İçimde vesvese oluyor istemediğim sözler geçiyor

İçimde vesvese oluyor istemediğim sözler geçiyor

Bighunter
Selamun Aleyküm arkadaşlar benim içimde vesvese oluyor mesela içimden istemediğim sözler geçiyordu araştırdım sonra geçmeye başladı ve içimden şöyle sözler geçiyordu cehennem neden var Allah insanı yaratıyor ama neden cehenneme atıyor gibi sözler geçiyordu ve Allah a olan inancım sonsuzdur neden böyle oluyor anlamıyorum cevaplarınızı bekliyorum


Cevap: içimde vesvese oluyor istemediğim sözler geçiyor

İLİMCİK
Kardeşim, önce vesvesenizi tahlil edelim…Daha sonra da Cehennem ile ilgili soruları cevaplayalım inşaAllah. Risale-i Nur’da vesvese Risalesinde bu halinizle ilgili ilaç vardır…Lütfen dikkatlice okuyunuz ve anlamadığınız ve aklınıza takılan yer olursa sorunuz:

Ey maraz-ı vesvese ile mübtela! Biliyor musun vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer, ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür. Küçük görsen, küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder. Havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir. Mahiyetini bilsen, onu tanısan gider. Öyle ise, şu musibetli vesvesenin aksam-ı kesîresinden kesîr-ül vuku olan yalnız beş vechini beyan edeceğim. Belki sana ve bana şifa olur. Zira şu vesvese öyle bir şeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tardeder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.

……….
….Mesail-i imaniyede(iman meselelerinde) şübhe suretinde gelen vesvesedir. Bîçare vesveseli adam, bazan tahayyülü(hayali), taakkul ile iltibas eder. Yani: Hayale gelen bir şübheyi, akla girmiş bir şübhe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder. Hem bazan tevehhüm ettiği bir şübheyi, imana zarar veren bir şek zanneder. Hem bazan tasavvur ettiği bir şübheyi, tasdik-ı aklîye girmiş bir şübhe zanneder. Hem bazan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yani dalaletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i müfekkirenin cevelanını ve tedkikatını ve bîtarafane muhakemesini, hilaf-ı iman zanneder. İşte telkinat-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek, "Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş" der. O haller, galiben ihtiyarsız olduğundan, cüz’-i ihtiyarîsiyle ıslah edemediğinden ye’se düşer. Bu yaranın merhemi şudur ki:

Tahayyül-ü küfür(küfrü hayal etmek), küfür olmadığı gibi; tevehhüm-ü küfür(küfrü tevehhüm etmek) dahi, küfür değildir. Tasavvur-u dalalet(dalaleti tasavvur etmek) dalalet olmadığı gibi; tefekkür-ü dalalet dahi, dalalet değildir. Çünki hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür; tasdik-ı aklîden ve iz’an-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz’-i ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz’an, öyle değiller. Bir mizana tâbi’dirler. Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasılki tasdik ve iz’an değiller. Öyle de şübhe ve tereddüd sayılmazlar. Fakat eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstakar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi şübhe, ondan tevellüd edebilir. Hem bîtarafane muhakeme namıyla veya insaf namına deyip, şıkk-ı muhalifi iltizam ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizam eder. Ona vâcib olan hakkın iltizamı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrür eder.

Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani: Bir şeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkuk tevehhüm eder. Halbuki İlm-i Kelâm’ın kaidelerindendir ki: İmkân-ı zâtî ise, yakîn-i ilmîye münafî değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Meselâ: Şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki yakînen, o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şübhesiz biliyoruz. Ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zâtî, bize şek vermez, bir şübhe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ: Şu güneş zâtında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulû’ etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şübhe getirmez. İşte bunun gibi, meselâ hakaik-i imaniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna, imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler, yakîn-i imanîye zarar vermez. Hem لاَ عِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلِيلٍ yani: "Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur" olan kaide-i meşhure; hem usûl-üd din, hem usûl-ül fıkhın kaide-i mukarreresindendir.
Sözler ( 278 )

