Kurtubi tefsirinden kureyş süresi tefsiri
Kayıtsız Üye
Kurtubi tefsirinden kureyş süresi tefsirine ihtiyacım var bana konu hakkında bilgiler verir misiniz ?
Cevap: Kurtubi tefsirinden kureyş süresi tefsiri
Muhasibi
Rahman ve Rahim Allah´ın Adı ile
Cumhurun görüşüne göre Mekke’de inmiştir. ed-Dahhak ve el-Kelbinin görüşüne göre ise Medine’de inmiştir. Dört âyettir. [1]
1. Kureyş’în güvenlik ve esenliği İçin
Bu sûrenin mana itibariyle kendisinden önceki sûre ile bağlantılı olduğu söylenmiştir. Şöyle buyurmaktadır: Kureyş’in güvenlik ve esenliği için yani birbirleriyle ülfet etmeleri yahut Kureyş’in ittifak etmesi için ya da Kureyş’in güvenlik duyarak her iki seyahatine alışması için Fil ashabını helak ettim.
Bu iki sûreyi, tek bir sûre olarak sayanlar arasında Ubeyy b. Ka’b da vardır. Mushaf’ında bu iki sûreyi birbirinden ayırmamıştır.
Süfyan b. Uyeyne dedi ki: Bizim iki sûreyi birbirinden ayırmayan ve her ikisini birlikte okuyan bir imamımız vardı.
Amr b. Meymun el-Evdi dedi ki: Ömer b. dllartab (r.a)’ın arkasında akşam namazını kıldık. Birinci rekatte "Andalsun incire ve zeytine" (et-Tin, 95/1) Sûresini, ikincisinde ise "Rabbinin Fil sahihlerine ne ettiğini görmedin mi?" (el-Fil, 105/1) ile "Kureyş’in güvenlik ve esenliği için" (Kureyş, 106-/1) sûrelerini okudu.
el-Ferra dedi ki: Bu sûre bundan önceki sûre ile bitişiktir. Çünkü yüce Allah, Mekkelilere, Habeşlilere yaptıkları ile üzerlerindeki büyük nimetini hatırlattıktan sonra; "Kureyş’in güvenlik ve esenliği İçin" buyurmaktadır.
Yani Biz, bunu Fil ashabına Bizden Kureyş’e bir nimet olsun diye yaptık. Çünkü Kureyşliler cahilıye döneminde ticaret maksadıyla Mekke’nin dışına çıkıp gidiyor, onlara baskın yapılmıyor ve kötü maksadla yaklaşılmıyordu. Araplar Onlar yüce Allah’ın Beytinin ahalisidir, diyorlardı. Nihayet Fil sahibi Ka’be’yi yıkmak, taşlarını alıp anlarla Yemen’de insanların haccedip ziyaret edecekleri bir ev yapmak istemişti. Yüce Allah onları helak etti (bununla) onlara (üzerlerindeki) nimetini hatırlatmaktadır. Yani yüce Allah, bunu Kureyş’in esenlik ve güvenliği için yaptı. Yani (ticaret maksadıyla) dışarı çıkmaya alışsınlar ve kimse onlara (baskın yapmak) cesaretini bulamasın.
Bu, Mücahid’in ve Said b. Cübeyr’in yaptığı rivayete göre: İbn Abbas’ın görüşünün ifade ettiği mana ile aynı şeydir. en-Nehhas bunu şöylece zikretmektedir: Bize Ahmed b. Şuayb anlattı, dedi ki; Bana Arnr b. Ali haber verdi, dedi ki: Bana Amir b. İbrahim anlattı ki bu kişi insanların hayırlılarından güvenilir bir zat idi dedi ki; Bana HaUab b. Cafer b. Ebi’l Muğire anlattı, dedi ki: Bana Said b. Cübeyr, ibn Abbas’tan yüce Allah’ın: "Kureyş’in güvenlikve esenliği için" şöyle dediğini nakletti: Benim Kureyş’in üzerindeki nimetim yaz ve kış yolculuklarında unların güvenlik ve esenlikleridir. (İbn Abbas) eledi ki: Onlar kışın Mekke’de kalıyorlar, yazı Taif’te geçiriyorlardı.
Bu açıklamaya göre ifade tamam olmamakla birlikte, ileride sûreyi açıklarken belirteceğimiz gibi âyet sonlarında vakıf yapmak caizdir.
