Peygamberler Neden Arap Yarımadasına Gönderildi?
@hmet
peygamberler neden araplara gelmiştir?
peygamberler neden arap yarımadasından çıkmıştır?
Neden peygamberlerin çoğu Orta Doğu’da gelmiştir
Allah’ın peygamber göndermediği boş bir kıt’a olmadığı gibi, içinde peygamber gelmeyen uzun bir fetret devri de mevcut değildir. Hemen her devrin insanı, az-çok bir Nebî’nin estirdiği meltemden nasîbini almış gibidir. Peygamberlerin adının tamamen unutulduğu ve eserlerini zamanın aşındırdığı yerlerde ise, ikinci bir peygamber gönderilinceye kadar, o devre "fetret devri" denmiş ve o devrin insanlarının azabdan bağışlanacağı ifâde edilmiştir. Elverir ki, bilerek ve şuurlu olarak inkârı ulûhiyete sapılmasın. Her şeyin doğrusunu ilmiyle eşyayı muhît olan bilir.
—
Dünyanın her yerine peygamber gönderilmiştir. Peygamberlerin sayısını bilemiyoruz. Yalnız hadis kitaplarında, bir rivayette 124 bin, (40) diğer bir rivayette de 224 bin(41) peygamber gönderildiği bildirilmektedir. Hadis usûlü açısından bu rivayetlerin hepsi tenkit edilebilir. Ancak, ister 124 bin, ister 224 bin olsun, sayı mühim değildir. Mühim olan husus şudur: Allah, hiçbir devri boş bırakmamış, hemen her devirde peygamber göndermiştir.
Peygamberler bir bölgeye ve belli topluluklara değil, dünyanın çeşitli ülkelerine, ayrı ayrı mıntıkalara gönderilmişlerdir. Nass-ı kat’î ile: Hiçbir millet yoktur ki, içlerinde, onları eğri yolun encamından sakındıran bir nebi zuhur etmiş olmasın. 42 buyrulmaktadır. Kur’ân’ın bu kat’î nassı gösteriyor ki, yeryüzünde hemen her topluluk içinde peygamber zuhur etmiştir. Bunun böyle olması kat’îdir.
Başka bir âyette, Allah şöyle ferman etmiştir:
Peygamber göndermedikçe (hiçbir millete) azap edecek değiliz. 43 Yani Allah’ın peygamber göndermedikten sonra, bir cemaati hesaba, sigaya çekmesi ve azap etmesi, O’nun rahmetinin şümulüne muvafık değildir. Zira O: Kim zerre kadar hayır yaparsa onu görecek, kim de zerre kadar şer yaparsa onu görecektir. 44 kat’î fermanıyla, hayrın, şerrin karşılıksız bırakılmayacağını ifade etmektedir. Oysaki, kendilerine peygamber gönderilmemiş kimseler, hayrı-şerri bilmediklerine göre, azap olacakları da söylenemez. Binaenaleyh Allah (celle celâluhu), hayrın-şerrin hesabını soracağına göre, demek ki, herkese peygamber gönderilmiştir. Herkese peygamber gönderen Allah, bu hükmü: Hiçbir millet yoktur ki, içlerinde onları eğri yolun encamından sakındıran bir nebi gönderilmiş olmasın. 45 şeklinde ifade etmiştir.
Şu birbirine bağlı mantık silsilesi içindeki üç kanuna dikkati çektikten sonra, şimdi esas meseleyi arz etmeye çalışayım: Yeryüzünün hemen her tarafına Allah, muhtelif devirlerde, ayrı ayrı peygamberler göndermiştir. Bu peygamberler, bir kısım kimselerin zannettikleri gibi, sadece Arap Yarımadası’nda da zuhur etmemiştir. Hiçbir delile dayanmadan, bütün peygamberlerin Arap Yarımadası’nda zuhur ettiğini iddia etmek, Kur’ân’ın nasslarına aykırıdır. Aslında biz, ne Arap Yarımadası’nda zuhur eden peygamberlerin bütününü, ne de dünyanın başka yerlerinde zuhur eden peygamberleri bilmiyoruz. İster peygamberlerin sayısı 224 bin, ister 124 bin olsun, biz bunların içinde ancak, üçü şüpheli olmak kaydıyla, 28 tanesini bilebiliyoruz.
