) yanlışına götürür.
Müfessirlere göre Kürsi konusunda nassa dayalı bir delil olmadıkça te’vile gitmek doğru değildir. Bu nedenle Kürsi’ye ilişkin âyetin açık anlamına uygun ilk görüşün doğru kabul edilmesi gerekir. Ancak bu görüşten yola çıkarak Allah’ın cisim olduğu, insanlara benzediği gibi bir sonuca varmaktan da sakınmak gerekir.[4]
Âyetü’l-Kürsî: Bakara sûresinin iki yüz elli beşinci âyetine Âyetü’l-Kürsî denir. Âyette geçen kürsî tâbirinden dolayı bu ismi almıştır. Kur’an-ı Kerîm’in bütünü içinde ayrı bir fazîleti olan bu ayet hakkında Resulullah’tan bazı hadisler nakledilmiştir.
Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Allah’ın yüceliği, sıfatları, kâinatta meydana gelen büyük olayların tamamen onun iradesi doğrultusunda vukû bulduğu, onun isteği ve izni olmadan hiç bir kimsenin başkasına şefaat edemeyeceği, O’nun kürsüsü, göklerde ve yerdekilerin ona ait olduğu hakkında bilgi verilmektedir.[5]
Bakara suresinin ikiyüzellibeşinci ayeti. Ayette geçen kürsî tabirinden dolayı bu ismi almıştır. Kur’an-ı Kerîm’in bütünü içinde ayrı bir fazîleti olan bu ayet hakkında Rasulullah’tan bazı hadisler nakledilmiştir.
Muhammed b. İsâ’dan nakledildiğine göre İbnü’l-Aska’ şöyle der:
"Adamın biri Hz. Peygamber’e gelip Kur’an’ın en faziletli ayeti hangisidir?’ diye sordu. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
"Âllah’u Lâilâhe illâ huve’l-Hayyu’l-Kayyûm… "[6]
Başka bir hadiste de:
"Kur’an’ın en faziletli ayeti Bakara suresindeki Âyetü’l-Kürsi’dir. Bu ayet bir evde okunduğu zaman Şeytan oradan uzaklaşır."[7]
Rasulullah (s.a.s.) bir defa Ka’b oğlu Ubey’e, ezberinde olan ayetlerden hangisinin daha yüce olduğunu sormuş, "Allah ve Rasulu daha iyi bilir" cevabını alınca, soruyu tekrar etmiş, bunun üzerine Ubey, bildiği en yüce ayetin "Allahu lâ ilâhe illâhüve’l-Hayyu’l-Kayyûm" olduğunu söylemiştir. Rasulullah (s.a.s.) aldığı cevaptan memnun olarak Ubey’in göğsüne vurarak
"Ey Ebû Münzir! İlim sana kutlu olsun." buyurmuştur.[8]
Ayrıca Hz. Peygamber (s.a.s.)
"Âyetü’l-Kürsî Kur’ân âyetlerinin şahıdır" buyurmuştur.[9]
Bu ayet-i kerîmede Cenâb-ı Allah’ın yüceliği, sıfatları, kâinatta meydana gelen büyük olayların tamamen onun iradesi doğrultusunda vukû bulduğu, onun isteği ve izni olmadan hiç bir kimsenin başkasına şefaat edemeyeceği, O’nun kürsüsü, göklerde ve yerdekilerin ona ait olduğu hakkında bilgi verilmektedir. Meâli şöyledir:
"Allah (İbadete en lâyık olandır), Ondan başka ilâh yoktur. Diridir (ezeli ve ebedîdir), Kayyumdur (yaratıkların bütün işlerini düzenleyicidir. Yaratmada, rızık vermede mahlûkâtın yegane sahip ve hâkimi olup her şey onun sayesinde ayakla durur) Onu ne bir uyuklama alır, ne de uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi onundur. O’nun izni olmaksızın yanında kim şefaat edebilir? O, (bütün yaratılmışların) önlerindekini (dünyadaki bütün yaptıklarını, açıklaytp gizlediklerini), arkalarındakini (Ahirette olacak Şeyi) bilir. Onun ilminden, kendisinin dilediğinden başka hiçbir şeyi kavrayamazlar. O’nun kürsüsü (ilmi) gökleri ve yeri kuşatmıştır. Ve onların (göklerin ve yerin) korunması O’na ağır gelmez. O, çok yüce çok büyüktür."[10]
[1] Bakara: 2/255.
[2] İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, I, 309.
[3] Tefsir-i Kebir, Ankara, 1989, c.5, s.420-421.
