Cahiliye dönemi dua ve yeminler nasıldı?
Kayıtsız Üye
cahiliye döneminde insanlar putlara nasıl dua ederlerdi. ve yeminlerini kim adına yaparlardı.
Cevap: cahiliye dönemi dua ve yeminler nasıldı?
rana
İbrahim (a.s.) ve İsmail (a.s.)’ın dininden geriye kalan inanç esasları ışığında, Allah’a dosdoğru inanarak şirk koşmayanlar olduğu gibi, bir taraftan Allah’a inanıp diğer taraftan çeşitli varlıkları veya putları O’na ortak koşanlar da vardı. (6) Bu taptıkları şeyleri aracı kabul ediyorlar, yaptıkları şirke güya kendilerince meşruiyet kazandırıyorlardı. Gök cisimlerinden güneşe tapanlar (7) olduğu gibi, yıldızları Allah’ın en büyük mahlukları olarak gördüklerinden, saygılarından dolayı zamanla (8) onlara da ibadet edenler vardı. Melek, cin ve ruhanileri (9), tabiat varlıklarını (10) ortak koşanlar olduğu gibi tamamen inkâr edenlerde mevcuttu.(11)
6. Yedi ilaha inandığını söyleyen Husayn’a Hz. Peygamber (a.s.m.) Müslümanlığı öğretir o da müslüman olur: Tirmizi, Daavat, 70.
7. bk. İbn Kuteybe, Te’vil, s. 154; Alusi, Buluğu’l-Ereb,II, 215-216; Krş. Neml, 22-24; Zümer, 3.
8. Değişik yıldızları kutsal gördükleri ile ilgili bkz. Buhari, Menakibu’l-Ensar, 27; Müslim, Cenaiz, 29; Müsned, II, 455. Krş. Doğuştan günümüze İslam tarihi, Komisyon, Çağ Yay. İst. 1992, I, 175. Güneş hakkındaki bu düşünceler Ay hakkında varolmuş, İslam bu yanlış anlayışları tamamen kaldırmıştır. Ancak günümüzde bazı zayıf ve hasta çocukların Ay’a gösterilerek, Ya al ya ver denilmesi, çocukların yeni çıkan dişlerini güneşe göstererek iyisiyle değiştir denilmesi, hala bazı yanlış anlayışların devam ettiğini gösterir. (bk. Kalafat, Y.D. Anadoluda eski Türk İnanışlarının İzleri, T.T.K.Y. Ank. S. 31; Çelik, Ali, Halk İnanışları, s. 72.)
9. bk. Al-i İmran, 80; İbn Kesir, Tefsir, IV, 377; Yazır, Hak Dini, VIII, 5381; İzutsu, Kur’an’da Allah ve İnsan, s. 19; Alusi, Buluğu’l-Ereb, II, 197; Krş. Saffat, 158; En’am, 100.
10. İbnü’l-Kelbi, Kitabü’l-Esnam, s. 11-16; Kur’an-ı Kerim bunları değişik isimlerle anar: A’raf, 128; En’âm, 74; Enbiya, 52; Şuâra, 71, Mâide, 90.
11. bk. Casiye, 24; Âlusi, Buluğu’l-Ereb, II, 220; Allah’a inanıp Peygamberi inkar edenler için bk. Furkan, 7.
Cevap: cahiliye dönemi dua ve yeminler nasıldı?
Desert Rose
CAHİLİYE MÜŞRİKLERİ VE GELENEKLERİ
Cahiliye döneminde putların yanında kurbanlar kesilir, bu kurbanlardan büyük pay küçük ilahlar için ayrılırdı.[227] Yanında kurban kesilen putların başında Isâf ve Naile gelmekteydi.[228] Malik ve Milkan boyları ise, Cidde kıyısında bulunan Sa’d adlı put için kurban keser ve kurbanın kanını bu putun üzerine dökerlerdi.[229] Kureyşliler’in de Yanbu yakınlarında Buvane adlı bir putları vardı. Her yıl bunun yanında kurban kesip bayram yaparlardı.[230] Hz. Peygamber de çocukluğunda halaları tarafından bu bayrama katılmaya zorlanmıştı. Ancak O, burada rahatsızlandığı için bir daha bu bayrama katılması için ısrar edilmemişti.[231]
Kabe’nin etrafında 360 tane dikili taş (Nusub) vardı, bu taşların her biri bir Arap kabilesine aitti. Bu taşların yanında kurban keser, kanını bu taşlara sürer, kurbanı parçalayıp bu taşlara koyarlardı.
