Hürmetine diyerek dua etmek, Himmet istemek, Salavat ve farklı farklı cevaplar konusu
Kayıtsız Üye
10 gündür sitenizi takip ediyorum,namaza yeni başladım,yaptığım işlerin tam olmasını istiyorum ama sitenizde birbiriyle uyumlu olmayan yazılar var.mesela yüzü suyu hürmetine diye dua etmek,dini bilgim fazla değil ama sitenizde bir süredir himmet konusu tartışılıyor,yakından takip etmekteyim,himmet konusu ile yüzü suyu hürmetine aynı konu değil mi?doğru anladım umarım.ama siz caiz diyorsunuz,bazı arkadaşlar şirk diyor.
Kim bana (bir kere) salât okursa Allah da ona on salât okur ve on günahını affeder, (mertebesini) on derece yükseltir bu hadiste bence yüzü suyu hürmetine dua etmek caiz anlamı çıkmaz bence,salat başka,bizim bahsettiğimiz dua başka
Allah’ım! Bu senin Peygamberinin amcasının elidir Bu el hürmetine bize yağmur ver bu olay için kaynak belirtimisiniz?namazla ilgilide sitenizde biribine uymayan tarifler var,hangisi doğru??
Cevap: Hürmetine diyerek dua etmek, Himmet istemek, Salavat ve farklı farklı cevaplar
Hoca
< mesela yüzü suyu hürmetine diye dua etmek,dini bilgim fazla değil ama sitenizde bir süredir himmet konusu tartışılıyor,yakından takip etmekteyim,himmet konusu ile yüzü suyu hürmetine aynı konu değil mi?doğru anladım umarım.ama siz caiz diyorsunuz,bazı arkadaşlar şirk diyor. >
Kardeş, Tevessül hakkındaki Aşağıdaki alıntı yazıyı okurmusun kardeş.
<
İSLAMDA VESİLE
el-Vesile kelimesinden türemiştir. el-Vesile: Bir şeye "istek"
ile ulaşmadır. İstek-arzu anlamını içerdiğinden "el-Vasile" ifadesinden daha
özeldir (dar anlamdadır). Allah (c.c.) şöyle buyurur: "O’na vesile (yaklaşma
yol) arayın" (el-Maide, 5/35).
Allah (c.c.)’a (yaklaştıran) gerçek vesile; ilim ve ibadetle
onun yolundan gitmek ve şeriatın güzelliklerini benimsemektir. Kurbet (Allah’a
yakınlık) gibi. el-Vasil, Allah’ı arzulayandır (Müfredât’tîr Rağıb el-İsfahan,
s. 560-561). İbnü’l-Esîr şöyle der: el-Vâsil; arzulayan-isteyen demektir.
el-Vesîle; Kurbet, vasıta ve kendisiyle birşeye ulaşılabilen ve yakınlaşma
sağlanabilen şey anlamındadır. Çoğulu, "vesâil’dir (en-Nihâye, 5/185).
el-Vesile kelimesi Kur’an-ı Kerim’de iki yerde
kullanılmıştır:
1) Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
"Ey iman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya yol)
vesile arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz" (el-Maide, 5/35). İbn
Cerîr, âyeti şöyle tefsir eder; "O’na vesile arayın" yani "onu hoşnud edecek
ameller işleyerek ona yaklaşmayı dileyin" (Tefsir’üt-Taberî, VI/226).
Hafız İbn Kesir de şunu kaydediyor: "O’na vesile arayın" İbn
Abbas (r.a)’dan "yaklaşma" diye nakledilmiştir. Mücahid, Ebû Vail el-Hasen,
Katâde, Abdullah b. Kesîr, Südd"ı, İbn Zeyd ve daha bir çok kişi aynı görüşü
paylaşıyor. Katâde ayeti şu şekilde tefsir eder: O’na boyun eğerek ve onu hoşnud
edecek ameller işleyerek ona yaklaşın. Mezkûr imamların söylemek istedikleri de
budur ve bu konuda müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı yoktur (İbn
Kesir Tefsîr, II, 53).
2. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Onların yalvardıkları bu
varlıklar, Rablerine -hangisi daha yakın olacak diye- vesile ararlar; O’nun
rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı, sakınmağa değer"
(İsra, 17/57).
İbn Mes’ud (r.a) şöyle açıklar; (Âyet) bir gurup arap hakkında
nazil oldu. Bunlar bir kısım cinlere tapıyorlardı. Cinler müslüman oldular.
Onlara tapmakta olan insanlar ise (bunu) anlamıyorlar. Diğer bir rivâyette ise
"insanlar cinlere’ ibadeti bırakmadılar" diye geçer (Müslim, Tefsir, 28, 29, 30;
Buharî, Tefsir, 7). Hafız İbn Hacer ise şöyle açıklar: "Cinlere ibadet etmekte
olan insanlar yine onlara tapmaya devam ettiler. Oysa ki cinler artık müslüman
olduklarından ve onlarda rablerine vesile aradıklarından dolayı bundan razı
olmuyorlardı." İbn Hacer, "Vesile’den kasıt, kurbet’tir" der (Fethu’l Bari,
VIII, 249). el-Mu’cemu’l Vasît’te kurbet şöyle tanınırladır: "İyi ameller
işlenerek kendisi ile Allah’a yaklaşılabilen"dir.
İbn Kesir’in sözü dikkate alındığında görülüyor ki şu noktada
müfessirler arasında herhangi bir görüş ayrılığı söz konusu değildir: Vesile’den
kasıt; Allah’a boyun eğerek ve onu razı kılacak işler yaparak ona yaklaşmaktır.
Bunun da Kitab ve Sünnet dışında bir yerden anlaşılması olanak sızdır. Nitekim
Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Artık her kim, Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi iş
yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir feyi ortak koşmasın"(Kehf 18/110). İbn Kesir
bu konuda şöyle der: "Bu ikisi kabule şayan amelin iki unsurunu teşkil eder.
Sırf Allah (c.c.) rızası için yapılması ve Rasûlullah (s.a.s)’ın şeriatına uygun
olması gerekir. Hakkında Kitabdan ve sahih sünnetten bir delil bulunmayan bütün
ibadetler ve ameller bid’attır. Zira Resûlullah (s.a.s) şöyle buyurur: "Her kim
bizim bu işimizde (dinde) onda olmayan bir şey ortaya koyarsa o merduddut
(Buharî, Sulh, 5; Müslim, Akdiye, 17). Yine Rasûlullah (s.a.s) şöyle buyururlar:
"En doğru söz Allah’ın kitabıdır, en güzel yol Muhammed (s.a.s)’in yoludur,
işlerin en kötüsü sonradan icad olunanlardır (muhdest)’dır. Sonradan (dinde)
icad edilen herşey bid’attır. Bütün bidatler sapıklık (dalalet)’tır. Her
sapıklıkta ateştedir" (Müslim Cum’a, 43; Nesi, Salâtu’l Ideyn, 22).
Fıkıh usulünde yerleşik bir prensip vardır: İbadetlerde asl
olan men’ (caiz olmaması)’dir, ta ki bir delil bulununcaya kadar; adetlerde de
aslolan ibahadır ta ki bir delil bulununcaya kadar. Allah (c.c.)’ın bize
emrettiği ibadetler ise mutluluk ve sıkıntı halinde ona yalvarmamız, ondan
yardım istememiz ve ona sığınmamızdır. Cenab-ı Allah buyuruyor ki: "Rabbiniz
(şöyle) buyurdu; Bana duâ edin, size icabet edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp
büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir" (Mü’min, 40/60).
Allah (c.c.) bizlere, tevessülün faydalı birçok çeşidini meşru kılmıştır ve ona
yalvaranın duasını -diğer şartlarını da yerine getirdiğinde- icabet edeceğini
taahhüt etmiştir.
