Ruhban nedir? İslamda ruhban kavramı

Ruhban nedir? İslamda ruhban kavramı

mumsema
RUHBAN HAKKINDA ANSİKLOPEDİK BİLGİ

Evlenmeyen papazlar; hristiyan din adamları, keşişler, Müslümanlık’tan başka dine mensup din adamları. Arapça "rahib" kelimesinin çoğulu; Batı’da soylular ve şehirliler sınıfıyla beraber protokolde onlardan önde gelen zümre. Bir mezhep veya bir memlekete mensup kilise adamlarının hepsine ruhbân denir. Katolik ruhbânı, Anglikan ruhbânı, Fransız ruhbânı vb.
Ruhbânlık kurumu, râhiplerin teşkilâtlı bir şekilde çalışmalarını sağlamak için oluşturulmuştur. Katolik Kilisesi’nde ruhbânlık, papa, râhip ve diyakoz üçlüsü üzerine kurulmuştur. Ruhbânlık kurumunun Hristiyanlığın ilk dönemlerine kadar uzanan bir geçmişi vardır. Protestan kilisesinde ruhbanlığın işleyişi devletler ve mezheplere göre bazı farklılıklar göstermektedir. Genel olarak ruhbanlık, dünya hayatıyla dini hayat arasında aracılık görevini yapan bir kurumdur. Ruhbânlık kurumunu oluşturan râhipler, bazen özel, bazen de gizli ibadet bilgisine sahip âyin uzmanlarıdır. Ruhbânlık kurumunun Hz. İsa’ya kadar uzandığı, O’nun on iki Havari’yi Filistin köylerine gönderdiği (İncil, Matta, VI, 6-7), Havarilerin de ilk hristiyan cemaatlerini kurdukları zaman her cemaatin başına bir yetkili ruhbân tayin ettikleri Hristiyan kaynaklarında zikredilmektedir (Xavier Jakob, Sorabilir miyiz?, İstanbul 1988, s. 19).
Bazı toplumlarda aile ve klan, kutsal bir vasıf taşır. Bu nedenle o tür toplumlarda râhiplerin faaliyetlerini aile reisi veya klanın şefi üstlenir. Bazı toplumlarda ise ibadet bir uzmanlık konusu olduğu için, râhiplik de uzmanlığı gerektiren bir görev kabul edilmiştir. Eski Roma’da râhiplik diğer bazı toplumlarda olduğu gibi uzmanlığı gerektiren bir iş kabul edilmiştir. Râhip, halkın din ve inançla ilgili görevlerini yapar ve aile reisinden farklı bir durumu vardır. Bu çeşit bir farklılaşma ve uzmanlaşma ancak iş bölümüne elverişli toplumlarda görülebilir. Kurumlaşma ve iş bölümünün olmadığı toplumlarda, özel kabiliyetleri olan bazı kişiler günlük sosyal faaliyetleri yanında râhiplik görevlerini de yerine getirirler. Bu toplumlarda ruhbânlık bütün inançları içine alan genel bir uygulamayı sergilemektedir. Eskiden ABD’nin güney batı bölgelerinde yaşayan bazı yerli kabileler, dini birlikler şeklinde teşkilâtlandıklarından, bu toplumlarda bereket ve güveni sağlamak için düzenlenen âyinlerin hemen hepsi özel râhiplerden ziyade bu gruplar tarafından idare edilirdi.
Genel olarak ruhbanlık faaliyetleri, ilâhî güçlerin veya tabiat üstü varlıkların gerektirdiği âyinlerin belli kaidelere uyularak yapılmasıyla ilgilidir; yoksa ruhbanlık, bir takım büyü tekniklerini uygulayarak onlardan anlam çıkarmak değildir (O. Simmel, R. Stühlin, Christliche Religion, Hamburg 1957, s. 242).
Hristiyanlığın hemen bütün mezheplerinde râhiplerin en önemli işlerinden biri, kurban âyini’ni idare etmektir. Hinduizm dininde de râhipler, Veda dönemindeki kurban âyinlerini, Brahman kastından geldiği şekliyle sürdürmektedirler.