Bu sûrenin (kendisinden önceki sûreye) bitişik olmadığı da söylenmiştir. Çünkü her iki sûre arasında ‘Bismillahirrahmanirrahim" bulunmaktadır. Bu ise önceki sûrenin bitişinin, yeni bir sûrenin başlamasının bir delilidir. (Surenin başındaki) "lam" harfi yüce Allah’ın: "İbadet etsinler" (3. âyet) buyruğuna taalluk etmektedir. Yani bunlar bu Beytin Rabbine ibadet etsinler Çünkü erzaklarını temin etmek maksadıyla yaz ve kış yaptıkları yolculuklarında onların güvenlik ve esenliğini sağlamıştır.
el-Halil de böyle demiştir: Bu sûre (Önceki ile) muttasıl değildir. Yüce Allah, şöyle buyurmuş gibidir: Allah Kureyş’e bir güvenlik ve esenlik vermiştir. O halde onlar da bu Beytin Rabbine ibadet etsinler. "Artık… ibadet etsinler" buyruğunda gecen "fe" harfinden sonra gelen fiilin "fe den önceki buyruklarda amel ediş sebebi, bunun atıf edatı olmayıp, zaid oluşundan dolayıdır. Tıpkı; "Zeyd’e gelince vur onu" demeye benzer.
Yüce Allah’ın: " Kureyş’in güvenlik ve esenliği için" buyruğunun başındaki "lam" harfinin taaccüb için geldiği de söylenmiştir. Yani Kureyş’in güvenlik ve esenliğine hayret ediniz. Bu açıklamayı el-Kisai ve el-Ahfeş yapmıştır. Bunun; anlamında olduğu da söylenmiştir.
İhn Arnir "ye"siz olarak, belli belirsiz hemzeli bir şekilde: diye okumuş. Ehıı Cafer ile el-Arec daha hafif (kolay) okumak isteğiyle hemzesiz olarak; diye okumuşlardır. Diğerleri ise; " Isındırdım, güvenlik verdim, ısındırırım güvenlik veririm" kökünden gelen bir fiil olarak açık bir hemze ile ve "ye" ile; ( 1M4V ) diye okumuşlardır. Şair de şöyle demiştir:
"Yıldızlar değiştiğinde güzel işler yapıp arttıranlar Ve esenlik yolculuğu için yola koyulanlar,"
"Onunla ülfet ettim, ülfet etmek" de denilir.
Yine Ebu Cafer: "Kureyş’in ülfeti için" diye de okumuştur. Bu her iki kullanımı şair şu beyitinde birlikte zikretmiş bulunmaktadır:
"Sîzler kardeşlerinizin Kureyş olduğunu ileri sürdünüz Onların bir ilfi olduğunu sizin de ilafınızın olmadığını."
el-Cevherî dedi ki: "Filan kişi bu yer ile ülfet etti (ona ısındı, alıştı), eder’" denilir. "Bir başkası ona alıştı" diye kullanılır. Yine aynı şekilde "O yere alıştım, alışırım" denilir. Aynı şekilde; şekii de (aynı anlamda) kullanılır. Buna göre mazide "ef’ale ve feâle" şekilleri aynı olmaktadır.
îkrime ise, emir olmak üzere "lam" harfi üstün olarak: "Alışsın, güvenlik ve esenlik bulsun" diye okumuştur. İbn Mesud’un mushafında ân böyledir. Emir "lam"ının fethalı okunuşu ise, İbn Mücahid ve başkalarının naklettiği bir söyleyiştir. İkrime: güvenlik ve esenliği için" şeklinde okuyanları ayıplardı. Mekkelilerden birisi de; diye okumuş ve Ebu Talibin kardeşi Ebu Leheb’e Rasûlullah (sav)’ı (ona iyi bakmasını, gözetmesini) tavsiye ederken söylediği şu beyitleri tanık göstermiştir.
"Sakın onu büyük bir musibete hayatta kaldığın sürece terketmeyesin!
Sen afif ve imdada koşan bir kişi ol!
Haşimiler topluluğunu saldırılara karşı koru!
Çünkü onların insanlar arasındaki ilafları (emanları) en hayırlı ilaftır."
Kureyşlilere, en-Nadr b. Kinane b. Huzeyme h. Müdrike b. İlyas b. Mudar soyundan gelenlerdir. Buna göre Kinane ve ondan sonrakilerin soyundan gelenler bir tarafa sadece en-Nadr soyundan gelenler Kureyşlidir. Kureyş’e nisbet bazan ‘ Kureyşi" şeklinde de yapılır, kıyasa güre de böyle olması gerekir. Şair de şöyle demiştir:
"Üzerinde heybet bulunan her bir Kureyşli ile…"
Eğer "Kureyş" ile belli sakinleri kastedecek olursak, bu kelime ınun«arif gelir. Eğer onunla kabileyi kastedersek gayrı munsarıf olur. Şair şöyle demiştir:
"Zor işlerde o Kureyş’e el verdi ve ona önderlik etti."
Kazanç elde etmek" demektir. " Toplandılar, bir araya geldiler” anlamındadır. Daha önceden Kureyşliler, Haremin dışında dağınık idiler. Kusay b. Kilâb, I iarem’de onları toplayıp biraraya getirdi ve orayı kendileri için mesken edindiler. Şair şöyle: demiştir:
"Bizim babamız Kusay’dır, o mücemmi’ (biraraya getirip toplayan) diye çağırılırdı Onunla Allah, Fihirli kabileleri toplayıp biraraya getirdi."
