Namazda semiAllahü limenhamideh demenin hükmü nedir?
Misafir
Namazda semiAllahülimenhamideh demenin hükmünün ne olduğu hakkında bir açıklama yapar mısınız ?
Cevap: namazda semiAllahü limenhamideh demenin hükmü nedir?
Galus
Rufa b Rafi’ anlatıyor: Biz, Hz Peygamber (asm)’in arkasında namaz kılıyorduk Rukû’dan başını kaldırdığında “SemiAllahu li men hamideh” duasını okudu Hemen arkasında bulunan bir kişi “Rabbena leke’l-hamd, hamden kesiren tayyiben mübareken fih” şeklinde bir duayı okudu Hz Peygamber (asm), selam verdikten sonra, “O duayı okuyan kim?” diye sordu Duayı okuyan adam: “Ben okudum” diye cevap verince, Hz Peygamber (asm) “Otuz küsur meleğin bu duayı önce yazmak için birbiriyle yarışıyor olduklarını gördüm” diye buyurdu Bu hadisi de göz önünde bulunduran Şafii alimleri, yukarıdaki dua ile birlikte bunu da okumanın sünnet olduğunu söylemişlerdir(bk Nevevî, Mecmu, III/420)
SemiAllahu limen hamideh
“İmam, SemiAllahu limen hamideh dediği zaman sizler, Allahümme Rabbena leke’l hamd, deyiniz. Çünkü her kimin (böyle) demesi meleklerin (böyle) demesi ile aynı anda olursa geçmiş günahları bağışlanır.”
Sahih-i Müslim’deki hadis numarası: 617
Namazda rükudan kalkarken, Semi’Allahu limen hamideh, demenin hikmeti nedir?
Namaz kılan kişi, rükûya eğildiği zaman “Sübhane Rabbiye’l-Azim” diyerek, “Azim olan Rabb’imi yaratılmışlara ait bütün eksikliklerden tenzih ederek O’nu güzel isim ve sıfatlarıyla tesbih ederim.” anlamına gelen ifadeyi okumaktadır.
Mevlânâ’nın tabiriyle insan, Rabb’inin hesap anındaki sorularına cevap veremeyerek iki büklüm utancından rükûya eğilirken, Rabb’in lütfuyla tekrar ayakta huzura durma imkanıyla sevincini “Allah, kendisine hamd edenleri işitir (SemiAllahu limen hamideh)”, “Hamd, Rabb’imiz içindir (Rabbena leke’l-hamd)” diyerek ifade eder.
Mevlânâ bu manevi hali şöyle anlatır:
Kıyam esnasında kişi, Hakk’ın huzurunda kıyamette safların kurulduğu anı yaşar, münacat ve hesap vermek için insanların durduğu gibi divanda durur. Kıyam anında kişi; kıyamet korkusuyla şaşkın, Hakk’ın divanında gözyaşı döker. “Mahsulün nerede? Verdiğim mühlet içinde işlediklerin nedir?” gibi dertlendirici binlerce sual, Allah tarafından kendisine sorulur. Kıyama kalktıkça kul, bu gibi suallerden utanır; iki kat olup rükûya varır. Utancından ayakta durmaya mecali kalmayıp, rükûda Hakk’ı tesbih ederek, yalvarır.
Hakk’ı “Sübhane Rabbiye’l-Azim” diyerek tesbih eder. “Yüce olan (Azim) terbiye edicim ve sahibim (Rabbî) Seni kullara ve yaratılmışlara ait bütün eksik sıfatlardan tenzih ederim. (Sübhan) ‘Sen Vafisin, ben değilim. Sen Kerimsin, ben değilim, Sen Vedudsün, ben değilim. Sen Rahmansın, ben değilim…’ diyerek haddini bilir…
Hatalarını itiraf eder. “Yüce olan Rabb’imi O’na layık güzel isim ve sıfatlarıyla tesbih ederim” (Sübhane Rabbiye’l-Azim) diyerek Vâfi ile vefayı, Sabûr ile sabrı, Mütekebbir ile tevazuyu, Rahman ile merhameti, Şekûr ile şükrü idrak eder. Böylece kul, bu isimlerdeki İlahi tecellileri ruhuna ve ahlakına zerk edebilir. Sübhan şırıngadaki ilacın bedene verilmesi gibi İlahi isim ve sıfatlardaki vitaminleri ve tecellileri ruha ve ahlaka verecektir. Bu nedenle “Sübhan” karakter gelişiminin özünü oluşturan bir kavramdır.
Yüce Rabb’ini kullara ve yaratılmışlara ait eksik sıfatlardan uzak tuttuğunu “Sübhane Rabbiye’l-Azim” diyerek ifade eden bir insan, hatalarını itiraf eder, haddini bilir. Haddini bilen hatalarını itiraf eden bu insanı Rabb’i tekrar huzura davet eder. Kul tekrar ayağa kalkar. Bu an kulun sanki utancının ve pişmanlığının affedildiği Rabb’in övgüsüne vasıtasız ulaştığı andır. Kul haddini bilme sonucu hatalarının affedilmesi ve tekrar huzura alınmasının sevincini “Allah kendisine hamd edenleri işitir.” (Semi Allahu Limen Hamide) diyerek ifade eder. Sanki kul, “Semi Allahu Limen Hamide” diyerek, Rabb’ine “Rabb’im hamdımı ve şükrümü, övgümü ve takdirimi işittin. Bana tekrar ayakta durma imkanı verdin” demektedir. İşte o an kişi Rabb’i ile karşılıklı hamdlaşır. Yani kul, “Rabb’im Seni övüyorum. Hamd ve şükrün, takdir ve övgünün en güzeli senin içindir.” (Rabbena leke’l-hamd) derken Rabb’i de ona “Hamdımı ve övgümü, şükrümü ve takdirimi sana lütfediyorum ve seni övülmüş kullarımın arasına katıyorum.” müjdesini vermektedir.
Yani kul rukûdan kalkarken, Rabb’ine “Allah, kendisine hamd edenleri işitir. (Semi Allahu limen hamide)”, “Sen benim hamdımı ve şükrümü, övgü ve minnetimi işittin, bana tekrar huzurunda ayakta durma imkanı verdin; bana tekrar hamd etme lütfunu ikram ettin; beni övgü ve takdir ile anarak beni övülmüş kullarının arasına kattın; ama hakikatte hamd ve övgü, şükür ve takdir senin içindir; “Hamd Sana layıktır.” (Rabbena leke’l-hamd) demektedir. Bu manevi hal içerisinde Rabb’i rükûdan henüz kalkan bu kulunu karşılıklı hamdlaşma neticesinde övülmüş; şükrü, tevbesi ve pişmanlığı kabul olunmuş Allah dostu kullarının arasına katar. Artık kişi sadece Rabb’ine karşı utanç ve korkusundan değil; bilakis Rabb’ine karşı hissettiği sevgi ve muhabbetin coşkusuyla secdeye, Rabb’inin huzuruna kapanır.