Namaz kılıp oruç tutuyorum yine de huzursuz oluyorum tavsiyeniz var mi?
AhuYener
selam,ben ne dua etsem duam hemen kabul oluyor .Namaz kilib,oruc tutuyorum.yine de huzursuz oluyorum.baska ibadetler yapmak isterim,tavsiyeniz varmi?
Cevap: yardim
ömerhattab
< selam,ben ne dua etsem duam hemen kabul oluyor .Namaz kilib,oruc tutuyorum.yine de huzursuz oluyorum.baska ibadetler yapmak isterim,tavsiyeniz varmi? >
Allahı zikredin…. Ey İman edenler! Allah’ı çok zikredin . (Ahzab-41) Ayık olun! Kalpler, Allah’ı zikretmekle mutmain olur . (Ra’d-28) Allah’ı çok zikredin ki kurtulasınız . (Cuma-10)
Cevap: yardim
mehmet naim ağım
her dua kabul olunmaz.ben daha önce keşke şu lisede okumasaydım diye hep söylenir bazende bunu dilek olarak duaya katardım.şimdi diyorumda iyiki bu lisede okudum.hakkımızda neyin kötü neyin iyi olduğunu bilemeyiz.belki senin duan kabul olsaydı senin için belki hayırlı olmazdı diye düşünüyorum.Rabbimiz dualarımıza cevap verir, kabul etmeyebilir. cevap vermek başka, kabul etmek başkadır. cevap vermek, duayı dikkate almaktır; bu konuda açık vaadi var; ama kabul etme sözü yok.. çünkü biz
kendi hakkımızda doğru olanın ne olduğunu Onun kadar bilmeyiz.. tıpkı doktordan ilaç isteyen hasta gibiyiz; bir ilacı severiz, onu isteriz ama hekim onu vermez, bir başkasını verir ya da hemen vermez bir başka zaman verir. bize neyin ne zaman gerektiğini hikmetiyle hekim bilir.. Rabbimiz de işte böyle.. Bu sırrı anladığımız zaman ise, bir isteğimiz kabul edilmediğinde, şöyle deriz, duanın vakti bitmedi.. yani, senin o sorunun senin için Rabbine yöneliş vesilesi, bir dua servetidir.. o iş şu ana kadar olsaydı, belki duanı kesecektin, rabbinle irtibatı koparacaktın. ama işe bak ki, dünya işin olmuyor da olsa, olmadığı sürece ettiğin dua sana ebedi kârlar getirecektir..
Günlük hayattaki yozlaşma ve meşguliyet çokluğu sebebiyle ibadetlerimizde bazen zihin karışıklığı, manevi teveccüh eksikliği söz konusu olabiliyor.
Karmakarışık bir ruh haliyle yaptığımız bu gibi ibadetlerimizden bazen ümitsizliğe bile düşüyor, ruhi zevk almadan, derin huzur duymadan yapılan ibadet makbul olmaz diye de vesveselere giriyoruz, bir gevşeme söz konusu oluyor. Böyle bir yorumda haklılık payı var mı? Yoksa her şeye rağmen ibadetimizin değeri, kutsiyeti sürer mi? İhlas mı esas?
Efendim, bu konuya ait bir değerlendirmeyi İmam-ı Şarani’nin Levakıh’ından özetlemiştim vaktiyle. Ona bir daha göz atacak olursak ümit verici bir yaklaşımın olduğunu görecek, ibadetlerinizde ne kadar karışık ruh hali olursa olsun bir gevşeme söz konusu olmayacaktır inşaAllah. Hazret-i İmam, ibadetlerde zevk almama, huzur duymama halini anlatırken şu bilgileri vermektedir.
İbadetlerinde zevk almak, heyecan duymak hemen hepimizin hoşuna giden bir güzel mazhariyettir. İnsanı etkileyen bir derinliktir. Bunu herkes arzular. Bu derinlik olmalıdır da… Ancak istenen bu huzur yakalanamadığı takdirde ümitsizliğe kapılmak da yanlıştır.
Hatta, Allah’ın öyle kulları da olmuş ki, ibadet ve itaatlerinde zevk alıp derin huzur duymaktan memnun olmamış, bu hislerini ibadet ve itaatin ruhu olan ihlasa aykırı bile bulmuş, zevk ve huzur için ibadet ediyor duruma girdiklerini düşünerek dualarında şöyle demişlerdir:
– Allah’ım, bizi sana ibadet ve itaat ettiren ibadetlerimizde aldığımız zevk ve huzur ise biz bundan sana sığınıyor, zayıfları teşvik için verdiğin bu ücreti içimizden silmeni diliyoruz…
İmam bundan sonra şu değerlendirmeyi yaparak diyor ki:
– Bir kimse namazında, niyazında duyduğu zevk ve huzurdan çok seviniyor da bunu namazın şartı gibi hep bekliyorsa, bilsin ki o kimse lezzet ve huzur bağımlısıdır. Daldığı huzur ve aldığı lezzetin teşvikiyle ibadet ediyor, ihlasın ve karşılıksızlığın gereğiyle değil.
