Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz…!

Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz…!

Üstad
Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşrolunursunuz. (Hadis-Şerif)
Yıllarca insanlara "iman bir vicdan işidir" diyerek imanı vicdanlara hapsedenler, bugün "Elhamdülillah müslümanım" diyenlere bile İslamî yaşantıyı askıya aldırdılar. Adeta inandığı gibi yaşamayan bir ülke haline getirdiler. Tabii bu anlayıştan "Ölüm" gerçeği de nasibini alarak unutulanlar arasına girdi.
Ölüm hakkındak:
"Lezzetleri yenen ölümü çokca anın."

"Siz insanoğlunun ölüm hakkında bildiklerinizi hayvanlar bilseydi onların vücutlarında et bulup yiyemezdiniz."
"Mü’minin armağanı ölümdür."
"Ölümü çokca anınız. Zira o günahları eritir ve dünyadan yüz çevirtir."
"Ölüm öğütten ibarettir." gibi hadisler hiç anılmaz, hatırlanmaz, anlamları üzerinde tefekkür edilmez oldu.
——————————
Ölümün dehşeti ve ölüm gerçeğini anlamak istemeyenlere, anlaşılmasını istemeyenlere şair aşık Seyrani bakın ne güzel söylemiş:
Can ipini ten yönünden. Soran kirmen olur bir gün
Sulu yalçınlar önünden. Açılan güller solar bir gün.
Gül dalında diken yarar. Diken güle vermez zarar
Turâb saçın baştan tarar. Saçakların yolar bir gün
Dünya olur bir gün harab. Ne bülbül kalır ne gurab
Rızka sebep olan turab. Gözlerine dolar bir gün
Acı tatlı yenmez olur. Yalan gerçek denmez olur
Taş çarh ile dönmez olur. Hep kesilir sular bir gün
Çal Seyrâni durma sazı. Hakk‘a sen eyle niyazı
Sana secdesiz namazı. Kısmet olan kılar bir gün.
İslam‘ın dışında bir hayatı isteyen ve bu uğurda mücadele vererek Bedir Savaşı’nda ölenlere Peygamberimiz (s.a.v.):
"Ey falan oğlu falan! Ey filan oğlu filan! Uğrunda mücadele verdiğiniz idarenin temsilcilerinin vadettiği yardım size zafer kazandırdı mı?
Ey ölüler! Bilmiş olunuz ki ben Rabbimin bana vadettiği yardım ve zaferi gerçek olarak buldum." demek suretiyle dünyadaki yalancı ilahların kendilerine bir şey kazandırmadıklarını vurgulamıştır.
Ölüm ve ölümü hatırlama, ölüme hazırlık konularını hadisler ışığı altında kısaca değindikten sonra yazımızın asıl konusu olan "Nasıl ölüm?" konusu üzerinde duralım.
Evet ölüm ama "Nasıl ölüm?" Ölüm anına gelinceye kadar yaşantımızla büyük ilgisi olan bu an nasıl gerçekleşecek. Yani ölümümüz iyi mi olacak, kötü mü olacak?
Ölüm anlarındaki hal ve durumları bir takım kaynaklardan anladığımıza göre Rasulullah (s.a.v.) şunları söylemiştir:
"Ölüm halinde olan kimsede üç şeye dikkat ediniz.
Alni ve yanaklari terlerse; gözlerinden yaş akarsa; burun delikleri şişip genişlerse, ona Allah’ın rahmeti inmiştir."
"…Zira hiç bir müslüman yoktur ki; ölümü anında Kelime-i Tevhid’i söyleyip de cehennemden kurtulmuş olmasin."
————————
Peygamberimizin ölümü hakkında Aişe (r.anha) diyor ki:
"Rasulullah (s.a.v.) benim evimde, benim kollarımda öldü. Efendimizin önünde su dolu bir kova vardı. Elini içine soktu ve:
"La ilahe illAllah, gerçekten sekeratı, sarhoşlukları, sancıları varmış" diyerek ellerini açtı ve:
"Rafik-i A’lâ, Rafik-i A’la" dedikten sonra:
"Allah’a, Sidret-i Münteha’ya, Me’va Cennetine, Firdevs-i Â’la’ya, dolu dolu kaselere, Refik-i A’lâ’ya, Paya Kutlu hayata! ifadelerini kullanıyor.
Allah Rasulü her baygınlık geçirdiğinde, bilakis "Rafik-i A’lâyı isterim" diyordu. Yine kendinde konuşacak kuvveti buldugunda "Namaz, namaz", "Cemaatla namaz kıldığınız sürece birbirinize bağlılığınız devam eder" diye tekrarlıyordu.
———————–