Evet, Kur’ân-ı Kerim’in bildirmesiyle, Hazreti Âdem’den Efendimiz’e (aleyhimüssalâtü vesselâm) kadar ancak 28 tanesini bildiğimizi söyleyebiliriz. Bunların da, nerelerde zuhur ettiklerini göstermek mümkün değildir. Hazreti Âdem’in türbesinin Cidde’de olduğu kanaati kavidir. Ancak bunların hiçbiri de sıhhatli değildir. Hazreti Havva ile Hazreti Âdem’in Cidde’de buluştuklarına dair rivayetler de kuvvetli değildir. Binaenaleyh, biz, daha başta, Hazreti Âdem’in nerede peygamberlik yaptığını bilmiyoruz. Birazcık Hazreti İbrahim’i bildiğimizi söyleyebiliriz. Evet, Bâbil ve Anadolu dolaylarında dolaşmış, Suriye’ye gitmiştir. Lut Peygamberin de, Sodom, Gomore ve Lut Gölü çevresinde vazife yaptığını zannediyoruz. Medyen’de bulunan Hazreti Şuayb’ı, Mısır’da neş’et eden Hazreti Musa’yı tanıdığımızı söyleyebiliriz. Hz. Yahya ve Zekeriya’nın da Akdeniz memleketlerinde bulunduklarını kabul edebiliriz. Muhtemelen Anadolu’ya da geçmiş olabilirler… Meselâ, Efes’in Hazreti İsa ve Hazreti Meryem’le alâkası, bu mevzuda fikir verebilir, ama, bunların hiçbiri müdellel ve kat’î değildir.
Bu yirmi sekiz nebinin dışındaki peygamberlerin pek çoğunun, nerede neş’et ettiğini ise hiç bilemiyoruz. Bundan anlaşılıyor ki, bizim bu mevzuda bir hükme varabilmemiz kat’iyen mümkün değildir. Hele bir de bu dinlerin aslı kaybolmuş, peygamberliğin izi, âsârı kalmamış ise… Bu itibarla, peygamber gelmiş midir, gelmemiş midir? Herhangi bir hükme varmamız tamamen imkânsızdır.
Konfüçyüs’e peygamber diyemeyiz, çünkü peygamber olmayana peygamberdir demek küfür olduğu gibi, peygamber olana da değildir demek yine küfürdür. Konfüçyüs ve ülkesi için düşündüğümüz aynı şeyler, Avrupa için de bahis mevzuudur. Ama kat’î bir şey söyleyemeyiz. Zira, bir şey bilemiyoruz.
Sokrates için söylentiler vardır, ama, Sokrates’in hayatı da bize tam intikal etmemiştir. Yahudiliğin tesirinde bir feylesof mudur, başka bir fikir adamı mıdır? Tam bir şey bilemiyoruz. Bazı düşünürler, onun Yahudilik tesirinde bir feylesof olduğuna hükmederler. Ancak tarihî vesikalar, Sokrates’in böyle olduğu mevzuunda, herhangi bir kanaat serdetmemektedirler. Eflâtun’un, kendisinden naklettiği şeylere bakılırsa, Sokrates diyor ki: Benim gözüme bazı şeyler görünüyordu Halüsinasyon olabilir. Bana insanlığın irşadı için bir şeyler telkin ediyorlardı. Çocukluğumdan beri, bütün insanlara, Allah fikrini telkin etmek, onları Allah’a tevcih etmek için vazifeli bir insan olacağımı biliyordum… Binaenaleyh, Sokrates’in söylediklerinde şayet bir hakikat payı olsaydı fikre, felsefeye daha yakın ve daha uyumlu Avrupa topluluğu için zuhur etmiş bir peygamber olduğu söylenebilirdi. Dikkat buyurun Sokrates peygamberdir. demiyorum. Çünkü değilse küfre girerim. Ama bir ihtimal ile sadece olabilir diyoruz…
Hadisin beyanına göre 124 bin veya 224 bin peygamber gelmiş. Biz bunların nerede zuhur ettiğini bilemiyoruz; ancak dört tanesinin yerini bilebiliyoruz. Muhbir-i Sadık Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem), her yerde bunların zuhur edebileceğini söylüyor. O’nun bu irşadına binaen size, dünyanın çeşitli yerlerinde, adını ve sayısını bilemediğimiz bu peygamberlerin zuhur ettiğine dair bir kısım emareler arz edeceğim:
Bunlardan birisini bugün Riyad Üniversitesi’nde matematik profesörü, Kerkük Türklerinden Adil Bey’den nakledeceğim. Hoca diyor ki: Amerika’da doktoramı yaptığım sırada, yer yer Amerika yerlileri ve zencilerle görüştüğüm oluyordu. Bu kabileler arasında bazen öyle dinî prensiplerle karşı karşıya kaldım ki, bu prensipler aynen bizdeki ulûhiyet akidesine uyuyordu. Meselâ: Allah’ın eşi ortağı yoktur. Çünkü iki ilâh olsa idare karışır… diyorlardı ki, bu, hemen hemen Eğer yerde, gökte Allah’tan başka tanrılar olsaydı, ikisi de (yer de gök de) bozulup gitmişti. 47 âyetinin mânâsını ifade ediyordu. Eğer bu hakikati zencilere bir peygamber fısıldamasaydı, bunu kendi kendilerine bilmeleri mümkün değildi. Yine bu zenciler Allah doğmaz, doğurmaz. diyorlardı ki; bu da ancak aydınlanmış bir zihnin ifadesi olabilirdi. Çünkü doğmak, doğurmak beşere ait bir hassadır ve ihtiyaçtan ileri gelir. Allah böyle şeylerden müstağnidir. Eğer bir peygamber onların kulaklarına bu meseleyi üflemeseydi bunu nereden bileceklerdi? Binaenaleyh, hâlâ ateş dansları, yaşlıların kesilip yenmesi ve daha değişik telakkileriyle bu iptidaî cemaatlerde, böylesine derin, köklü ve ancak mütekâmil milletlerde rastlayabileceğimiz bir ulûhiyet akidesinin bulunması mümkün değildir. Olsa olsa bu onlara, dıştan bir nebi diliyle üflenmiş, telkin edilmiş bir hakikat olabilir.
Asrımızın fikir adamlarından, ateizmden dönmüş Profesör Mustafa Mahmud, daha evvel günümüzün modası olarak materyalizmin hayranı iken, Kur’ân-ı Kerim’i tetkik edip, İslâmiyet’i inceledikten sonra, 180 derece bir dönüşle küfürden uzaklaşmış ve füze hızı ile mescide ulaşmış birisidir. Mustafa Mahmud bir seyahatinden bahsederken diyor ki: Afrika’da, Neyam-Neyam ve Maw-Maw kabileleriyle karşılaştım. Neye inandıklarını sordum. Dediler ki; Biz öyle bir Mâbud’a inanıyoruz ki, gökte durur, yerdekileri idare eder. Allah gerçi gökte durmaz ama, öteden beri O Rahmân, Arş’a istiva etmiştir (oturmuş). 48 âyet-i kerimesiyle ifade edildiği gibi, ilâhî emir ve hükümler gökten gelir. Onun için nazarlar ve eller göklere doğru kaldırılır.. ve gördüm ki, İhlâs sûresinin mânâsını söylüyorlar: Allah, her şey kendisine dayanan ve kendisi hiçbir şeye dayanmayan bir varlıktır. O bir ana ve babadan doğmamıştır. O’nun eşi benzeri yoktur… Başka bir kabileye gittim. Hâlâ, yaşlı ve hastaları kesip-yiyor olmalarına rağmen, bu vahşiler, Allah’a tıpkı bizler gibi inanıyorlardı. Kur’ân’ın anlattığına yakın bir tevhid anlayışları vardı.
Şayet bu hususlar onların kulaklarına bir nebi tarafından fısıldanmış olmasaydı, bunları bilmeleri düşünülemezdi. Evet bu gerçekleri onlara nebiler fısıldadı. Sonra da âbâ an-ced, bu asra kadar gelip ulaştı…
Evet, ister Kur’ân-ı Kerim, ister realite, isterse tarihî gerçekler, bizlere, sayısını tam bilmesek bile, dünyanın hemen her yanına pek çok peygamberin gelmiş olduğunu göstermektedir.
alıntıdır
40 124 bin nebi olduğuna dair bkz.: Ahmed b. Hanbel, el-Müsned 5/265; İbn Hibbân, es-Sahîh 2/77; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 8/217; el-Hâkim, el-Müstedrek 2/652; et-Taberî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, 1/95.
41 Bursevî, İsmail Hakkı, Tefsiru Ruhu’l-Beyan, 2/323; 6/49; 8/215.
42 Fâtır sûresi, 35/24.
43 İsrâ sûresi, 17/15.
Cevap: Peygamberler Neden Arap Yarımadasına Gönderildi?
shyb
Konuyu çok güzel bir şekilde aklımıza nakşedeceğimiz bir biçimde hazırlamışsınz
peygamberler neden araplara gelmiştir, peygamberler neden arap yarımadasına gönderildi, peygamberler neden arap yarımadasından çıkmıştır