Cevap: Kurtubi tefsirinden kureyş süresi tefsiri
Muhasibi
Kureyşlîlerin Fihr b. Malik b. en-Nadr’ın soyundan gelenler, olduğu da söylenmiştir. Buna göre Fihr’in soyundan gelmeyen herkes, Kureyşli değildir. Ancak birinci görüş daha sahih ve daha sağlamdır. Peygamber (sav) dan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Bizler en-Nadr b. Kinane’nin çocuklarıyız. O bakîmdan biz ne annemizi itham ederiz, ne de kendimizi babamızdan başkasına nisbet ederiz."[2]
Vaile b. el-Eska’ da şöyle demiştir: Peygamber (sav) buyurdu ki: "Şüphesiz Allah, İsmailoğullarından Kinane’yi seçti. Kinaneoğullarından Kureyş’i seçti. Kureyş’den Haşimoğullarını seçti. Beni de Haşimoğulları arasından seçti." Bu sahih ve sabit bir hadistir. Bunu Buhârî, Müslim ve başkaları rivayet etmiştir.[3]
Onlara niçin Kureyş adı verildiği hususunda ise bir kaç görüş vardır.
1 Bu görüşe göre onlar, daha önceleri dağınık iken bir araya gelip toplandıklarından dolayı bu adı almışlardır. Tekarruş: Bir araya gelip toplanmak ve kaynaşmak demektir. Ebu Cilde el-Yeşkuri dedi ki:
"Onlar öyle kardeşler ki aleyhimize olarak günahları toplayıp biraraya getirdiler, Hem eski dönemlerinden beri, hem de yeni zamanlarında."
2 Kureyşliler, kendi kazançlarından yiyen tüccar kimseler oldukları için bu ismi almışlardır. Çünkü "tekarruş" kazanmak, kazanç elde etmek demektir. Kazanıp, mal toplayıp biraraya getiren kimsenin bu durumunu anlatmak üzere: "Kazanıp mal topladı, kazanıp toplar" denilir. el-Ferrâ dedi ki: İşte "Kureyş"e bu manadan hareketle bu isim verilmiştir.
3 Kureyşliler; hacılar arasında bulunan ihtiyaç sahiplerini araştırırlar, onun ihtiyacını karşılar, giderirlerdi. ‘Kars" de araştırmak, teftiş etmek demektir. Şair şöyle demiştir:
"Ey kötü halimize sevinen ve bizim durumumuzu araştırıp teftiş eden! Amrin ne îdinde; acaba bunun kalıcı kılma özelliği var mıdır?"
4 Rivayet edildiğine göre, Muaviye, İbn Abbas’a: Kureyş’e niçin Kureyş. adı verilmiş, diye sormuş, şu cevabı vermiş: Denizde en güçlü hayvanlardan birisi olup, adına el-Kırş (köpek balığı) denilen bir hayvandan ötürü bu isim verilmiştir. Bu hayvan başkalarını yer kendisini kimse yiyemez. Başka hayvanların üstüne çıkar, kimse onun üstüne çıkamaz, deyip Tubbaın şu beyitlerini nakletmiştîr:
"Kureyş (köpek balığı demek olan "kırş’ın küçültme ismi) denizde yaşayandır
İşte onun adı ile Kureyş’e Kureyş denilmiştir
Zayıfı da, semizi de yer o, ve asla terketmes
Orada iki kanatlıya hiçbir tüy bırakmaz.
İşte ülkeler arasında Kureyş kabilesi de böyledir
Onlar, ülkeyi hızlı bir şekilde yer bitirirler
Ahir zamanda onların bir peygamberi olacaktır
Aralarından öldürülenler, yaralananlar çoğalacaktır." [4]
2. Kış ve yaz yolculuklarında, kendilerini güvenlik ve esenliğe kavuşturduğu için.
Cevap: Kurtubi tefsirinden kureyş süresi tefsiri
Muhasibi
Mücahit! ve Hunıeyd "ye"siz ve "lam" harfi sakin olarak: " Güvenlikleri için" diye okumuşlardı. İbn Kesir’den de buna yakın bir rivayet nakledilmiştir. Aynı şekilde Esma’nın rivayet ettiğine göre o Rasûlullah (sav)’ı: ‘ Güvenlikleri için" diye okuduğunu işitınitir. İbn Abbas’lan ve bankalarından da bu şekilde rivayet edilmiştir.
Ebu Cafer ile Şamlılardan el-Velid ve Ebu Hayve "ye’ siz olarak ve belli belirsiz bir hemze ile şeklinde okumuşlardır.
Ebu Bekr’in rivayetine göre Asım ise birincisi hemzeli, ikincisi sakin olmak üzere iki hemzeli; diye okumuştur. Ancak her iki kelimede di: iki hemze ile okumak şaz bir okuyuştur.
Diğerleri ise, medli ve hemzeli olarak; diye okumuşlardır. Tercih olunan okuyuş şekli de budur. Bu lafız burada açıklamak için birinci "îlâf(güvenlik ve esenlik)"den bedeldir. Bu, ülfel edecek hale getirilenin durumunu anlatan; "Ülfet etti" fiilinin mastarıdır. ;O bizzat ülfet elli" demektir. da mastardır. Daha önce kıraatte açıklandığı üzere. Onların alışageldikleri ve güvenlik içinde yaptıkları yaz ve kış yolculukları… demektir.
