Küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek” ve “imanın varlığından şüphe etmek” arasındaki fark nedir?

Küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek" ve "imanın varlığından şüphe etmek" arasındaki fark nedir?

qnqster
oncelikle konuyu acan arkdaş ben değilim ama arkdaşın yazdıkları benim söyleyip acıklayamadıklarımla aynı bendede aynı konu var islami bilgisi olan brisi yardımı olabilir mi tşkürler

Ben din kitaplarında okuduğuma göre, bir insan bir söz ile küfre girebilir ve kafir olabilir. Ve bu nedenle hemen imanını tazelemesi gerekir.
forumduasi.com/sizden-gelen-sorular/204676-kufre-dusme-ihtimali-uzerine-iman-tazelemek-ev-imanin-varligindan-suphe-etmek-ve-bu-konuda-vesveselerim.htmlKüfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek ev imanın varlığından şüphe etmek – ve bu konuda vesveselerim
Hatta bir insan farkına bile varmadan küfre düşürücü bir söz söylemiş olabilir ve bu nedenle bir günde aklına gelince arada bir imanını tazelemesi gerekir.

Bir Hadis-i Şerif meali de şöyledir: (Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Halbuki ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi]

Bir de okuduklarıma göre doğru bir imana sahip olmak için "imanım var mı yok mu" diye düşünmemeli, şüphe etmemeli, "kesinlikle imanım var" demelidir yazıyor. Yani "İmanım var mı yok mu" diye şüphe eden kimsenin de imanı gidiyor.

Fakat ben tam olarak anlamıyorum, hem "küfre sebeb olan bir iş yapmışsam" diye iman tazelemek gerektiği bildiriliyor, hem de hiç bir zaman imanının varlığından şüphe etmemek gerektiği bildirliyor.

Zaten "küfre sebeb olan bir iş yapmışsam" diye iman tazelemek, bazen imanın varlığından şüphe edip "şu an imanım gitmiş olabilir ve Kelime-i Şehadet getirerek tekrar imana geleyim" diye iman tazelemek ile aynı değil mi?

Bir de imanının varlığından şüphe etmeyen bir kimse, neden "küfre sebeb olan bir iş yapmış olabilirim" diye imanını tazeliyor? O kişi zaten imanının varlığından emin değil mi?

Bana işte böyle vesveseler geliyor.
Bana hemen hemen her an her saniye "olur ya küfre düşürücü bir iş yapmışsam" diye veya "ya şu yaptığım iş küfür ise? Ya şu söylediğim söz küfür ise?" gibi düşünceler geliyor ve ben de Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadet getiriyorum (imanımı tazeliyorum).

Fakat tam Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadet getirirken bu kez de "sen imanın yok mu da Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadet getiriyorsun? İmanın varsa getirme, çünkü zaten imanın var. Getirdiğinde göre demek ki sen imanının varlığından emin değilsin, yani şüphe içindesin, imanının varlığından şüphe eden de kafir olduğuna göre sen de bir kafirsin" diye düşünceler geliyor. Bu düşünceler beni korkutuyor ve tekrar Kelime-i Tevhid ve Şehadet getiriyorum.

Böylece bu vesveselerden dolayı, bir kere Kelime-i Tevhid veya Şehadet getirdim mi tekrar tekrar tekrar tekrar getirmeye başlıyorum (yani takılıyorum, başlacağım bir işe zor başlıyorum).

Hatta bazen bu vesveseler gelir de gene takılırım diye Kelime-i Tevhid ve Şehadet getirmeye korkar bile oluyorum.

Bilenlere 2 sorum olacak:
"Küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek" ev "imanın varlığından şüphe etmek" arasındaki fark nedir?

Bu vesveseli hallerden nasıl kurtulabilirim?

Bana yardımcı olursanız çok sevinirim, sağolun


Cevap: Küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek" ve "imanın varlığından şüphe etmek" arasındaki fark nedir?

