İlginç Hikayeler – Deyimlerin anlamı hikayeleri
@hmet
ilginç Hikayeler – Deyimlerin anlami hikayeleri
iKi DiRHEM BiR ÇEKiRDEK
Giyim kuşamına özen göstermişk ve süslü kıyafetleriyle dikkat çeken insanlar hakkında sık sık iki dirhem bir çekirdek ? sözü kullanılır.Bu yakıştırma,ağırlık ölçüsü olarak okkanın kullanıldığı eski devirlerden kalmalıdır.Belki biliyorsunuz,bir okka, bu günkü ölçülerle 1283 gram tutar.
Okkanın dört yüzde birine dirhem adı verilir.Dirhem,daha ziyade hassas teraziler için kullanılan bir ölçüdür.Ancak sarraflar dirhemden daha hassas ölçümler için bir ağırlık birimi daha kullanırlar.
ABAYI YAKMAK
Aba,dövmek yünden değişik kalınlıklarda yapılan bir tür kumaşın adı olup genellikle beyaz renkte imal edilir.Siyah renklisine ise kebe denir.
Bu cins kumaşın kullanıldığı pek çok yer olmakla beraber aba denilince genellikle dervişlerin giydiği hırka anlaşılır.Vücudun tamamını örtecek kadar geniş ve uzun yakasız ve yensiz dikilen abanın özelliği, düşmesiz olup kuşak ile kullanılmasıdır.
Abanın tekke mensupları ve tasavvuf ehli olanlar yanın da diğer insanlar tarafından da kullanılan bir giyecek olması,aba hakkında dilimize pek çok deyim ve atasözü kazandırmıştır.
Abalı:Fakir,kimsesiz.
Abacı: (Mecazen) Hazıra konmayı seven,bedavacı.
Abası kırk yerinden yamalı:Yırtık pırtık giyecek kadar fakir.
Alaca abalı:Hırkası yamalıklarla dolu olacak kadar fakir.
Abaya bürünmek:Tasavvuf yoluna girmek.
Başını abaya çekmek: (Mecazen) Ölmek.
Aba da bir kaba da bir giyene (Güzel de bir çirkin de bir sevene):inandığı şey adına her şeyi hoş gören;inceleyip sık dokumayan,meşrebince yaşamak için başkalarının ayıplamalarını hiçe sayan
Aba vakti yaba; vakti aba (olmaz):Her iş uygun bir araç veya yol yordam mevcuttur.(Yaba,harmanda ekin savurmaya yarayan dört çatallı tırmık çeşidi olup aba giymiş bir insan tarafından kullanılması zordur.
Abanın kadri yağmurda bilinir:Aba insanı yağmurdan kurduğu gibi abaya bürünen insanlar da belâ yağmurlarından korunur (mu? diye rivayet olunuyor!)
Aba yeninden yıldız gösterir:Maddi zenginlik veya manevi kudret ile dileyeni muradına erdirecek kudrete sahip kişileri anlatır.
Bir aba var atarım; nerde olsa yatarım:Gezginci dervişlerin halini anlatan bu söz,taşa toprağa,oduna tahtaya,çula çaputa ehemmiyet vermeyen kişilere özgü anlayışın ifadesi olup gönül zenginliğini anlatır.
Zeyl: Aba ile alâkalı olarak üç deyim daha kaldı.Tam da zamanımızı anlatıyorlar:Birincisini Vur abalıya!ıdiye kullanıyorlar.ikincisine Aba altından sopa göstermek ı diyorlar ki derviş geçinme iddiasında iken dervişliğe yakoşmayan işler yapmaktan kinaye olarak çok masum gibi görünüp de zorbalığa soyunma karşılıyor.
ADIN DEFTERE GEÇTi
Dilimizde, hak etmediği halde bir makamın yetkilerini kullanarak üst perdeden konuşan,yahut önemsiz bir başarısı üzerine bir yumurta bin bir gıdgıdak ı ortalığı velveleye verenler hakkında söylenen bir deyim vardır: Anır eşeğim anır,adın deftere geçti.Deyimin ilginç bir hikâyesi var.
Osman Çizmeciler in Ünlü Deyimler ve Öyküleri ( ?stanbul 1989)adlı çalışmasından naklen anlatım:Tarihimizdeki ilk istatistik Tanzimat yılarında yapılmış.
AFYONU PATLATMAK
Eski tiryakiler ramazanda afyonu macun haline getirir ve mercimek büyüklüğünde toplar her sahurda iki üç tane yutarlarmış.ancak her bir macunu sırasıyla bir,iki,üç kat kâğıtlara sarmayı da ihmâl etmezlermiş.
Böylece kâğıt mide özsuyunda eriyince macun midede dalır ve bir kaç saatliğine keyif devam edermiş.Tabii iki kat kâğıda sarılan macun bir kaç saat sonra,üç kat kâğıda sarılı macun da onu takiben kana karınca tiryaki iftara kadar rahat etmiş oluverir.
ALı KIRAN BAş KESEN
Külhanbeyi a?z?nda ?Ali k?ran ba? kesen ? diye bir deyim vard?r.B?çk?n ve ac?mas?z serseriler hakk?nda kullanılır.Bu deyim aslında ıDal kıran baş keser atasözünden galattır.
Atalarımızın insanları ağaç ve bitki sevgisine teşvik için dal kıranın baş kesmiş kadar suçlu olduğunu belirtmeleri eskiden beri Türk-islam töresinde ağaç ve bitki hukukunun derinliğini gösterir. Fatih affedilen Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim.