İbn Ebi Necîh, Mücahid’den yüce Allah’ın: "Yaz ve kış yolculuklarında kendilerini güvenlik ve esenliğe kavuşturduğu için" buyruğu hakkında şöyle demiştir: Allah’ın Kureyş’e verdiği bir lütuf olarak ne kış, ne yaz yolculuğu onlara zor gelmezdi.
el-Herevi ve başkaları şöyle demiştir: Bu îlâf’ın sahihleri dört kardeştir. Bunlar Abdi Menafin oğulları Haşim, Abdu Şems, el-Muttalib ve Nevfel’diı. Haşim, Şam kralı ile ülfet (güvenlik ve eman) sağlamıştı. Yani Şam’a yaptığı ticarette emniyet altında olmasını sağlayacak şekilde ondan bir ahid ve güvence almıştı. Kardeşi Abdu Şems, Habeşistan ile el-Mullalib, Yemen ile Nevfel, Faris ile bu güvenliği anlaşarak sağlamıştı. "Himaye altına alır" demektir. İşte bu dört kardeşe ("himaye alanlar" anlamında): "el-mucirun" diye ad verilirdi. İşte Kureyş tacilleri de bu kardeşlerin aldıkları güvenlik taahhüdü sayesinde bu bölgelere gider gelirler ve kimse onlara ilişmezdi.
el-Ezherî dedi ki: İlâf; Himaye ve emane (koruma ve güvenlik altına almaya) benzer. Yük taşıyan develere (ve ticaretlerine) eman vermeyi anlatmak üzere: "Eman ve güvenlik verdi, verir" denilir. (el-Ezheri devamla) dedi ki: (Buyruğun) tevili şöyledir: Küreyşiler Haremde yaşıyorlardı. Onların ekinleri de yoktu, hayvancılık yapma imkanları da yoktu. Yaz ve kış mevsimlerinde güvenlik içerisinde ticaret yapıyorlardı. İnsanlar ise onların etraflarından kapılıp götürülüyor!ardı. Onlar herhangi bir taarruz ile karşılaştıklarında: Bizler Allah’ın Hareminin sakinleriyiz derler. O bakımdan insanlar onlara ilişmezdi.
Ebu’l Huseyn Ahmed b, Faris b. Zekeriya, Tefsir’inde şunu zikretmektedir: Bize Said b. Muhammed, Bekr b. Sehl ed-Dimyati’den, İbn Abbas’a kadar ulaşan kendi senediyle yüce Allah’ın: "Kureyş’in güvenlik ve esenliği İçin" buyruğu hakkında şunları söyledi: Yani yaz ve kış yolculuklarında onların güvenlik ve esenlikleri için. Şöyle ki; Kureyşlilerden herhangi birisine bir açlık isabet edecek olursa, o ve aile ferdleri belli bir yere giderler, kendileri için bir çadır kurarlar ve orada ölürlerdi. Nihayet Amr b. Abdi Menaf geldi. Kendi döneminde efendi ve lider birisi idi. Esed diye bilinen bir oğlu vardı. Mahzumoğullanndan da onun akranı olan birisi vardı. Esed o kişiyi sever, onunla oyun oynardı. Ona: Yarın bizler "afed" edeceğiz dedi. İbn Faris dedi ki: Bu, bu haberde yer alan bir lafız olup (son harfi) "dal" ile mi yoksa re ile mi bilemiyorum. Eğer re ile olursa muhtemelen toprak anlamına gelen "el-afer"den gelmektedir. Eğer dal ise hangi anlama geldiğini bilemiyorum.[5] Zannederim bunun anlatmak istediği, onların sözü edilen çadıra gidişleri ve biribiri arkasında ölümleridir.
(İbn Abbas devamla) dedi ki; Esed, annesinin yanına ağlayarak girdi ve akranının kendisine neler söylediklerini nakletti, Esed’in annesi o aileye yağ ve un gönderdi. Onunla birkaç gün daha yaşadılar. Arkasından yine arkadaşı yanına gelerek: Biz yarın toprağa gidiyoruz (afed ediyoruz) dedi. Yine Esed babasının yanına ağlayarak girdi ve ona arkadaşının durumunu haber verdi.
Bu hal Amr b. Abdi Menaf a ağır geldi. Kureyşliler arasında kalkıp bir hutbe irad etti. Onun emirlerine itaat ediyorlardı. Şöyle dedi: Sizler öyle bir çığır açtınız ki, bunun sonucunda sizler azalıyorsunuz, diğer Araplar çoğalıyor. Sizler zelil olurken Araplar güçleniyor. Halbuki sizler aziz ve celil olan Allah’ın Hareminin halkısınız. Ademoğuilarının en şereflilerisiniz. Sair insanlar size tabidir. Fakat sizin bu i’tifadmız (tenhaya çıkıp ölümü beklemeniz) neredeyse sizi bitirecek.