Bazı kaynaklara göre ruhbanlık, Hristiyanlığa, Hindistan, Mısır ve İran dinlerinden geçmiştir. Hinduizm’in fakirleri, eski Mısır’ın münzevî hayat süren halkı, İran’ın manvileri hristiyanların hoşuna gitmiştir. Hristiyanlar da nefsi temizlemek, rûhânî bakımdan yükselmek ve Allah’a yaklaşmak için onlar gibi davranmak gerektiğine inanmışlardır. Hristiyanlık için nefsin arınması ve Allah’a yaklaşma yolunda bu eski dinlerin izlenmesini isteyenlerin başında Aziz Athanasius, Aziz Basil, Aziz Grogery, Aziz Ambross ve Aziz Augustin vb. büyük azizler gelmektedir. Bunlar birer büyük râhip ve ruhbânlığın en önde gelen savunucularıdır. Hristiyan kilisesinde ruhbanlığı başlatan ve yayılmasında öncülük edenler de bunlardır.
Tarihten edindiğimiz bilgilere göre ruhbanlık, hristiyanlar arasında ilk önce Mısır’da görülmüştür. Ruhbânlığın kurucusu Aziz Anthony’dur. Bu Aziz, Hristiyanlığın ilk râhibi ve ilk manastır kuran kişisi olarak bilinir. Hristiyanlık’ta ruhbânlığın temel felsefesi ve inanç tâlimleri onun tarafından geliştirilmiştir.
Aziz Anthony’un başlattığı ruhbân hareketi kısa zamanda çığ gibi büyümüş, râhip yetiştirmek için çeşitli ülkelerde manastırlar kurulmuştur. Bu gelişmelerden sonra kilisenin mevcut düzeniyle ruhbanlık arasında önemli bir anlaşmazlık ortaya çıkmıştır; Çünkü kilise, dünyayı terk ederek rûhânî bir hayat sürmeyi ideal kabul etmesine rağmen, râhiplerden başkalarının evlenme ve mal-mülk sahibi olmalarını yasaklayamamıştır. Böyle bir yetkiye de sahip değildir. Bu ve benzeri çıkmazlardan kurtulmak için çareler aranmış ve bazı hususlarda ulaşma sağlanmıştır. Özellikle Aziz Athanasius, Aziz Basil ve Aziz Augustin’in vaaz ve telkinleriyle ruhbanlık, Kilise’nin bağımsız ve ayrılmaz bir kurumu olarak şekillenmiştir.
Hristiyanlık’taki ruhbân anlayışını altı ana grupta toplamak mümkündür:1. Çeşitli ibadet, murakabe ve çilelerle insan vücuduna eziyet veren ruhbân sınıfı; 2. Pis ve pasaklı olan, temizliği, Allah’a tapma ve O’nu sevmeye aykırı bularak vücut temizliğini ruhun cenabeti sayan ruhbân sınıfı; 3. Bekârlık, cinsel ilişkiden kaçınma, meşru evlilikten uzaklaşma ve bir köşeye çekilmeyi en güzel ahlâki değer şeklinde yorumlayan ruhbân sınıfı; 4. Anne, baba, kardeş ve çocuklar arasındaki sevgi ve saygıya dayanan her türlü ilişkinin yasaklanmasıyla Allah rızasının kazanılacağına inanan ruhbân sınıfı; 5. Her türlü dünya zevkini, insânî ilişkileri, para hırsı ve zenginliği günah sayan, ancak bütün bunları kendileri için meşru gören ruhbân sınıfı; 6. Başkalarına iffet ve namuslu olmayı telkin ettikleri halde manastırlarda yapılan ibadet, zikir ve âyinlerde her türlü cinsel ilişkiyi mubah gören ruhbân sınıfı (Mevdûdî, Tevhîd Mücadelesi, (çev. A. Asrar) İstanbul 1983, I, 525).
Hristiyanlıkta özellikle ruhbân sınıfını oluşturan çeşitli makam ve görevler vardır, bunların ortaya çıkışı ve en önemlileri şunlardır.
Piskoposlar: Yeni Ahid’in kapsadığı dönemde bu adın, yalnızca Gentile kiliselerindeki Hristiyan görevlilere verildiğini görüyoruz (Philippi’de Filiplilere Mektub, III; Efes’de Rasûllerin İşleri, XX/28, I Timot, III/I). Böylece St. Peter, Küçük Asya’daki eyaletlerin çoğuna yazarken "piskoposun makamı" tâbirini kullanır (Peter, V/II).
