Niyet (islamda niyetin yeri)

Niyet (islamda niyetin yeri)

mumsema
Niyet, bir kasd ve teveccüh, bir azim ve şuur demektir. Niyet sâyesinde insan, nereye yöneldiğini, ne istediğini bilir ve yine onun sayesinde bir bulma ve elde etme şuuruna ulaşır.
İnsanın, bütün fiillerinin esası niyet olduğu gibi, eğilimlerine göre, "benim" deyip sahip çıkacağı işlerin vesilesi de yine niyettir. Kezâ; irâdenin en sarsılmaz kâidesi ve insandaki inşâ gücünün en metin temeli de niyettir. Hatta, diyebiliriz ki; kâinat da ve insan nefsinde her şey, hem başlangıç itibariyle, hem de devam itiba-ı niyete bağlıdır. Ona dayandırmadan ne bir şeye varlık kazandırabilmek, ne de daha sonra onu devam ettirebilmek mümkün değildir.
Her şey, evvelâ zihinde bir tasarı olarak belirir. İkinci bir teveccühle plânlaşdırılır. Daha sonra da azim ve kararlılıkla tahakkuk ettirilir. Bu ilk tasarı ve plân olmadan, herhangi bir işe başlamak neticesiz olacağı gibi, irâde ve azim görmeyen her tasarı ve plân da akîm ve neticesiz kalacaktır.
Niyetteki bu güç ve müesseriyete delâlet edecek pek çok şey vardır. Ne var ki, çokları, yaşadıkları hayatın şuurunda olmadıkları için, bu güç ve müessiriyetden de haberleri yoktur.
Niyet, insanın iyiliklerine ve kötülüklerine bakan yönüyle de oldukça ehemmiyet arzetmektedir. Bu noktada o, ya bin – şifâ va’diyle gelen bir iksir veya bütün iş ve davranışların semere ve neticelerini alıp götüren bir tufan ve bir kasırgadır.
Nice küçük işler vardır ki; niyet sâyesinde büyür; bir dane iken bin başak, bir damla iken derya olur. Ve nice dağ cesâmetinde himmet ve gayretler de vardır ki, kötü niyet yüzünden semeresiz ve güdük kalmışlardır.
Kulluk şuur ve idrâkiyle yatıp kalkmalar, yerlere kapanmalar; aç susuz durmalar ve meşru’ bir kısım arzu ve isteklerden uzaklaşmalar, insanın başını en yüce âlemlere ulaştırır ve onu sultan kılar. Oysa ki, aynı hareketler ve daha binlercesi, bu idrâktan uzak yerine getirildiği zaman, ızdırap çekme ve yorulmadan başka bir şeye yaramaz. Demek ki, yaradanı hoşnud etmek yolunda insan, hem işlediği şeyler, hem de terk ettiği şeylerle yükseliyor ve "ahsen-i ı`akvîm "e n1 mazhar oluyor. O’nun hoşnudluğu dışında ise, bin amel ve gayret hiçbir işe yaramıyor…
Niyet, öyle bir mâyedir ki, "yok" onunla "var" olup bir cilve gösterir; var gibi görünen şeyler de yine ondaki bozukluktan ötürü ölür ve te’sirsiz kalır.
Gazâda, kanlı elbiseleri boynunda, ölüp gayyaya yuvarlananlar az olmadığı gibi, dupduru niyeti sayesinde, yumuşak döşeklerde ölüp cennetlere gidenler de az değildir. Şerirlerle yaka-paça boğuşup yarınları aydınlatmak isteyen merdlerin, sâf niyetlerinin yanıbaşında; bu kavgayı şahsî çıkarları ve hasis menfaatleri için verenler de küçümsenmeyecek bir yeküne sahibdirler. Birinciler, arşiyeler çizerek yukarılara doğru yükselirken; ikinciler de başaşağı yıkılıp Tamu ya gideceklerdir.