Cahiliye halkı kabir başlarında da kurban kesmekteydi. îyi bir kimsenin kabri başında bir deve boğazlar ve "Biz, onun dünyada yaptıklarına karşılık kendisini mükafatlandırıyoruz. Kendisi, hayattayken deve keser ve misafirlerine yedirirdi. Biz de kabrinin başında deve kesiyoruz. Varsın bunu kurtlar, kuşlar yesin, hayatında yedirmiş olduğu gibi yedirmiş olsun" derlerdi. Öldükten sonra dirilmeye inananları ise, ölen kimsenin kabri başında sağlığında bindiği hayvan kesilirse, o kimse Kıyamet’te binekli olarak haşrolunur, aksi takdirde yaya kalır, diye inanırlardı.[232]
Bir kısım Araplar da cinlere kurban kesiyorlardı.[233] Cömertlik yarışı için kurban kesenler de vardı.[234] Bazıları da hayvan canlı iken vücudundan et kesiyorlardı. Hz. Peygamber Medine’ye geldiği zaman bazı kimseleı~in develerin hörgü eleriyle, koyunların kuyruklarını kestiklerini görmüş ve yasaklamıştı.[235] Cahiliye döneminde Şeytan Yarması adı verilen bir işlem daha yapılmaktaydı. Buna göre hayvan boğazlanır, yalnız derisi kesilir, kan damarları kesilmez, ölünceye kadar böyle bırakılırdı. Kam yedikleri için, hayvanın kanını boşa gidermeme çabasıyla bu şekilde yaptıkları sanılmaktadır.[236] Bu dönemde Akika kurbanı da kesilirdi. Çocuğun tıraş edilen başına, çocuk için kesilen kurbanın kanından sürülürdü. Hz. Hatice, doğan her oğlan çocuğu için iki, her kız çocuğu için de bir koyunu akika olarak kestirmişti.[237]
Cahiliye devrinde ilk doğan hayvanlar kurban edilir ve buna Fer’a denilirdi. Ebu Davud, "Fer’a, devenin ilk doğurduğu yavru-sudur. Cahiliye devrinde onu, putları için kurban keserler, kanını da putların başına akıtırlardı."[238] demektedir. Fer’a’nm sadece deve cinsine tahsis edilemeyeceği, koyun cinsinden hayvanlam ilk doğurdukları hayvanlara da fer’a denildiği kaydedilmiştir.[239] Cahiliye döneminde Araplar, Recep ayında putlara kurban keser ve bunlara atire derlerdi. Îbnü’l-Kelbî, Arapların dikili taşların ve putların yanında kestikleri koyunlara el-Atair dediklerini, el-Ati-re’nin "Boğazlanmış" anlamına geldiğini, kurban kestikleri yere de "El-Itr" (Sunak) dediklerini kaydetmektedir.[240]
Cahiliye devrinde Arapların Ensab dedikleri boz renkli dikili taşları vardı ve bunların yanında Atîre kurbanı kesiyorlardı. Kaydedildiğine göre Müzeyne kabilesi Nuhm adlı putlarının, Aneze kabilesi ise Suayr adlı putlarının yanında atîre kurbanı kesmekteydiler. Suvâ adlı putun çevresinde de Atîre kurbanı boğazlanır-di.[241] Bazan Araplar sözlerinde durmayarak ilahlarım aldatır, koyun yerine, avladıkları geyik ya da ceylanı atîre kurbanı olarak keserlerdi.[242] Müşrikler kestikleri bu atîre kurbanları sebebiyle bereket ummaktaydılar.[243]
