Zati ve subiti sıfatlar

Zati ve subiti sıfatlar

yok napan
zati ve subiti sıfatlar yalvarrırım açıklayın


Cevap: zati ve subiti sıfatlar

Hoca
ZÂTÎ SIFATLAR

Zâtî sıfatlar; Allah’ın zatını niteleyen sıfatlardır. Bunlar; "vücut", "kıdem", "bekâ", "vahdâniyet", "muhâlefetün lilhavâdis" ve "kıyâm binefsihî" olmak üzere altı tanedir.

Vücut; Allah’ın zâtî sıfatlarından biridir, Allah’ın vâr olması demektir. Allah vardır, varlığı kendiliğindendir, yani Allah yaratılmış değildir. Her şeyi O yaratmıştır, O olmasaydı hiçbir şey olmazdı. Allah’ın dışındaki hiçbir varlık kendiliğinden meydana gelmemiştir, hepsi Allah’ın yaratmasıyla var olmuştur, hayatlarını Allah’ın lütfu ve keremiyle devam ettirmektedirler. Mesela insanların ve hayvanların gıda maddelerine, suya, temiz havaya ve güneş enerjisine ihtiyaçları vardır. Allah ise böyle değildir. O, varlığını devam ettirebilmesi için hiçbir şeye muhtaç değildir. Diğer varlıkların muhtaç oldukları şeyleri de yaratan O’dur.

Yüce Allah vardır, varlığında asla şüphe yoktur. Aklını, mantığını ve muhâkeme gücünü kullanan, gökleri, yıldızları, yeri, bitkileri, hayvanları, ormanları, meyveleri ve daha nice varlıkları düşünen insan, bütün bunları yaratan, onları yöneten bir varlığın olduğunu anlar. Şu anlamdaki âyetler insanları Allah’ın varlığı konusunda düşünmeye davet etmektedir:

"Deveye bakmıyorlar mı nasıl yaratılmıştır?

Göğe bakmıyorlar mı nasıl yükseltilmiştir??

Dağlara bakmıyorlar mı nasıl dikilmişlerdir?

Yeryüzüne bakmıyorlar mı nasıl yayılmıştır?" (Ğaşiye, 17-20)

Kâinatta vâr olan her şey O’nun varlığına delalet etmektedir. (bk. Rûm, 30/20-24)

Kıdem; Allah’ın varlığını niteleyen, O’nu tanıtan zâtî sıfatlardan biridir. Kıdem, Allah’ın varlığının evveli ve başlangıcının bulunmaması, Allah’ın ezelî ve kadîm olması demektir.

Bu sıfat, Allah’ın yaratılmamış olduğunu, O’nun yok olduğu hiçbir zamanın bulunmadığını ifade eder. Çünkü zamanı ve mekanı yaratan da Allah’tır.

Allah’ın dışındaki bütün varlıkların sözgelimi güneşin, ayın, dünyanın, yıldızların, gezegenlerin, insanların, hayvanların, bitkilerin bir evveli, bir başlangıcı, yaratıldıkları ve var olmaya başladıkları bir zamanları vardır. Çünkü bu varlıklar önceleri yok iken sonradan Allah’ın yaratmasıyla var olmuşlardır. Halbuki Allah böyle değildir. O’nun varlığının evveli ve başlangıcı yoktur. Çünkü O, varlığı zorunlu varlıktır. Geriye doğru ne kadar gidilirse gidilsin O’nun bulunmadığı bir zaman düşünülemez. Allah’ın varlığının bir başlangıcının bulunması, O’nun yaratılmış olması anlamına gelir ki bu Allah için muhaldir, çünkü yaratılmış olan ilah olamaz. Allah yaratılmış değildir, ezelîdir, kadimdir. İşte Allah’ın kıdem sıfatı bu anlamdadır.

Bekâ, Allah’ın zâtî sıfatlarından biridir. Allah bâkîdir, ebedîdir, sonsuzdur, ölümsüzdür ve varlığının sonu yok demektir. Sonlu olmak, ölümlü olmak, bir gün yok olmak, yaratılmış varlıkların özelliğidir. Kâinatta gördüğümüz ve görmediğimiz, küçük ve büyük bütün varlıklar sonludur, ölümlüdür, bir gün yok olacaklardır. Allah ise böyle değildir. O, yaratılmadığı için fâni, sonlu ve ölümlü değildir. O, varlığı zorunlu varlıktır, sonsuz hayat sahibidir. "Her canlı ölecek" O, ebedî olarak kalacaktır.

Rahman sûresinin "Yeryüzünde (ve âlemde) bulunan her canlı fanidir, yok olacaktır, ancak azamet ve ikram sahibi Rabb’inin zâtı bâki kalacaktır" anlamındaki 26-27. âyetleri ile İhlas sûresi Allah’ın bu sıfatlarını ifade etmektedir.

Vahdâniyet, Allah’ın zâtî sıfatlarından biridir. Allah’ın bir ve tek olması demektir. Allah; zatında, sıfatlarında ve işlerinde tektir, eşi, benzeri ve ortağı yoktur. İhlâs sûresinin "De ki O Allah bir, tektir" anlamındaki âyeti Allah’ın bu sıfatını ifade etmektedir. Her şeyi yaratan, yaşatan ve rızık veren Allah’tır. O, tek yaratıcı, tek mabût ve tek ilahtır.