ATI ALAN ÜSKÜDARI GEÇTi
Bolu Beyine baş kaldıran ünlü eşkiya Köroğlu (şair Köroğlu ile karıştırımasın) bir gün atın? çaldırmış. Asil bir hayvan olan atını aramak için tebdil-i kıyafet ile diyar diyar dolaşmış ve sonun da yolu istanbula düşmüş.Atını,satılmak üzere pazara getirilen hayvanlar arasında görünce hemen alıcı rolün bürünüp,efendi, demiş, bu at güzele benziyor.
AVUCUNU YALAMAK
Umduğumuz bir nimet ele girmediği zamanlarda söylenilen bu deyim,eskiden kadınlar arasında yaygın iken bilâhare çıkış noktası unutulup erkekler tarafından da kullanılır olmuştur.Eskiden hamile kadınların aşerme (aş yermek)dönemleri ile bebekli hanımların süt dönmelerinde canları çekip de ulaşmadıkları bir şey olursa göğüslerinin eşceği veya sütlerinin kesileceğine dair bir inanış mevcutmuş.
BAğDAT GiBi DiYAR OLMAZ
Dilimizdeki Ana gibi yâr,olmaz;Bağdat gibi diyar olmaz.sözünün asıl muhtemelen Ana gibi yar;Bağdat gibi diyar olmaz.Çünkü sözün aslındaki Ana kelimesi,Bağdat yakınlarındaki sarp bir uçurumun kuşattığı dik bir geçidin adıdır. Bağdat gibi (güzel)şehir,Ana gibi de (sarp,ama manzaralı) yar (uçurum) olmaz,demeye gelir.
SAMAN ALTINDAN SU YÜRÜTMEK
Vaktiyle bir ova köyünde köylüler tarlalarını sulamak için,ırmağın suyunu nöbetleşe kullanmak üzere anlamışlar.Irmak boyun da bulunan tarlalar açılan kanallar vasıtasıyla sıra ile sulanıyor,herkes ziraatıyla meşgul oluyormuş.Köyün açıkgözlerinden birisi,daha fazla su alabilmek için tarlasında derin ama ince bir kanal kazıp ırmaktan su çalmayı aklına koymuş.Kanal gizleme maksadıyla da üzerini çalı çırpı ve taşlarla örtüp araziye uydurmuş.
ZERDEYLE ZIRVA
?air fodul kelimesinin ?faziletli? veya tam zadd? olan ? hiç bir ?eye yaramaz ? anlamlar?yla;fodalay? ise fazilet sahipleri ve fodla manâlarıyla tevriyeli(her iki anlamı da beyte uygun) kullanıyor.ikinci dizedeki zerde malum tatlının adıdır.Zırva ise yine zerdeye benzeyen bir tür tatlıdır. ?maretlerde pişirilen zırvalar önceleri incir,üzüm,hurma,şeker ve pirinçten yapılırmış.Sonra sonra sadece pirinç kullanılarak lapamsı bir tür pilava dönüşmüş ve üzerine şeker ekilerek yenilir olmuş.
TEKEDEN TELEME ÇALMAK
imkânsızı denemeye veya yapmaya çalışanlar hakkında veya uygunsuz, dayanaksız ve saçma sapan saldırılar karşısında söylenen bu deyimin kökeni Türkmen aşiretlerinin hayvancılık geleneğine dayanır.
Bilindiği gibi teke,keçenin erkeine verilen addır ve sütü sağılmaz.Oysa keçi sütünden pek çok gıda maddesi üretilebilir.Bunlardan biride telemedir.Teleme,muhallebi kıvamında yumuşak,tuzsuz,yoğurda benzer bir yiyecektir.Besleyici özelliği ve lezzeti damak zevkine hitap eder.
TEMiZE HAVALE ETMEK
Argoda ve külhanbeyi ağzında öldürmek, kısa yoldan işi bitirmek anlamina gelen bu deyimin temize havale olundu şekilde kullanılır.Buradaki temiz kelimesi muhtemelen temyizı olmalıdır. Temyiz,bilindiği gibi haklıyı haksızdan ayırmak ,doğru ile yanlışı ayırt etmek gibi anlamlara gelir ve hukukta bir üst mahkeme olarak kurulmuş mahkemelere denir.
SEBiLHANE BARDAğI
Büyük yerleşim merkezlerinin işlek caddelerinde ve büyük camilerin avlularında yer alan sebilhanelerin pencereleri önünde gelip geçenlerin ücretsiz su,ayran,şerbet(k mevsiminde salep,süt vb.)içmeleri için sıra sııra bardaklar bulundurulması âdettendir.Keza cami çıkışlarında ve sebil önlerinde yoksulların ve dilencilerin sıra olup beklemelerine de sık sık rastlandığından bunların acınacak halde dizilmeleri sebilhane bardaklarının dizilmelerine benzetilmi? ve sıra sıra duran kişiler hakkında sebil hane bardağı gibi (dizilmek)deyimi kullanılır olmuştur.
SIRRA KADEM BASMAK
Sır gizli şey demektir.Tasavvuf çevrelerinde ve özellikle Mevlevilikte bu kelimenin sırlamak şeklinde fiil yapılmış hali sıkça kullanılır.Sırlamak, kapmak,örtmek ses ve hava akımına müsaade etmeyecek derecede bir yere gizlemek anlamina gelir.Nitekim Mevleviler kapıyı yahut pencere kapa yerine, ısırla,sırretı derler.Sıralamak ve sıralanmak ise gömülmek, ölünün gömülmesi anlamina da kullanılır.
