Hz. Peygamber’in Merhameti
Kayıtsız Üye
Hz. Peygamber’in Merhameti
Cevap: Hz. Peygamber’in Merhameti
Muhammed
HZ MUHAMMED’İN (SAV) MERHAMETİ
Bir gün,Medine sokaklarından bir cenaze geçiyordu.Peygamberimiz bunu görünce ayağa kalktı.Yanındakiler cenazenin bir yahudiye ait olduğunu söylediler.Bunun üzerine Peygamberimiz ‘O insan değil mi?’ diyerek arkadaşlarının uyarır.
Peygamberliği döneminde çok sıkıntı çekmiş, üzerine pislik atılmış, öldürülmek istenmiş, geçeceği yollara dikenler atılmış, ilk Müslümanlar da sayısız işkencelere tabi tutulmuş, aç susuz bırakılmış ve hatta öldürülmüşlerdi. Ama Yüce Resul bunların hepsine tahammül göstermiş ve sabretmiştir. Taif seferi dönüşünde taşlanmış, her tarafı kan revan içinde kalmış, Uhud Savaşında mübarek yüzünden yaralanmış ve dişi kırılmıştı. Ama o yinede hepsine tahammül göstermiş ve bunları yapanlar hakkında bedduada bulunmamış, Mekke fethedildiği zaman hepsini affetmişti.Kendini zehirlemek isteyen Yahudi kadını af etmiştir.
Enes b. Malik şöyle anlatıyor: Allah’ın Resulüne on sene hizmet ettim. Bana hiçbir zaman öf bile dememiştir. Yanlış bir iş yapsam niçin yapmadın demezler. Lüzumlu bir işi terk ettiğim zaman niçin terk ettin demezlerdi. Rasulullah (sav) insanların en güzel ahlaklısı idi Hz. Enes, bir ihmalinden dolayı Peygamberimiz (sav)’in kendisini ikaz edişini şöyle anlatır: " Resulullah (sav), bir gün beni bir iş için bir yere gönderdi. Ben ‘VAllahi gitmem’ dedim. Halbuki içimden Resulullahın beni gönderdiği yere gitmek geliyordu. Dışarı çıktım, çocukların yanına uğradım, onlar sokakta oynuyorlardı. Ben de aralarına karıştım, oynamaya başladım. Derken Resulullah (sav) geldi, arkamdan başımı tuttu. Yüzüne baktım, gülüyordu: " Enescik, seni gönderdiğim yere gittin mi?’ diye sordu. "Evet, gidiyorum yâ ResulAllah’ dedim
Mekke’nin Fethi esnasında, İslâm safına giren pekçok insan bulunuyordu. Hz. Muhammed’in amcasını öldürtüp ciğerlerini yiyen Ebû Süfyan’ın hanımı Hind de Kureyş kadınlarıyla birlikte yüzü örtülü olarak Peygamberimiz (sav)’in huzuruna geldi. Müslüman olarak affını diledi. Peygamberimiz (sav) onu tanımıştı. Fakat belli etmedi. Yaptıklarını hiç yüzüne vurmadan affetti. O Hind ki, Uhud Savaşında Kureyş kadınlarıyla birlikte def çalıp şarkı söyleyerek müşrikleri savaşa kızıştıranların başında geliyordu. Peygamberimiz (sav)’in sevgili amcası Hz. Hamza şehit düşünce, onu parça parça etmiş, kin ve ihtirasını yenemeyerek ciğerini çıkarıp dişlemişti. Bu hali gören Peygamberimiz (sav)’in içi parçalanmıştı. Fakat onun affı her zaman üstün geldi. En azılı can düşmanını bile, iman ettiği için affetti.Hz. Hamza’nın katili Vahşi de Mekke’den kaçarak bir müddet kabileler arasında gizlendi. Fakat emin bir yer bulamıyordu. Sonunda birisi kendisine "Sen kendin için en güvenli yeri ancak onun yanında bulabilirsin; git, Resulullah (sav)’den af dile" dedi. Vahşi çekinerek ve sıkılarak Resulullah (sav)’in huzuruna girdi. Peygamberimiz (sav) Vahşi’yi görür görmez başını yere eğdi. Ona bakamıyordu. O anda amcasını hatırlamıştı. Hz. Hamza’nın al kanlar içinde bulunan başı gözünün önüne geldi. Mübarek gözlerinden yaşlar boşandı. Katil, karşısındaydı. Kısas yapabilirdi. Kimse de bir şey diyemezdi. Fakat o yine büyüklük göstererek Vahşi’yi affetti.[/FONT]