Niyet, bu mahdut ve muvakkat dünya hayatında, sınırsızlığa kapı ve pencere açan esrarlı bir anahtar ve belli bir ömürde ebedî saâdet veya şekâvet va’deden müthiş bir dildir. Bu âleti güzel kullanan vazifeşinaslar, hayatlarında ölü ve muzlim bir nokta bırakmayacak şekilde, dünyalarına nur serpip ebedî aydınlık ve huzura erebilirler. Zîrâ, günlük, haftalık, aylık vazîfeler, samimiyetle edâ edildikçe, o vazîfelere terettüb eden fazîlet ve sevâb, sadece vazifenin edâ edildiği zamana münhasır kalmayacak; bilakis, bütün bir hayatın sâniye ve dakikalarını içine alacak şekilde te’sir ve şümûl gösterecektir.
Cihâda hâzır bir asker, fiilen cihâdda bulunmadığı zamanlarda dahî, mücahidlerin hissesine düşen sevâbı alacak. Kışlada nöbet saatinin gelmesini bekleyen bir er de, nöbet bekliyor gibi, aylar ve aylar, kendini ibadete vermiş birinin ibâdetine terettüb eden hasenâtı elde edecekdir.
İşte bu sırdandır ki, inanan insan, muvakkat bir hayatta ebedi saadet ve ölümsüzlüğe erdiği gibi; inkâr eden de ebedî şekâvet ve talihsizliğe namzed olacakdır. Yoksa zâhiri adâletin iktizâsına göre, herkes kendi ibâdet ve fazîleti kadar veya rezâlet ve denâeti mikdarınca lütûf ve ihsâna; kahır ve azâba dûçâr olması uygun düşerdi ki; o da, iyilerin cennetlerde kalacakları sürenin, iyi insan olarak yaşadıkları süre kadar, kötülerin de cehennemde kalacakları süre kötülükleri kadar olabilecekti. Halbuki, ebediyet hem kötüler için, hem de iyiler için kazanılmış en son durumdur ve ötesinde hiçbir şey düşünmek de mümkün değildir.
İşte böyle, hem bitmeyen bir saâdet, hem de tükenip yok olmayan bir azâb ve şekâvet, sadece insanın niyetinde aranmalıdır. Ebedî iman ve istikâmet düşüncesi, ebedî saâdete vesile olacağı gibi, ebedî küfran ve inhiraf düşüncesi de, ebedî talihsizliği netice verecektir.
Son dakikalarında kalbi, kulluk şuûruyla dolu bir insan, binlerce yıl ömrü olsa, düşünce dünyası istikâmetinde sarfedeceği için, o niyet ve kararlılıkda bulunduğundan ötürü, niyeti aynen amel kabul edilerek, ona göre muâmeleye tâbî tutulur. "Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır"(h) . Öyle de, son dakikalarını yaşayan bir inkârcı, o ilhad ve küfür düşünceleri içinde, geleceğin binlerce yüzbinlerce yılını karartma niyetinde olduğu için, niyetine göre cezaya çarptırılacaktır.
Demek oluyor ki, bu konuda esas olan şey, onların yaşadıkları mahdud ve sınırlı hayatın vesileliğinden daha ziyade -aslında o mahdut hayat da niyetin tezahüründen ibaretdir- onların niyetleridir. Ebedî saâdete iman ve onu kazanma -milyonlarca seneye vâbeste olsa dahi- mü’min ferde ebedi cenneti kazandırıyor; aksi de, kâfire cehennemi.
İnkârcı, isteyerek ve dileyerek içinde yaşattığı küfrün cezasını çekeceği gibi, bütün küfür ve taşkınlıklara sebebiyet veren şeytan dahî, bağrında barındırdığı devamlı inkâr düşüncesinin cezasını, hem de bitmeyen bir azab olarak çekecektir.