MUHAVERE-ı TEBABÜLıYE
Efsaneye göre Nuhun torunları gök yüzüne tırmanmak için birçok kattan meydan gelen ve son katı tapınak olarak düzenlenen bir kule yapmışlar.Gökyüzünü hakimiyeti altına almak isteyen insanın kendini beğenmişlik ve nefesine güvenini simgeleyen bu kule hakkında Tevrat ve incil ile Yunan mitolojisinde de değişik varyantlar vardır.
Her kafadan bir sesin çıktığı,kalabalık bir mekânda meclis adabını çiğneyerek ikişer kişinin birbirleriyle lafladığı ve seslerin bir uğultuya dönüştüğü durumlar tam da muhavere-i Tebabüliye sayılır.
MUSUL ÇEşMESiNDE SU iÇMEK
Musulda Yunus Nebi zamanından kalma bir çeşme varmış.Suyundan içen mahsumlara şifa, zalimlere zehir olurmuş.Ne zaman şehre bir zalim vali gönderilse,halk bir müddet sonra onu götürüp bu çeşmeden su içirirler ve bir kaç günde göçürterek zulmünden kurtulurlarmış.Musul?un zarif kişi zadeleri arasında zalimlere karış çtiğin Yunus Nebi çeşmesi ola!demek bir darbı mesel olmuş.
KAş YAPARKEN GÖZ ÇIKARMAK
Masumane işlemi bazı hatalar vardır;hani birisine iyilik yapayım derken zararı dokunmak,iltifat edeyim derken karşısındakini gülünç duruma sokmak, saygı göstereyim derken aşağılamak gibi.Tamamen iyi niyete bağlı bu tür hatalar için dilimizde yaparken göz çıkarmak ı denir.Resmi tatilin a günleri yapıldığı eski toplumumuz da düşünler de bu güne rast getirilir ve Perembe akşamından da gelin hanım süslenirmiş. Kuaförlerin,güzellik salonlarının,moda evlerinin bulunmadığı o zamanlarda gelini süsleyen hanımlara meğıata,kalemkâr veya yüz yazıcı, bu faaliyete de koltuk merasimi denilmiş.
KABAK TADI VERMEK
Genç ve şehirli nesil, bu cümlemizden hiç bir şey anlamayacaktır eminim. Zira onlar kabağı,neuzübilleh ağaçta yetişir sanırlar.
Hele kabağın çeşitleri olduğuna dair hiç akıl yormamışlardır.sofrada tatlı tatlı yedikleri kabağın bal kabaığı olduğunu kara kabaktan nefis börek ve bükmeler yapıldığını düşünmemişlerdir hiç.Bu durumda tabii ki su kabağının ne menem bir şey olduğunu da onlara tarif etmek gerekir.Efendim,su kabağı,bostan cinsinden olup yerde sebze gibi büyüyen,karpuzu andıran kursu ucunda da kart hıyar büyüklüğünde boyun kısmı bulunan bir tür sebzenin meyvedir.
ıPSıZ SAPSIZ
imdi olduğu gibi eskiden de Anadoludan istanbula çalışmak üzere adamlar gelir,bunların çoğu da herhangi bir mesleğe sahip olmadıkların dan ya hamallıkla, yahut kazma kürekle çalışarak işe başlarlarmış.Bunların içinden öyleleri olurmuş ki hamallık yapmak için de ne bir kazma veya kürekleri bulunurmuş.
Bir ip veya tutacak bir sap sahibi olmayan bu kişiler için söylenen ipsiz sapsız deyimi de yaramayan adamlar hakkında tahkir anlamında kullanılmıştır.
BAM TELiNE BASMAK
Bâm (em)kelime olarak evin üstü,çatı demektir.Türkçede dam olarak kullanılır.Bir musiki terimi olara kullanılan bam telinin orijinal telâffuzu bem teli dir. Bem, asl?nda kanun,tambur gibi sazlara takılan tel demektir.Bem (veya bam)sakalın dudağa en yakın olan kalın teline de derler.
Telli sazların en üstünde bulunduğu ve kalın ses verdiği için bu tele musikide bam teli denilmiştir.Bunun karşıtı zir (alt)olup o da en ince teli karşılar (zir ü bem =alt ve üst,ince ve kalın teller).
BEL BAğLAMAK
Birisine güvenmek bir işe ümit bağlamak yerinde kullanılan bel bağlamak dilimize tarikat ritüelleriyle yansımıı bir deyimdir.Sufiler,bir tarikata girmek ve ikrar vermek anlamnda bel bağlamak derler. Fetüvvet ehli,kendi halklarına dahil olanlar edd(yünden dokunmuş kemer)kuşata gelmişlerdir.
