El Kahhar ne anlama gelir?
Hattap
El-Kahhar Ne Demek ?
Ya Celal Ya Cebbar El Kahhar isminle zalimlere karşı bizleri galip getir. Ya Rab El-Kahhar isiminin şiddeti ile islam düşmanlarını mağlup eyle.
Yenmek, üstün gelmek, zor kullanarak istediğini yapmak anlamındaki KAHR kökündendir. Alimlerimiz kahır kavramının temel manasının boyun eğdirip üstün gelmek (tezlil ve galebe) olduğunu bildirmişlerdir.
Allah (c.c) her şeye, her istediğini yapacak surete galip ve hakimdir. Mâsivasını tahtı hükmünde mağlup edip hepsinin mukadderatını da yed-i kudretinde tutar. Bu tutuş, O’nun, onlar üzerinde istediğini yapma imkanı veren bir tutuştur. Onlar O’nun elinde, O’nun dilediğini yapmasına itiraz edemezler.
Allah’ın (c.c) kahhar ismiyle isimlendirilmesi mâsivasını kendi iradesi dışında iş yapmaktan alıkoyması ve insanları kendi iradelerince hareketten men etmesi dolayısıyladır.
Kahhar olmanın şartı kendisinden başka bir varlığın asla onu galebe altına alamaması, üstün gelememesi, onarlıysa kendi galebesi altında tutar olmasıdır.
Allah Teâlâ kendisi dışındaki bütün varlıklar üzerinde kahhar oluşunu, galip oluşunu göstermiş ve göstermektedir. Yokluk üzerinde dilediği şekilde varlığa dönüştürerek, varlık üzerinde kendi kurallarına uygun şekilde yaşatarak, dışında bir yaşamayı seçmeyi elinden alarak, kendi isteği dışında hiçbir varlığın devam ettirme gibi bir imkâna sahip kılmayarak, koyduğu kurallara (zaman, terbiye…) uymak zorunda bırakarak, varlığı kademe ile veya ani olarak fenaya yaklaştırarak, her şeyi zıddıyla bir arada tutarak (geceyi günsüz, nuru zulmet, sıcağı soğuk ile..), varlığı yok etmek ve ölüm ile, insan bedenini birbirine zıt unsurlardan (hararet, burudet, rutubet, yubuset) oluşturarak, latîf ruh ile kesif bedeni bir arada tutarak.. göstermiştir.
Bu kahr=üstünlük mekân ve cihet üstünlüğü değil hakimiyet ve kudret üstünlüğüdür. Allah (c.c) kendisine üstün gelinmesi ihtimali bulunmayan yani mağlup olması, muhtemel olmayan bir müessirdir. Her vechile üstün, daima galip.
Zarar O’nun zararı, hayır da O’nun hayrı.
Kahrı ve kudreti karşısında her şey ve herkes âcizdir.
Kur’an’da yer alış biçimi açısından bakıldığında hiçbir yerde tek başına müstakil olarak gelmemiş, geldiği her yerde vâhid ismiyle birlikte elvâhidülkahhâr ( الواحد القهار ) şeklinde gelmiştir. Marife olarak gelmiştir. Kahhâr şeklinde geldiği yerler :
1Yusuf Suresi : 12/38-39-40 Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim herhangi bir şeyi Allah’a (c.c) ortak koşmaya hakkımız yoktur. Bu (tevhid) bize ve bütün insanlara Allah’ın (c.c) bir lütfudur, ama insanların çoğu şükretmezler. Ey benim zindan arkadaşlarım (düşünün bir kere) çeşitli tanrılar mı iyi yoksa her şeyi (hükmü altında tutan) kahredici tek Allah (c.c) mı? Siz O’nu bırakıp ancak sizin ve atarlınızın taktığı bir takım (anlamsız boş) isimlere tapıyorsunuz. Allah (c.c) onlar(ın gerçekliği) hakkında hiçbir delil indirmemiş (onlara güç vermemiş) tir. Hüküm yalnız Allah’ındır (c.c). O yalnız kendisine tapmanızı emretmiştir işte doğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler.