Bütün peygamberler, O’nun vahdâniyetini, tekliğini anlatmışlardır: "(Ey Peygamberim!) Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, `şüphesiz benden başka hiçbir ilah yoktur, öyleyse bana ibadet edin’ diye vahyetmişizdir" (Enbiya, 25) ânlamındaki âyet, bu gerçeği ifade etmektedir.

İslâm dinin tevhît dîni olması, Allah’ın tek ilah ve tek mabut olması esasına dayanır. O’ndan başka ilah kabul etmek, çok tanrıcılık şirktir, Allah’a ortaklar koşmaktır. Şirk ise en büyük zulüm, en büyük günahtır.

Kur’ân baştan sona Allah’ın birliğini anlatan âyetlerle doludur: "Eğer yerde ve göklerde Allah’tan başka ilahlar olsaydı, kesinlikle yerin ve göklerin düzeni bozulurdu" (Hac, 22) ânlamındaki âyet Allah’ın vahdâniyet sıfatını anlatmaktadır. Allah’ın tek olması, îman esaslarından biridir. Mümin olabilmek için sadece Allah’ın varlığını kabul etmek yetmez, Allah’ın varlığı ile birlikte tek ilah, tek mabut ve tek yaratıcı olduğuna ve Kur’ân’da bildirilen bütün nitelerine îman etmek gerekir.

Muhâlefetün lilhavâdis, Allah’ın yaratıklardan hiç birine benzememesi demektir. Biz, Allah’ı nasıl düşünürsek düşünelim O, bizim düşündüğümüzden, aklımıza, hayalimize ve hatırımıza gelen şeylerden farklıdır, başkadır, hiçbirine benzemez. Çünkü bizim Allah’ı benzetmek istediğimiz şeylerin hepsi yaratılmış, ölümlü, muhtaç ve âciz varlıklardır. Halbuki Allah, yaratılmış, âciz, muhtaç ve ölümlü bir varlık olmadığı gibi cisim, cevher ve araz da değildir. O samettir, hiçbir şeye muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır, ezelî ve ebedîdir.

Allah; zatı, sıfatları ve fiilleriyle hiçbir yaratığa benzemez. Mesela insanların gücü, görme, işitme ve bilme gibi yetenekleri vardır. Allah’ın da gücü, görmesi, işitmesi ve bilmesi vardır. Ancak insanların gücü, görmesi, işitmesi ve bilmesi Allah’ın gücü, görmesi, işitmesi ve bilmesine benzemez.

Allah’ın her şeye gücü yeter, insanların ise her şeye gücü yetmez. Onlara görme yeteneğini veren de Allah’tır. Allah her şeyi görür, insanlar her şeyi göremez, onlara görme organı veren de Allah’tır. Allah her şeyi işitir, en gizli olan sesleri de işitir. İnsanlar ise her sözü işitemezler, ancak belirli frekanstaki sesleri işitebilirler. Allah her şeyi bilir, O’nun ilminden hariç hiçbir şey yoktur. İnsanlar ise her şeyi bilemezler, bilgileri sınırlıdır. Mesela gaybı, geleceği bilemezler. Allah ise geçmişi de geleceği de bilir. Dolayısıyla ne zatı ne de sıfatları itibariyle Allah hiçbir şeye benzemez.

"O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. Dilediğine rızkı bol verir ve dilediğinden kısar. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilendir" (Şûrâ, 42/11-12) anlamındaki âyet, Allah’ın bu sıfatını ifade etmektedir.

Kıyam binefsihî, Allah’ın varlığının kendiliğinden olması, başkaları tarafından var edilmemiş, yaratılmamış ve doğmamış olması demektir. Her şeyi yaratan O’dur, O haliktır, yegane yaratıcıdır, ama O, yaratılmış değildir.Yaratılmış varlıklar, varlıklarını sürdürebilmeleri için, Allah’a muhtaçtırlar. Allah ise hiç bir şeye muhtaç değildir. Zaman ve mekandan münezzehtir. Zamanı da mekanı da diğer varlıkları da yaratan O’dur.