Mevlevilikte buna elif nemed (keçeden dokunmuş uzunca kuşak), bektaşilikte de ti?-bend denilir.Bir kişi tarikata girince beline bağlanan bu kuşak,dervişin, artık o yolun bütün yasaklarını kabul ettiği, bütün emirlerini yerine getireceği anlamina gelir ve bu husus da kuşak kuşatma merasiminde kendisine telkin olunurdu.
iPE UN SERMEK
Kendisinden bir hizmet beklenen veya verilen görevi yerine getirmesi umulan kişilerin çeşitli bahaneler öne sürerek yavaş davranmaları yahut işin yapılmasına engel olmamaları hâlinde söylenen bu deyim Nasreddin Hocaya atfedilen bir hikayeden kaynaklanır.Rivayete göre Hoca merhumun bir komşusu varmış.Ödünç aldığı eşya yahut araç gereci geri getirmekte ihmal kâr davranır,unutturabilirse hiç geri getirmez,yahut o kadar hoyrat kullanırmış ki,ne alırsa bozuk.ıdelik,kopuk,sakat olarak iade edermiş.
iPiN UCU
Sonucu başkalarının kararlarına bağlı olan bir işte umut kesildiği, yahut olumsuz netice alınacağı belli olduğu vakit avamdan insanların dilinden ipin ucu pişt elinde diye bir söz işitilir. Hemen her devirde geçerliliğini koruyan bu ifadenin hikâyesi söyledir:
Vaktiyle medreseden icazetname alan mollalardan birisi memleketi olan Bursa camilerinden birine imam tayin olunmuş.Vazifeye başladığı hafta ilk a hutbesini okuyacak olması kendisini biraz heyecanlandırmış olsa gerek minbere çıkmadan evvel eski arkadaşlarından,kıdemli birisiyle anlaşmış ve,Azizim,demiş,ben minbere çıkarken ayak bileğime bir ip bağlayacağım.
ÇADIRINI BAşINA YIKMAK
Osmanlı hükümdarları, sefer esasında hareketlerinden ve hizmetlerin den hoşnut olmadıklar vezirlerini azletmek için kaldıkları çadırın direklerini söktürüp başlarına yıktırırlardır.Bu hareket iktidardan düşme manâsına eski Türk geleneklerinde mevcut olup Orta Asya?dan itibaren uygulanmıştır.
Fatihin,Karman seferi sırasında Mahmud Paşaının;Yavuzun da çaldıran dönüşünde Hersekzade Ahmed Paşa ile Dukaginoğlu Ahmed Paşaının çadırlarını başlarına yıktırdıkları meşhurdur.
HAPI YUTMAK
Bir şeyin artık gerçekleşme ihtimali kalmadığı,birisinin başına gelen kötü bir halden dolayı iflah olmaz mecraya girdiği,düzen ve dubaranın bozulup hakikatin ortaya çıktığı,kötülüklerin sona erdiği durumlarda Artık hap? yuttu,hapı yuttu sayılır… gibi ifadeler kullanırız. Bu deyim bize Sultan IV.Murad zamanının yadigârıdır.
Sultan Muradın kave,müskirat (sarho? edicimaddeler)ve mükeyyifatı (keyif verici maddeler)yasakladığı dönemde saray casuslarından biri,belki de kıskançlık sebebiyle,hekimbaşı Emir Çelebi,nin yasakları çiğnediği ve afyon kullandığına dair bir ihbarda bulunur.
Cevap: ilginç Hikayeler – Deyimlerin anlami hikayeleri
find
Allah razı olsun bilgiler için. arkadaşlar sizde varsa eklermisiniz?
Yanıt: ilginç Hikayeler – Deyimlerin anlami hikayeleri
rana
-İnsanoğlu Kuş Misali:
Hazır Üsküdar’a geçmişken ordan devam edelim. Zamanında Üsküdar’da bir "Miskinler Tekkesi” bulunurmuş. Adından da anlaşılacağı üzere buraya yurdun en tembel, en miskin insanları takılırmış. İşte burada iki miskin kendilerine iki sandalye bulup oturuyorlarmış. Gel zaman git zaman havalar gittikçe soğumaya başlamış. Tekkeninde penceresi açık ama kimsenin ayağa kalkıp pencereyi kapatmaya mecali yok.
Birinci miskin: Yahu havalar iyice soğudu, şu pencereyi kapatmak lazım.
İkinci miskin: Doğru söylüyorsun mirim, kapatmak lazım.
Aradan saatler geçer, haftalar geçer, hatta ay geçer, yine aynı diyalog aralarında sürer gider. Sonunda birinci miskin daha fazla dayanamaz bütün gücünü toplayıp karşı pencereye ulaşır, camı kapatır ve hemen oracıktaki bir iskemleye kendini bırakır. Sonra öteki miskin arkadaşına şunları der: "Ya mirim gördün mü, insanoğlu kuş misali. Dün neredeydim, bugün neredeyim”
– Hakkında Hayırlısı Böyleymiş:
Bu deyim daha çok değer verilmeyen birinin başına gelen felaketi –birazda alay ederek- hafife almak için kullanılıyor. Hikaye şöyle;
Bir zamanlar Üç kişilik bir hırsız gurubu varmış. Bunlar her gittiği yeri soyup soğana çevirmekte yurt çapında ustalaşmış, namı almış yürümüş kişilermiş. Aralarından biri şefmiş. Şef oldukça sert mizaçlı, acımasız biriymiş. Bir gece konağın birini soyuyorlarmış, çatıdan salona iç sallandırmışlar, biri topladığı eşyaları iple tırmanarak çatıdaki şefe veriyor, şef; bunları dışarıda gözcülük yapan diğer hırsıza ulaştırıyormuş. İçerdeki hırsız salonda som altından bir şamdan görmüş, iple çatıya çıkarken,
"şefim bu şamdan benim ona göre” demiş. Şef bu lafa bir hayli sinirlenip ipi kesmiş, adam kafa üstü yere çakılıp ölmüş. Konaktan yürütebildikleri ile birlikte öteki hırsızla hızla uzaklaşırlarken adam ölen arkadaşı ile ilgili bütün cesaretini toplayıp; "Zühtü de iyi adamdı be şefim” Şef sert bir bakış fırlattıktan sonra gür sesiyle bağırmış: " Sus ulan! Hakkında hayırlısı böyleymiş”
DEVLET KUŞU KONMAK
(Deyimin kullanıldığı söz gelişi: Beklenmeyen, büyük, önemli kısmet; şans.)
