En’âm suresinin 75-79. Ayetlerinin anlamı
Kayıtsız Üye
En’âm suresinin 75-79. Ayetlerinin anlamı…Yardım ederseniz Allah sizden razı olsun
Cevap: En’âm suresinin 75-79. Ayetlerinin anlamı
Hoca
İbrahim (A.S.) İle Âzer Arasındaki Tartışma Ve Şirkin Terk Ediliş Sebebi
74- Hani İbrahim babası Âzer’e: "Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Gerçekten ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum" demişti.
75- Biz İbrahim’e göklerin ve yerin mülkünü -kesin bilgiye varanlardan olması için- öylece gösteriyorduk
76- Gece onu bürüyüp örtünce bir yıldız gördü, "Benim Rabbim bu (mu)" demişti, fakat o kaybolup gidince: "Ben öyle kaybolup gidenleri sevmem" dedi.
77- Sonra ay’ı doğarken görünce de: "Benim Rabbim bu (mu)" demişti. Fakat o da kaybolunca, "Eğer Rabbim bana hidayet etmezse andolsun, ben sapıklardan olurum" dedi.
78- Sonra güneşi doğarken görünce "Rabbim bu (mu) yoksa, bu daha büyük" demişti. O da batınca: "Ey kavmim, ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden tamamen uzağım" dedi.
79- Şüphesiz ki ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana Hanîf olarak yönelttim ve ben müşriklerden değilim.
Kelime ve İbareler:
"İbrahim" Rahman olan Allah’ın Halili, peygamberler babası, Sâm’ın soyundan gelen çocukların onuncusu, Arapların atası İsmail’in babası, Keldan şehirlerinden nur anlamına gelen "Ur" adlı şehirde doğmuş bir peygamberdir. Bu şehir şimdi Türkiye’nin güney sınırlarında Suriye’ye komşu bir yerde Urfa diye bilinmektedir. "Babası Âzer’e"; Âzer, İbrahim’in babasının lâkabıdır. Adı Tareh (ha ile) ya da Tareh (hı ile)dir ki, tembel anlamına gelir. "Sen putları ilâh mı ediniyorsun?" Onlara tapınıyorsun? Dediğimiz gibi bunda soru azar içindir. "Gerçekten ben seni ve kavmini" onları ilâh edinmekle "bir sapıklık içinde" haktan uzaklaşmış olarak "görüyorum." Sapıklık (dalâl), hedefe götüren yolu bırakıp ondan sapmak demektir. "Apaçık bir sapıklık" yani sapıklığı besbelli olan.
"Biz İbrahim’e göklerin ve yerin mülkünü" göklerin mülkünü, saltanat ve azametini "böylece gösteriyorduk." İbrahim’e babasının ve kavminin sapıklığını gösterdiğimiz gibi, göklerin melekûtunu da gösteriyorduk. Allah göklerin ve yerin azametini bunları Allah’ın birliğine delil görsün diye göstermişti. "Biz İbrahim’e… böylece gösteriyorduk" cümlesi ve ondan sonrası ara cümlesi olup, "… demişti" cümlesine atfedilmiştir.
"Gece onu bürüyüp örtünce" yani gecenin karanlığı basıp Hz. İbrahim’i karanlığı ile örtünce ışık saçan "bir yıldız gördüm." dedi. Bunun Venüs veya Jüpiter olduğu söylenmiştir. "Kaybolup gidince" göründükten sonra kaybolunca "Ben kaybolup gidenleri sevmem dedi." yani ben böylelerini rab edinmeyi sevmem. Çünkü Rabbin değişmesi, bir halden bir başka hale intikal etmesi düşünülemez. Zira bu şekilde değişiklik sonradan yaratılanların özelliğidir. Sonradan yaratılanlar ilâh olamaz. "Ay’ı doğarken"; ayın doğması, görülmeye başlaması demektir. "Rabbim bana hidayet etmezse" hidayet üzere bana sebat vermezse "sapıklardan olurum." Böylelikle Hz. İbrahim kavminin sapıklık üzere olduğunu dolaylı olarak ifade etmektedir. Ancak bu onlara etki etmiyordu, "güneşi görünce de: Bu daha büyük" yani güneş, yıldız ve aydan daha büyük "demişti". "O da batınca: Ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden tamamen uzağım" yani Allah’a ortak koştuğunuz putlar ve var edilmeye ihtiyacı olan sonradan yaratılmış gök cisimlerinden uzağım. Bu sefer ona, "Peki neye ibadet ediyorsun?" diye sordular.