Fetva Meclisi
< Böylece bu vesveselerden dolayı, bir kere Kelime-i Tevhid veya Şehadet getirdim mi tekrar tekrar tekrar tekrar getirmeye başlıyorum (yani takılıyorum, başlacağım bir işe zor başlıyorum).

Hatta bazen bu vesveseler gelir de gene takılırım diye Kelime-i Tevhid ve Şehadet getirmeye korkar bile oluyorum.

Bilenlere 2 sorum olacak:
"Küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek" ev "imanın varlığından şüphe etmek" arasındaki fark nedir?

Bu vesveseli hallerden nasıl kurtulabilirim?

Bana yardımcı olursanız çok sevinirim, sağolun >

İnsan bilmediğinden sorumlu değildir. Şeytanın size bu konuda vesvese vererek hak dinden uzaklaştırmasına izin vermeyin. Durumunuz vesveseden ibarettir. Şeytan sizi hak dinden uzaklaştırmak için bu şekilde vesvese verir.
İçinizdeki şüpheler sizi dinden çıkarmaz. Bunlar şeytanın sözleridir sizin sözleriniz değildir. Bu sebeple bu konuda aklınıza gelen sözlere ehemmiyet vermeyiniz. Ehemmiyet vermezseniz çabuk kaybolurlar.

Vesvese bir şeytan işidir, şeytandan kaynaklanan bir musibettir. Şeytanın kalbi kurcalaması, karıştırmasıdır. Şeytanın tek hedefi kalbdir. Tek emeli, kalbi bozmak, onu işe yaramaz hale getirmektir.

Neden kalb şeytanın hedef tahtasıdır? Cevabı Kur’ân’-dan alalım:

"Bilin ki, Allah kişinin kalbine ondan daha yakındır."(1) "Kim Allah’a iman ederse, Allah onun kalbine hidayet verir."(2)

"Kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur."(3) "İmanlarına iman katmak için mü’minlerin kalblerine sükûnet ve emniyet veren Odur."(4)

"Allah size imanı sevdirdi, onu kalblerinize benimsetti."(5) "Mü’minler o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer."(6)

Kalb hakkında yüzlerce âyetten sadece mealini verdiğimiz bu birkaç âyette kalbin şu özelliklerini öğreniyoruz:

1. Allah kalbe yakındır.
2. Allah kalbe hidayet verir.
3. Kalb Allah’ın zikriyle huzura kavuşur.
4. Allah kalbe sükûnet ve emniyet verir.
5. Allah imanı kalblere benimsetir.

Evet, kalb imanın merkezi, zikrin merkezi, hidayetin merkezi, sükûn ve huzurun merkezi ve bütün duygularımızın merkezidir. Şeytan ise mü’mindeki bütün bu güzelliklerin düşmanıdır. Mü’mini bunlardan mahrum kılmak için elinden gelen düzenbazlıkları, hileleri ve oyunları yapar. Bunun için bütün mesele kalbi şeytanın hilelerinden uzak tutmaktır. Yoksa kalb bir kere bozuldu mu, bütün beden ve duygular bozulur. Hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, "Dikkat ediniz!
Bedende bir et parçası vardır; o düzeldiğinde bütün beden düzelir, o bozulduğunda da bütün beden bozulur."