Adak uygulamalarına Cahiliye döneminde de rastlamaktayız. Cahiliye devri Araplannda adağı yerine getirmemek, uluhi-yete karşı günah sayılırdı. Bu devirde çeşitli şekillerde adaklar adanırdı. Kaydedildiğine göre Araplardan çocuğu olmayanlar, şayet ALLAH kendilerine bir çocuk verirse, onu Yahudi terbiyesi üzerine yetiştireceklerini adamaktaydılar. Nitekim Benî Nadr yahudilerinin sürgün edilmesi sırasında, bu yolla Yahudileşmiş bir hayli çocuk olduğu görülmüştü.[244] Bunun sebebinin Arapların Yahudileri Ehl-i Kitab ve Ehl-i ilim kabul etmeleri olduğu nakledilmektedir.[245]
Yine Araplar, hastalık veya herhangi bir sebeple çocuklarını "Hums" yapmaya adamaktaydılar. Selmâ bint Dubeya’mn, hasta olan oğlu Hevâzin’i şayet iyileşirse Hums yapmak üzere adadığı kaydedilmektedir.[246] Çocuğu olmayan bir kadın, erkek bir çocuğu olduğu takdirde, onu mabede adayabilirdi. Ayrıca Cahiliye Arapları, küçük ilahlara adakta bulunmak ALLAH’ın hoşuna gider, bu ilahlar ALLAH’ın huzurunda adak sahibine şefaatte bulunur zannediyorlardı.[247] Bir kimse adak yoluyla yakınlarım da bağlayabilirdi. Mesela bir anne, oğlu ya da kızı istediğini yerine getirinceye kadar saçlarını taramamaya, gölgede durmamaya ve benzeri şeylere yemin edebilirdi. Ölmek üzere olan bir adam, öcünü almak için kendi kabilesinin elli kişiyi öldürmesini adarsa, bu adak kabile için bir görev olurdu.[248] Cahiliye döneminde, ayakta durmak, oturmamak, güneşte durmak, gölgelenmemek, konuşmamak, üzere oruç tutmayı adamaktaydılar. Hz. Peygamber ashabtan Ebu israil’in böyle bir adağını görmüş ve mani olmuştu.[249] Yürümek, binmemek üzere adakta bulunanlar da vardı. Ukbe b. Amir’in kız kardeşi Kabe’ye yayan yürümeyi adamış, ancak Hz. Peygamber tarafından engel olunmuştu.[250] Cahiliye döneminde, Mescid-i Haram’da itikâf yapmak üzere adakta bulunanlar da vardı. Hz. Ömer bunlardandı.[251]
Cahiliye Arapları hayvanları da çeşitli şekillerde adarlardı. Onların bu adak çeşitleri arasında Bahîra, Şaibe, Hami ve Vasile vardır. Bahîra, sütü tağutlara ve şeytanlara ait olmak üzere adanan deveydi. Artık bunun sütü haram kılınmıştı ve bu devenin sütünü kimse sağamazdı. Araplar, bir deve beş batın doğurur son yavrusu da erkek olursa, onun kulağım yarar salıverirlerdi.[252] Bahira’mn yavrusundan faydalanma hakkı yalnız erkeklere mahsustu, kadınların bundan faydalanması haram sayılırdı. Şayet yavru ölü doğarsa, o zaman kadınlar bundan yararlanabilirlerdi.[253] Cahiliye devrindeki adak çeşitlerinden birisi de, Şaibe idi. Bir kimse, "Şu seferden sağ şalim dönersem, ya da şu hastalıktan şifa bulursam devem şaibe olsun" diye adar, hayvanın kulağım yararak salıverirdi. Artık kimse, o devenin sütünü sağamaz, üstüne binemez, yük vuramaz, hiçbir şekilde saibe’den faydalanamazdı. Bu haramdı. Bu devenin sulanmasına, otlanmasına da kimse engel olmazdı. Bazan bu develeri taptıkları putlara da adarlardı.[254]