"Şüphesiz ki ben yüzümü… Allah’a yönelttim" ibadetimle ve ihtiyacımı istemekle ben yalnızca Allah’a yöneliyorum ve ibadetimi de ihlâslı olarak sadece O’na yapıyorum. "Gökleri ve yeri yaratana" onları varlık âlemine çıkartan yahut yoktan var eden, ya da daha önce bir örneği olmadığı halde, onları var edene; "hanîf olarak" yani sapıklıktan ve şirkten dosdoğru dine yönelmiş olarak[162]
Ayetler Arası İlişki
Yüce Allah burada Hz. İbrahim’in, babası Âzer ile birlikte putperestliğin çürütülmesine dair kıssasını söz konusu etmektedir. Bundan maksat ise Arap müşriklerine karşı delil getirmektir. Çünkü bütün taifeler ve bütün din mensupları Hz. İbrahim’in faziletini kabul etmektedir. Müşrikler kendilerinin onun soyundan geldiklerini kabul ediyor, faziletini itiraf ediyor ve Hz. İbrahim’in kendilerinin dini üzere olduğunu iddia ediyorlardı. Yahudi ve Hristiyanlar da Hz. İbrahim’i tazim ediyor, oldukça yüksek bir makama sahip olduğunu itiraf ediyorlardı. İşte İbrahim kavmi ile sürekli olarak putlara tapmak hususunda mücadele eden ve tartışan biri olduğuna göre, onun torunları olan Arapların da sapıklıklardan vazgeçerek putlara tapma hususundaki hatalarını idrak etmeleri gerekir. [163]
Açıklaması
Ey Muhammedi İbrahim’in babası Azer’e, "Sen bir takım putları ilâhlar edinip Allah’tan başka onlara ibadet eder misin? Halbuki seni de onları da yaratan Allah’tır. O halde ibadete lâyık olan O’dur, onlar değildir" dediğini hatırlat.
İbni Kesîr, Hz. İbrahim’in babasının adının Âzer olduğu görüşünün doğru olduğunu belirtir.
Hz. İbrahim, babasına şöyle demişti: Ben seni ve bu putlara tapan senin kavmini yani senin yolunu izleyen, senin gittiğin yoldan giden bu kavmi apaçık bir sapıklık içerisinde görüyorum. Onların şaşkın olduklarını, izlemeleri gereken dosdoğru yolu bulamadıklarını görüyorum. Onlar dosdoğru yolda gidecek yerde şaşkınlık ve bilgisizlik içerisindedirler. Bilgisizlik ve cahillik içerisinde yüzdüğünüz, aklı selim sahibi olan herkes tarafından açıkça görülebilmektedir. Hem önce kendi ellerinizle yonttuğunuz sonra da tapınıp kutsadığınız taş, ağaç veya maden putlara ibadet etmenizden daha açık bir sapıklık olabilir mi? Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Siz elinizle yonttuğunuz şeylere mi tapıyorsunuz? Halbuki sizi de, yapıp ettiklerinizi de Allah yaratmıştır." (Sâffât, 37/95-96). Bir defa sizler şeref itibariyle puttan daha yükseksiniz. Sizin mevki-niz daha üstündür. Sizler akıl sahibisiniz. Putlar ise cansız ve sağırdır, akılları yoktur, kendilerine gelecek bir zararı dahi def edemezler. Bütün bunları görmeyerek kalkıp onları tapınılan ilâhlar mı edineceksiniz?!
"Apaçık sapıklık" ifadesinin anlamı Yüce Allah’ın peygamberi Muhammed (s.a.)’e şu buyruğunda belirttiği gibi doğru yoldan sapmak demektir: "Ve o seni yolunu şaşırmış buldu da, doğru yola iletti." (Duhâ, 93/7).