Bunun üzerine: Biz sana uyarız dediler. O da şöyle dedi; Şu adamdan Esed’in arkadaşının babasını kastediyor işe başlayın. Onu i’tifada çıkmak ihtiyacından kurtarın! Dediğini yaptılar.
Sonra o da develer boğazladı, koçları, keçileri kesti. Arkasından tirit yaptı, insanlara yemek yedirdi. O bakımdan ona Haşini denildi, bu beyiti şair onun hakkında söylemiştir:
"O Amr ki, kavmine tirit hazırladı
Mekkeliler ise kıtlık içerisinde ve (açlıktan) zayıf düşmüşlerdi."
Daha sonra, herbîr baba soyundan gelenleri kışın Yemen’e, yazın da Şam’a ticaret maksadı ile iki ayrı yolculuk yapmak üzere bir araya getirdi. Zenginin kazandığını fakir ile paylaştırdı. Nihayet onların fakirleri de zenginleri gibi öldü, Onlar bu hal üzere iken İslâm geldi. Araplar arasında Kureyşlilerden malı daha çok ve daha güçlü aynı babadan gelmiş başka kimseler yoktu. İşte şairlerinin şu beyiti bunu dile getirmektedir:
"Onlar, fakirlerini zenginlerine katıp karıştıranlardır Ta ki fakirleri muhtaç olmayan kimse gibi olana kadar.’
Yüce Allah, Rasûlü Muhammed (sav)’ı peygamber olarak gönderinceye kadar onlar bu hal üzere devam ettiler. Yüce Allah da şöyle buyurdu: "Artık onlar bu beytin Rabbine ibadet etsinler. O ki kendilerini" (3. âyet) Haşim’in yaptıkları sayesinde "açlıktan doyuran" ve arablar çoğalırken kendilerinin azalmaları "korkusundan kendilerine güvenlik verendir." (4. âyet)
Yüce Allah’ın: "Kış ve yaz yolculuklarında" buyruğundaki: "Yolculuk" lafzı, mastar sebebiyle nasbedilmiştir ki; " Yolculuk yapmaları" anlamındadır. Yahutta "kendilerini güvenlik ve esenliğe kavuşturduğu için" buyruğunun onda amel etmesi sonucu ya da zarf olarak nasbedilmiştir. Eğer "Onlar biri yaz, biri kış olmak üzere iki yolculuktur" anlamında ref konumunda kabul edilirse de caiz olur. Ancak birincisi daha uygundur.
"Yolculuk"; Yolculuk yapmak" demektir. Bu iki yolculuktan birisi kışın Yemen’e yapılırdı. Çünkü orası sıcak bir ülkedir. Diğeri ise yazın Şam’a yapılırdı. Çünkü orası soğuk bir ülkedir.
Muhasibi
Yine İbn Abbas’tan şöyle dediği nakledilmiştir: Sıcak olduğu için kışı Mekke’de geçirirlerdi. Havası dolayısıyla yazı da Taif’de geçirirlerdi. Kış soğuğunun etkisini üzerlerinden giderecek sıcak bir yerlerinin, diğer taraftan yazın sıcağının etkisini üzerlerinden giderecek soğuk bir bölgelerinin bulunması, o kavmin üzerindeki en üstün ve değerli nimetlerdendir. İşte yüce Allah, onlara bu nimeti hatırlatmaktadır. Şair şöyle demiştir:
"Bir nimet olarak kışı geçirir Mekke’de Yazlığı ise Taiftedir." [6]
Burada dört konunun, dört ayrı başlık halinde ele alınması gerekmektedir:
1 Kur’ân Okurken Vakıf (Durak) Yapmak:
Kadı Ebu Bekr İbnu’l Arabî ile diğer âlimlerin tercihine göre yüce Allah’ın: "Güvenlik ve esenliği için" (2. âyet) (anlamındaki) buyruğu, kendisinden önceki buyruklara taalluk etmektedir. Bu buyruğun kendisinden sonraki bir buyruğa taalluku ise caiz değildir. Ondan sonra gelen buyruk: "Artık onlar bu Beyt’in Rabbine ibadet etsinler" (3. âyet) buyruğudur. (İbnu’l Arabi) dedi ki: Bu buyrukla ilişki yeni bir ifade ve yeni bir açıklama ile kesilip "Bismillahirrahmanirrahim" satırı yazılmakla birlikte, bundan önceki sûreye taalluk ettiği sabit olduğuna göre; kıraat esnasında Kur’ân okuyanların, ifade tamam olmadan önce vakıf yapmalarının caiz olduğu da açıkça ortaya çıkmaktadır. Kıraat alimlerinin rivayet ettikleri vakıflar, şer’an Peygamber (sav)’dan rivayet edilmiş değildir. Onlar bu yolla öğrencilere manaları öğretmek istemişlerdir. Öğrenciler bu manaları öğrendikten sonra artık diledikleri yerde vakıf yaparlar. Nefesin kesildiği yerde vakıf yapılabileceği hususunda ise görüş ayrılığı yoktur. Böyle bir durum ile karşı karşıya kalınacak olursa, daha öncesini tekrar okumaya gerek yoktur. Ancak nefesin yetersizliği dolayısıyla durulan yerden tekrar okumaya başlanılır. Bu hususla benim görüşüm budur. Onların söylediklerine herhangi bir şekilde delil bulunmamaktadır. Ancak ben onların dediklerinin dışına çıkmayı hoş karşılamadığım için mananın tamam olduğu yerde vakıf yapmayı esas kabul ederim.
