Şans ve uğur var mıdır?
konya442
EsSelamu Aleykum
Şans ve uğur var mıdır bilgi verir misiniz
Cevap: sans ve ugur varmidir?
kibrit
Bunlar uydurma laflardır. Kısmet ve nasip vardır.
Cevap: sans ve ugur varmidir?
ebuturab
< Sans ve ugur varmidir >
Halk arasında "Şansım yâver gitti", "Şans bana güldü", "Şansım yardım
etti", "Şanslı olarak dünyaya gelmişim" gibi tâbirler müsbet mânâda,
işi yolunda olan, aksiliklerle karşılaşmayan kimseler tarafından;
"Bizde şans mı var", "Şanssızın biriyim", "Şansım olsaydı bu hale
düşmezdim" gibi sözler de menfi mânâda sık sık tersliklerle
karşılaşan, hayatını tesadüflere bağlayan kimselerce kullanılır.
Toplum içinde de "şans" kelimesi daha çok kumar, piyango, toto gibi
çevre ve kuruluşlarca tekrar edilir. "Şansınızı deneyin", "iyi
şanslar" bunun için tekrarlanır.
"Şans" müsbete kullanıldığı halde, daha çok "menfî" için kullanılır.
"Şans"a güvenen, ümit bağlayan kişinin nasıl bir düşünce ve psikoloji
içinde bulunduğu şans mefhumunun mahiyetini anlatmaya kâfidir.
"Şans"la iş görmeye başlayan insan kendisini boşlukta hisseder,
tesadüflere inanır, sabah-akşam kalbini, ruhunu, hattâ hayatını bir
stres, bir heyecan, bir telâş içinde bırakır. İstediği olmaz, arzu
ettiği netice çıkmazsa huzursuz olur,sıkıntıya kapılır, morali
bozulur, günlerce o hâlin ezikliğinden kendisini kurtaramaz.
Bu durumdaki bir insan kendisini neden bu derece "şans"a kaptırmıştır?
Sebebi gayet açıktır. Anne sütünden mahrum olan çocuk nasıl yalancı
naylon memeye sarılırsa; bu kişi de "kader, tevekkül, kısmete rıza"
gibi gerçek dayanak noktalarını bilemediği, göremediği için "şans"
gibi mevhum, belirsiz, boş bir yere dayanmıştır.
Halbuki İslâmiyet insanları hiç boşlukta bırakmamıştır. Onların boş
şeylere, mahiyeti meçhul dşüncelere kapılmasına müsaade etmemiş,
meydan vermemiştir. İslâmda "şans, talih" gibi sözlerin yeri yoktur.
Dinimizde "kader vardır, tevekkül vardır, Allah’ın gelene rıza
vardır." Bunun da kaynağı îmandır. Mü’min, Allah’a îman eder, kadere
boyun eğer, hâdiseler karşısında bocalamaktan kurtulur, ne ile
karşılaşırsa karşılaşsın îmanın kuvveti ve nuru ile onları aşar.
"^İman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i
dâreyni iktiza eder" sözünden de anlaşılacağı gibi îman eden insan tek
güç ve kudret sahibi olarak Allah’ı "bir" bilir. Ona teslim olur. Ona
tevekkül eder, sırtını o kudrete dayar; neticede de iki dünya
mutluluğuna kavuşur.
İmanlı insan güçlüdür, "kâinata meydan okuyabilecek" bir cesârete
sahiptir. Kendisini yoktan var eden, dünya gibi yaşayacağı bir âlem
hazırlayanp hayat, sıhhat, huzur gibi madde ile ölçülemeyecek nimetler
ihsan eden, sâdece dünyayı değil, güneşi, milyarlarca yıldızı, kâinatı
elinde tutan bir Rabbinin olduğuna inanır. Yaratıcısının kendisini boş
yere yaratmadığını bildiği gibi, boşlukta bırakıp bir "tesadüf"
oyuncağı halinde bırakmadığını da bilir. Dünyaya ilk göz açtığından,
hayata gözlerini kapayıncaya kadar geçen ömür, dakika ve saniyelerinin
Allah tarafından bilindiği, programlandığı ve tespit edildiği inancını
taşır. Bununiçin tesadüfe inanmaz, bel bağlamaz, ona dünyasında yer
vermez.
Başına iyi de gelse, kötü de gelse Allah’ın bilgisi altında olduğunu
idrak eder. Hep gayreteni harcar, bütün vesile ve sebeplere başvurur;
sonunda kendisini, kendisinden daha iyi bilen ve düşünün Yaratıcısına
tevekkül eder, neticeyi ondan bekler. İlâhî programda (kaderde) ne
varsa onun tecellisine razı olur.
Fakat, tevekkül etmeyip, "tesâdüf" ve "şans" içinde çırpınan insan
öyle mi? O, ya elinden geleni yapmaz, hiçbir güç sarfetmez veya
bunları yapsa bile bir Kudrete dayanmaz; neticede ne olur? "Kâinatın
dilenciliğinden", yâni herşeye, her gördüğüne el, avuç açmaktan, güç
farz ettii şeyler karşısında acze düşmekten, "hâdiseler karşısında
titremekten", "hodfuruşluktan", yani kendisinde birşeyler tevehhüm
etmekten, "maskaralıktan", "şekavet-i ebediyeden", yani ebedî hayatı
kaybetmekten "tazyikat-ı dünyeviyye" yani dünya hapsinden" kurtulamaz.
daim dua