Şarani Hazretleri burada bir örnek de veriyor:
– Mısır’ın maneviyat büyüklerinden Efdalüddin Hazretleri bir gün bana şöyle dedi: Uzun zamandır gece ibadetlerimde ilerlemeler kaydediyor, kendi kendime ihlasım gittikçe artıyor, diye düşünüyordum. Bir gece tefekkürümde farklı şeyler ilham edildi bana. İçimden bir ses beni ikaz etti. Senin ibadetlerinde ilerlemen ihlastan değil, ibadet sırasında aldığın ruhani lezzet ile duyduğun huzurdan dolayıdır. Hele bir aldığın zevk bitsin, duyduğun huzur kaybolsun, nefsin itiraz etsin, kafan, gönlün karmakarışık durumda ibadet eder hale gel de o zaman gör ihlasının artıp artmadığını!..
Efdalüddin Hazretleri konuyu şöyle bağlamaktadır:
– Bundan sonra zevk almadan, huzur duymadan yaptığım ibadetleri nefsimle daha ciddi mücadele ederek yaptığım ibadetler olarak gördüm, asıl ihlasın böyle nefisle mücadele ederek yapılan ibadette olduğunu anladım!..
Bu yoruma göre denebilir ki, günlük meşguliyetlerin içinde gözümüze, gönlümüze akseden görüntüler kafamızı karıştırıp, zihnimizi meşgul edebilir, ibadetlerimizde huzur duyamaz, zevk alamaz hale getirebilir. Adeta nefsimizle cebelleşerek ibadet yapıyor duruma bile düşebiliriz. Ama bütün bunlara rağmen ibadetlerimizde bir gevşeme ve şüpheye düşme söz konusu olamaz. Biliriz ki, bizler ruhani zevk ve huzur için değil, Rabb’imizin emri olduğu için ibadet ediyoruz. Görevimiz İlahi emri hiçbir beklenti içine girmeden yerine getirmektir…
İbadetleri yaparken isteksiz olmamızın bazı nedenleri vardır:
1. Yaptığımız ibadetlerin kıymetini ve değerini tam anlayamadığımızdan olabilir. Bu konuda bize ibadetlerin mahiyetini anlatan eserlerden istifade etmek gerekir.
2. Bulunduğumuz ortamlar manen çok kötü olabilir. Nitekim leş bulunan bir yerde burnumuz rahatsız olur. Bunu gibi, haramların çok işlendiği bir yerde ruhumuz rahatsız olacağı için ibadetlerden zevk alamayabiliriz.
3. Hasta bir insan yediği ve içtiği şeylerden tam zevk alamaz. Örneğin dili yaralı olan biri yediği yemeğin tadına ve lezzetine varamaz. O halde tadavi olmalıdır. Biz de işlediğimiz günahlarla kalp ve ruhumuzu yaralıyor ve hastalandırıyoruz. Bu nedenle ruhun gıdası olan ibadetleri yaparken tam zevk alamıyoruz. Onu için tedavi olmak gerekiyor. Ruhun tedavisi önce tövbe ve istiğfar, sonra da bir daha günahlara girmemeya çalışmaktır.
Burada önemli bir konu var. Hasta insan yediği gıdalardan zevk alamaz, ama yine de yemeye ve içmeye devam eder. Çünkü gıda almaya mecburdur. Biz de ibadetlerimizde zevk almasak da devem etmeliyiz. Çünkü, ruhumuz gıdaya muhtaçtır. İnşAllah zamanla zevk almaya başlayacağız ve yaptığımız ibadetlerde biz günahlardan koruyacaktır.
Evvela zevk almak için ibadet etmiyoruz. Bununla beraber, ibadetten zevk almamıza mani olan bazı nedenler vardır:
1- Günah ve isyanlarımız
2- İmanın taklidi olması,
3- İbadetleri kime karşı işlediğimiz tam olarak bilmemek
4- Namaz ve ibadetlerin bizim fıtri vazifemiz olduğunu bilmemek ve bir yük olarak görmek
5- Namazla bütün mahlukatın yaptığı vazifelerin tamama erdiğinden gafil olmak,
6- Namaz kıldığımız vakit mevcudatın bizden razı olduğunu bilmemek,
İbadet: Allah’a karşı kulluk vazifelerini yerine getirmek, Allah’ın emirlerine boyun eğmek
Kendi kusurunu, acz ve fakrını görüp kemal-i rububiyetin ve kudret-i samedaniyenin ve rahmet-i İlâhiyyenin önünde hayret ve muhabbetle secde etmek. (Sözler)
İnsan tepeden tırnağa acz ile kaplı. Ne saçının ağarmasını durdurabiliyor, ne tırnağının uzamasını. Ve insan baştan ayağa ihtiyaç dolu. Saça muhtaç; o olmadı mı bir yanı noksan kalıyor. İnsan alına muhtaç; kaşa, göze, kirpiğe muhtaç. Dudağa, çeneye, gırtlağa muhtaç. Geçelim bütün bunları ve ayaklarımıza varalım. İnsan ayağa muhtaç; topuğa, parmağa, tırnağa muhtaç.
