Karate judo gibi sporlarda eğilerek selamlama
faith63
selamun aleykum
karate ve judo gibi sporlarda selam vermek için eğiliyorlar, benim gittiğim yerde ise 2 tane japon adamın resmi var onların karşısına geçip eğilerek selam veriyorlar bu caiz mi? yani kursu bırakmam gerekir mi yoksa bende eğilmeden yalnızca selamı yapsam olur mu? Allah rızası için yardımcı olun
Cevap: Karate judo gibi sporlarda eğilerek selamlama
Hoca
rükü ve secde sadece Allah’a yapılır.
siz sadece selamlama ile yetinip eğilmeyin.
< Güreş ve ok atmaktan hariç, hangi spor dalları sünnettir?
Spor yapmak ve sporcu olmak caiz olmakla beraber bazı sporları yapmak sünnettir. Ancak spor yaparken örtülmesi gereken yerleri örtmek, harama girmemek, erkek kadın karışık yapmamak ve özellikle farz ibadetlere dikkat etmek gerekir.
Demek ki sporu yapmak caizdir, fakat yapılış şekline göre durum değişmektedir.
OYUN, EĞLENCE VE MÜZİK ne kadar insanî bir olay, yaratılış gereği bir etkinlikse, spor da en azından o kadar insanî bir etkinliktir. Çünkü insan hareketli, heyecanlı ve mücadeleci bir psikolojiye sahiptir.
Spor, ‘fizik kondisyonu iyileştirmeyi amaçlayan oyun, yarışma ve mücadele anlayışıyla yapılan fiziksel etkinlikler’ olarak tanımlandığına göre, hangi yaşta ve seviyede olursa olsun, hiç kimse kendisini spordan uzak tutamaz, şu veya bu şekilde bir spor türü ile ilgisi vardır; az veya çok yapıyordur veya uzaktan da olsa ilgileniyordur.
İnsanlık tarihi kadar uzun bir geçmişe dayanan spor etkinlikleri, günümüzde artık çok daha farklı boyutlar kazandı; uluslararası bir faaliyet, evrensel bir dil ve etkin bir tanıtım aracı oldu. Her millet ister istemez bu ortak dili konuşur hâle geldi. TV ve internet gibi kitle iletişim ve haberleşme araçlarının desteğiyle de, ilgi alanını iyiden iyiye artırdı.
Bazı spor etkinlikleri, özellikle millî futbol karşılaşmaları sonunda halkın büyük çoğunluğu tek noktaya kilitlendi. Eğitimi, düşünce yapısı ne olursa olsun, spor insanları kendi ilgi odağına çekti. Zaman zaman milletçe, bazı zamanlar da ümmetçe kendimizi içinde ve arasında buluverdik.
Her etkinlik gibi, spor da bir disiplin ve kurallar bütünüdür. Oyunu kuralına göre oynamalı prensibi en çok sporda geçerlidir. Meseleye insanî boyutun girmesi zaten böyle bir düşünceyi zaruri kılıyor.
Hayat ve inanç disiplini içinde baktığımızda sporun da dayandığı bir geleneği ve mazisi vardır. Bu mazi sünnet çerçevesinde incelendiğinde esaslı, köklü, kalıcı ve o nisbette bağlayıcı yönleri bulunmaktadır.
Saadet Asrının kendine has medenî disiplini içinde sporun belli başlı türlerini görmekteyiz. İşin güzel ve ilginç yanı, o zamanlarda var olan spor türlerinin hemen hepsi bugün de kısmen mahiyet değiştirmiş olarak veya aynen yaşamaktadır.
Peygamberimizin bizzat meşgul olduğu, teşvik ettiği ve esaslarını belirttiği spor türlerinin belli başlıları şunlardır: güreş, koşu, müsabaka, at ve deve yarışları, yüzmek, ok atmak, avlanmak ve bu spor faaliyetlerini ferdî olarak veya toplu halde seyretmek, kazananları ödüllendirmek.
Güreş: Dönemin ünlü pehlivanlarından Rükâne b. Abdülyezid, İslâm’a girmek için Peygamberimizin kendisini güreşte yenmesini şart koştu ve yapılan karşılaşmada Peygamberimiz onu birkaç defa yendi. Rükâne de bunun üzerine Müslüman oldu.1
Siyer kaynaklarında Peygamberimizin Rükâne’den başka bazı kimselerle de güreştiği, ergenlik çağına gelmiş olan sahabe çocuklarının askere alınmaları için her sene düzenlenen merasim sırasında birbirleriyle güreştikleri, ayrıca Hz. Hasan ve Hüseyin’in de Resûlullah’ın huzurunda güreş tuttukları yer almaktadır.