Hz. İbrahim’e babasının ve kavminin putlara ve heykellere tapmak şeklindeki sapıklıklarını gösterdiğimiz gibi, ona ardı arkasına göklerin ve yerin mele-kûtunu da gösterdik. Yani onların harikulade nizam ve son derece üstün yaratma ve sanatlarıyla onların yaratılışlarını gösterdik. Böylelikle o kâinatın gizliliklerine, yerdeki sırlarına muttali oldu. Ta ki bunu bizim birliğimize, kudretimizin büyüklüğüne, ilmimizin genişliğine delil olarak görsün: "Allah’ın her şeyi sapasağlam yapan yaratmasına (bak!)" (Nemi, 27/88).
İşte biz böylece İbrahim’e bunları öğretiyor, gösteriyor ve bu konuda ona başarı ihsan ediyoruz. Kalbine verdiğimiz genişlik ve doğru bakış açısı sayesinde onu hakka iletiyoruz. Delil gösterme yolunu ortaya koyuyoruz. Ta ki bununla o put, güneş, yıldız, ay gibi herhangi bir şeyin hiç bir şekilde ilâh olmasının doğru olamayacağını kesinlikle ve tam anlamıyla bilip anlayanlardan olsun. Çünkü bunların sonradan yaratıldıklarına (hadis olduklarına) ve bunları var eden bir yaratıcının meydana getiren bir yaratıcının doğuşlarını, batışlarını, değiştirmelerini, akıp gitmelerini ve sair hallerini düzenleyen bir müdebbir olduğuna dair deliller gayet açıktır. Bunları İbrahim’e gösteriyorduk ki, bu ayetler ulûhiyet ve rubûbiyete olduğu gibi, sapık müşriklere karşı da bir delil olsun. Yakîn (kesin bilgi), düşünme sebebiyle şüphenin giderilmesinden sonra ortaya çıkan kesin bilgi demektir.
Daha sonra Yüce Allah, Hz. İbrahim’in gördüğü o göklerin ve yerin mele-kûtunu şöylece açıklamaktadır: "Gece onu bürüyüp örtünce bir yıldız gördü." Yani gecenin karanlığı basınca İbrahim, diğer yıldızlardan aydınlığı ve parlaklığı ile oldukça farkla büyük bir yıldız gördü. Onun gördüğü bu yıldızın Venüs ya da Jüpiter olduğu söylenmiştir. O şöyle dedi: "Bu, benim Rabbimdir." Yani o bu sözleri kavmine karşı tartışma ve delil getirme sadedinde söyledi. Bunları onların yaptıklarını reddetmek ve onlara karşı delil getirmek için bir hazırlık olsun diye söylemişti. Önce onlara kanaatlerini kendileriyle paylaştığı vehmini verdi, sonra da aklî ve hissî delillerle onların bu iddialarını çürüttü.
Bu yıldız batınca Hz. İbrahim şöyle dedi: "Bu bir ilâh olamaz. Ben zaten kaybolup gizlenenleri de sevmem." Çünkü mutlak ilâhın kâinat üzerinde tartışılmaz bir egemenliği vardır. O her şeyi işiten, her şeyi görüp gözetendir. Asla kaybolmaz ve asla hiç bir hususta yanılmaz. İlâh denilen şey, nasıl kaybolup gizlenir ki? Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ne diye işitmeyen, görmeyen ve sana hiç bir faydası olmayan şeye itaat edersin?" (Meryem, 19/42).
İşte bu, Hz. İbrahim’in yıldızlara tapmak hususunda kavminin bilgisizliğine bir göndermesidir. Katâde der ki: O, Rabbinin zeval bulmadığını ve ebedî olduğunu bilmişti.