2Ra’d Suresi 13/15 -16 Göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez Allah’a (c.c) secde ederler. Gölgeleri de sabah akşam (uzayıp kısalarak O’na secde etmektedirler) De ki : Göklerin ve yerin Rabbı kim? De ki : Allah (c.c). O halde O’ndan başka kendilerine dahi bir fayda ve zarar veremeyen veliler mi edindiniz? De ki: Körle gören, yahut karanlıklarla nur bir olur mu? Yoksa Allah’a (c.c) O’nun yarattığı gibi yaratan ortaklar mı buldular da (ikisinin) yaratılma(sı) birbirine benzer mi göründü? Deki her şeyin yaratıcısı Allah’tır (c.c). O tektir kahreden (her şeye üstün gelen)dir."
3İbrahim Suresi : 14/46-47-48-49-50-51 Onlar tuzaklarını kurdular. Oysa tuzakları dağarlı yerinde kaldıracak (cinsten) olsa bile onların tuzakları Allah’ın (c.c) yanındaydı. (Allah (c.c) onların tuzaklarını bozar cezalarını verirdi). Sakın Allah’ı (c.c) elçilerine verdiği sözden cayar sanma. Çünkü Allah (c.c) daima üstündür( aziz), öc alandır. O gün yer başka yere, gökler de (başka göklere) değiştirilir. Bütün insanlar tek ve kahredici Allah’ın (c.c) huzurunda durur. Ve o gün suçluları birbirine yaklaştırarak (veya elleri ayaklarına yaklaştırılarak) zincirlere vurulmuş görürsün. Gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplamaktadır. Allah (c.c) her nefsi kazandığıyla cezalandırmak için (böyle yapar). Şüphesiz ki Allah (c.c) hesabı çabuk görendir."
4Sad Suresi ; 38/65-66 De ki : Ben ancak bir uyarıcıyım. Tek ve (her şeyi) kahreden Allah’tan başka tanrı yoktur. O göklerin yerin ve ikisi arasındakilerin Rabbi’dir, daima üstündür (aziz) çok bağışlayandır (Gaffâr)."
5Zümer Suresi ; 39/4-5-6-7 Eğer Allah (c.c) çocuk edinmek isteseydi yarattıklarından dilediğini seçerdi. O (bundan münezzehtir) yücedir. O tek ve kahredici Allah’tır (c.c). Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine doluyor, gündüzü de gecenin üzerine doluyor. Güneşi ve ayı buyruğu altına aldı. Her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki o aziz ve çok bağışlayandır. Sizi bir ek candan yarattı, sonra ondan eşini meydan getirdi ve sizin için davarlardan sekiz çift indirdi. (Deve, öküz, koyun, keçi). Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde yaratmadan yaratmaya (nutfeden alakaya, alakadan et giydirilmiş kemiklere) geçirerek yaratmaktadır. İşte Rabbiniz Allah (c.c) budur. Mülk onundur. O’ndan başka tanrı yoktur. Nasıl (Ona kulluktan şirke) çevriliyorsunuz? Eğer nankörlük ederseniz şüphesiz Allah (c.c) sizin imanınıza muhtaç değildir. Fakat kulları için küfre razı olmaz. Ve eğer şükrederseniz sizin için on arazı olur. Hiçbir günahkâr diğerinin günahını çekmez. Sonra dönüşünüz Rabbinizedir, O size yaptıklarınızı haber verir. Çünkü o göğüslerin özünü bilir."