Kardeşim, yukarıdaki yazıdan benim anladığım şey, küfrü hayal etmek, tevehhüm etmek, tasavvru etmek küfür değildir….Yani, bir küfrü hayal ve tefekkür ve tasavvur etmek , aklı ile tasdik etmek demek değildir…Şeytan, tefekkür ve tahayyül ve tasavvru ettiğimiz bir küfrü aklen dahi tasdik etmişiz gibi göstermek istiyor…Fakat, biz onu aklen ve kalben tasdik etmemişiz….Mesela, kendine sorsan "kainata ve kainattaki varlıklara bu kadar hassas ölçüler ve hikmetler koyarak hassas adaletini ve Hakimiyetini gösteren ve bizi yaratıp, doğduğumuz anda en muhtaç olduğumuz bir sütü bize gönderip, bu kadar nimetleri bize ikram ederek bize şefkat ve merhametini gösteren bir Allah, cehennemi boşuboşuna yaratmış olabilir mi ve bu kadar hikmetli ve adaletli ve şefkatli bir Allah, hiç kullarına zulmedebilir mi?..İşte bu soruyu kendine sorunca "Elbette bu kadar şefkatli ve sonsuz adalet sahibi bir Allah, insanları hakketmedikleri halde cehenneme atmaz" diye cevap verirsin…İşte bu cevabın kafidir..Bunun dışında hayal ve tasavvur ettiğin şeylerden sorumlu değilsin..Çünkü, aklen tasdik etmiyorsun.

Ayrıca, insan zati olarak mümkün olan bir şey ile, zihnen mümkün olan bir şeyi birbirine karıştırır..Yani, bir şey zatında mümkün ise, o şeyi zihnen de mümkün ve aklen de şüpheli zanneder. Mesela, Karadenizin suyunun bugün çekilmesi ve suyunun bitmesi zati olarak mümkündür..Fakat, mümkün olan bu şey, karadenizin yerinde olduğuna dair hiç bir şüphe vermiyor bize..veya yarın güneşin doğmaması mümkündür..fakat bunun mümkün olması, yarın güneşin doğacağına dair hiç bir şüphe bize vermiyor..Çünkü, bir delilden çıkmayan bir hükmün hiç bir kıymeti yoktur…Öyle de, iman hakikatleri hakkında zati olarak mümkün olan şeyler dahi, (mesela ahiretin olmaması, Allah’ın haşa zulmetmesi ve adaletsiz olması vb şeyler) hiç bir delilden neşet etmediği için, o nevi vesveselerin kıymeti ve hükmü yoktur..yakinimize ve imanımıza zarar vermezler..

Bir sonraki yazıda cehennem ile ilgili sorunuza cevap vermeye çalışacağım inşaAllah.


Cevap: içimde vesvese oluyor istemediğim sözler geçiyor

İLİMCİK
Bighunter kardeşim, Risale-i Nurun Asa-yı Musa mecmuasının sekizinci meselesinde cehenneme dair bir yer geçiyor….Orayı aynen aktarıyorum..Dikkatlice okursanız cevabınızı alırsınız inşaAllah…Anlayamadığınız ve aklınıza takılan ve izah etmemizi istediğiniz bir yer olursa bize sorabilirsiniz

Cehenneme dâir beyanat-ı Kur’aniye o kadar vâzıh ve zâhirdir ki, başka îzahata ihtiyaç bırakmamış. Yalnız bir iki zaif şüpheyi izâle edecek iki üç nükteyi, tafsilini Risale-i Nur’a havale edip gayet kısa bir hülâsasını beyan edeceğiz.

