İslâm Dünyasının Yetiştirdiği Ünlü Kelamcılar ve Özgün Görüşleri
Şema
İslâm Dünyasının Yetiştirdiği Ünlü Kelamcılar ve Özgün Görüşleri
1- Dört Mezhep İmamı
a- İmam Azam Ebu Hanife: Numan b. Sabit (150/767), fıkıh ilminin kurucusu olmakla birlikte kelam ilmiyle de uğraşmış ve bu ilmin asıl konularını düzenleyerek Ehl-i Sünnet kelamının oluşmasına zemin hazırlamıştır. İtikada ilişkin görüşlerini el-Fıkhu’l-Ekber, el-Vasiyye ve diğer risalelerinde serdeden İmam Azam, Allah’ın zati ve fiili sıfatlarından, kaza ve kaderden, insanın fiillerinden, peygamberlerden, ahiretten ve orada Allah’ın görüleceğinden bahsetmekle Mâturîdî mezhebinin temeli sayılmıştır. Kur’ânın mahluk olmadığını savunduğu için mihneye maruz bırakılmıştır.
b- İmam Malik b. Enes (179/795): Kelami sorulara nassa uygun cevap veren Malik’in Allah arşa istiva etti âyetine istiva malum, keyfiyeti ise meçhuldür ve olduğu gibi inanmak vacip olup soru sormak bidattir. şeklinde verdiği cevap O’nun kelami görüşünü ortaya koyar. İkrar ve tasdikin yanında ameli de imana dahil etmekle birlikte, imanın artması ve eksilmesi konusunda sükut etmiştir. Kader meselesine girmenin tehlikeli olduğunu, büyük günah işleyenin mümin ama fasık olduğunu, ahirette Allah’ın görüleceğini, hilafetin Kureyş’ten olacağını kabul etmiştir. Ebu Hanife gibi O da Kur’ân’ın mahluk olmayıp Allah kelamı olduğunu söyleyerek Mu’tezile’ye karşı çıkmıştır.
c- İmam Şafii Muhammed b. İdris (204/819): Allah’ın sıfatları zatına muğayir değildir, Kur’ân mahluk olamaz, Allah ahirette görülecektir, Allah insanın amellerini ve kesbini yaratır, iman tasdik ve amelden ibaret olup artma eksilme kabul eder, imamlar Kureyş’ten olmalıdır gibi görüşleri ile Eş’arî mezhebinin zeminini hazırlamıştır. İtikada dair iki risalesi vardır.
d- Ahmed b. Hanbel (241/855): Akâid konularında Selefin yolundan ayrılmayı sapıklık sayan Ahmed b. Hanbel, özellikle halku’l-Kur’ân konusundaki şiddetli tavrı ve mücadelesiyle tanınır. Cehmiyye fırkasının yanlış inançlarını reddetmek üzere bir de risale kaleme almıştır.
2-Bâkıllânî, Kadı Ebu Bekr (403/1013): Kelam ilmini kelam ilmi yapan hiç şüphesiz bu zattır. Eş’arî ekolünün prensiplerini sistemleştirmekle kalmamış, Aristo mantığı dışında kendine özgü bir metot geliştirmiştir. Yunan ve Hint kültüründen atom nazariyelerini inceleyen Bakillani, atomların sürekli yaratıldığını ve yaratılmasına devam ettiğini söyleyerek esasen Quantum fiziğinin de temelini atmıştır. Ayrıca bilgi, varlık ve alem hakkındaki görüşleri da orijinaldir.
3-İmamu’l-Harameyn el-Cüveyni (478/1085): Gazalinin hocası olan Cüveyni de, bilgi, alem, Allah, İnsan, nübüvvet, ahiret ve imamet gibi kelami konularda Bâkıllânî’nin yolunu izlemiş ve farklı bir görüş belirtmemiştir. Fakat son sözlerinin Nişabur’lu ihtiyar kadınların imanı üzerine ölüyorum şeklindeki sözü manidardır.
4-Ebu Hamid el-Gazzali (505/1111): Nakli ve akli ilimlerde İslâm düşünce tarihinin bir dönüm noktası olarak kabul edilen Gazzali, kelam ilminin yeni bir şekil ve muhtevaya bürünmesini de sağlamıştır. Bir alet ilmi olan mantığın sünni ilim dünyasına girmesini sağlamıştır, başlangıçta felsefeyi reddetse de kelamın içinde ve himayesinde felsefenin de yerini almasını hatta kelam ilminin konularının felsefi konularla oluşturulması yine Gazzali ile olmuştur. El-İktisad fil-İtikad, Kavaidü’l-Akâid, İlcamu’l-Avam an ilmi’l-Kelam gibi sırf kelama ilişkin eserleri yanında İhyau Ulumi’d-Din ve el-Munkız gibi eserlerinde de kelami konulara yer vermiştir.
5-Fahruddin er-Razi (606/1210): İslâm filozoflarından benimseyip geliştirdikleri Aristo geleneğindeki felsefeyi en iyi anlayan ve kelamın bir parçası durumuna getiren, kelamcı olarak tanınan Razi’yi, felsefeyi kelamla uzlaştırarak bir nevi Felsefi Kelam oluşturmuştur. Özellikle varlık ve bilgi nazariyelerinde felsefeden büyük ölçüde yararlanmıştır. Razi ile birlikte oluşan kelami metottan özellikle Eş’arîlik istifade etmiş ve bu metot sayesinde Mâturîdîliğin aleyhine daha kolay yayılma imkanını bulmuştur. el-Erbaîn fi Usulid-Din, Esasü’t-Takdis ve el-Maalim fi Usulid-Din gibi pek çok kelami eseri mevcuttur.