Vesvese ilk defa şüphe şeklinde gelir. Şeytan önce şüpheyi kalbe atar. Ancak kalb hemen tepki gösterir, savunmaya geçer. Fakat savunmayı bırakır, kabul ederse, şeytan birinci atışta hedefe isabet ettirmiş demektir. Fakat kalb kabul etmezse, orada bir iz bırakır, sonunda bir pus, bir leke oluşturur. Bir süre sonra hayal aynasına bazı pis düşünceler yansır, edebe aykırı bazı çirkin görüntüler oluşur. Zaten bu görüntü ve leke kalbin hırçınlaşıp feryat etmesine, sıkılıp daralmasına kâfi gelmiştir. Sonunda "Eyvah!" diyerek ilk hastalık mikrobunu kapmış olur ve ümitsizliğe düşüverir.
Vesvese mikrobunu kapan insan, kalbinin Rabbine karşı edepsizlikte bulunduğunu sanır, telaşa kapılır, titrer ve birdenbire heyecan dalgası bedeninin her yanım sarar. Bütün duygular yaralanmıştır, kalb penceresi puslanmış görüntüler netliğini kaybetmiştir. İnsan bu halden kurtulmak için çırpınıp durur. Ancak kalbinin gerçek sesine, yani kalbe gelen melek ilhamına kulak vermediğinden bir an için kendini boşlukta hisseder ve neticede huzurdan kaçar, gaflete dalar.
Evet, artık iyice mikrop kalbi sarmıştır. Bu anda insan bîçaredir, çaresizdir. Kurtuluş yollarını, tedavi çarelerini arar. Bu yaranın merhemi ve ilacı nedir?

Vesvesenin tedavi yolu:

Birinci tedavi: Bu durumda en önemli mesele, heyecana yenilip telâşa kapılmamaktır. Böyle bir vesveseye kapılan insan telaşa düşmemeli, endişe etmemelidir. Telâş ve endişeye sebep olan şeyin gerçekte var olması gerekir. Oysa kalbe ve hatıra gelenler, birer hayal ürününden başka I bir şey değildir. Hayalden geçen çirkin şeylerin bir değeri, bir önemi yoktur. Üstelik insana bir zarar da vermez.

Bunun için insanın küfre iten şeyleri hayal etmesi onu küfre götürmediği gibi, edebe aykırı birşeyi düşünmesi de E edepsizlik olmaz. Çünkü bir şeyin hayalden geçirilmesi bir l karar ve hüküm sayılmaz. Bundan dolayı insanı bağlamaz, iyiliğinin veya kötülüğünün delili sayılmaz, hakkında bir sonuca götürmez. Oysa edepsizlik, kötü söz ve çirkin bir kelimenin ifadesi bir hükümdür. Küfrü ve çirkin sözü hayalinden geçiren insan bunu söylemiş değildir ki mes’ul durumda kalsın.

İkinci tedavi: Kalbe gelen çirkin sözler, edebe aykırı haller kalbten gelmiyor, bunun için kalbe ait değildir. Çünkü bu sözlerden kalb rahatsızdır; sıkılıyor, daralıyor. Kalbin bir ürünü olmadığı için bir kuruntu ve evhamdan başka bir şey değildir. Kalbten kaynaklanmadığına göre, şeytandan kaynaklanıyor, belki kalbe yakın olan şeytanın lemmesinden geliyor.

Lümme-i şeytaniye hadiste şöyle ifade edilmektedir:

Hadisi Abdullah bin Mes’ud rivayet etmektedir. Resul-i Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
"Âdemoğlunda bir şeytanın lemmesi vardır, bir de meleğin lemmesi vardır. Şeytanın lemmesi, şerre (küfür, günah ve zulme) teşvik etmek ve hakkı yalanlamaktır; meleğin lemmesi ise iyiliği ilham etmek ve hakkı tasdik etmektir. Bunu her kim vicdanında hissederse Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamdetsin. Öbürünü hisseden de şeytandan Allah’a sığınsın. Daha sonra Resulullah (a.s.m.) şu âyeti (meali) okudu: ‘Şeytan sizi fakir düşmekle korkutur da, cimriliğe ve kötülüğe teşvik eder. Allah ise Kendi hazinesinden size mağfiret ve bolluk vaad ediyor…"(7)

Hadis-i şerifte geçen lemme, hadis âlimleri tarafından "şeytanın inmesi, yakınlığı, dokunması ve vesvesesi" olarak açıklanırken, meleğin lemmesi de "ilham" olarak izah edilmektedir.
Lemme, şeytan ve meleğin kalbteki üssü, merkezi, karargâhı ve santralıdır. Bunlar birbirlerine çok yakındır. Şeytan kendi karargâhından kalbe devamlı vesvese okları fırlatarak insanı küfre, isyana ve günaha çağırır, hakkı ve hakikati reddetmeye yöneltir; melek de şeytanın lemmesini bertaraf etmek için karşı atağa geçer, ilham vererek, onu hayra, güzelliklere, sevaba ve hakka çağırır.
İşte insanın kalbine gelen, hayal aynasına yansıyan bu çirkin sözler, şeytanın santralından gelmektedir.