İbrahim (a.s.) yıldızın ulûhiyetinin tutarsızlığını ortaya koyduktan sonra, daha çok ışık veren ayın ilâhlığının tutarsızlığını ortaya koymaya yöneldi. O aj^ı, ışığıyla her tarafı kuşatmış haliyle doğarken görünce, "Bu benim Rabbimdir" dedi. Fakat o da bir önceki gecede yıldızın battığı gibi batınca, kavmine işittirecek bir şekilde "Bu da aynı şekilde ilâh değildir" dedi. Andolsun ki eğer Rabbim bana hidayet vermeyip tevhidi ve hakkı bulma hususunda bana yardım etmeyecek olursa, hiç şüphesiz yollarını şaşıran, hidayet bulamayan, Allah’tan başkasına tapınan sapıklardan olurum. Bu, aynı zamanda açıkça ifadeye yakın bir tarzda kavminin sapıklığını ortaya koymakta, onların ve ay^ ilâh edinen kimsenin de aynı şekilde sapık olduğuna dikkatlerini çekmekte ve doğru akide bilgisinin ilâhî vahye bağlı olduğuna işaret etmektedir. Daha sonra üçüncü defada kavminin koştuğu şirkten uzak olduğunu açıkça söylediğini görüyoruz.
Hz. İbrahim güneşi doğarken görünce -ki o gördüğümüz yıldızların en büyüğü, faydası en kapsamlı ve en aydınlık olanıdır- şöyle dedi: "İşte bu benim Rabbimdir. Çünkü bu öbür yıldızlardan da aydan da daha büyüktür, ışığı ve aydınlığı daha fazladır; o bakımdan bunun Rab olması daha bir yerindedir."
Fakat güneş de diğerlerinin battığı gibi batınca Hz. İbrahim akidesini açıkça ortaya koydu ve kavminin şirkinden uzak olduğunu şu sözleriyle ifade etti: "Ben yıldızlara ibadet etmekten ve onlara sevgi beslemekten uzağım. Ben ibadetimde gökleri ve yeri, şu gördüğünüz yıldızları yaratana yöneliyorum. Sapıklıktan uzak hak ve dosdoğru din olan tevhid dinine yöneliyorum. Ben Allah ile birlikte başka bir ilâh edinen müşrikler arasında yer almam. Ben bu eşyayı yaratan, her şeyin mülk ve hakimiyetini elinde bulundurup onları çekip çeviren, her şeyin yaratıcısı, Rabbi, mutlak maliki ve ilâhı olan Yüce Yaratıcıya ibadet ediyorum." Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Şüphesiz rabbi-niz gökleri ve yeri altı günde yaratan Allah’tır. Sonra Arş’ı istiva etti. Kendisini durmadan kovalayan gündüze geceyi O bürüyüp örtüyor. Güneş’i, Ay’ı ve yıldızları emri ile müsahhar kılan O’dur. İyi bilin ki yaratmak da emretmek de O’nundur. Alemlerin rabbi olan Allah’ın şanı ne yücedir7’%A’raf, 7/54).
Geçen bu açıklamalardan açıkça anlaşıldığına göre Hz. İbrahim’in kavmi, putları Rab değil ilâh kabul ediyorlar, yıldızlan ise hem Rab, hem de ilâh ediniyorlardı. İlâh’tan kasıt mabud, yani kendisine ibadet edilen’i rabden kasıt ise efendi, malik, besleyip büyüten, işleri çekip çeviren ve tasarrufta bulunandır. İbadet ise dua ve tazim ile mahlûkatı yaratana yönelmektir. Gerçekte ise mah-lûkatın Allah’tan başka ilâhı da rabbi de yoktur.