Hami ise, yavrusunun yavrusu kendisini basmaya başlayan dişi deveye denilirdi. Sahibi artık bu emektar devesinin arkasını yükten korumaya hak kazandığını ilan ederdi.[255] tbn îshak ise, Hâmî’nin, kendi sulbünden aralarında erkek yavru olmadan arka arkaya on tane dişi deve yavrulanan aygır deve olduğunu, artık bu devenin sırtına binilmediğini, tüyünden faydalanılmadığını, damızlık görevi yapmak üzere dişi develerin arasına sahndığmı kaydetmektedir.[256] Bir koyun yedi batın yavrulayıp, yedincisi dişi olursa bu koyun sahibine ait olur, eğer erkek yavrularsa putlara kurban edilirdi. Eğer anaç koyun yedinci batında erkekli-dişili yavrularsa, o erkek koyunu putlar adına kesmezler ve buna vesile derlerdi. Böylece yavrulayan bu hayvanın sütünü erkeklere helal kabul edip, kadınlara haram sayarlardı. Şayet bu koyun ölü doğurursa, etini yeme hususunda kadınlara izin verilirdi.[257] Vasile’nin anasının her batından ikiz doğurduğunu, sahibinin bunlardan dişi olanlarım ilahlarına tahsis ettiğini, erkek olanlarım da kendisi için ayırdığını îbn Îshak kaydetmektedir.[258]
Bahira, Şaibe, Hami ve Vasile adaklarını ilk defa ortaya atanın, Huzaalılar’m hakimiyeti esnasında Mekke’ye putları getirip diken başkanları Amr b. Âmir b. Luhay el-Huzaî olduğu kaydedilmektedir.[259]
Cahiliye döneminde putların yanında kurbanlar kesilir, bu kurbanlardan büyük pay küçük ilahlar için ayrılırdı.[227] Yanında kurban kesilen putların başında Isâf ve Naile gelmekteydi.[228] Malik ve Milkan boyları ise, Cidde kıyısında bulunan Sa’d adlı put için kurban keser ve kurbanın kanını bu putun üzerine dökerlerdi.[229] Kureyşliler’in de Yanbu yakınlarında Buvane adlı bir putları vardı. Her yıl bunun yanında kurban kesip bayram yaparlardı.[230] Hz. Peygamber de çocukluğunda halaları tarafından bu bayrama katılmaya zorlanmıştı. Ancak O, burada rahatsızlandığı için bir daha bu bayrama katılması için ısrar edilmemişti.[231]
Kabe’nin etrafında 360 tane dikili taş (Nusub) vardı, bu taşların her biri bir Arap kabilesine aitti. Bu taşların yanında kurban keser, kanını bu taşlara sürer, kurbanı parçalayıp bu taşlara koyarlardı.
Cahiliye halkı kabir başlarında da kurban kesmekteydi. îyi bir kimsenin kabri başında bir deve boğazlar ve "Biz, onun dünyada yaptıklarına karşılık kendisini mükafatlandırıyoruz. Kendisi, hayattayken deve keser ve misafirlerine yedirirdi. Biz de kabrinin başında deve kesiyoruz. Varsın bunu kurtlar, kuşlar yesin, hayatında yedirmiş olduğu gibi yedirmiş olsun" derlerdi. Öldükten sonra dirilmeye inananları ise, ölen kimsenin kabri başında sağlığında bindiği hayvan kesilirse, o kimse Kıyamet’te binekli olarak haşrolunur, aksi takdirde yaya kalır, diye inanırlardı.[232]
Bir kısım Araplar da cinlere kurban kesiyorlardı.[233] Cömertlik yarışı için kurban kesenler de vardı.[234] Bazıları da hayvan canlı iken vücudundan et kesiyorlardı. Hz. Peygamber Medine’ye geldiği zaman bazı kimseleı~in develerin hörgü eleriyle, koyunların kuyruklarını kestiklerini görmüş ve yasaklamıştı.[235] Cahiliye döneminde Şeytan Yarması adı verilen bir işlem daha yapılmaktaydı. Buna göre hayvan boğazlanır, yalnız derisi kesilir, kan damarları kesilmez, ölünceye kadar böyle bırakılırdı. Kam yedikleri için, hayvanın kanını boşa gidermeme çabasıyla bu şekilde yaptıkları sanılmaktadır.[236] Bu dönemde Akika kurbanı da kesilirdi. Çocuğun tıraş edilen başına, çocuk için kesilen kurbanın kanından sürülürdü. Hz. Hatice, doğan her oğlan çocuğu için iki, her kız çocuğu için de bir koyunu akika olarak kestirmişti.[237]