[4] Ahmet Özalp, Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 3, s. 424-425.
[5] Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri.
[6] Müslim, Müsafirîn, 258; Ebû Dâvûd, el-Huruf ve’l-Kiraa, 35; İbn Hanbel, V, 142.
[7] Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 2.
[8] Ebû Dâvûd, Vitir, 17.
[9] Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’an, 2.
[10] Ahmed Ağirakça, Şamil İslam Ansiklopedisi: 1/180-181.
Cevap: Ayetel kürsinin nüzül sebebi hakkında bilgi
imam
Ayete’l-Kürsi
255- Allah (ibadete lâyık olan yalnız O’dur). O’ndan başka ilâh yoktur. Hayy’dır, Kayyûm’dur. O’nu ne bir uyuklama alır ne de bir uyku. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi yalnız O’nundur. O’nun izni ile olmaksızın nezdinde kim şefaat edebilir? O önle-rindekini de arkalarmdakini de bilir. O’nun ilminden kendisinin dilediğinden başka biç bir şeyi kavrayamazlar. O’nun Kûrsisi gökleri ve yeri kucaklamıştır. Onları koruması O’na ağır gelmez. O Aliyy’dir, Azîm’dir.
Ayetü’l-Kürsi’nin Fazileti
Ayetül-Kürsi, Kur’an-ı Kerim ayetlerinin başı ve en büyüğüdür. Resulullah (s.a.)’tan Allah’ın kitabındaki en faziletli ayetin bu olduğuna dair sahih hadis vardır. Yine bu hadise göre Allah’ın ism-i azamı da bu ayettedir. Ebu Bekr Mer-dûveyh senedini kaydederek Ebu Ümame’den Resulullah (s.a.)’a merfu olarak şöyle dediğini kaydetmektedir: "Kendisi zikredilerek dua edildiğinde duaları kabul ettiği Allah’ın ism-i azamı üç surededir: Bakara, Âl-i îmran ve Tâ-Hâ." Dımaşk hatibi Hişam b. Amr der ki: Bunlar Bakara suresinde, "Allah; Ondan başka ilâh yoktur. Hayy’dır, Kayyum’dur", Âl-i İmran suresinde, "Elif, Lâm, Mim. Allah; O’ndan başka ilâh yoktur. Hayy’dır, Kayyum’dur", Tâ-Hâ suresinde de, "Yüzler Hayy ve Kayyûm olana zillet ile varırlar." (20/111) buyruklarıdır.
Surenin faziletine dair daha başka pek çok hadis-i şerif varit olmuştur. Bunlardan birisi şöyledir: "Sözün en üstünü Kur’an, Kur’an’ın en üstünü Bakara, Bakara’nm en üstünü Ayetü’l-Kürsi’dir." Bir diğer hadis: "Kim her namazın akabinde Ayetü’l-Kürsi’yi okursa onun ruhunu kabzetmeyi üstlenen celâl ve ikram sahibi olan Allah olur. Şehit düşünceye kadar Allah’ın peygamberleri ile birlikte savaşanlar gibi olur." Bir diğeri: "Farz olan her bir namazın akabinde Aye-tü’l-Kürsi’yi okuyan kimsenin cennete girmesini engelleyen tek şey ölümdür." [13] Ali (r.a.)’nin de şöyle dediği rivayet edilmektedir: "Ben Peygamberimizi (salat ve selâm ona) minberin tahtaları üzerinde şöyle buyururken dinledim: "Her bir namazın akabinde Ayetü’l-Kürsi’yi okuyanın cennete girmesini engelleyen tek şey ölümdür. Yatağına yattığı vakit kim bu sureyi okursa Allah kendisine, komşusuna, komşusunun komşusuna ve etrafındaki bir çok eve eman verir."
İbni Kesir de der ki: Bu ayet-i kerime bağımsız on cümle ihtiva etmektedir. Hepsi de zat-ı ilâhiyye ile alâkalıdır. Bu ayet-i kerime Vâhid ve Ehad olanın şanı ve şerefini zikretmektedir.
Açıklaması
Bütün mahlûkatın biricik ilâhı Allah’tır. Varlık aleminde hak ile ibadete lâyık, O’ndan başka mabud yoktur. O, Vâhiddir, Ehaddır. Samed’dir, Vacibül-Vücud’dur. Mülkün ve melekûtun sahibidir. Asla ölmeyen Hayy, Bakî ve Dâ-im’dir. Bizatihi O, mahlûkatın işlerini çekip çevirendir. Yüce Allah’ın, "Göğün ve yerin O’nun emri ile ayakta durması da O’nun ayetlerindendir." (Rûm, 30/25) buyruğunda olduğu gibi. Zatında olsun sıfatlarında olsun, fiillerinde olsun yarattıklarından hiç bir kimse O’na benzemez. Nitekim Yüce Alah, "O’nun gibi hiç bir şey yoktur. O her şeyi işitendir, her şeyi görendir." (Şûra, 42/11) diye buyurmaktadır.