B i r i n c i N ü k t e: Cehennem fikri, geçmiş îman meyvelerinin lezzetlerini korkusuyla kaçırmıyor Çünki, hadsiz, rahmet-i Rabbaniyye, o korkan adama der: "Bana gel, tevbe kapısıyla gir" Tâ Cehennem’in vücudu değil korkutmak, belki sana Cennet’in lezzetlerini tam bildirsin ve senin ve hukuklarına tecavüz edilen hadsiz mahlûkatın intikamlarını alsın; sizi keyiflendirsin Eğer sen dalâlette boğulup çıkamıyorsan, yine Cehennem’in vücudu bin derece îdam-ı ebedîden hayırlıdır Ve kâfirlere de bir nevi’ merhamettir Çünki insan, hattâ yavrulu hayvanat dahi, akrabasının ve evlâdının ve ahbabının lezzetleriyle ve saadetleriyle lezzetlenir Bir cihette mes’ud olur Şu halde, sen ey mülhid, dalâletin itibariyle ya idam-ı ebedi ile ademe düşeceksin veya Cehennem’e gireceksin Şerr-i mahz olan adem ise, senin bütün sevdiklerin ve saadetleriyle memnun ve bir derece mes’ud olduğun umum akraba ve asl ve neslin seninle beraber idam olmasından, binler derece Cehennem’den ziyâde senin ruhunu ve kalbini ve mâhiyet-i insaniyeni yandırır Çünki, Cehennem olmazsa Cennet de olmaz Her şey senin küfrün ile ademe düşerEğer sen Cehennem’e girsen, vücud dâiresinde kalsan, senin sevdiklerin ve akrabaların ya Cennet’te mes’ud veya vücud dâirelerinde bir cihette merhametlere mazhar olurlar Demek, her halde Cehennem’in vücuduna taraftar olmak sana lâzımdır Cehennem aleyhinde bulunmak ademe taraftar olmaktır ki; hadsiz dostlarının saadetlerinin hiç olmasına taraftarlıktır Evet Cehennem ise , hayr-ı mahz olan dâire-i vücudun Hâkim-i Zülcelâl’inin hakîmâne ve âdilâne bir hapishâne vazifesini gören dehşetli ve celâlli bir mevcud ülkesidir Hapishâne vazifesini de görmekle beraber, başka pek çok vazifeleri var Ve pek çok hikmetleri ve âlem-i bekaya âit hizmetleri var Ve zebâni gibi pek çok zîhayatın celâldarâne meskenleridir

İ k i n c i N ü k t e : Cehennem’in vücudu ve şiddetli azabı, hadsiz rahmete ve hakiki adâlete ve israfsız mizanlı hikmete zıddiyeti yoktur. Belki rahmet ve adalet ve hikmet, onun vücudunu isterler Çünkü, nasıl bin mâsumların hukukunu çiğneyen bir zâlimi cezalandırmak ve yüz mazlum hayvanları parçalayan bir canavarı öldürmek, adâlet içinde mazlumlara bin rahmettir Ve o zalimi affetmek ve canavarı serbest bırakmak, bir tek yolsuz merhamete mukabil yüzer biçarelere yüzer merhametsizliktir. Aynen öyle de; Cehennem hapsine girenlerden olan kâfir-i mutlak, küfrüyle hem esma-i İlâhiyyenin hukukuna inkâr ile tecavüz; hem o esmaya şehadet eden mevcudatın şehadetlerini tekzib ile hukuklarına tecavüz; ve mahlûkatın o esmâya karşı tesbihkârâne yüksek vazifelerini inkâr etmekle hukuklarına tecavüz; ve kâinatın gaye-i hilkati ve bir sebeb-i vücudu ve bekası olan tezahür-ü rubûbiyyet-i İlâhiyyeye karşı ubûdiyetlerle mukabelelerini ve âyinedarlıklarını tekzib ile hukukuna bir nevi’ tecavüz ettiği haysiyetiyle öyle azim bir cinayet, bir zulümdür ki affa kabiliyeti kalmaz

اِنَّ اللَّهَ لاَ يَغْفِرُ اَنْ يُشْرَكَ بِه âyetinin tehdidine müstehak olur Onu Cehennem’e atmamak bir yersiz merhamete mukabil, hukuklarına taarruz edilen hadsiz dâvacılara hadsiz merhametsizlikler olur

İşte o dâvacılar, Cehennem’in vücudunu istedikleri gibi izzet-i celâl ve azamet-i kemâl dahi kat’i isterler Evet nasıl bir serseri âsi ve raiyete tecavüz eden bir adam, oranın izzetli hâkimine dese: "Beni hapse atamazsın ve yapamazsın" diye izzetine dokunsa, elbette o şehirde hapis olmasa da o edepsiz için bir hapis yapacak, onu içine atacak Aynen öyle de; kâfir-i mutlak, küfrüyle izzet-i celâline şiddetle dokunuyor Ve azamet-i kudretine inkâr ile dokunduruyor Ve kemâl-i rubûbiyyetine tecavüzü ile ilişiyor Elbette Cehennem’in pek çok vazifeler için pek çok esbab-ı mûcibesi ve vücudunun hikmetleri olmasa da, öyle kâfirler için bir Cehennem’i halketmek ve onları içine atmak, o izzet ve celâlin şe’nidir.