Cahiliye devrinde ilk doğan hayvanlar kurban edilir ve buna Fer’a denilirdi. Ebu Davud, "Fer’a, devenin ilk doğurduğu yavru-sudur. Cahiliye devrinde onu, putları için kurban keserler, kanını da putların başına akıtırlardı."[238] demektedir. Fer’a’nm sadece deve cinsine tahsis edilemeyeceği, koyun cinsinden hayvanlam ilk doğurdukları hayvanlara da fer’a denildiği kaydedilmiştir.[239] Cahiliye döneminde Araplar, Recep ayında putlara kurban keser ve bunlara atire derlerdi. Îbnü’l-Kelbî, Arapların dikili taşların ve putların yanında kestikleri koyunlara el-Atair dediklerini, el-Ati-re’nin "Boğazlanmış" anlamına geldiğini, kurban kestikleri yere de "El-Itr" (Sunak) dediklerini kaydetmektedir.[240]
Cahiliye devrinde Arapların Ensab dedikleri boz renkli dikili taşları vardı ve bunların yanında Atîre kurbanı kesiyorlardı. Kaydedildiğine göre Müzeyne kabilesi Nuhm adlı putlarının, Aneze kabilesi ise Suayr adlı putlarının yanında atîre kurbanı kesmekteydiler. Suvâ adlı putun çevresinde de Atîre kurbanı boğazlanır-di.[241] Bazan Araplar sözlerinde durmayarak ilahlarım aldatır, koyun yerine, avladıkları geyik ya da ceylanı atîre kurbanı olarak keserlerdi.[242] Müşrikler kestikleri bu atîre kurbanları sebebiyle bereket ummaktaydılar.[243]
ı) Adak:
Adak uygulamalarına Cahiliye döneminde de rastlamaktayız. Cahiliye devri Araplannda adağı yerine getirmemek, uluhi-yete karşı günah sayılırdı. Bu devirde çeşitli şekillerde adaklar adanırdı. Kaydedildiğine göre Araplardan çocuğu olmayanlar, şayet ALLAH kendilerine bir çocuk verirse, onu Yahudi terbiyesi üzerine yetiştireceklerini adamaktaydılar. Nitekim Benî Nadr yahudilerinin sürgün edilmesi sırasında, bu yolla Yahudileşmiş bir hayli çocuk olduğu görülmüştü.[244] Bunun sebebinin Arapların Yahudileri Ehl-i Kitab ve Ehl-i ilim kabul etmeleri olduğu nakledilmektedir.[245]
Yine Araplar, hastalık veya herhangi bir sebeple çocuklarını "Hums" yapmaya adamaktaydılar. Selmâ bint Dubeya’mn, hasta olan oğlu Hevâzin’i şayet iyileşirse Hums yapmak üzere adadığı kaydedilmektedir.[246] Çocuğu olmayan bir kadın, erkek bir çocuğu olduğu takdirde, onu mabede adayabilirdi. Ayrıca Cahiliye Arapları, küçük ilahlara adakta bulunmak ALLAH’ın hoşuna gider, bu ilahlar ALLAH’ın huzurunda adak sahibine şefaatte bulunur zannediyorlardı.[247] Bir kimse adak yoluyla yakınlarım da bağlayabilirdi. Mesela bir anne, oğlu ya da kızı istediğini yerine getirinceye kadar saçlarını taramamaya, gölgede durmamaya ve benzeri şeylere yemin edebilirdi. Ölmek üzere olan bir adam, öcünü almak için kendi kabilesinin elli kişiyi öldürmesini adarsa, bu adak kabile için bir görev olurdu.