Cevap: zati ve subiti sıfatlar

Hoca
SÜBÛTÎ SIFATLAR

Sübûtî sıfatlar; Allah’ın hangi nitelik ve özelliklere sahip olduğunu anlatan sıfatlardır. Bunlar; hayat, ilim, semî’, basar, irade, kudret, kelam ve tekvîn olmak üzere sekiz tanedir.
Hayat, Allah’ın sübûtî sıfatlarından biridir. Allah’ın diri ve yaşıyor olması demektir. Allah’ın bu sıfatı, âyet ve hadislerde "hayy" kelimesi ile ifade edilmektedir. Allah’ın sıfatı olarak "hayy", yaşayan, kemal manasıyla hayat sahibi ve sürekli vâr olan, ölümlü olmayan, bâkî, ebedî ve dâim demektir. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler ve diğer varlıklarda hayatı vâr eden ve yok eden de Allah’tır. Allah’ın diri oluşu kendindendir, O ölümlü değildir. "Ölmeyen diriye güven…" (Fürkân, 25/58), "O diridir. O’ndan başka ilâh yoktur" (Mü’min, 40/65), "O Allah ki O’ndan başka ilâh yoktur. O, diridir, kayyûmdur…" (Bakara, 2/255), "Yer yüzünde bulunan her şey yok olacaktır. Yalnız celal ve ikram sahibi Rabb’inin zatı bâki kalacaktır" (Rahmân, 55/26-27) ânlamındaki âyetler, Allah’ın bu sıfatını anlatmaktadır.
Allah’ın bu sıfatı; O’nun ezelî ve ebedî olduğunu ifade eder. O’nun evveli ve sonu yoktur. O, hep diridir, diri olmaya devam edecektir. O’nun varlığının sonu yoktur. Diğer canlıların ise evveli ve sonları vardır. Bütün yaratıklar, fâni sadece Allah bakidir. O’nun dışında her canlı ölecek ve O’na dönecektir. O, asla ölmeyecek ve yok olmayacaktır.
İlim, Allah’ın sübûtî sıfatlarından biridir. Allah’ın ilim sahibi olması demektir.
Allah’ın bu sıfatı; Allah’ın gizili ve âşikâr olanları, olmuşu ve olacağı, görünen ve görünmeyen âlemi, yerde ve göklerde olup bitenleri, geçmişi, hâli ve geleceği, canlı ve cansız bütün varlıkları, insanların gizli ve âşikâr bütün yaptıklarını, küçük ve büyük her şeyi bildiğini ifade eder.
"Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. O göğüslerin özünü çok iyi bilendir" (Fâtır, 35/38),
"O Allah ki O’ndan başka ilâh yoktur, görülmeyen ve görülen varlıkları bilendir" (Haşr, 59/22),
"Bir şeyi açığa vursanız da gizleseniz de (fark etmez) çünkü Allah her şeyi çok iyi bilir" (Ahzâb, 33/54),
"Gaybın anahtarları O’nun yanındadır. Onları O’ndan başkası bilemez. O karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak ki mutlaka O’nu bilir, yerin karanlıkları içine gömülen tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta olmasın…" (En’âm, 6/59),
"Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (ilmi, yazmakla) yine tükenmez?" (Lokman, 31/27),
"Bilmiyorlar mı ki Allah onların gizlediklerini ve açığa vurduklarını biliyor" (Bakara, 2/77),
"… Biliniz ki Allah içinizden geçeni bilir…" (Al-i İmrân, 3/29),
"… Allah sizin gizlinizi, açığınızı ve ne kazandığınızı bilir" (En’âm, 6/3),
"Sözü açık söylesen de gizli söylesen de muhakkak O, gizliyi de ondan daha gizli olanı da bilir" (Tâhâ, 20/7) anlamındaki âyetler Allah’ın ilminin eşsizliğini ve çokluğunu ifade etmektedir.
Zikrettiğimiz bu âyetler ve benzerleri Allah’ın hudutsuz, eşsiz ve muazzam ilmini dile getirmektedir. Her şeyi bilen olması Allah’ın en önemli niteliğidir.
Semî, Allah’ın sübûtî sıfatlarından biridir, sözleri, konuşulanları ve duaları işitmesi demektir. Allah; gizli veya âşikâr, iyi veya kötü insanların bütün konuşmalarını ve sözlerini hatta fısıltılarını bile işitir, dua ve niyazları duyar. Allah da insanlar da işitir. Ancak Allah’ın görmesi ile insanın görmesi aynı değildir. Allah’ın işitmesi, vasıtasız ve sınırsızdır. İnsanlar kulak vasıtasıyla ve sadece belli frekanstaki sesleri işitip duyabilirler. Gizli ve kısık sesleri duyamazlar, Allah ise hepsini duyar. İnsan, nerede ne söylerse söylesin, en gizli yerlerde, yerin altında ve göklerde bile bir şey konuşsa Allah o konuşulanı duyar, işitir. Çünkü Allah insanlara yakındır. Şu ayet bu gerçeği ifade etmektedir:
"Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki dördüncüleri Allah olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları Allah olmasın. Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar Allah mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onların yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah her şeyi hakkıyla bilir" (Mücadele, 58/7)
Kur’an’da pek çok âyette Allah’ın bu sıfatı bildirilmektedir:
"Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir" (Bakara, 2/181),
"Şüphesiz Rabbim duaları işitendir" (İbrahim, 14/39),
"Yoksa biz onların sırlarını ve gizli konuşmalarını işitmez miyiz sanıyorlar…" (Zuhruf, 43/80),
"Korkmayın dedi, ben sizinle beraberim işitir ve görürüm" (Tâ-hâ, 20/46),
"…Allah konuşmanızı işitir, çünkü Allah işitendir, görendir" (Mücadele, 58/1) anlamındaki âyetler Allah’ın her sesi işiten, her konuşulanı duyan olduğunu ifade etmektedir.
Allah’ın bu sıfatında, ödüllendirme ve cezalandırma anlamı da vardır. Mesela; "Kim işittikten sonra vasiyeti değiştirirse, günahı onu değiştirenlerin boynunadır. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir." (Bakara, 2/181) anlamındaki âyette Allah’ın günah işleyeni görmesi ve bilmesinden maksat, onu cezalandırmasıdır.
"Kim dünya sevabını isterse (bilsin ki) dünya ve âhiret sevabı Allah katındadır. Allah işitendir, görendir" (Nisa, 4/136) anlamındaki âyette geçen Allah’ın işitmesi ve görmesi ise, iyi iş yapanların mükafatlarını vermesi anlamındadır.
Basar, Allah’ın sübûtî sıfatlarından biridir. Basar, aydınlık ve karanlıkta küçük ve büyük her şeyi görmesi demektir. Allah, gizli veya âşikâr, küçük veya büyük bütün varlıkları, bütün yapılanları görür.
Allah da insanlar da görür. Ancak Allah’ın görmesi ile insanın görmesi aynı değildir. İnsan göz vasıtasıyla ancak belirli bir uzaklıkta, büyüklükte ve aydınlıkta olanı görebilir. Allah’ın görmesi ise, vasıtasız ve sınırsızdır. Allah küçük, büyük, aydınlıkta ve karanlıkta, vasıtasız ve sınırsız olarak her şeyi görür.
İnsanlar nerede ne yaparlarsa yapsınlar, en gizli yerlerde, yerin altında ve göklerde bile bir şey yapsalar Allah onları görür. Çünkü Allah insanlara yakındır, Şu ayetler, bu gerçeği ifade etmektedir:
"Göklerdeki ve yerdeki her şeyi Allah’ın bildiğini görmüyor musun? Üç kişi gizlice konuşmaz ki dördüncüleri Allah olmasın. Beş kişi gizlice konuşmaz ki altıncıları Allah olmasın. Bundan daha az, yahut daha çok da olsalar, nerede olurlarsa olsunlar Allah mutlaka onlarla beraberdir. Sonra onların yaptıklarını Kıyamet günü haber verecektir. Allah her şeyi hakkıyla bilir" (Mücadele, 58/7)
"…Nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Allah yaptıklarınızı görendir" (Hadîd, 57/4).
Kur’an’da pek çok âyette Allah’ın bu sıfatı bildirilmektedir:
"Şüphesiz Allah işitendir, görendir" (Mümin, 40/44),
"Şüphesiz Allah kullarının (her halini) haber alandır, görendir" (Fâtır, 35/31),
"…Allah kullarını görendir" (Al-i İmrân, 3/15, 20),
"…Allah, onların yaptıklarını görendir" (Bakara, 2/227),
"O her şeyi görendir" (Mülk, 67/19).
Allah’ın bu sıfatında, ödüllendirme ve cezalandırma anlamı da vardır. Mesela;
"…Dilediğinizi yapın O, yaptıklarınızı görmektedir" (Mümin, 40/41),
"Nuh’dan sonra nice nesilleri helal ettik. Kullarının günahlarını haber alan ve gören olarak Allah yeter" (İsrâ, 17/17) ,
"Kim dünyanın sevabını isterse (bilsin ki) dünya ve âhiretin sevabı Allah katındadır. Allah, işitendir, görendir" (Nisa, 4/134) anlamındaki âyetlerde geçen Allah’ın görmesinden maksat, kuluna yaptıklarının mükafatını vermesidir.