"Ne uyku O’nu bürür, ne de uyuklama" söz konusudur. Çünkü O gece ve gündüz vakitlerinde yarattıklarının işlerini yönetmekte, çekip çevirmektedir. Bu cümle ondan önceki cümleleri tekit etmektedir. Eksiksiz, tam anlamıyla hayat ve daimilik manasını vurgulamaktadır. Sahih hadiste Ebu Musa’nın şöyle dediği rivayet edilmektedir: Resulullah (s.a.) aramızda hutbe irad etmek üzere kalktı ve dört cümle söyleyerek dedi ki: "Muhakkak Allah uyumaz. O’nun uyu-m t At da gerekmez. Adalet terazisini alçaltır, yükseltir. Gündüzün ameli gecenin amelinden önce, gecenin ameli de gündüzün amelinden önce O’na yükseltilir. O’nun hicabı nur veya nardır. Eğer o hicabını açacak olsa, O’nun zatının parıltıları mahlûkatından gözünün değdiği her şeyi yakardı."
Göklerde ve yerde bulunan her şey O’nun yaratıklarıdır, O’nun mülkünde-dir. O’nun meşietine boyun eğer, O’nun kahır ve saltanatının egemenliği altındadır. Yüce Allah’ın şu buyruğunda dile getirildiği gibi: "Göklerle yerde olanların hepsi Rahman’a ancak kul olarak gelirler. Andolsun ki hepsini kuşatmış, onları tek tek saymıştır. Hepsi kıyamet gününde O’na yalnız gelirler." (Meryem, 19/93-95). Bu cümle de onun kayyûmiyetini ve ulûhiyyette tekliğini tekit etmektedir.
Yüce Allah’ın azamet, celâl ve kibriyasının bir yönü de şefaat hususunda kendisine izin verilmedikçe hiç bir kimsenin onun nezdinde şefaat etme cesaretini gösteremeyeceğidir. Şu buyruklarda dile getirildiği gibi: "Göklerde nice melek vardır ki Allah’ın dileyip razı olduğu kimseye izin vermeden evvel şefaatleri hiç bir şeye yaramaz." (Necm, 53/26); "Ancak O’nun razı olacağı kimselere şefaat edebilirler." (Enbiya, 21/28); "O gün gelince Allah’ın izni olmaksızın hiç bir kimse söz söyleyemez." (Hud, 11/105). Şefaat ile ilgili hadis-i şerifte de Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Arşın altına gelir secdeye kapanırım. Allah beni bu halimde dilediği kadar bırakır. Sonra, "Başını kaldır" denilir. "Söyle, sözün dinlenir, şefaat et şefaatin kabul olunur." (Hz. Peygamber) buyurdu ki: Benim için bir sınır tespit edilir ve ben o kimseleri cennete sokarım." Bu, mülk ve egemenlikte Allah’ın tek başına olduğunun delilidir.
Allah ilmiyle bütün kâinatı, geçmişiyle, hali hazırdaki durumuyla ve geleceği ile kuşatıcıdır. Dünyanın da ahiretin de her türlü işini bilendir. Nitekim meleklerden haber verirken şöyle buyurmaktadır: "Biz ancak senin Rabbinin emriyle ineriz. Önümüzde, arkamızda ve bunun arasında ne varsa hepsi yalnız O’nundur. Rabbin unutkan değildir." (Meryem, 19/64). Kuş gagasını denize daldırınca Hızır (a.s.) Musa (a.s.)’ya şöyle demişti: "Benim de ilmim senin de ilmin Allah’ın ilminden ancak şu kuşun bu denizden eksilttiği kadarını eksiltir (yani hiç eksiltmez)".
Aziz ve Celil olan Allah’ın bildirmesi, X>’nun muttali kılması dışında hiç bir kimse Allah’ın ilminden bir şey bilemez. Bunlardan bir tanesi de şefaattir. Şefaat Yüce Allah’ın iznine bağlıdır. O’nun izin vermesi ise ancak O’nun tarafından gelecek vahiy iledir.