Aslında, yaratılışına terettüb eden şeyler itibariyle, şeytanın gördüğü bir hayli iş ve hizmetler de vardır. İnsanın bir kısım istidat ve kabiliyetlerini inkişaf ettirilmesinde, beşerin fıtratında bulunan pek çok müsbet ma’denin tasfiye görüp açığa çıkmasında; hatta, kalb ve ruhun uyanık ve tetkikde bulunmasında inkâr edilmeyecek kadar tesiri görülür şeytanın…
Evet o, fertlere ve cemaatlere musallat olur. Onların gönüllerine zehirli tohumlar saçarak, o gönülleri kötülüğün ve karanlığın yetiştirildiği tarlalar haline getirmeğe çalışır. Onun bu ifsad ve saptırma gayretlerine karşılık, bünyedeki ma’nevi duygular alârma geçer, tıpkı, antibiyotiğe karşı vücudun teyakkuza geçmesi gibi… Bu ise insan letâifinin gelişmesini, kuvvetlenmesini, hatta, bu en can alıcı hasım karşısında sık sık Yaradana sığınmasını netice verir ki, bu da insanın kalbî ve ruhî hayatı adına, pek az bir zarar ihtimâline karşılık, pekçok şey kazanması demekdir. Böyle mânevî bir te’sirle insanoğlunda mücâdele azminin kamçılanması ve onun dikkate ve teyakkuza sevkedilmesi, nice saf madenlerin som altın ve nice evliyâ ve asfiyânın, büyük mücâhidler ve kahraman gâziler olarak ortaya çıkmalarına vesîle olmuştur.
Ne var ki, şeytanın, bu güzîde insanları, mücâhede ve mücâdeleye sevk edip, onlara pâyeler kazandırmasına mukâbil, kendisi için hiçbir mükâfat bahis mevzûu değildir. Çünkü o, yaptığı bu şeyleri, hak dostları yücelsin diye yapmıyor; bilâkis, onları günahlara sokmak ve yıkmak için yapıyor…
Demek oluyor ki, şeytanın hem niyeti bozuk, hem de ameli. O başkalarına kazandırdığı yüceliklerle değil; kendi pestliğine, niyet ve davranışlarının fena olmasına göre muâmeleye tâbi tutulacaktır.
Şeytanın, niyeti bozuk ve davranışları da fenâdır. Bir kere,.isyânı şuurluca ve saptırması bilerekdir. "Ben sana secde ile emretmişken, seni, secde etmekten alıkoyan neydi? O (İblis) dedi: – Ben ondan daha hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın. Allah (cc) buyurdu: – İn oradan (cennetden) sana orada kibirlenmek gerekmez, çık. Çünkü sen, hor ve bayağı kimselerdensin. İblis: – Bana ba’solunacak güne kadar mühlet ver, dedi. Allah da: – Sen mühlet verilenlerdensin, buyurdu."(Arâf, 12-16)
Bu ilk isyan ve baş kaldırma, şuurluca bir cedel ve sonra da küfür yolunu seçmektir. İnsanlığı baştan çıkaracağına dâir olan yeminleri ise, beşerin bitip tükenme bilmeyen dramının esâsıdır.
Şeytanın, bu kararlılık ve niyetinden ötürüdür ki; onun düşmanlığı sâyesinde uyanan bir kısım duygular, sâhibi için faziletlere götürücü olsa bile, şeytan, o gayretinden ötürü asla mükâfat alamayacaktır.
Netice olarak diyebiliriz ki, niyet mü’minin hayatında herşeydir. Ferdin ölü davranışlarına canlılık kazandıran o olduğu gibi, onun bütün bir ömrünü "binveren" bir tarla haline getiren de odur. Sınırlı bir dünya hayatında, ebedî saadete bakan bütün kapı ve pencereleri açan o olduğu gibi, ebedî talihsizliği ve ebedî hüsrânı hazırlayan da odur.
"Ameller niyetlere göredir. "
Muâmele de amele göre cereyan edecektir.