Derim ki: Bu görüşün doğruluğunun delillerinden birisi de Peygamber (sav)’ın; "Elhamdu lillahi Rabbi’l alemin" deyip, vakıf yapması sonra "errahmani’rrahim" dedikten sonra tekrar vakıf yapmasıdır, tiu daim önceden bu kitabın mukaddimesinde (Mukaddime, yüce Allah’ın kitabının okunuş keyfiyeti… başlığında) geçmiş bulunmaktadır.
Müslümanlar, yüce Allah’ın: "Sonunda onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi" buyruğunun nihayetinde vakıf yapmanın çirkin olmadığını ittifakla kabul etmişlerdir. Bu (Fil) sûre birinci rekatte okunup ondan sonraki sûre (Kureyş sûresi)de İkinci rekatte okunabildiği ne göre ve arada kıraat kesilmekle beraber nafhazın bir takim rükünleri de eda edildiğine göre, burada vakıf yapmanın çirkin olduğu nasıl söylenebilir? İlim adamları arasında bunu hoş görmeyen hiçbir kimse yoktur. Bunun tek bir gerekçesi sadece yüce Allah’ın: "Sonunda onları yenmiş ekin yaprağı gibi yapıverdi" buyruğunun bir âyet sonu olmasıdır. Buna göre, kıyas yapılacak olursa ifade ister tamam olsun ve maksad sona ersin, ister olmasın ve maksad sona ermesin âyetlerin sonlarında vakıf yapmak uygun olmayan bir şey olarak görülmemelidir.
Aynı şekilde fasılalar (âyetlerin sonlarındaki harfler) muntazam olan ilâhi kelâmın süsü ve ziynetidir. Eğer bu fasılalar olmasa bu muntazam kelam ile nesir arasında da bir fark görülmezdi. Muntazam ifadelerin daha güzel olduğu da açıktır. Böylelikle fasılaların muntazam sözlerin güzelliklerinden olduğu da sabit olmaktadır. Buna göre fasılalar üzerinde vakıf yapmak sureliyle Kur’ân’ın fasılalarını açığa çıkartan bir kimse Kur’ân’ın güzelliklerini de açığa çıkarmış olur. Ayet sonlarında vakıf yapmayı terketmek, bu güzellikleri örter ve nesri bu muntazam söze benzetmiş olur. Bu ise okunan lafzın hakkını ihlal etmektir. [7]
2 Yaz ve Kış Zamanları ile Bunlara Dair Bazı Hükümler:
Mâlik dedi ki: Kış, senenin yarısı, yaz da senenin öbür yarısıdır. Ben Rabia b. Abdurrahman (Rabiatu’r Re’y) ile onunla birlikte olanların sarıklarını Süreyya yıldızı çıkıncaya kadar çıkarmadıklarını görüp duydum. Bu ise Bişnesa [8] ayının ondokuzuncu günüdür. Rumların yahut Farsların hesabi arına göre yirmibeşinci güne rast gelir.
Süreyya yıldızının doğması ile zekât toplayıcılarının bu maksatla (zekât toplayacakları yerlere) çıkmaları insanların davarlarıyla su kenarlanna gitmeleri zamanını kastetmiştir. Süreyya yıldızının doğuşu yazın başlangıcı ve kışın sonudur.
Bu, bu hususta onun arkadaşlarının kendisinden herhangi bir ayrılıkları sözkonusu olmaksızın rivayet ettikleri bir husustur. Sadece Eşheb ondan şunu rivayet etmiştir: (İkizler burcunu teşkil eden yıldızlardan) üç parlak yıldız olan ".eiHak’a" kaybolduğu takdirde, gece kısalmaya başlar. Süreyya yıldızının doğuşu yazın başı kabul edildiğine göre, bu yıldızın mutlak oiarak senede yazın bitişinden sonra altı ay, kışın da altı ay olması gerekir.