Güreş Osmanlı’da da geliştirilmiş ve bizzat saray tarafından desteklenerek dünya çapında bir ün kazanmıştır. Güreşçilerin pîri olarak da ‘Allah’ın ve Resûlünün arslanı’ olarak bilinen ve şehitlerin efendisi olan Hz. Hamza kabul edilmiştir.
Atıcılık ve ok atmak: Bir savaş sporu ve cihad aleti olan ok eğitiminin sünnette çok önemli bir yeri vardır. Peygamberimiz bir hadislerinde, Sizden hiç kimse oklarıyla eğlenmekten geri durmasın buyurmuştur.2 Bir başka hadiste, sahabilerden bir grubun eğlenmeye gittikleri söylenince, Peygamberimiz önce memnuniyetsizlik gösterirken, daha sonra ok atışı için gittiklerinin açıklanması üzerine, Atış eğlence değildir. Atış eğlendiğiniz şeylerin en hayırlısıdır buyurmuşlardır.3 Hatta, bir hadiste, Sizden birinizi üzüntü ve sıkıntı bastığı zaman, yayını kuşanıp üzüntüsünü onunla dağıtmaktan başka yapacak birşeyi yoktur buyurmakla da, sporun insanı psikolojik olarak rahatlığa kavuşturacağını belirtmiştir.
Peygamberimiz iyi ok atan sahabilere iltifatlarda bulunurdu. Uhud Savaşında, hedefe isabetli atışları sebebiyle, başka hiç kimseye kullanmadığı Annem babam sana feda olsun tabirini Sa’d b. Ebi Vakkas için kullanmıştı.4 Bütün bu teşviklerden dolayıdır ki, sahabe atıcılığa önem vermiş, her fırsatta, hatta akşam namazından sonra hava kararıncaya kadar bile ok atışları yapmıştır.5
Peygamberimiz ok atış müsabakalarında taraftar bile olurdu. Peygamberimizin bu taraftarlığını, bakınız, Seleme bin Ekvâ ne güzel anlatıyor:
Resûlullah çarşıda ok yarışı yapan Benî Eslem’den bir grupla karşılaştı. Onlara, Ey İsmailoğulları! Atın, zira atalarınız atıcı idiler. Atın; ben falan kabileyi tutuyorum dedi.
Bu söz üzerine bir grup atıştan vazgeçti. Efendimiz, Ne oldu, niye atmıyorsunuz? diye sordu. Şöyle cevap verdiler:
Nasıl atalım, siz öbür tarafı tutuyorsunuz. Bunun üzerine, Peygamberimiz:
Atın dedi, ben hepinizi, her iki tarafı da tutuyorum buyurdular.6
Peygamberimizin taraf oluşu da kendine hastı. En ufak bir şekilde kimsenin gönlünü kırmıyor, her başarıya sahip çıkıyordu.
At ve deve yarışları ve kazanana ödül verilmesi: Peygamberimiz ata çok önem verir, at yetiştirmesine ayrı bir özen gösterir ve teşvik ederdi. Rivayetlere göre belli zamanlar içinde kendilerinin 19 kadar atı var olmuştu.
İbn Ömer’in ifadesine göre, Resûlullah atını antrenmana tâbi tutar, sonra da onunla yarışa katılırdı.7
Şu üç şeyde armağan vardır. Deve yarışı, at yarışı ve ok yarışı 8 buyuran Peygamberimiz, yarışta birinci gelenlere ödüller vererek başkalarını teşvik ederdi.
Bir cihad unsuru olan atı asıl olarak Kur’ân çok güzel övmektedir. Âdiyat suresinin ilk beş âyetinde at şöyle anlatılır:
Yemin olsun nefes nefese koşan atlara.
Ve çarparak kıvılcım çıkaranlara.
Ve sabah vakti baskın yapanlara.
Ve tozu dumana katanlara.
Ve düşmanın ortasına dalanlara …
Yüzme: Peygamberimiz çocukluk döneminde Medine’de yüzmeyi öğrenmiş, Mekke döneminde Habeşistan’a hicret eden sahabilerine yüzmeyi öğrenmeleri konusunda teşvikte bulunmuş, yüzmeyi bilenlerden memnun olduğunu da ifade etmiştir. Hz. Ömer de, Çocuklarınıza yüzmeyi öğretin diyerek bu konu üzerinde önemle durmuştur.