[248] Cahiliye döneminde, ayakta durmak, oturmamak, güneşte durmak, gölgelenmemek, konuşmamak, üzere oruç tutmayı adamaktaydılar. Hz. Peygamber ashabtan Ebu israil’in böyle bir adağını görmüş ve mani olmuştu.[249] Yürümek, binmemek üzere adakta bulunanlar da vardı. Ukbe b. Amir’in kız kardeşi Kabe’ye yayan yürümeyi adamış, ancak Hz. Peygamber tarafından engel olunmuştu.[250] Cahiliye döneminde, Mescid-i Haram’da itikâf yapmak üzere adakta bulunanlar da vardı. Hz. Ömer bunlardandı.[251]
yeminler
Cahiliye Arapları hayvanları da çeşitli şekillerde adarlardı. Onların bu adak çeşitleri arasında Bahîra, Şaibe, Hami ve Vasile vardır. Bahîra, sütü tağutlara ve şeytanlara ait olmak üzere adanan deveydi. Artık bunun sütü haram kılınmıştı ve bu devenin sütünü kimse sağamazdı. Araplar, bir deve beş batın doğurur son yavrusu da erkek olursa, onun kulağım yarar salıverirlerdi.[252] Bahira’mn yavrusundan faydalanma hakkı yalnız erkeklere mahsustu, kadınların bundan faydalanması haram sayılırdı. Şayet yavru ölü doğarsa, o zaman kadınlar bundan yararlanabilirlerdi.[253] Cahiliye devrindeki adak çeşitlerinden birisi de, Şaibe idi. Bir kimse, "Şu seferden sağ şalim dönersem, ya da şu hastalıktan şifa bulursam devem şaibe olsun" diye adar, hayvanın kulağım yararak salıverirdi. Artık kimse, o devenin sütünü sağamaz, üstüne binemez, yük vuramaz, hiçbir şekilde saibe’den faydalanamazdı. Bu haramdı. Bu devenin sulanmasına, otlanmasına da kimse engel olmazdı. Bazan bu develeri taptıkları putlara da adarlardı.[254]
Hami ise, yavrusunun yavrusu kendisini basmaya başlayan dişi deveye denilirdi. Sahibi artık bu emektar devesinin arkasını yükten korumaya hak kazandığını ilan ederdi.[255] tbn îshak ise, Hâmî’nin, kendi sulbünden aralarında erkek yavru olmadan arka arkaya on tane dişi deve yavrulanan aygır deve olduğunu, artık bu devenin sırtına binilmediğini, tüyünden faydalanılmadığını, damızlık görevi yapmak üzere dişi develerin arasına sahndığmı kaydetmektedir.[256] Bir koyun yedi batın yavrulayıp, yedincisi dişi olursa bu koyun sahibine ait olur, eğer erkek yavrularsa putlara kurban edilirdi. Eğer anaç koyun yedinci batında erkekli-dişili yavrularsa, o erkek koyunu putlar adına kesmezler ve buna vesile derlerdi. Böylece yavrulayan bu hayvanın sütünü erkeklere helal kabul edip, kadınlara haram sayarlardı. Şayet bu koyun ölü doğurursa, etini yeme hususunda kadınlara izin verilirdi.[257] Vasile’nin anasının her batından ikiz doğurduğunu, sahibinin bunlardan dişi olanlarım ilahlarına tahsis ettiğini, erkek olanlarım da kendisi için ayırdığını îbn Îshak kaydetmektedir.[258]
Bahira, Şaibe, Hami ve Vasile adaklarını ilk defa ortaya atanın, Huzaalılar’m hakimiyeti esnasında Mekke’ye putları getirip diken başkanları Amr b. Âmir b. Luhay el-Huzaî olduğu kaydedilmektedir.[259]