Ebû Cehil ve oğlu İkrime, Peygamberimiz (sav)’i her seferinde sıkıntıya sokan, ona eziyet vermek için elinden geleni yapan iki din düşmanıydı. Ebû Cehil, Peygamberimiz (sav) Kabe’de namaz kılarken üzerine deve işkembesi atan, arkasına geçip hücum ederek abasıyla boğmak isteyen, Peygamberimiz (sav)’i öldürmek için tuzaklar kuran, Müslümanlardan gelen bütün barış tekliflerini reddederek Bedir Savaşını körükleyen azılı bir düşmandı. Oğlu İkrime de babasıyla birlikte hareket ediyor, Peygamberimize düşmanlıkta önde gidiyordu. İslâm ordusu Mekke’ye girince İkrime korkusundan Yemen’e kaçtı. Fakat hanımı Müslüman olmuştu. Peygamberimiz (sav)’in büyüklüğünü tanıyor, bağışladığı insanları yakından görüyordu. Kölesini yanına alarak kocasının peşine düştü. Yemen’de buldu. Peygamberimiz (sav)’den kendisini affedeceği hususunda teminat aldığını söyledi. Geri döndü.Hz resul Onu güler yüzle karşıladı. "Merhaba ey süvari muhacir" diyerek kucakladı ve iltifatta bulundu. İman eden İkrime, Peygamberimiz (sav)’e yaptıklarından dolayı mahcuptu. Fakat rahmet Peygamberi, Müslüman olan İkrime’ye şöyle dua etti: "Allah’ım, İkrirne’nin bana yaptığı bütün kötülükleri, Senin nurunu söndürmek için attığı her adımı affet. Yüzüme karşı ve gıyabımda söylediği sözleri de affet."
Bir gün Hz. Peygamberin yanına bir adam gelir. Peygamberin kucağında bir çocuk olduğunu görünce hayretle; Benim on tane çocuğum var, ama hiç birini öpmedim. der. Peygamberimiz, kalbinde merhamet kalmamışsa ben ne yapıyım. diyerek şu uyarıda bulunur: merhamet etmeyene Allah merhamet etmez.
Elimizde bir ağaç fidanı varsa, kıyamet kopmaya başlasa bile eğer onu dikecek kadar zamanımız varsa mutlaka dikin. , Bir kimse ağaç diker de bunun meyvesinden,hayvan veya kuş yerse,yenen şey onun için bir sadaka olur. Ağaç yapraklarını dökmek için sopa ile ağaca vurana: Ağaca vurmadan , sallayarak yapraklarını dök buyururdu. Bir kimse ağaç diker, bunun meyvesinden insan, hayvan veya kuş yerse , onun için bu bir sadaka olur derdi.
Hz. Peygamber hicretin sekizinci yılı mekke fethi’ne giderken bir vadide, yolun kenarında yeni doğmuş yavrularını emziren bir köpek gördü. Bir sahabeyi çağırıp köpeğin ve yavruların rahatsız edilmemesini sağlamak üzere ordu geçinceye kadar orada nöbet tutmasını emretti. Bir ağaç altında uyrken , cübbesinin yere sarkan bölümüne bir kedi yatar ve uyur.Hz Resul uyanınca kediyi o halde görünce onu uyandırmamak için elbisesinin o kısmını keser, kediyi rahatsız etmeden oradan ayrılır.
Peygamberimiz kız olan torunu Ümame’yi taşıyarak namaz kılardı. Secdeye vardığında onu yere bırakır, secdeden başını kaldırdığı zaman tekrar omzuna alırdı.