Aynı kalbde şeytanın santralı ile meleğin santralının birbirine yakın olması, aynanın parlak yüzü ile mat yüzünün birarada bulunmasına benzer. Bir başka ifadeyle bir kütüphanede iyi kitapla kötü kitabın yanyana durması gibidir.

Bunun için melek ilhamı ile şeytan vesveseninin birbirine yakın olması insana bir zarar vermez.
Nasıl olursa, insan vesveseden zarar görür?

İnsan vesvesenin zarar vereceği vehmine kapılır, zarar verdiğini düşünürse zarar görür. Böylece kalbini sıkıntıya sokmuş, ıztıraba sürüklemiştir. Çünkü hayali hakikat sanmıştır. Bir şeytan işi olan vesveseyi kendi kalbine mal etmiştir. Şeytanın vesvesesini kalbinden gelen bir söz gibi kabullenmiştir. Yani vesvesenin zarar verdiği kanaatine varmış, zarar görmüştür. Tehlikeli sanmış, tehlikeye düşmüştür. Zaten şeytan da böyle bir şeyi istemektedir ve şeytanın dediği olmuştur.
Bundan kurtulmak için ne yapmalı? Hadiste de bildirildiği gibi, hemen şeytanın şerrinden Allah’a sığınmalıdır.Vesvese bir şeytan işidir, şeytandan kaynaklanan bir musibettir. Şeytanın kalbi kurcalaması, karıştırmasıdır. Şeytanın tek hedefi kalbdir. Tek emeli, kalbi bozmak, onu işe yaramaz hale getirmektir.

Neden kalb şeytanın hedef tahtasıdır? Cevabı Kur’ân’-dan alalım:

"Bilin ki, Allah kişinin kalbine ondan daha yakındır."(1) "Kim Allah’a iman ederse, Allah onun kalbine hidayet verir."(2)

"Kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzura kavuşur."(3) "İmanlarına iman katmak için mü’minlerin kalblerine sükûnet ve emniyet veren Odur."(4)

"Allah size imanı sevdirdi, onu kalblerinize benimsetti."(5) "Mü’minler o kimselerdir ki, Allah’ın adı anıldığı zaman kalbleri titrer."(6)

Kalb hakkında yüzlerce âyetten sadece mealini verdiğimiz bu birkaç âyette kalbin şu özelliklerini öğreniyoruz:

1. Allah kalbe yakındır.
2. Allah kalbe hidayet verir.
3. Kalb Allah’ın zikriyle huzura kavuşur.
4. Allah kalbe sükûnet ve emniyet verir.
5. Allah imanı kalblere benimsetir.

Evet, kalb imanın merkezi, zikrin merkezi, hidayetin merkezi, sükûn ve huzurun merkezi ve bütün duygularımızın merkezidir. Şeytan ise mü’mindeki bütün bu güzelliklerin düşmanıdır. Mü’mini bunlardan mahrum kılmak için elinden gelen düzenbazlıkları, hileleri ve oyunları yapar. Bunun için bütün mesele kalbi şeytanın hilelerinden uzak tutmaktır. Yoksa kalb bir kere bozuldu mu, bütün beden ve duygular bozulur. Hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, "Dikkat ediniz!
Bedende bir et parçası vardır; o düzeldiğinde bütün beden düzelir, o bozulduğunda da bütün beden bozulur."