Muhammed b. Abdu’lHakem’e kış girene kadar bir kişiyle konuşmamak üzere yemin eden bir kimse hakkında sorulan soruya şu cevabı vermiştir; Hatur ayından onyedi gün geçmedikçe onunla konuşamaz, Şayet yaz girene kadar diyecek olursa bu sefer Bişnes’den onyedi gün geçmedikçe onunla konuşamaz.
el-Kurazi dedi ki: Bunun Muhammed’den Bişnes ayı hakkında böyle dediğini zikretmek bir yanılmadır. Bişnes’ten geçmesi gereken gün sayısı ondokuzdur. Çünkü herbir konak için onüç gün hesabı ile konakları hesab edecek olursak, Hâtûr’den itibaren ondokuz günün menzillerinin ancak Bişnes’den ondokuz gün girmesi ile tamamlanabileceği anlaşılır. Doğrusunu en iyi biten Allah’tır. [9]
3 Mevsimlerin İsimleri:
Bazıları şöyle demiştir: Zaman dört bölümdür: Kış, bahar, yaz ve sonbahar. Diğer bazıları da şöyle demiştir: Kış, yaz, aşın sıcak ve sonbahar. Ancak Malik’in söylediği daha sahihtir. Çünkü Allah, (bu sürede) zamanı iki kısma ayırmış, bunlara üçüncü bir kısım ilave etmemiştir. [10]
Muhasibi
4 Yazlık ve Kışlık Edinmenin Hükmü:
Yüce Allah, Kureyş’in önceden geçtiği üzere yaz ve kış olmak üzere iki yolculuklarını bir lütuf olarak onlara hatırlatması, kişinin bu iki zamanda iki yer arasında gidip gelmesinin (yaz ve kış ayrı yerlerde kalmasının) caiz olduğuna delildir.
Bunlardan birisinin hali herbir zamanda diğerinden daha iyidir. Mesela, yazın denize yakın yerlerde oturur, kışın ise kıble tarafında kalır.
Ayrıca serinlemek için evlerde gerekli pencerelerin açılması ve keten türü elbiseler edinmenin, ısınmak için ise kürk ve kalın elbiseler giyinmenin caiz olduğunu da göstermektedir. [11]
3 Artık onlar, bu Beyt’in Rabbine ibadet etsinler.
Yaz ve kış yolculuklarında onlara güvenlik ve esenlik verdiği için yüce Allah onlara kendisine ibadet etmelerini ve kendisini tevhid etmelerini emretmektedir.
(Âyetin) başına "fe" harfinin gelişi, ifadelerde şart anlamı bulunduğundan dolayıdır. Çünkü anlam şöyledir: Madem öyle (bunca nimetler için ibadet etmiyorlar), artık hiç olmazsa onlara güvenlik ve esenlik verdiği için ibadet etsinler, demektir. Bu da şu anlama binaendir: Yüce Allah’ın onların üzerindeki nimetleri sayısızdır. Şayet diğer nimetleri sebebiyle O’na ibadet etmiyorlarsa o halde, apaçık bir nimet olan bu bir nimet dolayısıyla O’na ibadet etsinler.
"Beyt"; Ka’bedir. Yüce Allah’ın kendisini bu Beyt’in Rabbi olarak tanıtmasında iki vecih sözkonusudur. birincisine göre, onların başka birtakım putları vardı. Yüce Allah, böylece kendisini o putlardan ayırdetmiş olmaktadır.
İkincisi, onlar bu Beyt sayesinde diğer Araplardan üstün ve şerefli kılınmışlardı. Yüce Allah, nimetini hatırlatmak üzere onlara bunu zikretmiş olmaktadır.
"Artık onlar, bu Beyt’in Rabbine ibadet etsinler" buyruğu söyle de açıklanmıştır: Onlar iki yolculuğa alışıp güvenlik duydukları gibi, Kabe’nin Rabbine ibadete de alışsınlar.
İkrime dedi ki: Kureyşliler (Suriye topraklarındaki) Busra’ya bir yolculuk ve Yemen’e de bir yolculuk yapmaya alışagelmişlerdi. Onlara: "Artık onlar bu Beyt’in Rabbine İbadet etsinler." Yani Mekke’de ikamet ikamet etsinler, denildi. Kış yolculuğu Yemen’e, yaz yolculuğu da Şam’a yapılırdı. [12]
4. O ki, kendilerini açlıktan doyuran ve korkudan kendilerine güvenlik verendir.
"O ki, kendilerini açlıktan" sonra "doyuran ve korkudan kendilerine güvenlik verendir."
İbn Abbas dedi ki: Bu İbrahim (a.s)’ın duası sayesinde olmuştu. O şöyle dua etmişti: "Rabbim, burayı emin bir belde kıl! Halkından … iman edenleri mahsullerle mıhlandır." (el-Bakara, 2/126)
İbn Zeyd dedi ki: Araplar birbirlerine baskın ve talan yaparlardı. Biri diğerini esir alırdi. Haremin konumu dolayısıyla Kureyşliler bunlardan yana emniyet içindeydi. İbn Zeyd daha sonra: "Biz onları… herşeyin mahsullerinin toplandığı güven dolu bir Harem’de yerleştirmedik mi?" (el-Kasas, 28/51) âyetini okudu.