Yürümek ve koşu: İki hedef arasında koşan kimsenin her adımı için bir sevap vardır buyuran Peygamberimiz, Ok yarışı yapın, bedenen sertleşin, yalınayak yürüyün ifadeleriyle yürümenin faydasına dikkat çekmiştir.9 Peygamberimizin bizzat kendileri Hz. Âişe annemizle birlikte iki sefer koşu yapmış, ilkinde Hz. Âişe kazanmış, ikincide ise kilo alması sebebiyle Hz. Âişe kaybetmiş, ve koşuyu kazanan Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: Bu, önceki koşuya bedeldir; ödeştik. 10
Dikkat edildiğinde görüleceği üzere, sünnette var olan bu örneklerde öne çıkan ölçü ve prensipler; insanın kendi fiziksel kondisyonunu koruması yanında, asıl olarak hayatını, hayatiyetini, şerefini ve inancını koruması için, yaşadığı çağı itibarıyla bedenen güç kazanmak, güçlü olmak, savunma için ve dış düşmana karşı gücünü kullanma zarureti hasıl olduğunda buna önceden hazırlıklı olmaktır. Yani, sünnette yer alan spor çeşitleri gayeli, faydalı, hedefi belli oyunlardır. Bu arada kişi bundan hem zevk almakta, hem sağlıklı kalmakta, hem de dolayısıyla bir sünneti işleyerek sevap kazanmaktadır.
Yine, sünnette yer alan bütün bu spor çeşitlerinde genel İslâmî ölçüler de yer almaktadır. Yarış ve müsabakalarda taraflar arasında kine, nefrete ve düşmanlığa sebep olacak davranışlara meydan verilmemektedir. Ok atışı ve at yarışlarında kazanan ve kaybedenler birlikte gözetilerek dereceye girene teşvik mahiyetinde ödüller verilmekte, yarışı kaybedenlerin de kazanma gayreti içine girmeleri istenmektedir. Bu tür yarışlar hiçbir şekilde kumara yol açacak bir hale girmemektedir.
Sahabiler, işlerinde güçlerinde insanlardı, bir kısmı bilim ve eğitimle uğraşıyorlardı. Çoğu çoluk-çocuk sahibiydiler. Bu etkinlik ve meşguliyetler onların günlük işlerini, normal hayat seyirlerini, ibadet görevlerini ihmale götürmediği gibi, şimdiki tabirle ‘fanatik’ bir taraftarlığa da yol açmıyordu. Çünkü onlar ne yaptıklarının farkındaydılar, niçin yaptıklarının şuurundaydılar ve ne kadar zaman ayırmaları gerektiğinin bilincindeydiler.
Sünnetteki genel ölçüler çerçevesinden bakılırsa yarış, koşu, yüzücülük, binicilik, atıcılık, güreş; günümüzde ise birer Uzakdoğu sporu olan judo, tekvando, karate ve eskrim gibi spor dallarından her biri, hem geliştirici, hem de geleceğe hazırlayıcı bir özellik taşıması açısından imkânlar ölçüsünde gençlere öğretilmelidir. Bu spor dalları ve meşru çizgide kalan diğer oyunlar çocukluk döneminde bir gelişme ve eğlenceye vesile olurken, gençlik döneminde bir hareketlilik ve deşarjı temin eder, ileri yaşlarda ise durgunluğun doğuracağı çeşitli rahatsızlıklara karşı bir savunma ve korunma görevi yapar.
Bu oyun çeşitlerinden atıcılık, binicilik, yüzücülük, koşuculuk; gençlerimizi ilerideki mücadeleye hazırlaması itibarıyla samimi bir niyet ile yapılırsa bir tür ibadet de sayılacağından, diğer sporlara göre daha bir önem taşımaktadır.
Bugün hepimizin karşı karşıya olduğumuz, gözardı edemediğimiz ve görmezden gelemediğimiz bir spor gerçeği vardır. Spor etkinlikleri üzerinde düşünülürse, şu faydaları da temine vesile olduğu görülür.
Birleştirici rolü: Spor değişik düşüncede ve inançta yer alan insanları birleştiren, biraraya getiren, yer yer sevindiren, zaman zaman eğlendiren ve bazen de ağlatan bir özelliğe sahiptir. Ancak bunun da kendi sınırı içinde kalması gerekir
Bu sınır aşıldığı zaman fanatik taraftarlıklar sonucu kavgalara, bazen öldürmelere kadar varan olumsuzluklara sebep olunabiliyor. Bu sınırın korunmasında en önemli esas ise iman ve ahlâkın yapıcı ve birleştirici yönüdür.
Özellikle futbol karşılaşmalarından sonra görülen bu taşkınlıklar sokaklarımızı istenmeyen manzaralarla doldurup taşırmaktadır. Dünya Kupası maçında yenilgiye uğrayan Japonya ve Güney Kore’nin centilmenliği, sükuneti ve sakinliği bize çok şey öğretmiş olmalıdır.