6-Gâfir (mümin) Suresi ; 40 / 15-16-17-18-19-20 O dereceleri yükselten, arşın sahibi, emrinden olan ruhu, kullarından dilediğine indirir ki buluşma gününe karşı (insanlar) uyansın. O gün onlar ortaya çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah’a (c.c) gizli kalmaz. (Ve sorulur onlara) Bugün mülk kimindir? Tek ve kahredici olan Allah’ın (c.c). Bugün her can kazandığıyla cezalanır. Bugün zulüm yoktur. Allah (c.c) hesabı çabuk görendir. Onları yaklaşan güne karşı uyar. Zira (o gün) yürekler (korkudan adeta yerinden sökülüp) gırtlaklara dayanmıştır (kederlerini) yutkunur dururlar. Zalimlerin ne bir dostu, ne de sözü tutulur bir aracıları yoktur. (Allah) gözlerin hain (bakışlar)ını ve göğüslerin gizlediği düşünceleri bilir. Allah (c.c) adaletle hükmeder. O’ndan başka çağrıldıkları (tanrılar) ise hiçbir şeye hükmedemezler. Çünkü işiten, gören yalnız Allah’tır (c.c). (Putlar ne işitir, ne de görürler. İşitmeyen, görmeyen nasıl hüküm verebilir?)"
Diğer iki âyette ise KÂHÎR şeklinde geçmektedir.
7En’am Suresi 6/60-61-62-63-64-65-66-67 O’dur ki geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir, sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir. Sonra dönüşünüz O’nadır, sonra yaptıklarınızı size haber verecektir. O kullarının üstünde tek hâkimdir. Size koruyucu (melek)ler gönderir, nihayet birinize ölüm gelince elçilerimiz onun canını alırlar, onlar (bu hususta) hiç geri kalmazlar. Sonra o (can)lar gerçek tanrı olan Allah’a (c.c) döndü(rülüp ü)rülürler. Doğrusu hüküm, yalnız O’nundur. O hesap görenlerin en çabuğudur. De ki : Gizli ve açık olarak bizi bundan (bu güç durumdan) kurtarırsa elbette şükredenlerden olacağız diye O’na yalvarıp yakardığınız zaman karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarıyor? De ki : Ondan ve bütün sıkıntılardan sizi Allah (c.c) kurtarıyor sonra siz yine O’na ortak koşuyorsunuz. De ki : O sizin üzerinize üstünüzden yahut ayaklarınızın altından bir azap göndermeğe, ya da sizi parti parti birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını, tattırmaya kaâdirdir. Bak anlasınlar diye âyetleri nasıl açıklıyoruz. O (Kur’an) gerçek iken kavmin onu yalanladı. De ki :Ben size vekil değilim. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında bilirsiniz."
8En’am Suresi 6/17-18 Allah (c.c) sana bir zarar dokundursa onu yine kendisinden başka açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokundursa şüphesiz o her şeyi yapabilendir. O kullarının üstünde tam hâkimdir (onları, istediği gibi yönetir). O her şeyi yerli yerince yapan (hakim) (her şeyi) haber alandır. (habîr)"
Bütün bu kullanımlar Mekke’de inen sure ve âyetlerde göze çarpmaktadır.
Bütün bu âyetlerde ortaya çıkan gerçek Allah’ın (c.c) hakimiyet ve kudrette kullarına galip olduğu, onları, isteseler de istemeseler de kendi irade ettiği istikamete yönelttiği ve kendi istediği gibi yönettiğidir.
İnsan telaffuz etse de etmese de aslında Allah’ın (c.c) koyduğu kanun ve kurallara teslimiyetle hayatını sürdürdüğünü, yücelttiği şeylerin ne şekilde yüceltirse yüceltsin isterse doğa kanunları diyerek uyma zorunda olduğunu belirterek acizliğini ifade etsin Allah’ın (c.c) kendi hayatı üzerindeki hükümranlığının sınırsızlığını kabullenmiş olur. Dili itiraz etse, başka şekilde ifadelerde bulunsa bile hayatını ister istemez tâbi kıldığı kanunlar asılda bu hükümranlığın beyanından ibarettir.