Cevap: Niyet

Zahid
İslam’da niyetin önemi, işlenen ameller üzerindeki tesirinden kaynaklanmaktadır. Takvaya ait bir amel, bozuk bir niyet ile işlendiği zaman isyana dönüşebilmektedir. Namaz, oruç, zekat, hac, cihad ve ilim öğrenmek gibi Rabbani eylemleri yerine getiren bir insan, bu eylemleri Rabbani bir niyetle yapmıyorsa, işlediği bu amellerin kendisine herhangi bir faydası yoktur. Resulullah (s.a.v.)’in yanında ve onunla birlikte savaşmak gibi yüce bir eylemi yerine getirmesine rağmen, niyeti Medine’deki hurmalıklarını korumak olan kişinin öldürülüp cehenneme yuvarlanması bu hususa açık bir örnektir. Bu kişi büyük bir fedakarlıkla savaşmasına rağmen Allah ve Resulü için değil, Medine’deki hurmalıklarını kurtarmak niyetiyle savaştığı için, bu eyleminin karşılığını görmemekte ve öldürüldüğü zaman şehid olarak cennete değil, kafir olarak cehenneme gitmektedir.
Aklıselim olan her mü’minin idrak edeceği gibi Resulullah (s.a.v.)’in niyeti para, kadın, mal veya makam değil, sadece ve sadece Allah’ın rızasıdır. Ancak niyet ne olursa olsun en ufak bir uzlaşmaya, en ufak bir sapmaya izin verilmemiştir. Bütün kardeşlerimizin bu noktayı kavramaları ve her konuda olduğu gibi, bu konuda da Resulullah (s.a.v.)’i kendilerine örnek almaları gerekir. Yaşadığımız çağın müslümanları, böylesi bir şuura şiddetle muhtaçtırlar. çünkü değişik İslam anlayışlarının bulunduğu birçok toplumlarda, bu değişik anlayışlardan hareket ederek farklı grup ve ekollere bölünen müslümaların ortak bir yönleri vardır. Bu ortak yön, hepsinin dilinde bayraklaşan "Niyetimiz İslam" sloganıdır.
O, amel bakımından hanginizin daha iyi olacağını denemek (ortaya çıkarmak) için ölümü ve hayatı yarattı.. 67-Mülk 2 Paylaşımın ve bilgilendirme için aro


Yanıt: Niyet

hasret
"Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır"

Halis niyet….Sadece Senin Rızan için….
Nasib eyle Ya Rabbi…

Allah razı olsun …


Soru: Niyet

gözyaşı
"Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır…

evet gercek den de nıyet çok önemlidir… bunu bılmek gerek


LeoparGS
Niyet

"Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Rasulü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Rasulü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.”

Niyet kalbin kastı, bir şeyi yapmaya yönelmesi olarak tarif edilegelmiştir lügatlarda. Hadis kitaplarından fıkıh eserlerine, tasavvuftan kelam konularına kadar bir çok alanda bahsedilen bir meseledir niyet. Efendimiz (aleyhissalatü vesselam)’dan şerefsüdûr olmuş bir çok hadis-i şerif bulunmaktadır hadis eserlerinde. Buhari hazretleri de yukarıda meâlini vermeye çalıştığımız hadis-i şerifle eserine başlamıştır. Bu hadis-i şerif Hz Ömer Efendimizin rivayet ettiği bir hadistir ve manevî mütevâtir derecesindedir. Hadis ıstılahı açısından meşhurdur. Bir çok İslam alimi bu hadis-i şerifi ele almış ve onu İslamın üçte biri olarak görmüşlerdir.

Niyet amellerin ruhu hükmündedir. Ameller ancak niyetle gerçek kıymetlerini kazanır ve değerlendirilecekleri yerde niyetlerine göre değerlendirilirler. Niyet sırlı bir iksir gibi ameller üzerinde rolünü oynar ve onların mahiyetlerini değiştirir. Cenab-ı Hak da insana niyetiyle muamele buyuracağını bildirmiştir. Bir hadis-i şerifte "Allah (celle celâlühü) sizin cisimlerinize ve şekillerinize bakmaz; O, ancak sizin kalblerinize, kalblerinizdeki niyetlere ve bu niyetlerle aynı çizgide bulunan amellerinize bakar” buyurulmaktadır.