Vesvese ilk defa şüphe şeklinde gelir. Şeytan önce şüpheyi kalbe atar. Ancak kalb hemen tepki gösterir, savunmaya geçer. Fakat savunmayı bırakır, kabul ederse, şeytan birinci atışta hedefe isabet ettirmiş demektir. Fakat kalb kabul etmezse, orada bir iz bırakır, sonunda bir pus, bir leke oluşturur. Bir süre sonra hayal aynasına bazı pis düşünceler yansır, edebe aykırı bazı çirkin görüntüler oluşur. Zaten bu görüntü ve leke kalbin hırçınlaşıp feryat etmesine, sıkılıp daralmasına kâfi gelmiştir. Sonunda "Eyvah!" diyerek ilk hastalık mikrobunu kapmış olur ve ümitsizliğe düşüverir.
Vesvese mikrobunu kapan insan, kalbinin Rabbine karşı edepsizlikte bulunduğunu sanır, telaşa kapılır, titrer ve birdenbire heyecan dalgası bedeninin her yanım sarar. Bütün duygular yaralanmıştır, kalb penceresi puslanmış görüntüler netliğini kaybetmiştir. İnsan bu halden kurtulmak için çırpınıp durur. Ancak kalbinin gerçek sesine, yani kalbe gelen melek ilhamına kulak vermediğinden bir an için kendini boşlukta hisseder ve neticede huzurdan kaçar, gaflete dalar.
Evet, artık iyice mikrop kalbi sarmıştır. Bu anda insan bîçaredir, çaresizdir. Kurtuluş yollarını, tedavi çarelerini arar. Bu yaranın merhemi ve ilacı nedir?

Ve tedavi yolu:

Birinci tedavi: Bu durumda en önemli mesele, heyecana yenilip telâşa kapılmamaktır. Böyle bir vesveseye kapılan insan telaşa düşmemeli, endişe etmemelidir. Telâş ve endişeye sebep olan şeyin gerçekte var olması gerekir. Oysa kalbe ve hatıra gelenler, birer hayal ürününden başka I bir şey değildir. Hayalden geçen çirkin şeylerin bir değeri, bir önemi yoktur. Üstelik insana bir zarar da vermez.

Bunun için insanın küfre iten şeyleri hayal etmesi onu küfre götürmediği gibi, edebe aykırı birşeyi düşünmesi de E edepsizlik olmaz. Çünkü bir şeyin hayalden geçirilmesi bir l karar ve hüküm sayılmaz. Bundan dolayı insanı bağlamaz, iyiliğinin veya kötülüğünün delili sayılmaz, hakkında bir sonuca götürmez. Oysa edepsizlik, kötü söz ve çirkin bir kelimenin ifadesi bir hükümdür. Küfrü ve çirkin sözü hayalinden geçiren insan bunu söylemiş değildir ki mes’ul durumda kalsın.

İkinci tedavi: Kalbe gelen çirkin sözler, edebe aykırı haller kalbten gelmiyor, bunun için kalbe ait değildir. Çünkü bu sözlerden kalb rahatsızdır; sıkılıyor, daralıyor. Kalbin bir ürünü olmadığı için bir kuruntu ve evhamdan başka bir şey değildir. Kalbten kaynaklanmadığına göre, şeytandan kaynaklanıyor, belki kalbe yakın olan şeytanın lemmesinden geliyor.

Lümme-i şeytaniye hadiste şöyle ifade edilmektedir:

Hadisi Abdullah bin Mes’ud rivayet etmektedir. Resul-i Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
"Âdemoğlunda bir şeytanın lemmesi vardır, bir de meleğin lemmesi vardır. Şeytanın lemmesi, şerre (küfür, günah ve zulme) teşvik etmek ve hakkı yalanlamaktır; meleğin lemmesi ise iyiliği ilham etmek ve hakkı tasdik etmektir. Bunu her kim vicdanında hissederse Allah’tan olduğunu bilsin ve Allah’a hamdetsin. Öbürünü hisseden de şeytandan Allah’a sığınsın. Daha sonra Resulullah (a.s.m.) şu âyeti (meali) okudu: ‘Şeytan sizi fakir düşmekle korkutur da, cimriliğe ve kötülüğe teşvik eder. Allah ise Kendi hazinesinden size mağfiret ve bolluk vaad ediyor…"(7)