Cahiliye devrinde müşrik Araplar, putlara, dikili taşlara (En-sab), kurbanlara, kurban kesilen yerlere, adak yerlerine, babalarına, annelerine, atalarına, Kabe’ye, emanete vs. hususlara yemin ediyorlardı. Yemin törenleri düzenlerlerdi. Yemin ettikleri veya sözleştikleri zaman bir ateş yakarlar, ateşe yaklaşırlar, ateşin faydalarını sayarak, bu yemini bozmak isteyen olup olmadığını sorarlar, ateşin başında musafaha yaparak, "Bizim kanımız sizin kanınız, sizin mahvınız bizim mahvımızdır" derlerdi.[351] Ayrıca, yeminleştikleri zaman ellerini kana batırıyorlardı. Ye-minleşme esnasında bir kab hazırlayıp, içine kan ve kül veya misk koyarak ellerini buna batırırlardı.[352] Kabe’nin inşası sırasında da ellerini kana batırarak yemin etmişlerdi.[353] Ayrıca Hz. Peygam-ber’in çocukluğunda "Hılfu’l-Mutayyibin" (koku sürünenler and-laşması) diye anılan bir andlaşma yapılmıştı. Haşimoğullan, Zühre oğulları, Teym kabilesi mensupları îbn Cüz’an’ın evinde toplanarak, bir kab içine’koku koymuşlar, ellerini bu kokuya batırarak, zalimden mazlumun hakkım alma ve yardımlaşma konusunda yemin etmişlerdi.[354] Hz. Peygamber de küçük bir çocuk iken amcalarıyla beraber, bu yemin törenine, şahid olmuştu.
Cahiliye Arapları bazan da tuz üzerine yemin ederlerdi. Hüla denilen yemin çeşidi ise, içine tuz atılan kabile ateşinin üzerine yemin etmek suretiyle yapılırdı.[355]
Bu devirde, kendisine yemin edilen putlar arasında Uzza, Lât, Menât, Hübel vs. vardı. Cahiliye dönemine ait şiirlerde bu tür yeminlere rastlanmaktadır. el-Mütelemmis bir şiirinde el-Lât’a and içmişti.[356] Bazan büyük putların üçüne birden yemin etmekteydiler. "Lâfa, Uzza’ya ve Menât’a andolsun".[357] Dikili taşlara (Ensâb) da yemin etme alışkanlıkları vardı.[358] Her kabilenin, sahip olduğu puta yemin ettiği anlaşılmaktadır. Kureyş kabilesi, îsaf ve Naile adlı putlara and içiyordu. Ebu Talib’in böyle bir yemininden bahsedilmektedir.[359] Evs ve Hazreç kabileleri ise Menât’a yemin ediyorlardı.[360] Ibn Abbas’m naklettiğine göre, Cahiliye döneminde Kabe’nin önünde "Hatim" üzerine yemin edilir, yemin eden şahıs kamçısını, ayakkabısını, yayını Hıcr’e atardı.[361] Bu hareket yeminleşmeye delil sayılırdı.[362] Ayrıca Kabe’ye de yemin edilirdi.[363] Müşrik Araplar tabiat tezahürleri üzerine de yemin ederlerdi. Onların yemin ettikleri varlıklar arasında su, yer, hava, nur, ışık, karanlık vs. hususlar sayılabilir.[364] Kurbanlık hayvanlara, bu hayvanların sahiplerine, develeri koşturanlara da yemin edilmekteydi.[365]
Cahiliye Araplannm ömür ve hayata and içtikleri de bilinmektedir.[366] Bazan da sıla-i Rahmi kesmeye yemin ederlerdi. Bunun yanısıra tüccarlar mallarını satabilmek için yemin etme âdetindeydiler.[367] Yemin bozulurken de elbisenin bazı kısımları koparılır veya yırtıhrdı. [368]
Cevap: cahiliye dönemi dua ve yeminler nasıldı?
Desert Rose
[227] En’âm, 6/136.
[228] İbn Hİşam, Sire, 1,162.
[229] İbnü’l-Kelbî, a.g.e., s.24.
[230] Halebî, İnsanü’l-Uyûn, I, 200.
[231] Halebî, a.g.e., I, 200-201.