Rasulullah (s.a.v.) pazartesi günü kuşluk ve zeval arasında ruhunu teslim etti. (Cenab-ı Hak şefaatına bizi nail eylesin. amin)
Hz. Ebubekir Rasulullah‘ın vefatından sonra yüzüne bakarak:
"Sağ iken de güzeldin, ölünce de güzelsin." ifadesini kullanmıştır. Ölümlerin en güzelini Cenab-ı Hak Rasulullah’a nasib etmiştir.
——————————————–
Yine unutulmayan ölüm anlarindan biri de biliyorsunuz Yavuz Sultan Selim’in ölüm anıdır.
Yavuz Sultan Selim ölümle pençeleşmektedir. Hasan Can‘ın elinde Kur’an-ı Kerim Yavuz’a: Haşmetlim.
Allah’la beraber olmanız yaklaştı deyince o cengaver kumandan yattığı yerden aniden doğruluyor:
Hasan Can… Hasan Can biz ne zaman Allah‘la beraber olmadık?..
——————————————-
Harun-i Reşid öleceği sıra kefenlerini kendi eliyle seçer, onlara bakar.
"Malım bana fayda vermedi. Bütün saltanatım benden ayrılıp mahvoldu" mealindeki yirmi sekiz ve yirmi dokuzuncu ayetlerini okuyarak vefat eder.
——————————————
Muaz (r.a.) vefat ederken şöyle yakarir:
Allah’ım! Ben daha önce senden korkuyordum. Ama bugün senden umuyorum! Allah’ım! Sen biliyorsun ki ben dünyayı ve dünyada kalmayı seni zikretmek için istiyordum.
Çok büyük sancılar çeken Muaz zaman zaman bayılıyor, ayılınca:
"Allah’ım! Beni ne kadar boğarsan boğ! İzzetime yemin ederim ki kalbim seni sevmektedir." diyerek vefat ediyor.
———————————-
Selman-i Farisi son demlerini yaşarken aglar.
Niye agliyorsun? diye sorarlar?
Dünyadan ayrilacagim için degil, ancak Allah Rasülü bizlere dünyalik olarak bir süvarinin menziline varacagi kadar aldigi azik kadar azik almamizi vasiyyet etmişti. Acaba bu vasiyyeti yerine getirebildim mi?" diye ağlıyorum der.
—————————-
Ölüm döşeğindeki Ruveyme‘ye:
La ilahe illAllah de, denilir.
O da:
Ben zaten ondan başkasini güzel söyleyemem ki der.
El-Ceriri anlatiyor:
Cüneyd-i Bagdadi son demlerini yaşarken yanina vardim. Günlerden Cuma idi ve Nevruz gününe isabet etmişti. Kur’an-ı hatmetmek üzereydi.
Kendisine:
Ebul Kasım bu halde mi Kur‘an’ı hatmediyorsun?
Cüneyd:
Ömür sayfam dürülürken bu işi yapmaya benden daha layık kim olabilir? diyor.
"Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz… Evet İslam’a göre yaşayanlar onun gerektirdigi güzellikleri (sikintili da olsa) tadarak öldüler.
Bir de madolyonun öbür yüzüne bakalim.
Bizzat şahit oldugum bir olayi konuya açiklik getirmesi için anlatmaya çalaşacagim.
Kesin olarak hatirlayamadigim bir tarihte Kayseri’ye bir dostumu ziyarete gitmiştim. Hal hatir, hoş sohbetten sonra ev sahibi kardeşimiz:
Bir komşumuz var. Kendisi şu anda ölüm döşeginde. Hayati hiç Islam’a uygun olmamasına karşın inancımızın gereği ziyaretine gitmem gerekir. Gelin beraber gidelim dedi.
Ömrü boyunca içki, kumar bilhassa tavla oyununun müptelası olarak ömrünü geçiren komşusunun yanına vardık. Gerçekten ölmek üzereydi. Arada bir ellerini kaldırarak anlaşılması güç bir şeyler söylemeye başladı. Söylediklerine kulak verince "şaşi, beşi" gibi sözlere benzer bir şeyler söyledigi anlaşiliyordu. Bunu duyan aile ve çevresi buruk ama memnuun bir ifadeyle:
Görüyor musunuz, kelimeyi şehadet getiriyor. Imanin kimde oldugu belli olmaz der gibi yüzüme baktilar. Sevinmişlerdi. Sonra hastanin el hareketi ile sözleri iyice netlik kazanmaya başladi. Eliyle zar atiyor, diliyle de "şeş-beş" diyordu. Hayatta çok kullandığı sözlerle ve el hareketlerini yaparak ölüyordu…
"Allah’ım! Ahiretin hayrını engelleyen herşeyden Sana sığınırım. Ölümüm hayrını engelleyen hayattan Sana sığınırım! Amelin hayrına mani olan kuruntulardan yine Sana sığınırım."