Bir rivayete göre, vaktiyle İran’da hükümdarlar öldüğü zaman, bütün şehir halkı sarayın önündeki meydanda toplanırmış. Sarayın balkonundan, adına devlet kuşu denilen bir kuş uçurulur, kimin başına konarsa, o adam ülkeye hükümdar olurmuş.
Gerçi tarihte, gerek İsa’dan önce İran’da yaşayan Medler ve Persler, gerek İsa’dan sonra yaşayan kavimler zamanında, böyle garip bir yolla hükümdar seçildiğini gösterir bir kayıt yoktur; üstelik böyle bir seçim yapılmış olması, mantığa da uygun düşmemektedir. Ama hak etmediği yerlere, şans eseri gelenler için, ‘başına devlet kuşu kondu’ denmesi, yukarıda sözü edilen masaldan gelmiş olsa, yerinde ve anlamlı bir sözdür.
Baklayı ağzından çıkarmak
"Deyimin hikayesi şöyle: Vaktiyle çok küfürbaz bir adam yaşarmış. Zamanla kendine yakıştırılan küfürbazlık şöhretine tahammül edemez olmuş. Soluğu bir tekkede almış ve durumu tekkenin şeyhine anlatıp sırf bu huyundan vazgeçmek için dervişliğe soyunmaya geldiğini söylemiş. Şeyh efendi bakmış, adamın niyeti halis, geri çevirmek olmaz, matbahtan bir avuç bakla tanesi getirtmiş. Bunlara okuyup üfledikten sonra yeni dervişe dönüp tenbih etmiş: – Şimdi bu bakla tanelerini al. Birini dilinin altına, diğerlerini cebine koy. Konuşmak istediğin vakit bakla diline takılacak, sen de küfretmeme isteğini hatırlayıp o anda söyleyeceğin küfürden vazgeçeceksin. Bakla ağzında ıslanıp da erimeye başlayacak olursa cebinden yeni bir baklayı dilinin altına yerleştirirsin. Adamcık şeyhinin dediği gibi tekkede kalıp kendini kontrol etmeye başlar. Bu arada şeyh efendi de bir yere gidince onu yanından ayırmamaktadır. Yağmurlu bir günde şeyh ile derviş bir sokaktan geçerlerken bir evin penceresi hızla açılır ve gençten bir kız çocuğu başını uzatarak, – Şeyh efendi, biraz durur musun? deyip pencereyi kapatır Şeyh efendi söyleneni yapar, illa yağmur sicim gibi yağmaktadır. Sığınacak bir saçak altı da yoktur üstelik niçin durdurulduğunu henüz bilmemektedir ve kız da pencereden kaybolmuştur. Bir ara evin kapısına varıp kızın ne istediğini sormak geçer içinden ve tam kapıya yöneleceği sırada kız tekrar pencerede görünür ve, – Şeyh efendi, der, birkaç dakika daha bekleseniz… Şeyh içinden "La havle" çekse de denileni yapmamak tarikat adabına mugayir olduğundan biraz daha beklemeyi göze alır. O sırada küfürbaz derviş kendi kendine söylenmeye başlamıştır. Yağmurun şiddeti gittikçe artmakta, bizimkiler de iliklerine kadar ıslanmaktadırlar. Nihayet pencere üçüncü kez açılır ve kız seslenir: – Gidebilirsiniz artık!.. Şeyh efendi merak eder ve sorar: – İyi de evladım bir şey yok ise bizi niçin beklettin? – Efendim, der kız, elbette bir şey var, sizi sebepsiz bekletmiş değiliz. Tavuklarımızı kuluçkaya yatırıyorduk. Yumurtaları tavuğun altına koyarken bir kavuklunun tepesine bakılırsa piliçler de tepeli olur, horoz çıkarmış. Annem sizi geçerken gördü de yumurtaları kuluçkaya koydu. Münâsebetsizliğin bu derecesi üzerine şeyh efendi, – Ulan derviş, der, çıkar ağzından baklayı!."
BURNUNDAN FİTİL FİTİL GETİRMEK
Nankörlük, haramzadelik ve ihanet hallerinde beddua manasıyla kullandığımız bu deyimdeki fitil (fetil) kelimesinin eskiden kullanılan 4 anlamı vardır:
1. Lamba fitili
2. Ovalamakla deriden çıkarılan yuvarlak kir
3. Yaraya konulan pamuk
4. Örgü
Bu anlamların hemen hiç biri yukarıdaki deyime tam uygun gözükmüyor. En sondaki örgü anlamı biraz eski işkence tarzlarını hatırlatıyor(yer yer düğüm atılmış olan bir yumak ipliğin ucunu suçlunun burnundan ağzına sarkıtıp bir ileri bir geri sararak işkence yapıldığını Evliya Çelebi yazar ve dolayısıyla bir beddua elverişli görünüyorsa da deyimde geçen fitil kelimesi bir ağırlık ölçü birimi olarak bambaşka bir anlam taşır. Dirhemin dörtte birine denk, dengin dörtte birine kırat, kıratın dörtte birine fitil denir. Bu durumda fitil dirhemin kesirlerinden biri olarak muhtemelen bir damla kan ağırlığında olmalıdır ki hakkı yenilen kişinin hakkı, eylediği beddua gereği zalimin burnundan damla damla (fitil fitil) gelebilsin.