İrade, Allah’ın sübûtî sıfatlarından biridir, Allah’ın dilemesi demektir. İrade, bir şeyin olup olmamasını, şöyle veya böyle olmasını dilemek ve dilediği gibi yapmaktır. Dünyada var olan her şey Allah’ın dilemesi ile var olmuştur, O’nun dilediği zaman da yok olacaktır. O’nun dilediği olur dilemediği olmaz.
İnsanların da iradeleri vardır. Ancak Allah’ın iradesi ile insanların iradeleri tamamen farklıdır. İnsan her istediğini ve dilediğini yapamaz. Allah ise her istediğini ve dilediğini yapar. İnsanlara irade gücünü veren Allah’tır, Allah’ın iradesi ise kendindendir. İnsanın istediği şeyin olması için çalışıp ve çapa sarf etmesi, aynı zamanda insanın istediğinin olmasına Allah’ın izin vermesi ve yardım etmesi de gerekir. Allah istemedikçe insanların istedikleri olmaz.
Allah’ın iradesi tekvini ve teşrii olmak üzere iki kısma ayrılır.
Tekvini irade. Bu irade, Allah’ın yaratması ile ilgilidir. Bu iradeyi hiçbir sebep ve şart geçemez, yani bu irade bir sebep ve şarta bağlı değildir. Allah neyi dilerse o olur, O’nun dilemediği bir şeyin olması mümkün değildir. Kainatta olup biten olayların hepsi Allah’ın dilemesi ile olmaktadır. Allah dilemeden, izin vermeden hiçbir şey meydana gelmez; sözgelimi Allah izin vermeden peygamber mucize gösteremez, kimse ölemez, kimse başarı elde edemez, kimse kimseye zarar vermez, bitkiler bitemez, ağaçlar meyve veremez, kainatın düzeni devam edemez.
Teşrii irade. Allah’ın bu iradesi sebep ve şarta bağlı olup insanların iradeleri ile birlikte cereyan eder. Bu irade, insanların işlerini yürütmeleri ve fiillerini yapmaları için onlara güç ve izin verme anlamındadır. İnsan bir iş yapmak, bir davranışta bulunmak isterse Allah o insana izin ve güç verir. İstek insandan olduğu için sorumluluk insana aittir. Allah’ın bu iradesi Allah’ın rızasını gerektirmez. İnsanın istediği şeye Allah izin verir fakat insanın bu yaptığından razı olmayabilir. Bu anlamda Allah’ın teşrîî iradesinin meydana gelmesi zorunlu değildir. Allah insanlardan bir şey yapmalarını, bir şeyden kaçınmalarını ister, yani insana bir şeyi emreder veya yasak eder, fakat insanların, bu emir ve yasaklara uyup uymamaları kendi isteklerine bırakılmıştır.
Kuran-ı Kerim’de Allah’ın bu sıfatını ifade eden pek çok âyet vardır. Bunlardan bir kaçının meali şöyledir:
"Allah, dilediğine hesapsız rızık verir" (Bakara, 2/212),
"Allah, mülkü dilediğine verir" (Bakara, 2/247)
"Allah dilediğini bağışlar" (Bakara, 2/284)
"Hikmeti dilediğine verir" (Bakara, 2/269),
"Dilediğini yaratır" ( Mâide, 5/17),
"Dilediğini hidayete erdirir" (Yunus, 10/25),
"Dilediğini yapar" (Ra’d, 13/27),
Kudret, Allah’ın sübûtî sıfatlarından biridir, Allah’ın her şeye gücünün yetmesi anlamına gelir. Yüce Allah; güçlü, kuvvetli, istediğini istediği gibi yapabilen, asla âciz olmayandır.
Allah’ın da insanların da gücü ve kudreti vardır. Ancak Allah’ın gücü ve kudreti ile insanın gücü ve kudreti aynı değildir. İnsanların güç ve kudretleri sınırlıdır, her şeye güçleri yetmez, insanlar her istediğini yapamazlar. İnsanlara güç ve kudreti veren de Allah’tır.
Allah’ın gücü ve kudreti ise, sonsuz ve sınırsızdır. Allah’ın her şeye gücü yeter, O’nun gücünün yetmeyeceği hiçbir şey yoktur. O, mutlak güç sahibidir. İstediğini istediği zaman ve istediği şekilde yapabilir.
Kur’an-ı Kerîm’de Allah’ın güç ve kudretini anlatan pek çok âyet vardır. Bunlardan bir kaçının anlamı şöyledir:
"Gerçekten Allah, her şeye gücü yetendir." (Bakara, 2/20, 106),
"Gerçekten Senin her şeye gücün yeter" (Âl-i İmrân, 3/26),
"O her şeye gücü yetendir" (Mâide, 5/120),
"Allah, her şeye muktedirdir" (Kehf,18/45).
O’nun aciz olduğu, gücünün yetmediği hiçbir şey yoktur. Hiç kimse ve hiçbir şey O’nu âcîz bırakamaz. O, bilendir (alîm), her şeye gücü yetendir (kadîr) (Fâtır, 35/44).