Müteahhirinin bir çoğu, tevessül kelimesiyle duadaki tevessülü
kasdetmişlerdir. Oysa durum -daha önce geçtiği gibi- böyle değildir.
Müteahhirinin örfünde yaygın olan tevessül üç çeşittir:
1- Meşru Tevessül: Hakkında Kitab’dan ve sahih hadislerden bir
delil bulunan. Meşru Tevessül kendi içinde üçe ayrılır.
a) Allah (c.c.)’ın güzel isimlerinden veya yüce sıfatlarından
biriyle ona tevessül. Örneğin şöyle dua etmesi gibi: "Allah’ım sen Rahmân ve
Rahim’sin, senden merhamet diliyorum…"
Bu konudaki delil şudur: "En güzel isimler Allah’ındır, o halde
O’na o güzel isimlerle dua edin" (A’raf, 7/180). Yani Allah’a, en güzel
isimlerini vesile edinerek dua edin. Allah (c.c.)’ın yüce sıfatları da buna
dahildir. Zira Allah (c.c.)’ın isimleri, onun sıfatlarıdır. Cenab-ı Allah
Süleyman (a.s)’ın tevessülünden şöyle söz eder; "Rahmetinle, beni iyi kullarının
arasına kat" (Neml, 27/19). Rasulullah (s.a.s)’ın bu konudaki dualarından şu
hadis-i şerif de bu konuya değinir. "Allah’ım! Gayb ilmin ve mahlukat üzerindeki
kudretinle, eğer hayat benim için hayırlıysa beni yaşat, eğer ölüm benim için
daha hayırlı ise beni öldür" (Nesai, Sehv, 62). Bu anlamda daha birçok hadis
vardır.
b) Dua eden kişinin işlediği amel-i safihle tevessülü;
"Allah’ım sana olan inancımla ve senin için olan sevgimle ve rasulüne tabi
olmamla beni bağışla." Veya duacı, Allah (c.c.)’a olan sevgisi, ondan korkusu ve
dilekleri için yaptığı iyi işleri zikreden ve duasında bunlarla tevessur eder.
Konuyla ilgili delil şudur: "Öyle kullar ki, "Ey Rabbimiz! İman ettik, öyleyse
bizim günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru!" derler" (Al-i İmran,
3/16). Görüldüğü gibi Allah (c.c.)’ın bâğışlamasına vesile kılarak ameli salih
(iman)’leri anarak dua edilebilir. Şu hadis de bunu ifade eder:
"Üç kişi mağaraya girmişler ve (büyük bir kaya ile) mağara
üzerlerine kopanmış. Her biri yapmış olduğu iyi işlerle tevessül ederek Rabbine
yalvarmış ve kaya kapının (çıkış bölümünün) önündeki kaya yarılmış ve böylece
çıkmışlar…" (Buharî, İcâre,12; Müslim, Zikr, 100).
c) Yaşamakta olan salih bir insanın duasıyla yapılan tevessül:
Sahabe-i Kiram (r.a) zor duruma düştüklerinde Rasulüllah (s.a.s)’a gider ve
ondan kendileri için dua etmelerini dilerlerdi (bkz. Buharî, Cum’a, 34). Enes
(r.a)’dan nakledildiğine göre, Hz. Ömer b. Hattab -onlara kuraklık bastığında-
Abbas b. Abdulmuttalib (r.a) ile istiska eder ve şöyle derdi: "Allah’ım biz
(zamanında) nebimizle sana tevessül ediyorduk ve sen bize su gönderiyordun.
(Şimdi ise) Nebimizin amcası ile sana tevessül ediyoruz, bize su gönder." (Enes)
diyor ki: "Ve sulanıyorlardı" (yağmur yağıyordu)." (Buharî, İstiska, 3; Fedail
eshabinnebî, 11). Bu hadiste kastedilen mana şudur: "Yağmursuz kaldığımızda,
Nebimize (s.a.s.) gider. O’ndan bizim için dua etmesini talep eder ve onun
duasıyla sana yaklaştırdık. Şimdi ise o vefat etti. Artık bizim için dua etmesi
imkansız. Bu yüzden amcası Abbas’a yöneliyor ve ondan bizim için dua etmesini
diliyor ve onun duasıyla Allah (c.c.)’a yaklaşıyoruz."