Soru: ilginç Hikayeler – Deyimlerin anlami hikayeleri
rana
Eli Kulağında
Gerçekleşmesi pek yakın olan işler hakkında "(Henüz olmadı ama) eli kulağında” deriz. Bu deyimin kaynağı Asr-ı Saadet’te Bilal-i Habeşi’ye kadar uzanır. İslamiyet yayılmaya başlayıp da müslümanların sayısı artınca, namaz için onları biraraya toplamak üzere ezan okunması kararlaştırılmış ve sesi güzel olduğu için Habşistanlı eski köle Hz. Bilal, bu vazifeye seçilmişti. Ne var ki Medine’de nmüşrikler ve diğer dinlere mensup olanlardan bazı tahammülsüz insanlar, ezan okunurken sesi duyulmasın diye gürültü yapmaya, çocukları toplayıp Bilal-i Habeşi ile alay etmeye başlamışlardı. Bunun üzerine Hz. Bilal, ellerini kulaklarına tıkayarak ezan okumaya başladı biilahare müezzinler ellerini kulaklarına tıkamyı bir tür Bilal-i Habeşi sünneti gibi gördüler ve ezanı öyle okudular.
Eskiden birisi yakındakine,
– Ezan okundu mu, dediğinde, eğer vakit çok yakın ise,
– Okunmadı ama (müezzinin) eli kulağında; dermiş
ATEŞPAHASI
Vaktiyle Osmanlı hükümdarlarından biri maiyyetiyle avlanmaya çıkmış. Bir ceylanın peşinden koşarken vakit bir hayli ilerlemiş ve gün batmaya yüz tutmuş. Bu sırada gök kararmış, ortalığı şiddetli bir rüzgar ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmış. Hünkâr ve adamları en yakın kulübeye kendilerini zor atmışlar. Meğer sığındıkları kulübe odunculuk yapan bir garibe aitmiş. Adamcık onları içeri almış. Sultan her ne kadar adamı tedirgin etmemek için kim olduklarını söylememiş ise de oduncu durumu kavramış ve ocağa büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıtmış. Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalmışlar ve geceyi orada rahatça geçirmişler.Hattâ bir ara hünkâr,
-Doğrusu şu ateş bin altın eder, diye söylenmiş.
Ertesi gün yola çıkacakları vakit padişah oduncuya sormuş:
-Efendi! Bizi ihya ettin, harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik. Söyle bakalım borcumuz ne kadar?
Oduncu fırsatı değerlendirmenin zamanıdır deyip rayici yüksek tutmuş:
-Bin altın beyzadem!
Vekilharç hemen atılmış:
-Ne masraf ettin ki bin altın istersin bre densiz?
– Sabaha kadar ateşi aynı kıvamda tuttum. Böyle dağ başında bu ateş az bulunur.
-Ama ateş bu denli pahalı mıdır?
O sırada padişah vekilharcına dönüp:
-Ağa,demiş,ateş iyiydi,şimdi pahasını verin!
Oduncunun bu tavrı halk arasında şüyu bulunca, değerinin üstünde fiyat biçilen şeyler hakkında "ateş pahası" denilmeye başlamış ve giderek deyimleşmiş. Umulana göre çok pahalı bulunan fiyatlar hakkında bugün dahi "ateş pahası" denilir
(Prof.Dr. İskender PALA)
rana
VERMEYİNCE MA’BUD NE YAPSIN MAHMUT?
Ziya Paşa’nın ünlü Terkib-i Bend’inde yine ünlü bir beyti vardır. Halk arasında dil persengine dönüşmüş ve pek çok garibanın şikayetini dile getirmesine medar olmuş bu beyitte Paşa,
Bî-baht olanın bağına bir katresi düşmez
Baran yerine dürr ü güher yağsa semadan
buyurur. "Gökyüzünden yağmur yerine inci ve mücevher yağsa, bahtı kapalı olanın bahçesine yine de bir damlası düşmez." demektir. Türkçemizde bu beytin mazmununu ifade eden pek çok deyim, darb-ı mesel ve vecize bulmak mümkündür. Muhallebi yerken dişi kırılan nasipsizden ata bindiği halde "ya nasib"i unutan geline, güvendiği dağa kar yağan mareşalden cemaziyelevveli keşfolunan mahzen memuruna kadar pek çok insan bu beyti tekellümde mazurdurlar. Ancak içlerinde bir tanesi, vardır ki şair belki de bu beyti onu derhatır ederek söylemiştir. Önce hikayeyi anlatalım:
Rivayet olunur ki, Sultan II. Mahmud, tebdil gezdiği bir Ramazan gününde Üsküdar’da mücerred bir kunduracının, boş örse çekiç vurarak her hamlede "Tıkandı da tıkandı" dediğine şahit olmuş. Merak saikiyle içeri girip bunun sebebini sormuş. Adamcık anlatmış:
Bir gece rüya gördüm. Çeşmeler vardı. Bazılarından şarıl şarıl sular akıyor, bazılarından sızıyor, bir tanesi de tıp tıp damlıyordu. O sırada bir pîr-i nuranî belirdi. Ona bu çeşmeleri sordum. "- Şu şarıl şarıl akanlar, padişahımızın talihidir. Sızanlar devlet erkanından filanca paşaların ve falanca zenginlerin talihleridir. Şu damlayan da senin talihindir." deyip kayboldu. Yerden bir çöp aldım ve benim talihim olan çeşmeye yaklaştım. Çöple biraz kurcalayıp lüleyi açmaya çalıştım. Ah, ellerim kurusaydı! Filvaki çöp kırıldı ve artık eski damlalar da damlamaz oldu. O günden sonra müşterim kesildi, kazancım bitti. İflas ettim, bu hale geldim. Şimdi de talihimden şikayet ile "tıkandı da tıkandı" zikriyle boş örsü dövüyorum.