Bununla beraber Allah (c.c) öyle kahhâr veya kâhir bir Rab’dır ki koyduğu kanunlar üzerinde de hükümrandır, o kanunların kendisi üzerinde hükümranlığına imkân vermez. Mucizeler bunu gösterir.
Bu isim Allah’ın (c.c), mahlukatına bazen ağır, meşakkatli, üzücü haller verebileceğini ifade eder. Verince kimse kabul etmemezlik edemez. O’nun tedbir ve takdiri dışına hiç kimse çıkamaz. Hep kendisi galip gelir, hiç kimse kendisine direnemez ve galip gelemez.
O’nun her şey üzerine kahhar olması :
1Onlarda dilediği şekilde tasarruf edebilmesi,
2İradesini onlar üzerinde geçerli kılabilmesi,
3İstediğini istediği şekilde yapabilmesi anlamına gelir (öldürür, cezalandırır, rızıkları daraltır ve genişletir, hidayet eder, dalalete düşürür, affeder, bağışlar, örter, görmezden gelir, tehir eder…
Kendisi hâliktır, masivası ise mahluk. Masivasını yaratmayı murad edince itirazsız olarak, direnmeksizin kahrına boyun eğdiklerini iradesine teslim olup varolmakla göstermişlerdir.
O’nun iradesine teslim olmayan, kuralarına uymayan bir tek kul veya mahluk yoktur.
Allah (c.c) öyle kahhar’dır ki hiçbir şey O’nun kudretine iradesine karşı koyamaz, duramaz. O kimin zilletini murad ederse ne yaparsa yapsın zelil, kimin izzetini murad ederse insanlar ne yaparlarsa yapsınlar azîz olur. Kime ömür verirse yaşatır, vermezse ne yaparsa yapsın ölür, yaşayamaz. O dilediği yaratır. O dilediğini yaşatır, dilediğini öldürür.
Bu isim genel olarak ceza ve azapla ilgi kurularak anlaşılır. Kur’an ise bize bu ismin, hak sahibi olarak adaletle hüküm süren, karşısına hiç kimsenin çıkamayacağı tek hükümran ve galip anlamına geldiğini anlatmaktadır. Ama bu ismin gereği olarak da karşısına çıkmak cüretini gösterenlere hak ettikleri cezayı da verir Allah (c.c)
Allah’ın (c.c) kahhar oluşu bir mücadele neticesi ortaya çıkmış değil zat itibarıyla öyle olduğunu gösteren bir durumdur. Hâlik bir ve Allah (c.c) olduğundan, mahlukatın asla hâlik konumuna gelemeyeceğinden hareketle hâlikın mahlukatı üzerindeki konumuyla ilgili bir durumu ifade eder. İnsanın mum, çamur, resim, çizgi üzerinde daha doğrusu kendi ürettikleri üzerindeki kahrı galebesi gibi.
El-kahhar odur ki mahlukları içinde zorbaları, azgınları ukubetle ezer, bütün mahlukatına da onları öldürmekle galebe eder. (Hattabî)
Kahır-lütf ve ikisi arasındaki fark : Bil ki bu iki kelime sufilere ait iki tâbirdir. Onlar bununla kendi hallerini izah ederler. Sufilerin kahr sözünde maksadları, Hakk’ın te’yid ile şahsî isteklerinin fani kılınması, nefsin arzulardan menedilmesi ve bunlar olurken kendilerin ait bir muradın olmamasıdır. Lutf sözünden maksad, sırrın bekâsı, müşahedenin devamı ve istikamet derecesinde halin karar kılması konusundaki Hakk’ın te’yididir. Bir hadde kadar ki bu hususta bir taife, Hakk’tan keramet, muradın hasıl olmasıdır, (kul neyi dilerse Hakk’ın onu yapması ve dileği kabul etmesidir) demişlerdir. Bunlar ehli lütuf olanlardır. Diğer bir taife de şöyle der : Keramet Hakk Teâlâ’nın kulu onun muradından kendi muradına döndürmesi ve muradsız olarak onu kahretmesidir. Öyle ki susuzluk halinde denize gitse (nefsin muradı yerine gelmesin diye) deniz kurur. (….)