A’mâ hadisi de bu kabildendir. O Rasulüllah (s.a.s)’a gelmiş ve
ondan dua etmesini istemiştir. O da a’maya, duasıyla Allah (c.c.)’a tevessül
etmeyi öğretmiştir (Tirmizi Da’avât, 118; İbn Mace, İkame, 189).
2- Bid’at Olan Tevessül: Bu zâtlarla, makamla, hürmet, büyüklük
ve benzeri şeylerle tevessül etmektir. Şöyle demek gibi; "Allah’ım, Muhammed
(s.a.s)’in hürmetine veya Ka’be’nin hürmetine -veya benzeri şeylerle senden
diliyorum…" Bu tür "tevessüller, hakkında bid’at olduğuna dair açık delil
bulunan tevessüllerdir. Bu sebeple hiçbir imamdan, cevazlarına dair bir nakil
yoktur.
Hanefi kitaplarından (ed-Durrü’l Muhtâr)’da şöyle denmektedir:
"et-Tatarhaniyye’de, el-Münteka’ya atfen, Ebû Yusuf dan o da Ebti Hanife’den
naklen şöyle geçer: "Kişi Allah (c.c.)’a ancak onunla dua edilebilir. Bu konuda
cevaz verilen duada şu âyetten anlaşılandır: "En güzel isimler Allah’ındır, o
halde O’na o güzel isimlerle dua edin ". Rasûllerinin, nebilerinin, dostlarımın
hakkı için "veya Beytin hakkı için" türünden ifadeleri kullanmak mekruh
sayılmıştır (Hâşiyetü İbn Âbidîn, VI/396-397). Benzeri (bilgiler) bütün Hanefi
metin ve şerh kitaplarının el-Mekruhat veya el-Hazr vel-ibâha bölümlerinde
mevcuttur. Onlara göre mekruh harama en yakın olandır. İmam Muhammed’e göre ise
cehennem azabı açısından "haram" gibidir. Nitekim Allâme İbn Abidin bunu el-Hazr
ve’libaha bölümünün başlarında açıkça belirtmiştir. Bu yüzden selef-i salihinden
bu tür bir tevessül naklolunmamıştır. Bu tür tevessüle cevaz verenlerin ileri
sürdükleri deliller ya sahih olmayan hadislerdir veya kendisinden cevaz çıkmayan
nasslardır. (el-Vesile) lafzının geçtiği âyetlerle delil getirmeye çalıştıkları
gibi. Daha önce de belirttiğimiz gibi, ittifakla sabittir ki (burda vesileden)
kasıt kurbe ve ta’ât’tır. Ayrıca az önce geçen Abbas (r.a) ile tevessül hadisi
gibi. Halbuki bundan ancak dua ile tevessül olduğu anlaşılıyor. Zira, eğer
zât’larla ve makamlarla tevessül etmek (caiz) olsaydı, vefât etmiş olan
Rasûlullah (s.a.s)’dan vazgeçip ondan daha az fazilete sahip olan Abbas (r.a)
ile tevessül etmezlerdi. Zira Rasûlullah (s.a.s) hürmet ve makam açısından -ölü
veya diri olarak- Abbas (r.a)’dan daha yücedir. Bunu ifade eden daha birçok
deliller vardır.
3- Şirk olan Tevessül: Bu Allah (c.c.)’dan başka ölülerle,
dirilerle ve hali hazırda bulunmayanlarla dua etmek ve menfaat sağlamak,
sıkıntıları gidermek için onlardan yardım istemektir. Veya ondan şefaat ve dua
dilemektir. (Şefaat ta dua çeşitlerindendir). Bu doğru anlamda tevessül
olmamasına rağmen, halkın cahil kesimi ve bazı ilim mensupları bu tevessül’ün
(en azından) ihtilaflı tevessül olduğu imajını vermek amacıyla halkın kafasını
bulandırıyorlar. Halbuki işin gerçeği, bu haram kılınan ve haramlığında icma
edilen tevessüldür. Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Mescidler Şüphesiz Allah’ındır.