Allah’ın bir şeye "ol" demesi ile o şey hemen olur. Yok olmasını istediği şey de yok olur. Allah için "imkansız" diye bir şey yoktur.
Mutlak manada kâdir Allah’tır. Yaratıkların kudreti, Allah’ın verdiği kudret nispetindedir.
Allah’ın "kâdir" ismi Kur’an’da ölçen, biçen, biçim veren, takdir eden ve programlayan anlamlarına da gelmektedir. "Ölçtük, biçtik, biz ne güzel biçim vereniz" (Mürselât, 77/23) anlamındaki âyet bu gerçeği ifade etmektedir.
Gökleri, yeryüzünü, nehirleri, dağları, geceyi, gündüzü, ayı, güneşi… kısaca bütün varlıkları düzene koyan, görevlerini programlayan Allah’tır (Fussilet, 41/9-12)
"…(O,) her şeyi yaratmış, ve her şeye düzen ve intizam vermiş, mukadderatını yani yeteneklerini, özelliklerini ve görevlerini tayin etmiştir" (Furkân, 25/2).
Kelâm, Allah’ın sübûtî sıfatlarından biridir. Kelâm, Allah’ın harf ve sese ihtiyaç olmadan konuşması demektir. Allah’ın konuşması insanların konuşması gibi değildir, O’nun harfe, sese, dile ihtiyacı yoktur. İnsanlara konuşma yeteneği veren de Allah’tır. Allah, peygamberlerine konuşmuş, onlara hitap etmiş, emir ve yasaklar vermiştir. Allah peygamberlerle ya doğrudan, ya elçi vasıtasıyla ya da vahiy yoluyla konuşmuştur:
"Allah insanlara ancak vahiy yoluyla, yahut perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderip, izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz O, yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir" (Şûrâ, 42/51)
"Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi (ey Muhammed!) sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakbub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyub’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyettik?" (Nisâ, 4/163) ve "Allah Musa ile doğrudan konuştu" (Nisa, 4/164) anlamındaki âyetler bu gerçeği beyan etmektedir.
Allah’ın kelâm sıfatı ezelî ve ebedîdir. Kuran-i Kerîm, Allah kelâmıdır. (Tevbe, 9/6)
Tekvin; Allah’ın sübûtî sıfatlarından biridir, Allah’ın yaratıcı olması demektir. Allah, yaratan, varlıkları örneği olmadan îcat eden, vâr edendir.
İslâm âlimleri; rızık vermesi, yaratması, canları alması, yağmurları yağdırması, otları bitirmesi, sebze ve meyveleri var etmesi gibi fiili sıfatlarının tamamını bu sıfat ile ifade etmişlerdir.
Kur’an’da bir çok âyette Allah’ın yaratıcı olduğu bildirilmektedir: Şu âyet meallerini örnek olarak verebiliriz:
"De ki Allah, her şeyin yaratıcısıdır" (Ra’d, 13/16),
"O Allah yaratan, var eden, şekil verendir…" (Haşr, 59/24)
Yerleri, gökleri, gezegenleri, yıldızları, havayı, suyu, toprağı, insanları, hayvanları, bitkileri kısaca her şeyi yaratan ve yaratmaya devam eden O’dur. Allah tek yaratıcıdır, O’ndan başka yaratıcı yoktur.
"Allah’tan başka yaratıcı mı var?" (Fâtır, 35/3),
"Allah, dilediğini yaratır" (Nûr, 24/45),
"Her canlıyı sudan yaratmıştır" (Nur, 24/45),
"O, gökleri ve yeri hakla yaratandır?" (En’âm, 6/73),
"O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratandır" (Bakara, 2/29) anlamındaki âyetler, Allah’ın bu sıfatını beyan etmektedir.
Yaratmak Allah’a mahsustur. İnsanlar ancak yaratılan varlıklardan îcatlarda bulunabilirler, yoktan yaratamazlar "İyi bilin ki yaratma ve emir O’nundur." (A’râf, 7/54) anlamındaki âyet bunu ifade etmektedir
Allah’ın en güzel ve en mükemmel yaratıcı, takdir ve tasvir edenlerin en güzeli, en iyisi olduğu demektir Kur’an’da ahsenü’l-hâlikîn sıfatı ile beyan edilmiştir. Bu sıfat; Allah’ın mutlak ve mükemmel yaratıcı, takdir edici olduğunu ifade eder.
Allah, dilediğini yaratmaya, yok iken var etmeye gücü yeter. Rızık ve nimet vermesi, yaşatması, canları alması ve ölüleri Kıyamet kopunca yeniden diriltmesi gibi fiilleri bu sıfata racidir.