İslam hukunda niyet önemli bir yere sahiptir. En başta insan iman dairesine niyetiyle girer. İmanın asıl rüknü kalbin ikrarıdır ki o da içteki niyettir. Kalbin kabulünün olmadığı iman, insanı münafık yaptığı halde; dil ile söylemenin imkan olmadığı yerlerde kalbin tasdiki, insanı cehennemden kurtarır. Diğer taraftan ibadetlerin içinde niyet bir şart olarak bulunur. İbadetler niyetle tamamiyet kazanır ve kabule karîn olur. Niyetsiz namaz bir spordan öteye geçemiyeceği gibi, oruç da vücuda zahmet vermekten ileri gidemez. Hac, niyet sayesinde turistik seyahat olmaktan kurtulur, zekat da boşa para harcamaktan.

Bediüzzaman hazretlerinin, bütün ilim hayatında öğrendiği şeylerin en önemlileri olarak saydığı şeylerden biri de niyettir. Niyet sıradan yapılan işleri dahi ibadet hükmüne geçirecek bir iksirdir. Yeme–içme, yatma–kalkma gibi günlük işlerimiz bile Efendimize benzemek niyetiyle ibadet olmaktadır. Niyetiyle insan Cenab-ı Hakk’ın rahmetine nâil olur. Sınırlı olan bu dünya hayatında insan, yaptığı şeylerle cenneti kazanamayacağı gibi, zahiren ebedi cehenneme girmesi de doğru görünmemektedir. Ne var ki insan imtihan için gönderilmiştir bu dünyaya. Nihayet bu imtihan da bir gün bitecek ve insanın karşılık göreceği bir gün olacaktır. İşte insana ebedi cennet alemlerini kazandıracak olan şey, dünyada sergilediği kulluğuna devam niyetidir. Devamlı itaat içinde olan, emir ve nehiylere karşı hassas yaşayan bir insan lisan-ı hâliyle demektedir ki; "Ya Rabbi! Değil elli-altmış sene, belki bin sene ömür versen de ben yine sana itaat içinde bir ömür sürdürmeye gayret edeceğim senin inayetinle.” Bu niyetiyle de insan, ebediyetleri peylemektedir ve bu yönüyle de "müminin niyeti amelinden hayırlıdır.” Aynı şeyi ehl-i küfür için de düşünmek mümkündür. Onlar da bir ömür isyanlarıyla ebedi isyan niyetlerini ortaya koymakta ve cehenneme ehil hale gelmektedirler.
Kalbdeki niyetin Allah rızasına odaklanması ve davranışların bu niyetle uyum içerisinde olmasına ihlas denmektedir. Üstad hazretlerinin ifadeleri içinde bir zerre ihlaslı amel batmanlarla halis olmayana müreccahtır. Niyeti Allah rızası olmayan bin rekat namaz, gösterişten öteye geçemez. Nitekim Allah Rasulüne (SallAllahu aleyhi ve sellem) çeşitli gayeler için savaşan insanların durumu sorulduğunda O, "Kim îlâyı kelimetullah için cihad ederse o Allah yolundadır” buyurur. Davranışların niyetlerle uyum içinde olmamasına da riya ve süm’a adı verilmektedir. Büyüğümüzün ifadeleri içinde mümin her an niyetinin şuurunda olmalıdır. Namazda, dua esnasında, evrad-ü ezkarda ve ibadete ait her işinde o, başlangıçtaki niyetini muhafaza etmelidir. Hatta nafile bir namaz esnasında niyetinde bir kirlenme olsa hemen o namazı kesmeli ve daha sonra devam etmelidir. Görünme, bilinme niyetiyle yapılan bütün güzel işler ne sahibine ne de topluma bir hayır getirir.
Niyet dua hususunda da çok önem arzetmektedir. Bir mümin duasında himmetini âlî tutmalıdır. Kudreti herşeye yeten Zâttan istenilebilecek en önemli şey de herhalde O’nun rızası olsa gerek. Sonra da derecesine göre diğer şeyler. Büyükler dualarında hep yüksek hedefler gözetmişlerdir. İstiğfar ederken günahlarını denizler mesâbesinde görmüş ve "binlerce, milyonlarca defa sana istiğfar ediyorum Allahım” deyip inlemişlerdir. Hocamız hergün belli miktar Cenab-ı Hakk’a istiğfarda bulunmayı tavsiye ederken, bazen bunu "milyar milyar defa ya Rabbi” demeyi de tavsiye buyurmaktadır. Salat-u selam getirirken de yine meseleyi bir sonsuza bağlama niyetiyle "Ya Rabbi senin ilmin ve malumun sayısınca Efendiler Efendisine salât-u selam olsun” demeyi tavsiye etmektedir.