Hz. Muhammed, Bir bayram sabahı camiden eve dönmektedir. Sokakta bayramlıklarını giyinmiş oynayan çocuklar görür. Fakat bir tanesinin durumu dikkatini çeker.Kenarda oturmuş, kirli ve eski elbiseler içinde diğerlerini seyretmektedir. Hz. Muhammed (s.a.v) yanına yaklaşır…Oğlum! der, sen niçin arkadaşlarına katılmıyorsun? Çocuk hüzünlü, cevap verir…Ey Allah’ın Elçisi! Ben yetimim… Hz. Muhammed (s.a.v) için bu kadarı yeterlidir… Çocuğu elinden tutar, evine götürür.Orada yetim yıkanır, yeni elbiseler giydirilir,yedirilir, cebine para konur,sevindirilir…Sonra Hz. Muhammed (s.a.v) onun yüzünü avuçları içine alarak sorar,Benim baban, Ayşe’nin annen,Hasan’la Hüseyin’in de kardeşlerin olmasını ister misin? Evet! Ey Allah’ın Elçisi evet!…Sevinç içinde ok gibi fırlayan çocuk,diğerlerinin arasına karışmıştır. Bu hızlı değişimi merak eden arkadaşları sorar:Ne oldu sana böyle… Yetim cevaplandırır: Allah’ın Elçisi babam, Ayşe annem, Hasan’la Hüseyin’de kardeşlerim oldu…
Yola çıkıldığında kafilede kadınlar varsa Peygamberimiz onların rahat etmesi için her türlü tedbiri alırdı.Bir sefer esnasında Enceşe adında Habeşistanlı güzel sesli bir köle, vezinli ve kafiyeli şiirleri makamla söylüyordu. Böylece develer daha hızlı yürüyordu. Develerin hızlı bir şekilde yürümesi üzerine kadınların rahatsız olduğunu fark eden Peygamber Efendimiz Enceşe’yi ikaz etti: "Ey Enceşe, cam şişelerin hayvanlarını yavaş sür!" Kadınlar zayıf ve nazik oldukları için Peygamberimiz onları cama benzetmişti. Onların incinmesine, acı duymalarına gönlü razı olmuyordu.
"Medineli bir çocuk gelir, Resulullahın elinden tutar, istediği yere götürürdü.Resulullah, gitmem demezdi." Gördüğü ve karşılaştığı her çocuğa selâm verir, halini hatırını sorardı. Binekli bulunduğu zaman çocukları atın terkisine alır, gidecekleri yere kadar götürürdü. Çocuklarla arkadaşça konuşur, onların yanında çocuklaşır, anlayış seviyelerine göre sohbet eder, öğütler verirdi. Çocuklarla o kadar içice olmuştu ki, bir defasında yarış yapan çocukları görmüştü de, onların neşesine katılmak için birlikte koşmuştu. Sokakta çocukları sıraya koyar, sonra karşılarına geçer, Hadi bana en önce gelene hediye alacağım der, oyları yarıştırır, onlarla oynardı.
"Çoluk çocuğuna Peygamberimizden daha şefkatli bir kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim’inMedine’nin Avali semtinde oturan bir süt annesi vardı. Beraberinde ben de bulunduğum halde Resulullah sık sık oğlunu görmeye giderdi. Varınca, demircinin duman dolu evine girer, oğlunu kucaklar, koklar, öper ve bir süre sonra da dönerdi." Peygamberimiz, kızı Fatıma’yı çok severdi. Bir sefere çıkacağı zaman en son ona uğrar, dönüşünde ise önce onun yanına giderdi.Hz. Fatıma babasını ziyarete geldiğinde ise, Peygamberimiz sevgili kızını karşılamak için ayağa kalkar, alnından öper ve yanına oturturdu.Hazret-i Fatıma’nın iki oğlu vardı: Hasan ve Hüseyin. Peygamberimiz bu torunlarım çok severdi. Onları kucağına alır, omuzuna çıkarır, okşar, sırtında taşır, oyun oynar, isteklerini yerine getirirdi.