[232] Ebu Davud, Sünen, III, 550-551.
[233] Beyhakî, Sünen, IX, 314.
[234] Ebu Davud, a.g.e., III, 246.
[235] Ebu Davud, Sünen, III, 277; Tirmizî, Sünen, IV, 74.
[236] Ebu Davud, a.g.e., III, 251-252.
[237] İbn Sa’d, Tabakat, 1,133-134.
[238] Ebu Davud, a.g.e., III, 256.
[239] Buharı, Sahih, VI, 217; Müslim, Sahih, III, 1564.
[240] İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Asnam, s.22.
[241] İbnü’l-Kelbî, a.g.e., s.26-27, 36.
[242] Zevzenî, Şerhu Mııallakati’s-Seb’a, s.167.
[243] İbn Mace, Sünen, II, 1058.
Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/241-242.
[244] Ebu Davud, Sünen, III, 132; Taberî, Camiu’l-Beyan, III, 14.
[245] Süheylî, Ravdu’l-Unuf, IV, 397-398.
[246] Ezrakî, Ahbâru Mekke, 1,180.
[247] Nedvî, Asr-ı Saadet (Tebligat ve Talimat), I, 294.
[248] Buharı, Sahih VII, 234.
[249] Buharı, Sahih VII, 234; Ebu Davud, Sünen, III, 599-600.
[250] Müslim, Sahih, III, 1264.
[251] Buharı, a.g.e, II, 256, 260; Müslim, a.g.e., III, 1277.
[252] Ibn Hişam, Sire, I, 92; İbn Habib, Muhabber, s.330.
[253] En’âm, 6/139.
[254] İbn Hişam, a.g.e., I, 91-92; tbn Habib, a.g.e., s.330.
[255] Buharı, Sahih, IV, 191.
[256] îbn Hişam, a.g.e., I, 92; îbn Habib, a.g.e., s.331.
[257] En’âm, 6/139; Aynî, Umdetü’l-Kârî, XVI, 91-92; îbnü’l-Esîr,İVi/m.ye, V, 192.
[258] îbn Hişam, Sire, s.I, 92.
[259] Buharı, a.g.e., IV, 160; Müslim, a.g.e., IV, 2192; Aynî, a.g.e., XVI, 91.
Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/243-245.
[351] İbn Hişam, Sire, II, 85; en-Necîramî, Eymanü’l-Arab, s. 34-35.
[352] İbn Habib,Muhabber, s. 166; tbnü’1-Esîr,Nihâye, III, 386.
[353] İbn İshak, Sîre, s. 86-87; İbn Hişam, Sîre, I, 209.
[354] İbn Hişâm, a.g.e., 1,141-142; ibn Habib, Muhabber, s. 167; Îbnü’1-Esîr, Nihâye, III, 149.
[355] Cevheri, Sıhâh, V, 1855.
[356] İbnü’l-Kelbî, Kitâbü’l-Asnâm, s. 12.
[357] Necîramî, Eymanü’l-Arab, s. 26.
[358] İbnü’l-Kelbî, a.g.e., s. 27.
[359] İbnü’l-Kelbî, a.g.e., s. 19.
[360] İbnü’l-Kelbî, a.g.e., s. 10.
[361] Buharı, Sahih, IV, 238.
[362] Aynî, Umdetü’l-Kârî, XVI, 299.
[363] Ebu Davud, Sünen, III, 570; Tirmizî, Sünen, IV, 110.
[364] Neciramî, a.g.e., s. 27, 37-38.
[365] Ebu Ali el-Kâlî, Zelü’l-Emalî, s. 51; Neciramî, a.g.e., s. 23; Îbnü’l-Kelbî, a.g.e., s. 14; İbn Hişam. Sîre, I, 87.
[366] Necîramî, a.g.e., s. 15.
[367] Buharı, Sahih, IV, 236-237; îbn Habib, a.g.e., s. 335-336.
[368] Yrd. Doç. Dr. Ali Osman Ateş, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadet’te İslam, Beyan Yayınları: 2/263-264.