Sözün kısası bizim kendimiz için yapmış olduğumuz tercih hakkımızda belâdır. Ben Hakk’ın beni âfetten muhafaza edeceği nefsimin şerrinden kurtaracağı bir halde bulunmaktan başka bir şey istemiyorum. Şayet Allah (c.c) beni lütfuna mazhar kılarsa, kahrını temenni etmem. Onun tercihi karşısında benim bir ihtiyarım ve tercihim yoktur. (Lütfun da hoş kahrında hoş derim). Muvaffakiyet Allah (c.c) sayesindedir, bize Allah (c.c) kâfidir. O ne hoş bir yoldaştır. Hucvirî Keşfül Mahcub, 528
Hakk’ın yardımıyla nefsi ezmek, arzularını kırmak ve onu dizginlemek. Bazı velîler kahr, bazıları lütf sıfatına mazhar olurlar. Birincisi vahada sahra hayatı, ikincisi sahrada vaha hayatı yaşar.
Büyük sufiler Hakk’ın kahr ve lütuf sıfatlarıyla ecellî etmesini aynı derecede gönül rızasıyla karşılarlar.
Câna cefa ya kıl safâ Kahrın da hoş lütfunda hoş
Ya derd gönder ya deva Kahrın da hoş lütfun da hoş
Ey lütfu hem kahrı güzel Senden hem ol hoş hem bu hoş.
Eşrefzâde
Halîmî, Kâhir, kullarının işlerini dilediği şekilde düzenleyen, idare eden, onlara üstün ve egemen olandır. Bu isim zor ve ağır olan, üzen ve sıkıntıya sokan bir anlam içerir. Allah (c.c) dilediği kimselerin hayatını veya bazı organlarını çekip alır. Hiç kimse buna karşı koyamaz. Dolayısıyla Allah’ın (c.c) takdirinin dışına çıkmak veya O’nun sevk ve idaresini geri çevirmek mümkün değildir. Kahhâr ise hiçbir şekilde mağlup edilemeyen ve üstün gelinemeyendir.
Bu ismi ile Allah (c.c) ;
1Kendisi dışındaki bütün varlıklara boyun eğdirip onlara üstün gelmiştir
2Varlıkların mukadderatını elinde tutar,
3Varlıklar üzerinde dilediği şekilde tasarrufta bulunur,
4Varlıklar üzerinde üstünlüğünü ve dilediğini yapabileceğini değişik şekillerde gösterir.
5Kanunları üzerinde de üstündür, kanunların kendi iradesi üzerinde etkili olmasın ada imkân vermez,
6Allah’a (c.c) karşı hiç kimse itiraz edemez, direnemez,
7Varlıkları içerisinde dilediklerini (zorbaları, azgınları) cezasıyla ezer, bütün varlıkların ölümünü elinde tutar.
RasûlAllah’ın (s.a.v) nasibi ;
1Allah’ın (c.c) yegane kâhir ve kahhâr olduğunu bilir, inanır ve davranışlarına da bunu yansıtırdı, semada bir kara bulut gözüktüğünde herkes yağmur geliyor diye sevinirken O, kahrı da gelebilir diye korkardı,
2Nefsinin isteklerine karşı galebesini göstermiş, neticede nefsi de Müslüman olmuş (veya kendisine telim olmuş)tur,
3Öfkesine karşı galebesini göstermiş ve âdil olmuştur.
4Dünyaya karşı da galebesini göstermiş dünyadan kifaf-ı nefs edecek kadarını istemiştir,
5Şeytana karşı galebesini şeytanın vesveselerine, isteklerine uymayarak göstermiştir,
6Allah’ın (c.c) mutlak galibiyetine inanmış ve her işinde de ondan başkasına dayanmamıştır,
7Tek başına risaleti üstlenerek galip olan Allah’a (c.c), Allah’ın insanlar üzerindeki galibiyetine güvendiğini göstermiştir,
8Allah’ın (c.c) kahrından, yine O’nun lütfuna sığınırdı,
9Allah’ın (c.c) dışındaki bütün varlıklara karşı onlardan istiğna ederek galip olduğunu, yalnızca Allah’a (c.c) muhtaç olduğun göstermiştir.