Hadis-i şerifte geçen lemme, hadis âlimleri tarafından "şeytanın inmesi, yakınlığı, dokunması ve vesvesesi" olarak açıklanırken, meleğin lemmesi de "ilham" olarak izah edilmektedir.
Lemme, şeytan ve meleğin kalbteki üssü, merkezi, karargâhı ve santralıdır. Bunlar birbirlerine çok yakındır. Şeytan kendi karargâhından kalbe devamlı vesvese okları fırlatarak insanı küfre, isyana ve günaha çağırır, hakkı ve hakikati reddetmeye yöneltir; melek de şeytanın lemmesini bertaraf etmek için karşı atağa geçer, ilham vererek, onu hayra, güzelliklere, sevaba ve hakka çağırır.
İşte insanın kalbine gelen, hayal aynasına yansıyan bu çirkin sözler, şeytanın santralından gelmektedir.

Aynı kalbde şeytanın santralı ile meleğin santralının birbirine yakın olması, aynanın parlak yüzü ile mat yüzünün birarada bulunmasına benzer. Bir başka ifadeyle bir kütüphanede iyi kitapla kötü kitabın yanyana durması gibidir.

Bunun için melek ilhamı ile şeytan vesveseninin birbirine yakın olması insana bir zarar vermez.
Nasıl olursa, insan vesveseden zarar görür?

İnsan vesvesenin zarar vereceği vehmine kapılır, zarar verdiğini düşünürse zarar görür. Böylece kalbini sıkıntıya sokmuş, ıztıraba sürüklemiştir. Çünkü hayali hakikat sanmıştır. Bir şeytan işi olan vesveseyi kendi kalbine mal etmiştir. Şeytanın vesvesesini kalbinden gelen bir söz gibi kabullenmiştir. Yani vesvesenin zarar verdiği kanaatine varmış, zarar görmüştür. Tehlikeli sanmış, tehlikeye düşmüştür. Zaten şeytan da böyle bir şeyi istemektedir ve şeytanın dediği olmuştur.
Bundan kurtulmak için ne yapmalı? Hadiste de bildirildiği gibi, hemen şeytanın şerrinden Allah’a sığınmalıdır. Aşağıdaki linki tıklayın..

Tıkla.>>>>forumduasi.com/iman-ve-onemi/10003-imani-koruma-yollari.htmlhttps://www.forumduasi.com/iman-ve-onemi/10003-imani-koruma-yollari.html


Cevap: Küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek" ve "imanın varlığından şüphe etmek" arasındaki fark nedir?

bir-insan
Ben bir sitede hocaya bu meseleyi sordum,

bana siteden bazı yazılar gönderdi, ve şu duayı okumamı tavsiye etti:

(Yâ allah-ür-rakîb-ül-hafîz-ür-rahîm Yâ allah-ül-hayy-ül-halîm-ül’azîm-ür-raûf-ül-kerîm Yâ allah-ül-hayy-ül-kayyüm-ül-kâimü alâ külli nefsin bimâ kesebet, hul beynî ve beyne adüvvî!)

(Duanın Arapça metni için link)

Bu duanın manası nedir?

Konuya matematiksel YAKLAŞMAMAYA çalışıyorum Bir insanın evet hiçbirşeye 100 % garantisi yoktur

İmansız gitmek (mazAllah) en büyük felakettir Müslümanın imansız gitmekten korkması gerekir, ve dua etmesi gerekir "Allah’ım hepimizin imanla yaşayıp imanla ölmemizi nasip eyle" diye

Fakat benim anlamadığım mesele şu:

"Küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek" ile "imanın varlığından şüphe etmek" arasındaki fark nedir?

Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, hem küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek gerektiği bildiriliyor, hem de imanın varlığından şüphe etmemek gerektiği bildiriliyor

Fakat cahil olduğum için bana burada biraz çelişki var gibi geliyor çünkü bana şöyle vesveseler geliyor: "zaten "küfre düşme ihtimali üzreine iman tazelemek" demek "imanın varlığından şüphe edip tekrar Kelime-i Tevhid ve Kelime-i Şehadet getirmek" demektir" gibi Ve bu da bu konuda vesveseler etmeme sebep oluyor

Vesveseden kurtulmanın yollarından biri de, vesvese edilen konuyu iyi bilmek olduğu bildiriliyor Bunu ben az çok tecrübe de ettim

Bu nedenle de öğrenip anlamak istiyorum:

"Küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek" ile "imanın varlığından şüphe etmek" arasındaki fark nedir? (ilk iletiye bakın)


Cevap: Küfre düşme ihtimali üzerine iman tazelemek" ve "imanın varlığından şüphe etmek" arasındaki fark nedir?

HAMMADUN
Şu üç esas bir araya gelmedikçe asla küfre girmezsiniz. Giremezsiniz.

Bilerek, isteyerek ve kasten.

Bir şeyi inkar ediyorsunuz ve bir arkadaşınız size o inkar ettiğiniz şeyin Ayet-i Kerime olduğunu söylüyor.

Ayet-i Kerime olduğunu duydunuz….. Artık biliyorsunuz ki; O inkar ettiğiniz şey Ayet-i Kerime….

Önünüzde iki yol var.

Bir, Tövbe etmek ve imanı tazelemek.

İki, biliyorum ama bu bana uymuyor dediniz….. Akli deliller aramaya kalktınız, onada ulaşamadınız ve sonunda mademki ayettir, Rab’bimin vardır bu hususda bir hikmeti. Biz hikmetine vakıf değiliz Rab’bim emretmişse, el hak doğrudur….. dediniz ve yine paçayı yırttınız.

Birde bunun üçüncü safhası varki…. Allah Muhafaza….

Ne ayetiymiş o öyle, böyle ayetmi olur….. Dediniz ve bunu KASTEN İNKAR ettiniz….. İşte o an küfre girdiniz….

Geri dönüşü yokmu bu halin….. Rab’binizin katında ne kadar değerli olduğunuzu ve tüm semavatın, dahi arşın sahibinin tek muhatabı olduğunuzu bildiğinizde…..

Rab’binize ben hata ettim, hatadan ari bir yaratılmışlıkla da yaratılmadım. Muhakkakki Rab’bim seni tüm eksik sıfatlardan, kemal bulmamış sıfatlardan tenzih ederim. Ancak biz eksik sıfatlar ve hatalarla teçhiz olan kulun olarak, hikmetini bilmediğimiz ve belkide hiç bilemeyeceğimiz bir husus hakkında senin sözün ve vadin üzerinde haddimizi aştık. Sen bize Rab’leriyle birlikte girilecek olan makamlardan, Rıza’na talip olup, Senin Rızan için çalışan kullarından olmak adına, senin sözünün hak olduğuna, bizim için senden başka ilah olmadığına, Peygamber efendimizin(S.A.V.)’ senin kulun ve resulün olduğuna iman ederim.

Hepsi bu….

İmanım kabul oldumu, olmadımı…..???? Şüphe edeyimmi, etmeyeyimmi….????

Siz eğer bu iki soruyu kendinize yöneltirseniz, imanınızdan değil, Rab’binizden şüpheye düşersiniz ki; Allah muhafaza….. Zira, O çokça bağışlayan, Rahman ve Rahiym olandır.

Rab’bim Cümlemizden Razı Olsun. Amin.


Tugceozdemir
İster istemez şirke girdiysek tevbe etsek Allah kabul eder mi affının olmadığı tek günah olduğu söyleniyor ya şirke girip tövbe etmeyenler için mi gecerli ?