Padişah kendini aşikar etmez ve saraya dönünce adamın söylediklerini tahkike memur gönderir. Meğer adamcağız herkes tarafından "Tıkandı Baba" diye tanınmakta ve nasipsizliğiyle bilinmekteymiş. O kadar ki çeşmeden su doldurmaya gitse kurnayı bir kurbağa tıkar; bir mal almak için pazara uğrasa, ona sıra gelmeden mal bitermiş. Sultan, mübarek Ramazan ayında bu garibi sevindirmek ister ve bir tepsi baklava yapılmasını, her dilimin altına da bir sarı altın konulmasını emreder. Sonra tepsiyi, bir zengin konağından iftarlık geliyormuş gibi gönderir.
Nasipsizlik bu ya; Tıkandı Baba, bir tepsi baklavayı bir iftarda yiyip bitirmek yerine satıp parasıyla birkaç günler iftar etmeyi düşünerek tepsiyi pazara çıkarmaz mı?
Padişah, durumu öğrenip üzülmüşse de niyetine sadakat ile aynı minval üzere ertesi gün nar gibi kızarmış bir hindi dolması yaptırıp yine içini altın ile doldurarak Tıkandı Baba’ya yollar. Baba’dan baklava tepsisini satın alarak parsayı toplayan uyanık müşteri, bu sefer yine kapıya dayanıp Baba’nın aklını çelmenin yollarını aramaktadır. Der ki:
Bre Tıkandı Baba! Sen bir garip ademsin. Tek başına bu hindiyi nice yiyeceksin. Gel sen yine bu hindiyi bana sat.
Pazarlık tamam olup hindi de kanatlanınca, padişah bu derece safderunluğa aşırı derecelerde öfkelenip derhal Tıkandı’yı saraya çağırtır. Çavuşlar eşliğinde iftar vaktine yakın, karga tulumba sarayın yolunu tutan Tıkandı Baba telaşlanır. "Bir suç işlemiş olmalıyım, ama ne ola ki!" diye kara düşünceler içinde huzura alındığında neredeyse bayılmak üzeredir. Bu hale padişahın yüreği dayanmaz ve öfkesi merhamete döner. Sultan, olup bitenleri anlattığı zaman Tıkandı Baba hayretler içinde hünkarın ayaklarına kapanıp, dualar, şükürler okumaya başlar.
Padişah ona son bir hak daha tanımayı isteyip doğruca hazine-i hassa odasındaki altın ve mücevher dolu sandıklardan birinin huzura getirilmesini buyurur. Sandık gelir. Sultan Mahmud selamlık dairesinin çini sobasının altını yoklayıp küreği eline alır ve:
Tut şu küreği! Sandığa daldır. Ne kadar alırsa hepsini sana bağışladım, der.
Tıkandı Baba, makus talihinin böyle bağteten muradına muvafık harekatından fazlasıyla heyecanlanır. Sevinçten titreye titreye küreği sandığa daldırır. Bir müddet iteleyip çalkalar ve itina ile kaldırırsa da kürek ters daldırılmıştır ve sandıktan ancak sap kısmında bir tek kızıl altın ile çıkar. Baba düşüp bayılır. Şair ruhu taşıyan hisli padişah ise seçili bir üslupla o, tarihe geçen sözünü söyler:
Vermeyince Ma’bud, ne yapsın Mahmud?.
Hikmetinden sual olunmayan yüce Ma’bud, kim bilir hangi kadere binaen o küreği ters çevirmişti. Onca yıllık Tıkandı Baba, acaba Açıldı Baba olsaydı kendisi için daha mı iyi olurdu? Hem kim bilir belki de sonradan Tıkandı Baba, haline şükretmiş ve hayırlısını istemekten dolayı gani gönüllü bir fakir olarak vefat etmiştir. Öyle ya, nasib işi başka şeye benzemez. Hani ne demiş dedelerimiz:
Kısmetinse gelir Hind’den Ye men’den
Kısmet değil ise ne gelir elden
Prof.Dr. İskender PALA
elif
AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI
(Bir zorluğu çözümlerken, bir engeli ortadan kaldırmaya çalışırken bazen hiç beklenmedik sürpriz olaylar çıkar ve daha büyük engeller karşınıza dikilir. Böyle durumlarda bu deyim kullanılır.)
Deyimin öyküsü Osmanlı tarihine dayanır. Yavuz Sultan Selimin Yemen’i Osmanlı topraklarına katmasından bir süre sonra Yemen’de isyan çıkmış, uzun uğraşmalar sonunda Yemen Fatihi Sinan Paşa duruma hakim olmuş; Yemen bundan sonra 400 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmıştı.