Hem mâhiyet-i küfür dahi Cehennem’i bildirir. Evet, nasılki îmanın mahiyeti eğer tecessüm etse, lezzetleriyle bir cennet-i hususiye şekline girebilir Ve Cennet’ten bu noktadan gizli haber verir Aynen öyle de; Risale-i Nur’da delilleriyle isbat ve baştaki mes’elelerde dahi işaret edilmiş ki; küfrün ve bilhassa küfr-ü mutlakın ve nifâkın ve irtidâtın öyle karanlıklı ve dehşetli elemleri ve mânevi azapları var; eğer tecessüm etse, o mürted adama bir hususî Cehennem olur. Ve büyük Cehennemden bu cihette gizli haber verir Ve bu fidanlık dünya mezraasındaki hakikatcikler âhirette sünbüller vermesi noktasından, bu zehirli çekirdek, o zakkum ağacına işaret eder "Ben onun bir mâyesiyim" der "Ve beni kalbinde taşıyan bedbaht için o zakkum ağacının bir hususî nümunesi, benim meyvem olur"

Mâdem küfür hadsiz hukuka bir tecavüzdür..Elbette hadsiz bir cinayettir Öyle ise, hadsiz bir azaba müstehâk eder Mâdem bir dakika katl, onbeş sene cezada (sekiz milyona yakın dakikada) hapis cezasını çekmesini adâlet-i beşeriye kabul edip maslahata ve hukuk-u âmmeye muvafık görür; elbette bir küfür bin katl kadar olması cihetiyle, bir dakika küfr-ü mutlak, sekiz milyara yakın dakikalarda azap çekmesi, o kanun-u adâlete muvafık geliyor Bir sene ömrünü o küfürde geçiren, iki trilyon sekizyüzseksen milyara yakın dakikada azaba müstehak ve خَآلِدِينَ فِيهَآ اَبَداً sırrına mazhar olur Her ne ise

Kur’an-ı Hakîm’in, Cennet ve Cehennem hakkındaki mu’cizâne izahatı ve Kur’an’ın tefsiri ve ondan gelen Risale-i Nur’un Cennet ve Cehennemin vücutlarına dair hüccetleri, daha başka beyana ihtiyaç bırakmamışlar.

وَيَتَفَكَّرُونَ فِى خَلْقِ السَّمَوَاتِ وَاْلاَرْضِ رَبَّنَا مَاخَلَقْتَ هَذَا بَاطِلاً

سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ اِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَامًا اِنَّهَا سَآئَتْ مُسْتَقَرًّا وَمُقَامًا

gibi pekçok âyetlerin ve başta Resûl-i Ekrem (ASM) ve umum peygamberler ve ehl-i hakikatın, her vakit dualarında, en ziyâde اَجِرْنَا مِنَ النَّارِ نَجِّنَا مِنَ النَّارِ خَلِّصْنَا مِنَ النَّارِ ve vahy-i meşhude binâen onlarca kat’iyet kesbeden "Cehennem’den bizi hıfzeyle" demeleri gösteriyor ki: Nev-i beşerin en büyük mes’elesi Cehennem’den kurtulmaktır. Ve kâinatın pekçok ehemmiyetli ve muazzam ve dehşetli bir hakikatı Cehennemdir ki; bir kısım o ehl-i şuhud ve keşf ve tahkik onu müşahede eder Ve bir kısmı tereşşuhâtını ve gölgelerini görür, dehşetinden feryad ederler "Bizi ondan kurtar" derler

Evet, bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidâyet-dalâlet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir Çünki, şer olmazsa, hayır bilinmez Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikatı, bin hakikat ve binler çeşit hüsn mertebeleri vücud bulur. Cehennemsiz Cennet’in pekçok lezzetleri gizli kalır Bunlara kıyasen herşey, bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve bir tek hakikatı, sünbül verip çok hakikatlar olur.