Kullara düşen ise :
1Mahlukat üzerinde Allah’ın (c.c) galibiyetine, mahlukatın Allah’ın üstünlüğünü kabul ettiğine inanmak,
2Yalnızca Allah’a (c.c) dayanmak, güvenmek,
3Düşmanlarına karşı (nefsi, şeytan, dünya…) galip gelmek, isteklerini dinlememek,
4Mahlukata karşı istiğna göstermek,
5Allah’ın (c.c) kahrından lütfuna sığınmak,
6Allah’ın (c.c) kahrıyla muamele edeceği korkusuyla razı olacağı davranışlarda bulunmak,
7İradesini, iradesi üzerinde galip ve üstün olan Allah’ın (c.c) iradesine teslim etmek.
8Eşya üzerinde üstünlüğünü, terk ederek, ihtiyaç olmaktan çıkartarak göstermeli
9Dünya ve nefsi üzerinde de öyle.
Cevap: El Kahhar ne anlama gelir?
Zeyd
El-Kahhar القهار
Düşmanlarını kahreden ve perişan eden, mutlak galibiyetin sahibi ve her an kahretmeye muktedir olan manalarına gelir.
Kahhar ismi bu manalarıyla; Allah’a isyan eden Ad kavmi, Semud kavmi, Nuh kavmi gibi bir çok kavimde tecelli etmiştir. Allah O kavimleri Kahhar ism-i şerifi ile kahretmiş ve mahvetmiştir.
Yine Kahhar ismi, binlerce kişinin öldüğü depremlerde, sel felaketlerinde, ağaçları kökünden koparan fırtınalarda, kasırgalarda ve maddi musibetlerde tecelli ettiği gibi, en büyük ve asıl perişanlık olan imansızlık ve küfür musibetinde de tecelli etmektedir.
Zira iman nimetinden mahrum olanlar devamlı manevi bir cehennemde yanarak kalben ve ruhen sıkıntı çekerler. Bu da manevi bir kahır olduğu için el-Kahhar isminin bir tecellisidir. Kahhar ism-i şerifi ile dünyada onları böyle manevi bir kahır ile kahreden Allah, ahiret aleminde de Kahhar isminin en geniş aynası olan cehennemde onları mahv-ı perişan ederek, adaletini ve mutlak galibiyetin tek sahibi olduğunu gösterecektir. Evet cehennem, el-Kahhar ismine en geniş ayna olarak ehl-i isyanı içine alacaktır.