Cevap: zati ve subiti sıfatlar

cihad38
ALLAH’IN SIFATLARI

Her Müslümanın, Allah’ın bütün kemâl sıfatlarına sahip, noksan sıfatların hepsinden de uzak olduğuna inanması farzdır.

TENZİHİ ve Selbi Sıfatlar

Vücûd
Kıdem
Beka
Muhalefetün lil-havâdis:
Kıyam Bi-nefsihî
Vahdaniyet

ZÂTÎ ve SÜBÛTÎ SIFATLAR
Hayât
İlim
İrâde
Kudret
Tekvin
Sem’ ve Basar
Kelâm
——————————————————————————–
Vücûd
Bu sıfat, Allah Teâlâ’nın vâr olduğunu ifâde eder. Allah Teâlâ’nın varlığı başka bir varlığa bağlı olmayıp, zâtının îcabıdır. Yani vücûdu, zâtıyla kaimdir ve zâtının vâcib bir sıfatıdır. Bu sebeble Hak Teâlâ’ya Vâcibü’l-Vücûd denilmiştir. Bâzı Kelâm âlimleri, Vücûd sıfatına, sıfat-ı nefsiyye adını vermişlerdir. Vücûd’un zıddı olan adem (yok olma) Allah Teâlâ hakkında muhaldir. Allah’ın yok olduğunu iddiâ etmek, kâinatı ve içindeki varlıkları inkâr etmeyi gerektirir. Çünkü her şey’i yaratan ve vâr eden O’dur.
——————————————————————————–
Kıdem
Kıdem, Allah Teâlâ’nın varlığının başlangıcı olmaması demektir. Allah Teâlâ kadîmdir, ezelîdir. Yani önce yok iken sonradan vâr olmuş değildir. Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, Cenâb-ı Hakk’ın vâr olmadığı bir an, bir zaman, tasavvur edilemez. Aslında zaman ve mekânı yaratan da O’dur. Allah Teâlâ zaman ve mekân kayıtlarından münezzeh, ezelî ve kadîm bir Zât-ı Zülcelâldir. Kıdem’in zıddı olan hudûs (sonradan olma, belli bir zamanda yaratılma) Allah Teâlâ hakkında muhaldir.
——————————————————————————–
Beka
Beka, Allah Teâlâ’nın varlığının sonu olmaması, daima var bulunması demektir. Allah Teâlâ’nın varlığının başlangıcı olmadığı gibi, sonu ve nihayeti de yoktur. O hem kadîm ve ezelî, hem de bâki ve ebedîdir. Zâten kıdemi sâbit olan bir varlığın, bekası da vâcib olur. Beka’nın zıddı fena, yani, bir sonu olmaktır. Bu ise, Allah Teâlâ hakkında muhaldir.
——————————————————————————–
Muhafeletün lil-Havâdis
Allah’ın, sonradan vücud bulan varlıklara benzememesi demektir. Allah Teâlâ ne zâtında, ne de sıfatlarında kendi yarattığı varlıklara benzemez. Biz Allah’ı nasıl düşünürsek düşünelim, O, hâtır ve hayâlimize gelenlerin hepsinden başkadır. Çünkü hâtıra gelenlerin hepsi hâdis, yani, sonradan yaratılmış, yok iken vâr edilmiş şeylerdir. Allah Teâlâ ise, vücûdu vâcib, kadîm ve bâkî, her şeyden müstağnî, her türlü noksandan uzak, bütün kemâl sıfatlara sahip olan İlâhî ve mukaddes bir zâtdır. Şübhe yok ki, böyle yüce bir Zât, önce yok iken sonra vâr olan, bil’âhare tekrar zeval bulan varlıklara benzemez. Nitekim Cenâb-ı Hak kendi zâtını Kur’ân-ı Kerîm’de: arapça var. "Onun "Hak Teâlâ’nın) benzeri yoktur. O, her şey’i işitici ve görücüdür" (Şûra 11) sözleriyle tavsif etmiştir. Peygamber Efendimiz de (asm) bu mânayı te’yiden: "Her ne ki senin aklına geliyor, işte Allah Teâlâ onun gayrısıdır" buyurmuştur.
——————————————————————————–
Kıyam Bi-nefsihî
Allah Teâlâ’nın, başka bir varlığa ve hiçbir mekâna muhtaç olmadan zâtı ile kaim olması demektir. Mevcudatın hepsi, sonradan vücuda gelmiştir. Bu sebeble de bir Yaradana ve bir mekâna muhtaçdırlar. Buna mukabil her şeyin yaratıcısı olan Allah Teâlâ’nın vücûdu, zâtının gereğidir ve varlığı hiçbir şey’e muhtaç değildir. Şayet Allah da vâr olabilmek için başka bir varlığa muhtaç olsa idi, O da mahlûk olur ve her şey’in Hâlikı ve başlangıcı olmazdı. Halbuki O, her şey’in Hâlikı ve yaratıcısıdır. O’ndan başka her şey mahlûktur. Hâlık ise, mahlûkuna asla muhtaç olmaz.
——————————————————————————–
Vahdaniyet
Vahdaniyet, Allah’ın bir olması demektir. Vahdaniyet, Allah Teâlâ’nın kemal sıfatlarının en önemlisidir. Çünkü bu sıfat, Allah Teâlâ’nın zâtında, sıfatlarında, fiillerinde bir olduğunu; saltanat ve icraatında ortaksız bulunduğunu ifade etmektedir.
——————————————————————————–
ZÂTÎ ve SÜBÛTÎ SIFATLAR