Mâdem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekaya akıp gidiyor; elbette nasılki, hayır, lezzet, ışık, güzellik, îman gibi şeyler Cennet’e akar Öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem’e yağar, ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havza girer, durur..Kerâmetli Yirmidokuzuncu Söz’ün âhirindeki remizli nüktelerine havale ederek kısa kesiyoruz

(asa-yı musa sekizinci mes’eleden)


Cevap: içimde vesvese oluyor istemediğim sözler geçiyor

İLİMCİK
Bighunter kardeşim, ayrıca Adem aleyhisselamın cennetten ihrac edilmesinin ve bir kısım insanların cehenneme gitmesinin ve şeytanın yaratılmasının ve insanın bu imtihan meydanına atılmasının hikmetlerini izah eden şu gelecek kısmı okursanız çok istifade edersiniz inşaAllah..Yine anlamadığınız ve izah etmemizi istediğiniz bir yer olursa sorarsınız kardeşim:

Soru: Hz Adem’in Cennetten ihrac edilmesinin ve diğer insanların da bu dünyaya gönderilmesinin hikmeti nedir ve bir kısım nsanların cehenneme gitmesinin hikmeti nedir?

Cevap:Hikmeti, Hz Adem aleyhisselamın ve diğer insanların bu dünyadaki vazifeleridir İnsan, öyle bir vazife ile bu dünyaya gönderilmiş ki, insanların manen terakki etmeleri ve istidat ve yeteneklerinin inkişaf edip gelişmesi ve insanın mahiyetinin Allah’ın güzel isimlerine geniş bir ayna olması o vazifenin neticelerindendir EĞER HAZRET-İ ADEM VE DİĞER İNSANLAR CENNET’TE KALSAYDI; MELEK GİBİ MAKAMI SABİT KALIRDI, İSTİDAT VE YETENEKLERİ İNKİŞAF ETMEZDİ Halbuki yeknesak (tekdüzey) makam sahibi olan melekler çoktur, o tarz ubudiyet için insana ihtiyaç yok Allah’ın hikmeti, nihayetsiz makamları kat’edecek olan insanın istidadına muvafık bir teklif meydanı iktiza ettiği için, meleklerin aksine fıtratlarının gereği olan malûm günahla Cennet’ten ihraç edildi Demek Hazret-i Âdem’in Cennet’ten ihracı, tam bir hikmet ve rahmet olduğu gibi küffarın da Cehennem’e idhalleri, haktır ve adalettir.

Çendan, kâfir az bir ömürde bir günah işlemiş, fakat o günah içinde nihayetsiz bir cinayet var. Çünki küfür, bütün kâinatı tahkirdir, kıymetlerini tenzil etmektir ve bütün masnuatın vahdaniyete şehadetlerini tekzibdir ve mevcudat âyinelerinde cilveleri görünen esma-i İlahiyeyi tezyiftir. Onun için, mevcudatın hakkını kâfirden almak üzere, mevcudatın sultanı olan Kahhar-ı Zülcelal’in kâfirleri ebedî cehenneme atması, ayn-ı hak ve adalettir. Çünki nihayetsiz cinayet, nihayetsiz azabı ister.

Soru:Şeytanların ve şerlerin yaratılması ne içindir? Şerrin yaratılması şer değil mi?

Cevap:Şerri yaratmak şer değil, şerri kesbetmek ve işlemek şerdir. Çünkü, Cenab-ı Hak bir şerri yaratırken neticesindeki büyük hayırlara bakar Fakat, şerri işlemek hususi neticelere bakar. Yani, Cenab-ı Hak, şeytanın varlığındaki büyük hayırları görmüş. Bu sebeple şeytanı yaratmış ve insanlara musallat olmasına izin vermiş Meselâ: Yağmurun gelmesinin binlerce neticeleri var ve yağmur güzeldir Bazı insanlar iradesini kötü kullanarak yağmurdan zarar görse, "Yağmurun icadı rahmet değildir" diyemez; "Yağmurun yaratılması şerdir" diye hükmedemez Çünkü, kendi kötü iradesiyle ve kesbiyle onun hakkında şer oldu Hem ateşin yaratılmasında çok faydalar var; bütünü de hayırdır Fakat bazılar kötü iradesiyle ve kesbiyle, sû’-i istimaliyle ateşten zarar görse, "Ateşin yaratılması şerdir" diyemez Çünki ateş yalnız onu yakmak için yaratılmamış; belki o, kendi iradesini kullanarak, yemeğini pişiren ateşe elini soktu ve o hizmetkârını kendine düşman etti.