Söylentiye göre Sinan Paşanın askerleri bir gün çölde konaklamış. Yemek pişirmek üzere hasır torbalar içindeki mısır pirinçlerini yere serdikleri büyük bir çadırın üstüne dökmüş ve taşlarını ayıklamaya başlamışlar.
Bu sırada bir fırtına çıkmış ve rüzgarın savurduğu bir kum bulutu pirinçlerin üstüne inerek, ufak bir tümsek halinde yığılmış.
Kumların altında kalan pirinçlere bakakalan yeniçeriler arasından şakacı bir asker, arkadaşlarına:
-Biz Allah’ın nimetini taşlı diye beğenmiyorduk, bizim gibi günahkar kullara üç beş taş az bile gelir. Asıl şimdi ayıklayın bakalım pirincin taşını. Ulu tanrımız, Kabe’ye hücum eden fil sahiplerinin başına ebabil kuşlarından taş yağdırmıştı. Bizim başımıza da daha büyük taş yağdırmadan hemen tövbe edelim, diyerek arkadaşlarını güldürmüş.
elif
ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKMAK
(Bilmediği işe, yetkisi dışındaki konuya karışmak anlamında bir deyim.)
19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris’te bir resim sergisi açmıştı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.
-Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.
-Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.
-Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?
-Ben kunduracıyım, çizme dikerim. deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam,
-Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma!
elif
ÇAM DEVİRMEK , POT KIRMAK
(Başkalarını kızdıracak, üzecek, gereksiz, münasebetsiz söz söyleme anlamında bir deyim.)
Zengin bir adamın, Göztepe Erenköy taraflarında, sekiz on dönüm bahçeli, büyük bir köşkü varmış.
Adam bu bahçenin bir köşesine bir bina daha yaptırmaya karar vermiş.
Eski binalar hep ahşap yapıldığı için, gereken keresteyi tomruk halinde getirtmiş ve inşaat yaptıracağı yere istif ettirmiş.
Bu tomrukların içinde çam, gürgen, meşe ve ceviz ağaçları da bulunuyormuş. Sayfiye mevsimi olmadığı için Nişantaşı’ndaki konağında oturan zengin adam bir sabah, köşküne gitmiş ve köşkün saf bekçisine emir vermiş:
-Bir hızarcı bul, bahçedeki ağaçların arasındaki çamları biçtir, tahta ve kalas yaptır demiş.
Saf uşak da efendisinin emri üzerine hızarcıları bulmuş. Çam tomrukları yerine, köşkün bahçesinde ne kadar kıymetli çam ağacı varsa kestirip devirmiş. Bu akılsız uşağın adı, çam deviren uşak kalmış.
elif
Şamar oğlanı
Avrupada prenslerin eğitiminde hiçbir zaman hatalarını ortaya koymazlar, örterlerdi.Hatta yaramazlık yaptıklarında dayağı başka çocuklar prenslerin adına yerler ve onlara şamar oğlanı denirdi.
fevziay
iş inada bindinin öyküsü..
adamın biri hayatında hiç namaz kılmamış .bunu bilen bir arkadaşıda yahu şu mübarek ramazan bari bir-iki rekat namaz kıl demiş.o da tamam tamam kılarız.iki rekat deyip .akşam teravih namazına gitmiş. teravih başlamış .bir-iki-dört derken namaz devam ediyor.bir camdan kafasını uzatıp cami önünde bekleyen oğluna ,evlat sen eve git bu iş inada bindi.demiş.
Hoca
< ÇİZMEDEN YUKARI ÇIKMAK
(Bilmediği işe, yetkisi dışındaki konuya karışmak anlamında bir deyim.)
19.yüzyılda, Fransız ressamlarından Delacroix Paris’te bir resim sergisi açmıştı. Sergiyi gezenlerden bir kişi, büyükçe bir şövalye tablosunun önünde uzun süre durarak, yakından uzaktan ciddi ciddi seyreder, beğenmediğini belirten bir biçimde de başını sallarmış. Bu durum ilgisini çeken ressam yanına gelerek sormuş.
-Bu tablo ile çok ilgilendiğiniz belli oluyor.
-Evet demiş adam. Şövalyenin çizmesindeki körük kıvrımlarında hatalar var.
-Pekiyi nasıl anladınız, işiniz bu mu?
-Ben kunduracıyım, çizme dikerim. deyince ressam hemen tuvalini ve boyalarını getirerek adamın söylediği biçimde çizmeyi düzeltmiş ve gerçekten daha iyi olduğunu görmekten memnun olarak adama teşekkür etmiş. Fakat adam yine tablonun başından ayrılmadan, bu kez de şövalyenin pantolonunda ve kemerinde de hatalar olduğunu belirtince bu çok bilmişliğe dayanamayan ressam,
-Bak dostum demiş, sen kunduracısın, çizmeden yukarı çıkma! >
ilgin hikayesi varmış:)
Abide
ilginç hikayeler gerçekten
Misafir
çok güzel bir sayfa olmus elinizesağlık:)
çiçek ammo
Demi hikayeleri çok ilginç ve anlamlı
feyzanur
düşe kalka
yeni doğan bir bebeği annesi yürütmeye çalışıyormuş bebek birden düşünce annesi ona doğru koşarak yardım etmiş
anne :yavrum ne oldu annecim
baba:bırak annesi düşe kalka öğrenecek
demiş
ağzından bal damlamak deyiminin hikayesi, deyim hikayeleri, aba altından değnek göstermek hikayesi