Bu faydalarının yanında, spor, insana yaşama azmi, ibadet aşkı, ve çalışma şevki verir, gönül rahatlığı sağlar. İnsanın belli kabiliyetlerini geliştirir. Gençlerin enerjilerini boşaltmalarına vesile olur. Yerine göre bir tebliğ aracı olarak bile değerlendirilebilir. Dinî ve manevî değerlerine sahip olan sporcunun inancı, ahlâkı ve yaşantısı gençler için iyi bir örnek olabilir.
Şuurlu hareket edilirse kollektif sporlar insanın medenîleşmesine sebep olur. Birlikte iş görmeyi, yardımlaşmayı, ortak hareket etmeyi temin eder. Ortak duygu ve düşüncenin ortaya çıkmasını ve paylaşımını sağlar. İnsanı disiplinli olmaya alıştırır, hareket ve faaliyet altında tutar. Ayrıca, spor iyi bir tanıtım ve reklam vasıtası olarak kullanılabilir. Spor sayesinde belli seviyede bir milletin kendine olan güveni tesis edilebilir. Devletlerin dış dünyada kendi gücünü göstermede bir araç olarak kullanılabilir.
Bu hususa bir misal olması açısından, son zamanlarda meselâ futbol, mazlum milletler, Asya ülkeleri ve Müslüman toplulukları için birbirlerine destek olma, sahip çıkma, birbirinin yanında yer alma, Batılı ülkelere karşı varlık gösterme gibi bir özellik de taşıdı. Dünya Kupası maçlarında Türkiye’nin kazandığı maçlar Müslüman ülkeleri ve milletleri ne kadar sevindirmişti.
İnsanın bedenen zarar görmesine yol açtığı için İslâm âlimleri tarafından makbul bir spor olarak görülmeyen boks maçı bile bir tarihte İslâm dünyasında çok büyük bir heyecan oluşturmuştu. Altmışlı yıllarda Cassius Clay boks ringlerinde fırtına gibi eserken Müslümanlığını ilan etmiş, Cassius olan ismini Muhammed Ali olarak değiştirmiş, kendisini mazlum milletlerin, İslam dünyasının temsilcisi olarak görmüş ve gecenin geç saatlerinden sabaha kadar büyük bir ilgiyle izlenmiş, özellikle Müslümanları heyecandan heyecana taşımıştı.
Bugün dünya çapında oynanan spor oyunları, hangi adı taşırsa taşısın, asıl vatanı hangi ülke olursa olsun, gerek ferdî olarak, gerekse takım hâlinde oynanmasında bir sakınca söz konusu değildir. Ancak İslâm uleması yine insanın huzuru ve rahatı için şu hususlara dikkatimiz çekmiştir:
1. Oynarken ve seyrederken kötü sözlerin söylenmesine meydan verilmemeli.
2. Oynayanların ve seyredenlerin eğitimlerini ve zaruri işlerini terk etmeye varacak kadar zaman israfına yol açmamalı.
3. Oynanan oyunlar hiçbir şekilde (sportoto, sporloto ve altılı ganyan gibi) kumara alet edilmemeli.
4. Namaz ve oruç gibi farz ibadetlerin zamanında yapılmasına engel olmamalı.
5. İnsanın bedenen zarar görmesine ve ölümüne sebep olacak kadar tehlike arz etmemeli.
6. Çevreyi rahatsız edecek kadar aşırılıklara meydan vermemeli.
7. Kıyafet ve sair noktalarda, Kur’ân ve sünnetle ruhsat verilen ölçülerin dışına çıkmamalı.
DİPNOTLAR:
1. Ebu Dâvûd, Libas 21.
2. Müslim, İmaret 168.
3. Kenzü’l-Ummâl, 4:292.
4. Buhârî, Megazi 18.
5. Ebu Dâvûd, Salâ 6.
6. Buhârî, Cihad 78.
7. Ebu Dâvûd, Cihad 67.
8. Ebu Dâvûd, Cihad 67.
9. Mecmaü’z-Zevâid, 5:136.
10. Ebu Dâvûd, Cihad 67.
Mehmet Paksu >
Cevap: Karate judo gibi sporlarda eğilerek selamlama
faith63
şimdi o resimdeki kişiler japon kafirler, onlar put olarak da düşünülebilir yani onlara selam vermek? içim rahat etmiyor o kursa da deam etmek istiyorum bana biraz kaynaktan alınma bilgiler yazabilir misiniz?
Sivrisinek