İnsan, hemen dudağının önündeki havadan, tâ cennete kadar her şeyin fakiri. Hiçbirine sahip değil. Mide yapmaktan âciz olduğu gibi meyvenin de fakiri. Göz yapmaktan âciz olduğu gibi Güneşin de fakiri.
İşte ibadet, insana aczini ve fakrını hatırlatan, kul olduğunu, başıboş olmadığını ders veren en ulvî vazife. İnsan bir taraftan kendi aczine ve fakrına bakar, sonra her şeyi onun için ve ona göre terbiye eden Rabbinin bu sonsuz ihsanlarına karşı nasıl şükredeceğini bilemez hâle gelir. Bu hâl onu el bağlamaya götürür, bel bükmeye götürür, yüz sürmeye götürür. Bunu yapmayan insan kendinin gâfilidir, kendinin cahilidir ve nefsini bilmediği için de Rabbinin gâfilidir.
İşte insanı bu gafletten korumak ve kurtarmak üzere nazil olan bir İlâhî Ferman: Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz ki, takva mertebesine nâil olasınız. (Bakara suresi, 21)
İnsan ibadeti niçin yapar ve bu ibadet ona ne kazandırır? Bu iki sorunun cevabı bu âyette şöyle veriliyor: Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz.
Âyetteki, ‘sizi ve sizden öncekileri yaratan’ ibaresi Rabbin sıfatıdır. Bu sıfatı bir an için düşünmediğimizde, âyet-i kerime, Rabbinize ibadet ediniz. şeklinde karşımıza çıkar. Demek ki ibadetin sebebi, Rabbimizin bizi terbiye etmiş olması. Rabbe, ibadet edilir. Bu kutsi vazifeyi idrak edebilelim diye Allah, vicdanımıza bazı işaretler koymuş. Babamıza itaat etmeyi vicdanî bir görev sayıyoruz. Niçin? Babamız olduğu için. Annemize isyandan sakınıyoruz. Niçin? Annemiz olduğu için. İşte âyet-i kerime bizim vicdanımıza hitab ediyor: Rabbinize ibadet edin diye emrediyor. Çünkü o sizi terbiye etmiştir. Babanızın yediği gıdayı beyaz kan hâline o getirmiş, sizi ana rahminde bir nutfe olarak rahim duvarına o yapıştırmış ve oradaki dokuz aylık terbiyenizi safha safha hep o icra etmiştir. Şimdi ise bir başka rahimdesiniz: Kâinat… Burada da sizi terbiye eden, besleyen, büyüten, yedirip içiren ancak O’dur.
Allah Rabdir ve her şeyi O terbiye etmiştir. İnsan ise abddir, kuldur; her şeyiyle Allah’ın terbiyesinden geçmiştir. Elimizi tutmaya, ayaklarımızı yürümeye, ciğerimizi solunuma, midemizi sindirime, aklımızı anlamaya elverişli tarzda terbiye eden Allah’tır. Öyle ise biz Rabbimizin bu rakamlara sığmaz terbiye tecellilerine karşı edebimizi takınmak mecburiyetindeyiz.
Rabbimize karşı edepli olmak… Nefsimize takılan ve etrafımızı çepeçevre kuşatan bu kadar ihsana karşı O’na gereği gibi şükredememenin mahcubiyetini ruhumuzun tâ derinliklerinde hissederek.
İşte Rabbine karşı şükür borcunu böylesine hisseden, idrak eden insan Kur’an’ın Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin , Namazı ikame edin , Ramazan ayında oruç tutun gibi emirlerini dinleyince aradığını bulmanın huzuruna erer.
İbadet için, abd ile mâbud arasında en yüksek ve lâtif nispet ancak ibadettir (İşârât-ül İ’caz) buyruluyor. Yâni, insan ibadet sayesinde, Ben Allah’ın kuluyum, O’nun mahlûkuyum, bu dünyada O’nun misafiriyim ve öldükten sonra da, inşAllah, O’nun saadet yurdu olan Cennete gideceğim diyebiliyor.
Günlük hayatında bütün işlerini kul olmanın şuuruyla hep helâl dairesinde geçiren insan, belli vakitlerde Rabbinin huzurunda el bağlıyor. O’na yine O’nun emrettiği biçimde ibadetini takdim ediyor. Bu onun, Rabbine karşı bir kulluk vazifesidir, bir şükür borcudur.
Âcizliğini, fakirliğini ve zilletini tam hisseden bir insanın kalbi Rabbine karşı derin bir mahcubiyetle dolar. Bu iç burukluğuna inkisar deniliyor. Ve İmam-ı Rabbani Hazretleri İbadet, tezellül ve inkisardan ibarettir buyurarak bu hâli ibadetin temeli, esası sayıyor.