Yüce Allah’ın mülkü ve kudreti geniş ve kuşatıcıdır. Yer kıyamet gününde bütünüyle O’nun avucu içinde olacaktır. Gökler de sağında durulmuş olacaktır. O’nun ümi göklerde ve yerde bulunan her şeyi kuşatır. Küçük olsun büyük olsun, önemli olsun azametli olsun her şeyi bilir. Bir şeyi işitmesi başka bir şeyi işitmekten ve bir işle uğraşması başka bir işle uğraşmaktan O’nu alıkoymaz. Hiç bir iş O’na güç ve ağır gelmez.
Zemahşerî Yüce Allah’ın, "Onun Kürsisi gökleri ve yeri kuşatmıştır." buyruğu ile ilgili dört açıklama kaydeder.[16]
1- O’nun Kürsisi, genişliği ve yayılmışlığı dolayısıyla göklerden ve yerden daha dar değildir. Bu ancak Kürsi’nin azametini ifade etmek ve bunun azametini zihinlerde canlandırmak için çizilen bir tablodur. Ortada aslında Kürsi de yoktur, oturmak da yoktur, oturan da yoktur. Yüce Allah’ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler. Halbuki arz bütünüyle kıyamet gününde O’nun kabzasıdır. Gökler ise onun sağ eliyle durulmuştur." (Zü-mer, 39/67). Bu buyrukta da herhangi bir şekilde bir kabza, katlama, sağ el diye bir tasavvur söz konusu olamaz. Bu olsa olsa azametini canlandırmak ve maddî bir temsil olsun diyedir. Nitekim Yüce Allah, "Onlar Allah’ı hakkıyla takdir edemediler" buyurmuyor mu?
2- İlminin genişliğine işarettir. İlme "Kürsi" adı, ilmin mekânının adı olması dolayısıyla verilmiştir.
3- Mülkünün genişliğine işarettir. Bu ise, hükümdarın kürsisi (tahtı) olan mekânın adı olması dolayısıyla verilmiştir.
4- Gelen rivayetlere göre yüce Allah Arş’ın önünde bir Kürsi yaratmıştır. Onun da önünde gökler ve arz vardır. Kürsi’nin Arş’a oram en küçük bir şey gibidir.
Durum her ne olursa olsun Kur’an-ı Kerim’de varit olduğu gibi Arş’ın ve Kürsi’nin varlığına iman etmenin vacip olduğu görüşündeyim. Her ikisinin de varlığını inkâr etmek caiz değildir. Çünkü her şey Allah’ın kudreti içerisindedir. Gökleri ve yeri, aralarında bulunanı korumak Allah’a ağır gelmez. Aksine bütün bunlar O’nun için pek kolaydır.
Benzerden, eşten yüce ve münezzehtir; her şeyden daha büyüktür; akıllar, idrakler O’nu kuşatamaz. Zatı Yüce Allah’tan başka kimse onun hakikatini bilemez. Tıpkı Yüce Allah’ın, "O büyüktür, her şeyden yücedir." (Ra’d, 13/9) buyruğuna benzemektedir. Yücelikten kasıt, kadrin ve makamın yüceliğidir, mekân yüceliği değildir. Çünkü Yüce Allah bir mekânda yer tutmaktan münezzehtir. Bazıları da el-Aliyy’i eşyaya galip ve gücü her şeyin üzerinde diye tefsir etmişlerdir. [17]
Ayetten Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Bu ayet-i kerime insanın kalbini Allah’ın azameti, heybeti, celâl ve kemali ile doldurur. Yüce Allah’ın ulûhiyyet, egemenlik ve kudretiyle tek başına ve eşsiz olduğunu göstermektedir. O her an kâinatı yönetendir. Yarattıklarının hiç bir şeylerinden gafil değildir. Göklerde ve yerde her şeyin mutlak malikidir. O’nun izni olmadıkça hiç bir kimse şefaate cesaret edemez. Varlık alemindeki her şeyi O bilir. O’nun ilmi küçük büyük mahlûkatm bütün durum ve işlerini kuşatır. Bütün yaratıkların işlerini çekip çevirmesine rağmen, bütün eşyayı kuşatan bilgisine rağmen O, şanı pek yüce olandır. Asla yenik düşürülemeyen, kahir olandır. Kendisinin dışındaki her şey üzerinde, mutlak mülk ve kudret sahibi olan, Azîm olandır. O bakımdan insanların gurura kapılmalarına ve Allah’ın azameti önünde büyüklük taslamalarına yer yoktur.
ayetel kürsi indiriliş sebebi, ayetel kürsinin iniş sebebi, ayetel kürsi nüzul sebebi