Hz. İbrahim’in takındığı tavır, kendisini mümin olmayan birisi gibi gösteren ve son derece çarpıcı bir üslûpla tartışan, bu tartışmasını örneklerle ispatlayan kişinin tavrıydı. Gerçekte Hz. İbrahim ilâhtık ve rablik makamını tespit etmek için tetkik eden bir kimse durumunda değildi. Çünkü Yüce Allah Hz. İbrahim hakkında şunları söylemektedir: "Andolsun ki biz İbrahim’e daha önceden doğru yolu bulmak için imkân vermiştik. Biz onu biliyorduk. O zaman babasına ve kavmine şöyle demişti: Bu heykeller nedir ki onlara ibadet edip durmaktasınız?" (Enbiyâ, 21/51-52); "Gerçekten İbrahim (başlı başına) bir ümmetti. Allah’a itaatkâr, hanîf bir Müslümandı. O (asla) müşriklerden olmamıştır. O nimetlerine şükredendi. Onu beğenip seçmiş, kendisini dosdoğru bir yola iletmişti. Biz ona dünyada bir güzellik de verdik ve şüphesiz ki o, ahirette de mutlaka salihlerdendir. Sonra biz sana, hanîf bir Müslüman olarak İbrahim’in dinine uy, o, müşriklerden olmadı, diye vahyettik." (Nahl, 16/120-123); "De ki: Şüphesiz Rabbim beni dosdoğru bir yola, dimdik ayakta duran bir dine, rnu-vahhid olan İbrahim’in dinine iletti. O, müşriklerden olmadı." (En’âm/161).
Buharî ve Müslim’de de Ebu Hureyre yoluyla Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Her doğan fıtrat üzere doğar." Müslim’in Sa-hih’inde ise Iyâd b. Hammâd yoluyla Resulullah (s.a.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir: "Allah buyurdu ki, şüphesiz ben kullarımı hanîfler olarak yarattım." Yine Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’inde şöyle buyurmaktadır: "İnsanların üzerinde yaratıldığı Allah’ın fıtratına (yönelin)! Allah’ın yaratışında değiştirme yoktur." (Rûm, 30/30). Yine Yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Hani Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutup, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye buyurmuştu. Onlar da "Evet şahit olduk" demişlerdi." (A’râf, 7/172).
Eğer bu, sair insanlar hakkında böyle ise, Yüce Allah’ın tek başına bir ümmet, Allah’a yönelen hanîf bir Müslüman ve asla müşriklerden olmayan İbrahim Halîl, böyle bir konumda, araştıran bir kişi nasıl olabilir ki? Aksine o, Resulullah (s.a.)’tan sonra hiç şüphesiz ve tereddütsüz olarak selim fıtrat ve dosdoğru karaktere herkesten daha lâyık bir kimsedir.
Bu durnumuyla onun, kavminin içinde bulunduğu şirki tetkik eden değil de kavmine karşı tartışan bir kimse olduğunu destekleyen hususlardan bir tanesi de ileride gelecek olan "Kavmi onunla tartışmaya kalkıştı…" (ayet, 81) buyruğudur.[164]
Ayetlerden Çıkan Hüküm Ve Hikmetler
Hz. İbrahim Allah’ın üâhhğını ve rabliğini ispatlamak için tartışmaya girişti, ortaya koyduğu kesin delil ve belgeler ile kavmini susturdu. O dört kişi veya grupla tartışma yapmıştır:
Birinci tartışması babasıyla olmuştu. Ona, "Babacığım işitmeyen, görmeyen ve sana hiç bir faydası olmayan şeylere ne diye tapıyorsun?" (Meryem, 19/42) diyerek karşı çıkmıştır. Kur’an-ı Kerim burada da bu tartışmanın haberini bize naklederek, "Hani İbrahim babası Âzer’e … demişti." diye buyurmaktadır.
İkincisi, kavmi ile tartışması. Bu da Yüce Allah’ın, "Gece onu bürüyüp örtünce…" buyruğundan itibaren anlattıklarıdır.
Üçüncüsü ise, çağının kralı ile tartışmasıdır. Ona şöyle seslenmişti: "Benim Rabbim dirilten ve öldürendir… demişti." (Bakara, 2/258)
Dördüncü tartışması ise, fiili ile kâfirlerle yaptığı tartışmadır. O da Yüce Allah’ın, "Onların hepsini büyükleri müstesna parça parça etti…" (Enbiyâ, 21/58) buyruğunda ifade edilmektedir.