Hz. Enes de kendi gördüklerini şöyle dile getiriyor:"Peygamberimizi hutbe okurken gördüm, Hasan dizinin üstündeydi. Ne söyleyecekse halka söylüyor, sonra eğilip çocuğu öpüyor ve ‘Ben bunu seviyorum’ diyordu."
Ebû Said anlatıyor:"Peygamber Efendimiz secdede iken torunu Hasan geldi, sırtına çıktı. Peygamber Efendimiz de onun elinden tuttu ve ayağa kalktı. Tekrar rükûa varıncaya kadar onu sırtında tuttu. Rükûdan kalktıktan sonra bıraktı ve çocuk gitti."
Hz. Zübeyir anlatıyor: "Bir gün gözümle gördüm. Peygamber Efendimiz secdede iken Hasan geldi, sırtına bindi. Çocuk kendiliğinden ininceye kadar Peygamber Efendimiz de onu indirmedi. Peygamber Efendimiz namazda iken bacaklarını açar, Hasan da bir taraftan girer, öbür taraftan çıkardı."
Bir seferinde Hz. Hasan’ı omuzuna almış, gidiyordu. Bir adam kendisini bu halde görünce, Hasan’a;"Ey çocuk, bindiğin binek ne güzeldir" dedi.Peygamberimiz de cevap verdi:"O da ne güzel binicidir." Bir gün Hasan ve Hüseyin, deveye binmiş çocukları görünce :Keşke bizimde devemiz olsa da binsek, derler.Hz. Resul, yere çömelir ve :Hadi sizin devenizde ben olayım, buyurur.
"Resulullah bize sabah namazını kıldırmıştı. Namazda iki kısa sûre okudu. Namaz bitince Ebû Said el-Hudrî sordu: "Yâ ResulAllah bugün daha önce yapmadığınız bir şekilde namazı kısa kıldırdınız…""Peygamberimiz şöyle açıkladı: "Geride kadınlar safındaki çocuk sesini duymadın mı? Annesinin onunla ilgilenmesini temin edeyim dedim."
Bir defasında Akra bin Habis, Peygamberimizi, Hz. Hasan’ı öperken gördü ve şöyle dedi: "Benim on çocuğum var. Şimdiye kadar hiçbirini öpmedim." Bunun üzerine Peygamberimiz, "Merhamet etmeyene merhamet olunmaz" buyurdu.
"Çocuklarınızı çok öpün. Çünkü her öpücük için size Cennette bir derece verilir ki, iki derece arasında beşyüz senelik mesafe vardır. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve sizin defterinize sevap yazarlar."
"Adamın biri Peygamber Efendimizin huzuruna geldi. Yanında da bir erkek çocuğu vardı. Adam ikide bir çocuğu kucağına alıyor ve seviyordu. Peygamber Efendimiz sordu:"Bu çocuğa şefkat gösteriyor musun?" "Evet, yâ ResulAllah." "Sen buna nasıl şefkat gösteriyorsan, Allah da senin şefkatinden daha çok şefkat eder."
Enes bin Mâlik anlatıyor:"Peygamberimizin yanında bir adam oturuyordu. Bir ara adamın erkek çocuğu geldi. Adam çocuğu aldı dizlerine oturttu. Az sonra bir de kız çocuğu geldi. Onu da yanına oturttu."Peygamber Efendimiz adama sordu: "Niçin ikisini bir tutmadın?"
Süt annesini her gördüğünde : Anneciğim diyerek ayağa kalkar, ona yer gösterir, ihtiyaçlarını giderirdi.
Hayvanlara fazla yük yüklemeye, hayvan dövüştürmeye, binek üzerinde hayvanın üzerinde – iken sohbet edilmesine karşı çıkardı.
Haksız yere bir kuş veya daha küçük bir hayvanı öldüren insana Allah onun hesabını mutlaka sorar diye ikazda bulunmuştur.