Fetva Meclisi
< İster istemez şirke girdiysek tevbe etsek Allah kabul eder mi affının olmadığı tek günah olduğu söyleniyor ya şirke girip tövbe etmeyenler için mi gecerli ? >

Değerli kardeşimiz. Yüce Allah (cc) insanı sevap ve günah işleyebilecek bir özellikte yaratmıştır. Yapılan kötülüklerden, işlenen günah ve kabahatten kurtulma, manevi kirlerden arınma yolu tövbedir. Tövbe ile insan, yapmış olduğu günah ve kusurlardan kurtulur ve o günahı hiç işlememiş gibi tertemiz olur. Her insanın tövbeye ihtiyacı olduğu tartışılmaz bir gerçektir.

Tövbe, günahın hemen peşinden olabileceği gibi, ölüm döşeğine düşüp, ölüm emarelerinin belirmesi öncesine kadar devam eden bir zaman içinde yapılabilir. İnsanın eceli belli olmadığı için, bir an önce tövbe etmelidir.

Tövbe etmek için, insanın bir aracıya ihtiyacı olmadığı gibi, belirli zaman ve mekânda tövbe eylemini gerçekleştirmek gibi, bir zorunluluk da yoktur.

Gerçek tövbe için; kişi geçmişe pişmanlık duymalı, gelecekte aynı hatayı işlememe kararı ile birlikte, yaşadığı ortamda günahı terk etmelidir. Kul haklarının sahibine iade edilmesi tövbenin en önemli rüknüdür.

Yapılan tövbe sonucu, günahlardan temizlenip temizlenilmediği kuşkusu yersiz olup, Allah her türlü günah işleyeni temizlemek için tövbe kapısını açık bulundurmaktadır. İnsanların dikkatli olması gereken husus; tövbenin sahih olarak ortaya konulup konulmadığıdır.

< affının olmadığı tek günah olduğu söyleniyor ya şirke girip tövbe etmeyenler için mi gecerli ? >
Bu konuda Kur’anı Kerim de, "Allah, kendisine şirk koşulmasının dışındaki istediği kimselerin bütün günahlarını bağışlar.(Nisa, 116)” buyurarak hangi günah olursa olsun affedebileceğini bildirmektedir. Şirk bataklığına düşüpte tövbe etmeyenlerin vay haline


HAMMADUN
< Şirk bataklığına düşüpte tövbe etmeyenlerin vay haline >
İman nurunu, şirk karanlığında boğanların vay haline.

Elhamdulillah, çok güzel bağlamışsınız Yaralı Melle kardeşim. Rab’bim Sizden Razı Olsun.

Rab’bim Cümlemizden Razı Olsun. Amin.


Kayıtsız Üye
Bana da ayni sey oluyor gibi Allah’a inanmadigimi düşünüyorum sonra oyle olmaz sen muslumansin diyorum bir inandigimi düşünüyorum bir inanmadigimi düşünüyorum aklina boyle seyler geliyorsa kuran meali okumani tavsiye ederim


Kayıtsız Üye
Insan istemeden kasitsiz bilmeden kufre girebilir fakat tekfiri irtidad edermi ayri mesele cunku cehalet tevil ikrah gibi mazaretler olabikir kufurun ne kufru oldugu ve mazaret oluyor olmayacagida ayri mevzudur ALLAHin ayetin uygun bulmayip begenmeyip delil arastiran kafir olur


Kayıtsız Üye
aynı şeyler bana da oluyor zaten vesveseli bir insanım. televizyona pek bakmazdım ve dün bakarken bir anda önüme puta dua eden biri çıktı ve kalbim bir garip oldu. sanırım ibadet ediyorlar gibi bir şey kalbimden geçti. bugün de gördüm hemen kafamı çevirdim şu an içim içimi yiyor küfre mi düştüm diye


iman tazelemek, iman nasıl tazelenir, iman tazeleme

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();