O halde, Allah ile birlikte kimseye yalvarmayın" (el-Cinn, 72/18). "Kimseye"
ifadesi belirsiz isimdir ve olumsuzluk ifadesinden sonra geliyor, dolayısıyla
Allah (c.c.) dostu her kişiyi ve gönderilmiş her nebiyi kapsıyor. Allah (c.c)
şöyle buyuruyor: "De ki: Öyleyse bana bildirin, Allah bana bir zarar vermek
isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, onun verdiği zararı giderebilir mi?
Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar onun bu rahmetini önleyebilir mi? De
ki: Bana Allah yeter. Güvenip dayanacaklar, ancak O’na güvenip dayanırlar"
(Zümer, 39/38).
İbn Teymiye bu konuda şöyle der; "Her kim Allah ile mahlukatı
arasında -hükümdar ve teba’ası arasındaki aracılar gibi- aracılar oluşturursa,
kişi kafir ve müşriktir. Öyle ki; kulların sorunlarını onlar Allah (c.c.)’a
iletiyorlar, Allah (c.c.)’da kullarını onların aracılığıyla hidayete erdiriyor
ve rızıklandırıyor. Halk önce onlardan dilekte bulunuyor, onlar da Allah
(c.c.)’dan diliyorlar. Kralların yanındaki aracılar gibi. Onlar halka (da) yakın
oldukları için ihtiyaçları krallara onlar dile getirirler. Halk da edep
göstererek kraldan dileklerini onların yapmalarını isterler. Veya halkın
onlardan (önce) dilekte bulunması, belki direkt kraldan dilekte bulunmalarından
daha faydalı olabilir. Çünkü o aracılar ihtiyaçlı (sıradan halk)’dan daha krala
yakındır (dosttur). Her kim bu tarzda aracılar oluşturursa o kişi kâfirdir,
müşrikdir. Ondan tevbe etmesi istenir eğer tevbe etmezse öldürülür"
(Mecmu’ul-Fetâvâ, I/126). İşte bu önceki müşriklerin şirkinin aynısıdır. Nitekim
Allah (c.c.) şöyle buyurur: "Onlar Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de
fayda verebilecek şeylere tapıyorlar ve "Bunlar, Allah katında bizim
şefaatçılarımızdır" diyorlar" (Yunus, 10/18).
Bunun Allah (c.c.)’a şirk koşmak olduğunu söyleyenler
çoğunluktadır. (Allâme es-Süveydî el-İkdü’s-Semîn adlı kitabında, Şeyh Nu’man
el-Âlûsî de ondan nakletmiştir. Cilâül Ayneyn, s. 442). Şeyh Abdü’l-Kadir
el-Geylânî de, el-Ğunye adlı kitabında (ondan Nu’man el-Âlûsî) nakletmiştir.
(Cilâü’l-Ayneyn, s. 487). Şeyh Sanâullah el-Halebî el-Hanefi de kitabında,
velilerin keramet yoluyla yaşam ve ölüm sonrasına etki edebileceklerini ileri
sürenlere karşı böyle bir şey olmayacağını söylemiştir (Abdurrahman b. Hasen,
Minhâcü’t-Te’sis ve’t-Takdis, s. 48; Şeyt Ebu’t-Tayyib Muhammed Şemsü’l-hak
el-Azîm-âbâdî el-Hanefi, et-Ta’liku’l-Muğni alâ sünen’id-Darukutnî, el-Akziye
ve’l-Ahkâm bölümü, IV/225).
Ebu Eymen ed-DIMAŞKİ >
himmet salavatı, himmet isteme salavatı