6-Muhammed b. Abdilvahhab ve Vahhabilik: 1703 yılında Riyad yakınlarında doğan bu zat, Mekke ve Medine’deki tahsil hayatı sırasında İbn-i Teymiye’nin görüşlerini beğenip benimsemiş ve Irak bölgesine giderek Tevhid tartışmalarına katılmıştır. Dinin doğrudan Kur’ân ve sünnetten öğrenilmesi gerektiğini ve bu iki kaynağın dışındaki öğretilerin bid’at olduğunu vurgusunu yaparak babasının ölümüyle birlikte müslüman kitlelelere emri bil-maruf ve nehy-i anil-münker hareketini başlatmıştır.kabir ve türbe ziyaretlerine düşkünlüğünün dinden çıkaracağı iddiasıyla bzı türbe ve mezarları yıktırması ona şöhret kazandırmıştır. Daha sonra memleketinden sürgün edilince Deriyye bölgesine gidip Emir Muhammed b. Suud ile tanışmış ve birbirlerine destek vermeleri üzerinde anlaşmışlardır. Siyasi ve maddi destekle birlikte Muhammed b. Abdulvahhab kendi düşüncelerini yayarken Suud ailesi de bu zatın fikri desteği sayesinde büyüyüp genişlemiştir. Neticede Vahhabi inancı temelleri üzerinde bugünkü Suud devleti ortaya çıkmıştır.
Vahhabilik Tevhîd, Şefaat, Bid’at ve Emri bil-maruf ve nehy-i anil-münker konularındaki aykırı ve aşırı görüşleriyle dikkat çekmiş ve bütün mesaisini bu meselelere harcamıştır. Amelin imandan bir cüz olduğuna inanan mezhep mensupları, farzlardan birini terk edeni küfürle itham ederler. Lafızcı-şekilci bir anlayışla nassları yorumlayan bu ekol, amelde Hanbelî mezhebini takip ettiklerini, îtikadda ise Selefiyye olduklarını söylerler. Fakat mütekaddimun Selefiyye anlayışı ile bugünkü Selefiyye anlayışı arasında büyük uçurumlar vardır. Allah’ın dışında hiç kimsenin şefaat edemeyeceğini savunarak ehli sünnet anlayışındaki şefaat ve tevessülü reddeden Vahhabilik akımı, Peygamber ve velîlere tevessül edenleri ve onlardan şefaat bekleyenleri İslâm öncesi müşrik Araplarının putperestliği ile aynı kategoride değerlendirmektedirler. Kendileri gibi düşünmeyen herkese emr-i bi’l-maruf yapmayı ilke edinen Vahhabilik cereyanı, zaman zaman bu uğurda müslümanlarla savaşmışlar ve kan dökmüşlerdir. Kabir ve türbe ziyaretlerini, Peygamber’in kabrini ve kutsal emanetleri ziyareti, mevlit okumak ve tespih çekmeyi, makamla Kur’ân ve ezan okumayı, Salih kişilere ve evliyaya hürmeti gibi uygulamaları bid’at telakki ederler.
Cevap: İslâm Dünyasının Yetiştirdiği Ünlü Kelamcılar ve Özgün Görüşleri
_abdulkadir
İmam Ebû Hanîfe şöyle der:
"Ben kelam ilmini en faziletli ilim sayıyordum ve kelamın dinin aslı olduğunu söylüyordum. Bu uğurda bir ömür geçirdikten sonra kendi kendime düşündüm ve şöyle dedim: Rasûlullah sallAllahu aleyhi ve sellem’in ashabının, tabiînin ve onlardan sonra gelen nesillerin önde gelenleri, bizim bildiğimiz şeylerin hepsini biliyorlardı. Onlar, bu konularda daha yetenekli daha bilgiliydiler ve meselelerin iç yüzünü daha iyi biliyorlardı. Fakat bu konularda tartışma ve mücadeleye girişip enine boyuna konuşmuyorlardı. Aksine kendilerini bundan uzak tutuyorlar
ve onu şiddetle yasaklıyorlardı. Yine ben gördüm ki onlar şer’î hükümlere ve fıkhî konulara dalmışlar ve bu konularda konuşmuşlardı.
Ebû Hanîfe devamla şöyle demiştir:
Onların durumlarıyla ilgili olarak anlattığım bu gerçekleri kavradığımız zaman tartışmayı, mücadeleyi ve kelamî meselelerin içine dalmayı bıraktık, selefin yoluna döndük. (el-Mekkî,Menakıbu Ebi Hanife, s.54-55)
"Ömrümden bir müddet geçtikten sonra düşündüm ve şöyle dedim: Selef, hakikatleri çok daha iyi biliyordu; ama onlar hiç cedele girişmediler aksine tartışmadan uzak durdular, şeriat ilmine daldılar, ona ağırlık verdiler, onu öğrendiler, öğrettiler ve onun münazarasını yaptılar. Bunun üzerine bende kelamı terk ettim ve fıkıhla meşgul oldum. Ve gördüm ki kelamla meşgul olanların simaları, salihlerin sinemasına benzemiyor, kalpleri katı ve kaba kimseler. kitaba sünnete ve selefi salihîne muhalefete aldırış etmiyorlar. Şayet kelam, iyi bir şey olsaydı selefi salihin de onunla meşgul olurdu…"
(el-Kederî,Menakibu Ebî Hanîfe s.137)
Kelamcıların hali, işte budur. Onlar kelama yapışmakla ve onunla meşgul olmakla yüce Allah’ın kitabından ve Rasûlullah sallAllahü aleyhi vesellem’in sünnetinden uzaklaştılar. Bu da onları şüphe ve şaşkınlığa düşürdü