Şöyle de açıklanmıştır: Yaz ve kıs yolculuk yapmak, onlara ağır gelmeye başladı. Yüce Allah, Habeşi ilerin kalblerine onlara gemilerde yiyecek götürme isteğini yerleştirdi. Onlar da oraya yiyecek götürdüler. Küreydiler onlardan korktu. Kendileriyle savaşmak üzere geldiklerini zannetti. Gerekli tedbirlerini alarak karşılarına çıktılar. Kendilerine yiyecek getirdiklerini ve gıdalarla imdatlarına yetiştiklerini gördüler. Bunun üzerine Mekkeliler, deve ve eşekleriyle Cidde’ye çıkıyorlar, iki gecelik mesafeden yiyeceklerini alıp geliyorlardı.
Bu "ycdirnıe"nin şu olduğu da söylenmiştir: Onlar Peygamber (sav)’ı yalanlayınca kendilerine beddua ederek şöyle dedi: ‘Allah’ım bu yılları sen onların Üzerine Yusuf’un kıtlık yılları gibi kıl."[13]Bunun üzerine kıtlık ağır bir şekilde bastırdı. Ey Muhammed Bizim için Allah’a dua et. Şüphesiz biz iman edeceğiz dediler. Peygamber dua edince Yemen topraklarından Tebale ve Cureş denilen yerlerde ekinler bitti. Onlar da Mekke’ye yiyecek getirdiler. Böylelikle Mekkeliler bolluğa kavuştular.
ed-Dahhak. erRabî’, Şerik ve Süfyan şöyle demiştir: "Korkudan" yani cüzam korkusundan "kendilerine güvenlik verendir." Kendi beldelerinde cüzam onlara isabet etmez.
el-Ameş dedi ki: "Korkudan" beraberlerinde Fil bulunan Habeşlilerin korkusundan "kendilerine güvenlik verendir."
Ali Cr.a) da şöyle demiştir; Hilafetin kendilerinden başkaları arasında bulunmasından yana, içine düşecekleri korkudan yana kendilerine güvenlik verendir.
Şöyle de açıklanmıştır: Krallardan güvenlik içerisinde seyahat etmek için
gerekli izin ve teminatları almaları hususunda Allah onlara kafi gelmiştir (yardımcı olmuştur). Doğrusunu en iyi hilen Allah’tır. Lafız umumidir. (Bütün bu anlamlan kapsamına alır). [14] (Kureyş Sûresi burada sona ermektedir. Allah’a hamd olsun).
Muhasibi
1] İmam Kurtubi, el-Camiu liAhkami’lKur’an, Buruç Yayınları: 19/369.
[2] Huhârî, et-Tarihu’l’Kebir, VII, 274; Taberî, Câmiu’lBeyân, XV, H6; Ahmet! h. Amr eŞeybanî, el-Ahâd oe’lMesâni, II, 165, 166; Taherânî, Sağır, I, 144, Kebîr, il, 2H(S. VII, 274; İbn Ahdi’1Berr, el-îstîâb, I, 277; Heysemî, Meenıa’, 3, 195, VIII, 218
[3] İbn Hibban, Sahih, XIV, 242; TirmUi, V, 5H3; Müsned, [V, 107.
[4] İmam Kurtubi, el-Camiu liAhkami’lKur’an, Buruç Yayınları: 19/369374.
[5] Aynfadâr kökünden gelen bu kelimeyi İbn Fâri.s, Mücmelu’lLuğa, Makayisu’lLuğa m el I sözlüklerinde zikreımemiştir. Bu kökten gderı itifad (afed etmek): Kişinin k;ıpısıııı üzerine kapatarak, açlığından ölene kadar kimseden l~>ir şey dilenmemesi demektir. (Firıızabadi, Kamus, 382; İbn Manzur, Lisanu’lArab, 111,
[6] İmam Kurtubi, el-Camiu liAhkami’lKur’an, Buruç Yayınları: 19/374378.
[7] İmam Kurtubi, el-Camiu liAhkami’lKur’an, Buruç Yayınları: 19/378379.
[8] Hişnes fliişnis), ayı İslâm’chn ftnoe Mısırlıların kullandıkları takvimin beşinci ayıttır. Biraz sonra sözkonusu edilerek "Hâtûr" ay’ı ela aynı uıkvimin onbirind ayıdır. (Mııhammed Mahnnıci Hattah esSüKkî, el-Menhelu’lAzbi’lMevrûd, III, 302.
[9] İmam Kurtubi, el-Camiu liAhkami’lKur’an, Buruç Yayınları: 19/379380.
[10] İmam Kurtubi, el-Camiu liAhkami’lKur’an, Buruç Yayınları: 19/380.
[11] İmam Kurtubi, el-Camiu liAhkami’lKur’an, Buruç Yayınları: 19/380.
[12] İmam Kurtubi, el-Camiu liAhkami’lKur’an, Buruç Yayınları: 19/381. [13] Buharı, I, 277, 341, V, 2290, 234H, VI, 2546; Ebu Davud, 11, 68; Nesai,
kureyş suresi tefsiri, kureyş suresi tefsiri ibni kesir, kureyş suresi taberi tefsiri