Hadis-i şerifte işlenen diğer bir konu da hicrettir. Efendimiz (aleyhi ekmelüt-tehâyâ) hicret esnasında meydana gelen bir olay sebebiyle bu hadis-i şerifi irad buyurmuşlardır ama hadis-i şerifin içerdiği mana umumidir ve her şeye şâmildir. Bununla beraber hicrete ait hususi bir tarafının olduğu da muhakkaktır. Temel manada hicret asr-ı saadette ashab-ı kiramın gerçekleştirdiği hicrettir. Bu, bir dönem İslamın erkanı olarak da kabul edilmiştir. Bir dönem Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) İslama girmek isteyenlereden hicrete dair de biat almaktaydı. Bir mazereti olmaksızın hicret etmeyenler ayet-i kerimelerde kınanmaktaydı. Mekke’nin fethinden sonra ise bu zorunluluk kalkmış ve farklı bir keyfiyete bürünmüştür. Efendimiz (sallAllahu aleyhi ve sellem) "artık Mekke’nin fethinden sonra icret yoktur ama bunun yerine cihad ve niyet vardır” buyurur. Yani hicret sevabına nâil olmak isteyen bir insan, niyetiyle bunu kazanabilir.

Farklı devirlerde olduğu gibi günümüzde de sadece Allah rızası için din-i mübin-i İslamı dünyanın dört bir tarafına ulaştırmak için hicret edenlerin de yaptıkları niyetlerinin sıhhati ölçüsünde asıl olan hicretin birer izdüşümü sayılabilir. Bunun için de niyetin sıhhati ve devamiyeti çok önemlidir. Çeşitli yerlere giden hicret süvarilerinin gittikleri yerlerde duygu-düşünce bulanıklılığı yaşamamaları daima niyetlerini hatırlamalarına bağlıdır zannediyorum. Kimi yerde maddi manevi sıkıntılardan dolayı bir düşünce inhirafı olabileceği gibi, kimi yerde de dünyanın cazibesine kapılma, nefsin hoşuna giden şeylere yenik düşme bir niyet değişikşiği oluşturabilir ki hicret sevabının yok olmasına kadar insanı götürebilir. Hocamızın tavsiyeleri açısından bunlara maruz kalmamanın çaresi de daima niyeti tazeleyecek eserler okumak ve dinlemek, bunun yanında gerilimi yerinde arkadaşlarla beraber olmaktır. Niyetlerimizi kalibre edebilmenin en önemli yolları bunlardır zannediyorum. Bu arada çeşitli dünyevî sebeblerle yurdunu terketmiş olup gittiği yerde niyetini değiştirmek isteyenler de vardır ki bunlar da yeni hicret etmiş hale gelebilmektedirler. Mademki niyet işin mahiyetini değiştiren bir sırrı içermektedir; yapılan bir niyet değişikliği sıradan bir gurbeti hicrete dönüştürebilir.

Sonuç olarak, niyet bizim hem dünyevî hem de uhrevî işlerimizde çok önemli bir rol üstlenmektedir. Adeta her şey ona bina edilmişir. Cennet ve cehennem gibi iki önemli sonuç da insanın niyetiyle irtibatlandırılmıştır ki niyetin önemini belirtme adına çok dikkat çekicidir. O, sevabı günaha, iyiyi kötüye, kötüyü de iyiye çevirebilen bir iksir ihtiva etmektedir. Bize düşen de bu sırlı krediyi en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmaktır. Dualarda ulvî şeyler isteyerek, ibadetlerde şuurun hakkını vererek, hicretlerde maksadımızın farkında olarak ve sıradan işlerde dahi öteleri düşünerek niyetten beklenen gayeyi elde edebiliriz zannediyorum.

Abdullah Kadiroğlu


islamda niyet

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();