Madem biz bu aleme, bu alemin sahibi olan Allah’ı tanımak ve O’na iman etmek için geldik. Ve madem her şeyde O’na açılan pencereler ve hakka giden yollar vardır. O halde bizler her şeyde O’na pencereler açmalı ve o pencerelerdeki isimler ile O’nu zikir ve tesbih etmeliyiz. Yani;
Helak olan bir kavmin kalıntılarını gördüğümüzde; Ey kendisine isyan edenleri helak eden Allah’ım! Sen Kahharsın, dilediğini perişan ve mahvedersin. Senin kahrın, adaletinle tecelli eder. Her şeyin perçemi senin kudret elindedir. Hiçbir asi senin kahrından kaçamaz ve hiçbir zalim sana karşı gelemez. Sen mühlet verirsin ama ihmal etmezsin…
Bahardaki mahlukların, kışın gelmesiyle ölümlerini gördüğümüzde; Ey bahara Muhyi ismi ile hayat verip, hayat verdiği bu mahlukatı kışın kahhar ismi ise kahreden Rabbim! Sen kahretmeye muktedir olansın ve el-Kahharsın. Bu kışta ölen her bir mahluk lisan-ı haliyle seni kahhar ismiyle zikrettiği gibi, ben de onların halka-i zikrine girerek lisan-ı kalimle seni Ya kahhar, Ya kahhar diyerek zikrediyorum…
Bir deprem felaketinde binlerce kişinin öldüğünü ve binaların yıkıldığını gördüğümüzde; Ey yeryüzünü kudretiyle bir beşik gibi sallayan Rabbim! Yıkılan bütün bu binalar ve ölen bütün bu insanlar üzerinde senin Kahhar isminin mührü gözüküyor, sancağı dalgalanıyor. Ancak bu Kahhar isminin tecellisi altında, yine rahmetin tecelli ediyor. Ölen ehl-i imanı şehit kabul ediyorsun. Çektikleri sıkıntıları, günahlarına keffaret yapıp, ağaçların yapraklarını döker gibi, bu sıkıntılarla onların günahlarını döküyorsun. Ve onların helak olan mallarını sadaka kabul ediyorsun. Hem biliyorum ki, senin Kahhar isminin bu tecellisine bizim işlediğimiz günahlar sebep oldu. Ey Sultanlar sultanı! Kahhar isminin tecellisinden senin rahmetine sığınıyorum.
Fırtınaların, kasırgaların ve hortumların Ya Kahhar, Ya Kahhar diyerek döndüğünü gördüğümüzde; Ey azameti ve büyüklüğü karşısında her şeyin küçüldüğü, Ey Celalinin korkusundan dağların parçalandığı, Ey kudret ve azametine her şeyin boyun eğdiği ve Ey korkusu altında her şeyin zillet içinde bulunduğu rabbim! Bu fırtınalar ve kasırgalar senin itaatkar askerlerindir ve Kahhar isminin tecellileridir. Onlar nasıl ya kahhar ya kahhar diyerek alemi titretiyorlar, ben de, her ne kadar sesim onlar gibi gür çıkmasa da ve günahlarım sesimi kıssada seni ya kahhar ya kahhar diyerek zikir ve tesbih ediyorum…
Kahhar isminden insanın alacağı en büyük ders ise şudur;
İnsan, geçmiş asırlara bakmalı ve o asırlarda yaşayan asi ve inatçı kavimlerin akıbetini görmeli. Ve anlamalı ki, insan başıboş değildir. Her vakit bir celal ve kahır sillesine maruzdur. Günahlarından dolayı azabın onu yakalamaması, Allahın kendisine verdiği mühletten dolayıdır. Yoksa Allah asla ihmal etmez.
Bu mühleti bir ganimet bilmeli ve kahhar isminin tokadına yemeden evvel takva dairesine girmelidir.
Cevap: El Kahhar ne anlama gelir?
@hmet
Allahın isimlerinden: El-Kahhar
KAHHÂR
(القهّار)
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.
Sözlükte yenmek, üstün gelmek, zor kullanarak istediğini yapmak anlamındaki kahr kökünden mübâlağa ifade eden bir sıfat olup yenilmeyen, yegâne kudret ve tasarruf sahibi demektir. Dilciler ve âlimlerin hemen hepsi kahr kavramının temel mânasını boyun eğdirip üstün gelmek (tezlîl ve galebe) olarak belirlemişlerdir. Fahreddin er-Râzî, bu kavrama zor kullanmak ve mecrasından çıkarmak suretiyle bir şeye boyun eğdirmek anlamını verdikten sonra bunun zât-ı ilâhiyyeye nisbet edildiği takdirde iki şekilde düşünülebileceğini söylemiştir: Başkasını ilâhî iradenin dışında iş yapmaktan alıkoymak ve kendi iradesince hareket etmekten kişiyi men etmek (LevâmiǾu’l-beyyinât, s. 229).
ya cebbar ya kahhar, ya kahhar ya cebbar, ya kahhar