Cevap: Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz…!

ßaran
Allah cc Razı Olsun..

Nasıl Yaşarsanız Öyle Ölürsünüz!..

Günlük olaylar inanmış insanda çok büyük etki yapmaz. Çünkü o, hayatının hedefi bilmiyor bu olayları. Onun hayatının bir hedefi, gayesi, ömrünün bir maksadı söz konusudur. O, bu hedefi düşünür, bu gayeyi hatırlar, bu maksada göre yorumlar her olayı.

Onun esas meselesi, (bireysel plânda) gayesine uyan bir dinî hayat içinde olup olmadığı meselesidir.
Bu yüzden kendi hayatını tanzim, onu büyük çapta ilgilendirir; onunla memnun, onun sapmasıyla mahzun olur.
Aslında dikkat edilirse görülür ki, inanmış insanlar, sunî olayların etkisinden en çabuk kurtulan insanlardır.
Hatta denebilir ki, insan inancında ne kadar derinleşirse sunî olaylardan da o nispette uzak kalır, etkisine girmez, stresine maruz kalmaz.

Çünkü hangi olay olursa olsun onun istikbalindeki ebedi hayatıyla mukayese edilecek ehemmiyette değildir.
Onların hepsi de gelip geçer; ancak ebedi hayatına ait konular gelip geçmez.
Öyle ise esas mesele, ebedi hayatını burada kazanıp kaybetme meselesidir.
Kaldı ki, bu sadece inanmış insan için değil, inanmamış için de böyledir. Ama o, şu anda onun önemini bilmiyor, farkına varmıyor.
Bir gün öylesine bir farkına varacak ki, tartışma götürmeyecek şekilde hem de… Ancak bu uyanmanın hiçbir faydası olmayacaktır. Çünkü tünelin ucu göründükten sonra dönüş makbul değildir.
Maneviyat büyüklüklerinin ifadesine göre her insan ölüm ânında varacağı mekânı görür, âkıbetini müşahede eder. Bu müşahededen sonra da ya sevinç duyar ya da büyük çapta pişmanlık.

Pişmanlık duyanlar geri dönmek ister, yaptıklarından, söylediklerinden, yaydıklarından dönüş yapar, vazgeçip tevbe ederler. Ancak bu tevbenin onlara bir faydası olmaz. Çünkü bu tevbe, bu dönüş, âkıbeti müşahede ettikten sonraki mecburi dönüştür.

İman ve tevbe bu kadar geciktirilmemeli, koskoca bir hayatı isyan ve inkâr içinde tüketip de âkıbetini gördükten sonra tevbe eder duruma düşmemelidir. Zira varacağı yeri keşfettikten sonraki tevbe ve iman, kurtarıcı olmaz.

Bundan dolayıdır ki Efendimiz (sav) insanları ikaz etmiş, yaşadıkları hayata dikkat çekmiş ve buyurmuş ki:
– Bir ömrü nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle de dirilirsiniz!

Öyle ise, imanla yaşayın ki imanla ölesiniz. İmanla ölün ki imanla dirilesiniz. Mahşerde de imanlılara verilecek mükâfatlara layık olasınız.

İşte imanlı insanın hayatta en mühim meselesi bu.

İmanla yaşamak, imanla ölmek!
Üzülürse bu konudaki gerilemesinden dolayı üzürlür, sevinirse bu konudaki hizmetinden, başarısından dolayı sevinir. Günlük dünyevî olaylar fazla etkilemez onu.

Ahmed Şahin


Yanıt: Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz…!

Üstad
sendende kardeş


nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz hadisi, nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl yaşarsan öyle ölürsün hadis

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();