Bir gün açlıktan karnı sırtına geçmiş bir deve gördü. Sahibini bulup ikaz etti:"Hayvanlarınız hususunda Allah’ın sizi azaba çarptıracağından korkunuz." Bir sefer esnasında Sahabîler bir kaya kuşu gördüler. Yanında iki de yavrusu bulunuyordu. Birisi gidip yavrularını aldı.Anne kuş gelip başlarının üstünde çırpınarak uçmaya başladı.Peygamberimiz bunu görünce, "Yavrularını alarak bu hayvanın canını kim acıttı? Yavrularını yerine koyun" buyurdu. Sahabîler "Yâ ResulAllah, hayvanlara iyilik etmekte bize bir mükâfat var mı?" diye sorduklarında, Peygamberimiz şöyle cevap verdi:"Canlı bir hayvan için size mükâfat vardır."Deveye fazla yük yükleyenleri uyarmış, susuz bir deveye susuzluğunu giderene dek elinde kovayı tutarak su vermiştir.
Bir hizmetçi onu gelince , hizmetçinin elini tutarak yolda beraber gidilecek yere dek beraber yürürlerdi.Bir çiftçi ile tokalaşırken , eli nasırlı çiftçi hz resul’den çekinir.Hz resul:Bu eller öyle ellerdir ki onları hem Allah hem resulu sever.
Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize gelerek: "Yâ ResulAllah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi.Peygamber Efendimiz:"Yaşlı kadınlar Cennete giremez" diye ona takıldı.Bunun üzerine kadın üzgün şekilde oradan ayrıldı.Peygamber Efendimiz, Sahabîlere:"Gidin ona söyleyin, ‘Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.’ Cenab-ı Hak, ‘Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık’ buyurmuyor mu?" Vakıa :36
Peygamberimizin bir başka şakasını da Enes bin Mâlik’ten dinleyelim:"Çöl halkından Zahir adında bir adam vardı. Zahir Peygamberimize her gelişinde kendi yetiştirdiği ürünlerden hediyeler getirirdi. Şehirden çöle döneceği zaman da, Peygamber Efendimiz ihtiyacı olan şeylerle onun heybesini doldururdu. Gelen hediyelere bu şekilde karşılık verdikten sonra da şöyle buyururdu:"Zahir bizim çölümüz, biz de onun şehriyiz." "Peygamberimiz Zahir’i çok severdi. Halbuki Zahir hiç de güzel değildi. Fizikî olarak son derece çirkin bir adamdı. "Bir gün pazarda çölden getirdiği malları satmaya çalıştığı bir sırada Peygamber Efendimiz gitti, sessizce yaklaştı, Zahir’i arkasından kucakladı ve elleriyle gözlerini kapadı. "Zahir tutanın kim olduğunu göremiyordu. Tutan kimse bıraksın’ diye çabalamaya başladı. Bu arada göz ucuyla arkasından tutanın Efendimiz olduğunu anlayınca sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice dayamaya başladı."Zahir’in bu neşeli hareketinden hoşlanan Peygamber Efendimiz yüksek sesle:"Bu köleyi satıyorum, var mı alan?’ diye seslenmeye başladı. "Zahir boynu bükük, mahzun bir halde: "Yâ ResulAllah, benim gibi değersiz bir köleye vAllahi kuruş veren olmaz’ deyince Peygamber Efendimiz: "Hayır, yâ Zahir, sen Allah katında hiç de değersiz değilsin’ buyurdu."
Âmir bin Rebia anlatıyor:"Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum. Yolda Peygamberimizin ayakkabısının bağı çözüldü. Ben hemen eğilip bağlamak istedim. Fakat Peygamberimiz ayağını önümden çekti ve şöyle buyurdu: "Bu hareketin, başkasına hizmet gördürmek demektir. Ben başkasına hizmet gördürmeyi sevmem."
Bir gün bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik heybetinden titremeye başladı. Bu Sahabîsinin halini gören Peygamberimiz, "Kendine gel, ben bir hükümdar değilim. Ben ancak Kureyş kabilesinden kurumuş tuzlu ekmek yiyen bir kadının oğluyum" buyurdu.