İşte bu, Hz. İbrahim’in tartışma hususundaki güç ve kabiliyetini, hasımlarını susturmak için oldukça hazır cevap bir yeteneğe sahip olduğunu, maksadını kesin belgelerle ispatlama gücüne sahip bulunduğunu göstermektedir. O bu konuda gerçekten harikulade başarılı idi. Çünkü bunlar kaybolan ve zaman zaman gizlenen mahlûklardır. Mutlak ilâh ise kaybolmamalı, saklanmamalıdır. Mülkü altındaki varlıkları kontrol etmekten uzak durmamalıdır. Hz. İbrahim böyle bir üslûpla, zahiren hasmının iddiasını kabul eder görünmüş, daha sonra hasmının görüşünü ve değerlendirmesini çürütmüştür. Bütün bu konumlarında o -açıkladığımız gibi- tartışan bir kimse konumundaydı. Yoksa onların dediklerinin doğruluğunu tetkik eden bir kimse konumunda değildi. Çünkü onun akidesi fıtratında, ilham, ilâhî irşad, akıl ve duyularıyla kalbinde yer etmişti.
Yüce Allah’ın bize naklettiği, "Eğer Rabbim bana hidayet etmezse…" buyruğunun anlamı ise şudur: "Andolsun ki Rabbim hidayet üzere bana sebat vermezse." Çünkü esasen o hidayet bulmuş bir kimse idi. Kur’an-ı Kerim’de de, "Bizi dosdoğru yola ilet." (Fatiha, 1/6) diye buyurulmaktadır. Yani hidayet üzere bize sebat ver, demektir.
Hz. İbrahim yıldızların ilâhlığı hususunda üç örnek seçerek, adım adım bunların ilâh olamayacaklarını ve bunlardan hareket ederek gerçek ilâh ve gerçek rab olan Allah’ın ulûhiyet ve rubûbiyetini ispatlamaya doğru ilerlemiş, bunu da, "Şüphesiz ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana hanîf olarak yönelttim" diye ifade etmiştir. Yani ben ibadet ve tevhidimle yalnızca Aziz ve Celil olan Allah’a yönelmiş bulunuyorum. Burada "yüz"ü söz konusu etmesinin sebebi, kişinin tanınmasına kolaylık sağlayan en açık ve görünen şey oluşundan dolayıdır. Onun adım adım kavminin cahilliğini işaret etmeye, putperestliğin batıl oluşunu ifade ederek kalıcı olmayan ve kaybolup giden şeyleri sevmediğini belirtmeye, oradan sapıklık ve şaşkınlık içerisinde olmaları dolayısıyla onları uyararak şirkten ve müşriklerden uzak olduğunu açıkça ifade etmeye ve daha sonra da şirkin temelini yıktıktan sonra akidesini açıkça ilân etmeye doğru ilerlediğini görüyoruz.
Râzî der ki: Kâinatta vücûp (varlığının zorunluluğu), kudret, ilim ve hikmet bakımından başkasını Yüce Allah’a eşit kabul eden hiç bir kimse yoktur. Fakat Seneviyye (iki ilâh edinenler), birisi hakim olup hayır işleyen, diğeri de sefih olup kötülük işleyen iki ilâhın varlığını kabul ederler.
Allah’tan başkasına ibadetle uğraşmaya gelince, bunun pek çok şekillerde olduğunu görüyoruz. Kimileri yıldızlara tapar, kimileri de aşırılığa saparak yaratıcı ilâhın varlığını kabul etmez ki bunlar Dehrîlerdir. Hristiyanlar ise Allah’tan başkasına ibadet ederler. Çünkü onlar Mesih’e tapınırlar. Kimisi de putlara tapınır.[165]
Putperestlikten daha eski batıl bir din yoktur. Çünkü bize atraflı bir şekilde tarihi ulaşmış bulunan en eski peygamber olan Nûh (a.s.) da putlara ibadeti reddetmek üzere gelmiştir. [166] Nitekim Yüce Allah onun kavminden şöyle dediklerini nakletmektedir: "Sakın Ved, Suvâ, Yeğus, Yeûk ve Vesr (adlı putlara ibadetji bırakmayın." (Nûh, 71/23). Onların bu sözlerinin sebebi ise şudur: İlkel insan, putların sessizlik ve duyarsızlığının Yüce Allah’a ulaştırmaya elverişli bir sır olduğunu ya da Yüce Allah’ın ağaç, güneş, ay gibi bazı yaratıklarının gerçek ilâhının yanında şefaat eden ve kendilerine yönelenleri bu gerçek ilâha yakınlaştırabilen bir çeşit aracı olduğunu vehmetmiştir.