Elhasıl: Büyük ve çok hayırlar için, küçük ve az şerler kabul edilir. Eğer o az şer olmamak için, büyük hayırları netice veren bir şer terkedilse; o vakit büyük bir şer kabul edilmiş olur Meselâ: Cihada asker sevketmekte elbette bazı cüz’î ve maddî ve bedenî zarar ve şer olur Fakat o cihadda büyük bir hayır var ki, İslâm küffarın istilasından kurtulur Eğer o az şerrin olmaması için cihad terkedilse, hem büyük bir hayır engellenmiş olur, hem de büyük bir şer olur O tam bir zulüm olur. Hem meselâ: Gangren olmuş ve kesilmesi lâzım gelen bir parmağın kesilmesi hayırdır, iyidir; halbuki zahiren bir şerdir…Parmak kesilmezse, el kesilir; büyük bir şer olur.

İşte KAİNATTAKİ ŞERLERİN, ZARARLARIN, BELALARIN VE ŞEYTANLARIN VE ZARARLI ŞEYLERİN YARATILMALARI VE İCAD EDİLMELERİ, ŞER VE ÇİRKİN DEĞİLDİR; ÇÜNKÜ ÇOK EHEMMİYETLİ NETİCELER İÇİN YARATILMIŞLARDIR Meselâ: Meleklere şeytanlar musallat olmadıkları için, terakkiyatları yoktur; makamları sabittir, değişmez. Bunun gibi hayvanların da, şeytanlar musallat olmadıkları için, mertebeleri sabittir, noksandır..İnsanlık aleminde ise terakki ve tedenni, yani gelişme ve alçalma mertebeleri nihayetsizdir. Nemrudlardan, firavunlardan tut, tâ sıddıkîn-i evliya ve enbiyaya kadar gayet uzun bir terakki mesafesi var. İşte kömür gibi olan esfel-i safilindeki ruhları, elmas gibi olan ala-yı illiyyindeki ruhlardan ayırmak için, şeytanlar yaratılmış ve insanlara teklif sunulmuş ve peygamberler gönderilmiş ve bir imtihan ve tecrübe ve cihad ve müsabaka meydanı açılmış Eğer mücahede ve müsabaka olmasaydı, insanlık madenindeki elmas ve kömür hükmünde olan istidadlar, beraber kalacaktı A’lâ-yı illiyyîndeki Ebu Bekr-i Sıddık’ın ruhu, esfel-i safilîndeki Ebu Cehl’in ruhuyla bir seviyede kalacaktı.Demek şeytanların ve şerlerin yaratılması, büyük ve küllî neticeye baktığı için icadları şer değil, çirkin değil; belki sû’-i istimallerden ve kesb denilen hususi mübaşeretlerden gelen şerler, çirkinlikler, insanın kesbine aittir; Allah’ın icadına ait değildir.

Soru: Peygamberlerin gönderilmesi ile beraber şeytanların varlığından insanların çoğu kâfir oluyor, küfre gidiyor, zarar görüyor "Hüküm çoğunluğa göre verilir" kaidesine göre çoğunluk ondan şer görse, yine şeytanların yaratılması ve peygamberlerin gönderilmesi hayır ve rahmet ve hikmet olur mu?

Elcevab: Kemmiyetin, keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Yani, çokluğun kaliteye göre ehmmiyeti yoktur. Önemli olan keyfiyet yani kalitedir. Meselâ: Yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprak altına konup su verilmezse ve kimyevi bir muamele görmezse ve bir hayat mücadelesine mazhar olmazsa, yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve bir hayat mücadehesine maruz kaldığı vakit, kendi kötü mizacından o çekirdeklerden sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki "Suyu vermek şer oldu, çünkü çoğunluğunu bozdu"? Elbette diyemezsin Çünki o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan, zarar etmez; şer olmaz Hem meselâ: Tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibariyle beşyüz kuruş eder Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa; yirmisi, yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki: "Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu"? Hâyır öyle değil, belki hayırdır Çünki o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dörtyüz kuruş fiatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı

İşte insanlık alemi, teklif sırrı ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ile kazandıkları yüzbinlerce enbiya ve milyonlarca evliya ve milyarlarca asfiya gibi insanlık aleminin güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde; kemmiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz zararlı hayvanlar nev’inden olan kafirleri ve münafıkları kaybetti

Not:ONİKİNCİ MEKTUB’TAN İSTİFADE EDİLMİŞTİR


Bighunter
Allah razı olsun kardeşim

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();