Medine’de ağzı bozuk, şuna buna çatarak sövüp sayan, ağır ve kaba lâflar söyleyen bir kadın vardı. Bu kadın bir gün Peygamber Efendimizin yanından geçerken Resulullah bir seki üzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu.Kadın: "Şu adama bakın. Bir köle gibi yere oturmuş ve kölelerin yemek yiyişi gibi yemek yiyor" dedi.Peygamber Efendimiz:"Benden daha köle olan bir köle var mı?" dedi. Kadın: "Kendisi yiyor da bana vermiyor" dedi. Peygamber Efendimiz: "Gel, sen de ye" buyurdu. Kadın: "Kendi elinle bana vermezsen yemem" dedi.Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer:"Ağzına koyduğun lokmadan bana vermezsen yemem" diyerek diretti.Peygamber Efendimiz de lokmayı kadına uzattı. Kadın bu lokmayı yedikten sonra çok hayâlı ve utangaç oldu. Hiç kimseye kötü söz söylemedi. Medine’nin en namuslu ve iyi kadınlarından birisi oldu.
Sahabîlerin anlattığına göre, hizmetliler arpa ekmeğine bile davet etseler, Peygamberimiz davetlerine icabet eder, yemeklerini yerdi. Çünkü onların hizmetli olmaları basit görülmelerini, horlanmalarını gerektiren bir durum değildi.
Peygamberimizin amcası Hz. Abbas, Sahabîleri arasında sıkışık bir vaziyette bulunduğunu, oturduğu zamanlar gelip geçenlerin kendisini rahatsız ettiğini söyleyip, ayrı bir yerde oturmasını teklif ederek şöyle demişti:"Ya ResulAllah, sizin için gölgesinde oturacağınız bir çardak yapalım." Böyle bir imtiyazı asla uygun bulmayan Peygamberimiz, "Allah’ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben Sahabîlerimin ayakkabıma basmalarına da, hırkamı çekiştirmelerine de katlanacağım" buyurarak reddetti.
Bir sefer sırasında Peygamberimiz Sahabîlerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi. Ashabdan birisi öne çıktı:"Ya ResulAllah, onu kesmek benim üzerime olsun" dedi.Bir başkası ileri atıldı:"Ya ResulAllah, pişirmesi de benim üzerime olsun" Başka bir sahabî hizmete talip oldu:"Onu yüzmesi de benim üzerime olsun" diyerek kendi aralarında vazife taksimi yaptılar.Peygamberimiz de, "Odun toplamak da benim üzerime olsun" diyerek katılmak istedi. Sahabîler buna razı olmak istemediler:"Ya ResulAllah, biz sizin yapacağınız işi de görmeye yeteriz. Sizin çalışmanıza ihtiyaç yoktur" dediler.Bunun üzerine Peygamberimiz eşsiz tevazuunu göstererek şöyle buyurdu: "Sizin benim işimi de göreceğinizi ve kâfi geleceğinizi biliyorum, fakat ben size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam. Çünkü Allah, kulunu Sahabîleri arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz."
Hendek savaşından önce Medine’nin etrafına hendek kazılırken bütün Sahabîler çalışıyor, bir an önce bitirmeye gayret ediyorlardı. Yiyecek bir şey bulamadıklarından, açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlıyor, o şekilde kazma sallıyorlardı.En büyük örnek olan Peygamberimiz de kendisini onlardan farklı görmeden eline kazmayı alıyor, çalışıyor, o da açlığından karnına taş bağlıyordu. Kuba Mescidinin ve Medine’deki Mescid-i Nebevinin inşaatında da Peygamberimiz bir işçi gibi çalışmış, Sahabîlerle birlikte sırtında kerpiç taşımıştı.
Veda Haccına giderken, sırtında sadece dört dirhem değerinde bir kadife parçası, devesinin üzerinde ise semer yerine yırtık bir şilte bulunuyordu.Bu durumda bile riyaya kaçar endişesiyle şöyle dua ediyordu:Allah’ım, bu halimi riya ve gösterişten uzak kıl.