——————————————————————————–
Hayât
Cenâb-ı Hakk’ın hayat sâhibi olması, hayat sıfatiyle muttasıf bulunması demektir. Cenâb-ı Hak hakkında vâcib olan bu sıfat, mahlûkatta görülen ve maddenin ruh ile birleşmesinden doğan geçici ve maddî bir hayat olmayıp ezelî ve ebedîdir. Bütün hayatların kaynağı olan hakikî hayattır. Hayat sıfatı, İlim, İrâde, Kudret gibi kemâl sıfatlariyle yakından ilgilidir. Bu sıfatların sâhibi bir zâtın, hayat sâhibi olması zarurîdir. Çünkü ölü bir varlığın ilim, irade ve kudret gibi kemâlâtın sâhibi olacağı düşünülemez. Bunun içindir ki, hayat sıfatını, Cenâb-ı Hakk’ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarla vasıflanmasını sağlayan ezelî bir sıfattır, diye târif etmişlerdir. Hayat sıfatının zıddı memât, yani, ölü olmaktır. Bu ise Allah hakkında muhaldir.
——————————————————————————–
İlim
Allah Teâlâ’nın her şey’i bilmesi, ilminin her şey’i kuşatması demektir. Bu âlemi en güzel şekilde, en mükemmel bir nizâm üzere yaratan ve onu idare eden Zât-ı Akdes’in, yarattığı varlığı en ince teferruatına kadar bilmesi gerekir. Zira hakikatı, faydası, lüzum ve hikmeti bilinmeyen bir şey, nasıl yaratılabilir? O halde yaratıcının bir şey’i yaratabilmesi için, evvelâ ilim sâhibi olması, sonra o ilmin icablarına göre yaratması şarttır. Bundan başka, îman ve sâlih amel sâhiplerini mükâfatlandırmak, isyan eden ve kötü yolda olanları da cezalandırmak, ancak bu kimselerin yaptıklarını bütün teferruatı ile bilmekle mümkündür. İlmin zıddı cehil, gaflet ve unutkanlıktır. Bütün bunlar Hak Teâlâ hakkında muhaldir.
——————————————————————————–
İrâde
Allah’ın bir şey’in şöyle olup da böyle olmamasını dilemesi; her şey’i dilediği gibi tayin ve tesbit etmesi demektir. Allah Teâlâ kâmil bir irâde sahibidir. Bu kâinatı ezelî olan irâdesine uygun olarak yaratımştır. Bu kâinatta olmuş ve olacak her şey Allah’ın dilemesi ve irâde etmesiyle olmuş veya olacaktır. O’nun her dilediği mutlaka olur, dilemediği de asla vücûd bulmaz. Bu hususta Kur’an’da:
"Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmederse (yani onu dilerse) ona ancak ‘ol’ der, o da oluverir" (Âl-i İmrân, 47) buyrulur.
Hadîs-i şerîfte de: "Allah’ın dilediği oldu, dilemediği de olmadı" denilmiştir. İrâde sıfatından başka meşîet adında müstakil bir sıfat yoktur.
——————————————————————————–
Kudret
Kudret, Hak Teâlâ’nın varlıklar üzerinde irâde ve ilmine uygun olarak te’sir ve tasarruf etmesi, her şey’i yapmağa ve yaratmaya gücü yetmesi demektir. Allah Teâlâ’nın sonsuz bir kudret sahibi olduğuna ve her şey’e kadir bulunduğuna, görmekte olduğumuz şu kâinat ve ihtiva ettiği güzellik ve şaşmaz nizam en büyük delildir.
——————————————————————————–
Tekvin
Tekvin; îcad ve yaratma demektir. Tekvin’i mâdum (yok) olan bir şey’i yokluktan çıkarmak, vücûda getirmek diye îzah etmişlerdir. Tekvin, Ehl-i Sünnet’in iki hak itikadî mezhebinden biri olan Mâtüridîlere göre, ilim, irade ve kudret sıfatından ayrı bir sıfattır. Yine Mâtüridîlere göre, Hak Teâlâ’nın yaratmak, rızık ve nimet vermek, azâb vermek, diriltmek, öldürmek gibi bütün fiilleri, tekvin sıfatına râcidir. Onun eser ve tecellîsi sayılır. Bunlara sıfat-ı fi’liyye (fiilî sıfatlar) da denilir. Kudret ve tekvin, birer kemal sıfatı olup zıdları olan acz, Allah hakkında muhaldir. Eş’arîlere göre ise: Allah’ın tekvin sıfatı diye ayrı, müstakil bir sıfatı yoktur. Tekvin, kudret sıfatının makdûrata (yaratılması takdîr edilmiş şeylere) yaratma ânında taallûkundan ibarettir. Yani tekvin, kudret sıfatı içinde itibarî bir vasıf olmaktadır. Allah Teâlâ’ya Mükevvin isminin verilmesi, O’na, kudret sıfatından ayrı, Tekvin adında bir sıfatın isnâd edilmesini gerektirmez. İcad etmek, yaratmak, bilfiil vücuda getirmek, Hak Teâlâ’nın Kudret sıfatıyla olur. Mâtüridîler Tekvin sıfatını Kudret sıfatından ayrı bir sıfat kabûl ettiklerinden, zâtî ve sübûtî sıfatları 8 olarak sayarlar. Eş’arîlere göre ise bu sıfatlar 7’dir (Sıfât-ı Seb’a).
——————————————————————————–
Sem’ve Basar
Allah’ın her şey’i işitip, her işi görmesi demektir. Sem’ ve basar sıfatları da Allah’ın ezelî ve ebedî kemâl sıfatlarındandır. Allah’ın işitip görmesine, uzaklık – yakınlık, gizlilik – açıklık, karanlık – aydınlık gibi mefhumlar bir engel teşkil edemezler. O, içimizdeki fısıltıları, kalbden ve gönülden yaptığımız duaları işitir. Hikmetine uygun şekilde karşılık verir. Hak Teâlâ’nın Semî’ ve Basîr, yani, her şey’i en iyi işitici ve en iyi görücü olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’de defalarca zikredilmiştir. Sem’ ve Basar sıfatları birer kemâl sıfatı olduğundan, zıdları olan a’mâlık (görmemek) ve sağırlık (işitmemek) Zât-ı Bârî hakkında muhal olan noksan vasıflardandır.
——————————————————————————–
Kelâm
Allah Teâlâ’nın harfe ve sese muhtaç olmadan konuşması demektir. Allah Teâlâ’nın kelâm, yani, söyleme, konuşma sıfatı vardır. Bu sıfat ezelî ve ebedîdir. Bu sebeble Allah’a Mütekellim denilir. Kur’ân-ı Kerîm’e de Kelâmullah tabir edilir. Allah’ın peygamberlerine bildirdiği vahiyler, onlara verdiği İlâhî kitablar, mahlûkatına gönderdiği ilhamlar, hep O’nun Kelâm sıfatının bir tecellîsidir.


Kadim sıfatlar, Allahın zati ve subiti sıfatları

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();