Hz. İbrahim’in kavmi putların hiç bir şekilde işitmediğini, görmediğini, fayda ve zarar veremediğini idrak etmişti. Ancak onlar atalarını taklit ediyorlardı. Bu bakımdan putlara taparak onları ilâh edinmişlerdi. Bunlar kâinatın işlerini çekip çeviren rabler değillerdi. Fakat bu imanlar kendilerince yeryüzünde, bir takım etkilerde bulunduğunu kabul ettiklerinden dolayı yıldızları rab edinmişlerdi.
Putlara tapma hususunda Araplar da atalarını taklit ettiklerini şu sözleriyle ifade etmişlerdi: "Biz bunlara ancak bizleri Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz…" (Zümer, 39/3)
Müminin yapabileceği tek şey, sadece putperestliğin bütün şekil, tören ve dışa yansıyan her şeyini ayıplamak ve tenkit etmek, diğer taraftan başka herhangi bir aracıyı söz konusu etmeksizin yalnızca ve sadece O’na gökleri ve yeri yoktan yaratan Allah’a ibadet etmektir. Tıpkı putlar hakkında şu sözleri söyleyen Hz. İbrahim’in ilânı gibi: "Hayır, Rabbiniz onları yoktan var eden, göklerin ve yerin Rabbidir. Ben bunun böyle olduğuna işte önünüzde şahitlik edenlerdenim." (Enbiya, 21/56)
Yüce Allah’ın bütün yaratıkları hem onları var eden yaratıcının hem de O’nun kudretinin varlığını ortaya koymaktadır. Çünkü bütün yaratıklar sonradan yaratılmış (muhdes) ve mümkün (varlıklarıyla yoklukları aklen musâvi) varlıklardır. Varlığı muhdes ve mümkün olan her bir varlık, bir yaratıcıya muhtaçtır.
Yüce Allah’ın, uBen öyle kaybolup gidenleri sevmem" buyruğu Râzî’nin söz konusu ettiği bir takım hükümlere delâlet etmektedir:
1- Bu ayet-i kerime Yüce Allah’ın cisim olmadığını ortaya koymaktadır. Çünkü cisim olsaydı ebediyyen bize görünmemesi (gaib olması) ve ebediyyen önümüzden kaybolması gerekirdi.
2- Ayet-i kerime Yüce Alah’ın zatında muhdes sıfatın söz konusu olmayacağını göstermektedir. Aksi takdirde değişip duran bir varlık olurdu. O takdirde de kaybolup gitme anlamı söz konusu olurdu ki bu da O’nun hakkında imkânsızdır.
3- Yine ayet-i kerime dinin delile dayalı olması, taklide dayalı olmaması gerektiğini göstermektedir. Aksi takdirde hiç bir şekilde bu çeşit bir delillendir-menin faydası olmazdı.
4- Aynı şekilde ayet-i kerime, peygamberlerin Rablerini tanımanın beda-hat veya zorunluluk esasları üzere değil de, istidlal üzere yükseldiğini göstermektedir. Aksi takdirde Hz. İbrahim’in istidlale bir ihtiyacı olmazdı.
5- Yine ayet-i kerime Yüce Allah’ı tanıma bilgisini elde etmenin, yaratıklarının durumları hakkında düşünüp bunları delil olarak kullanmaktan başka bir yolu olmadığını göstermektedir. Zira Yüce Allah’ı bir başka yolla tanımak imkânı bulunsaydı her halde Hz. İbrahim böyle bir yola baş vurmazdı. [167]
Tefsirul-Munir
enam suresi 75 79 ayetler anlamı, enam suresi 75-79. ayetler meali, en am 75-79 ayetlerı