Peygamberimiz kendi ailesi arasında ve evi içinde de son derece mütevazı idi. Zaten çok sade bir hayât yaşardı. Zaman zaman ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu. Elbisesini yamar, ayakkabıları yırtıldığı zaman söküklerini diker, kendi hizmetini kendisi görürdü. Ev süpürür; deveyi bağlar, yemler, koyunları sağar; alış verişi kendisi yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı. Hizmetçisiyle birlikte oturup yemek yer ve onunla beraber hamur yoğururdu.
Peygamberimiz birisine ikramda bulunacağı zaman ticareti buna vasıta yapardı. Onun gönlünü kazanmak ve minnet altında kalmamasını temin için bu yolu denerdi. Peygamberimiz böyle bir ikramı bir seferinde Câbir bin Abdullah’a yaptı. Hz. Câbir’in kendisi anlatıyor:"Ben bir savaşta Resulullahla beraberdim. Yolda bana, ‘Allah sana mağfiret etsin, sen bu deveni bir dinara satar mısın?’ dedi."Ben de ‘Ya ResulAllah, Medine’ye vardığımız zaman bu deve sizin olsun’ dedim."Resulullah yine, ‘Allah seni bağışlasın, bunu iki dinara satar mısın?’ dedi."Yirmi dinara varıncaya kadar devenin fiyatını birer dinar arttırdı. Ben Medine’ye vardığım zaman devemin başından tutup Resulullahın huzuruna götürdüm."Resul-i Ekrem beni görünce Bilâl’e: "Ya Bilâl, Câbir’e yirmi dinar ver’ buyurdu. Bana da, ‘Deveni al, evine götür, senin olsun’ diye ikramda bulundu."
Peygamberimiz Hz. Ümmü Seleme ile evlendiğinde, beraberinde beş yetimi vardı. Peygamberimiz ona, beraberinde yetim çocukların bulunmasının evlenmesine bir engel olmayacağını söyledi ve öylece kabul etti. Bu çocukların babası Ebû Seleme seçkin Sahabîlerdendi. Bir savaşta şehit olmuştu. Bu çocuklar Peygamberimizden, öz babalarını aratmayacak, hatta daha sıcak bir şefkat görmüşlerdi.
Bir gün uzaktan bir elçi gelir.Muhammed nerede diye sorar.Uzaktaki kalabalık gösterilir.Kalabalığa yaklaşır.Bir kişi halka su dağıtmaktadır.O kişi hz resuldür.Adam şaşırır:bugüne kadar böyle bir lider görmedim, der.Hz. resul : İnsanların efendisi insanlara hizmet edendir, buyururlar.
Ebu’d-Derdâ rivayet ediyor:"Peygamber Efendimize bir adam geldi, kalbinin katılığından dert yandı. Resulullah (a.s.m) ona şu tavsiyede bulundular:"Kalbinin yumuşak olmasını, ihtiyacın olan şeylere kavuşmayı ister misin?"Öyle ise yetime şefkat göster, başını okşa, yediğinden ona yedir ki, kalbin yumuşasın ve muhtaç olduğun şeylere kavuşasın."
Bazen aylarca evinde sıcak yemek bulunmayan, kuru ekmek ve sirke bulunca ne güzel nimet diye buyuran, hasır üzerinde uyuyup, kalkınca üzerinde hasır izleri çıkmış olarak ayağa kalkan,…ama kendine hediye gelen tüm değerli eşyalar dahil, bazen ihtiyacı olduğu halde- üzerindekini çıkarıp etrafındaki fakirlere dağıtan Hz Muhammed ( SAV) Kuran’ın deyimi ile Bizlere örnek , Hz Aişe’nin açıklaması ile Yaşayan Kuran’dı. Sizin en hayırlınız insanlara faydalı olanınızdır der, Müslüman elinden ve dilinden başkalarının emin olduğu kimsedir diye buyururdu.
Mehmet BİR
Gündoğdu 29 Ekim İlköğretim Okulu
[/SIZE]
hz Muhammedin merhameti mumsema