İgnatius’un (m.s. 110 civ.) mektuplarında piskoposluk müessesesinin tam olarak kuruluşuna dâir referansları vardır. Geleneksel olarak piskoposluk kurumunun başlangıcı, Yohanna’ya atfedilir. Hem İskenderiyeli Clement, hem de Tertullian piskoposluğu Yohanna ile başlatır. Bu gelenekler, II. yüzyıl’dan sonra piskoposluk müessesesinin yerleşmesine yol açmıştır. İznik Konsili (m.s. 325) bu kararı Presbiter’lere ve deakon (daykon) lara da teşmil etmiştir.
Presbiterler: Bu kavram, muhtemelen Hristiyanlarca, Yahudilerden alınmıştır. Yahudiler bu terimle Sanhedrin ve diğer kurumların mensuplarını kastetmişlerdi. Fakat yazılı metinler bu kelimenin Greklerce bir şirketin veya kuruluşun mensubu diye kullanıldığını göstermektedir. Küçük Asya hristiyanlarının bu terimi Yahudilerden değil de, Greklerden almış oldukları da muhtemeldir.
Ayrıca Mısır’da putperest rahiplerin "presbyter" diye adlandırıldığı da söylenir (A. Deîssmann, Bible Studies, lng, ter., Edinburg 1901, s. 154 vd.).
Erken Hristiyan literatüründe presbiterlere, sık sık, "piskoposların yardımcısı" gözüyle bakılmıştır. İğnatius, presbiterlerin piskoposların, bir telin lir’e bağlı oluşu gibi bağlı bulunduklarını söyler.
Dördüncü yüzyıl da Apostolik Const.’ta piskopos ve presbiterlerin görevleri resmi olarak sıralanır. Presbiter’ler, piskoposlar olmadığında, onların görevlerini yapabilmektedirler. Orange (m.s. 441), Toledo (m.s. 400) konsilleri bu kararı resmileştirmişlerdir.
Deaconlar: Bu görevlilere Yeni Ahid’de, Filiplilere (I/I) ve 1 Tinotihy, (III/8)’de işaret edilir. Geleneksel görüşe göre deakonlar Rasûllerin işleri 6’da geçer. "Yedilerden" türemiştir.
Deakonlar, genellikle ikinci yüzyıl’dan sonra piskoposlar ve presbiter’lerin, lâik müridlerle olan bağlantısını sağlamıştır. Deakonlar, vaftiz ya da evkarist sunma hakkına sahip değillerdir. Genellikle evkarist’de, piskopos yardımcısı pozisyonundadır. Bazen piskoposların ve presbiterlerin olmadığı durumlarda deakon’lar, vaftiz yapma ve evkarist icra etme hakkına sahip olmuşlardır (Eneycloapedia of Religion and Ethics-Ere, VIII, 660, "ministriy" mad.).
Bazı ülke ve dinlerde rahip için değişik terimlerin kullanıldığı görülmektedir. Bunların önemlilerini şöylece sıralamak mümkündür.
Babilonya: Babilonya’da rahip için kullanılan genel terim "sangu" idi. Bu kelime Sümerce "sağ" (baş) kelimesinin genizden söylenmesiyle elde edilmiştir. Sangu Rabbu, "büyük rahip" demekti. Rahipler, tapınakta yapılan her türlü dinî ibadeti idare ederlerdi.
"Masmasu" adı verilen daha alt kademede bir rahip grubu, kralın başını mesh ile görevliydi. Babilonya hiyerarşisinde bir diğer grup da "asipu" idi. Bunların görevi, insanları kötülüklerden arındıran tütsüleri yakmakla ilgiliydi. Bunlardan başka urugallu, sailu, pasisu ve sukkallu adlı rahiplik görevleri de vardı.
Budizm: Budizm’de rahipler, "sangha" adı verilen bir grup oluştururlardı. Sangha’nın her üyesi, rahip pozisyonundaydı. Rahiplerin görevi daha çok halkı eğitmek ve dinî tebliğ etmekti. Budizm’de çok katı bir rahipler hiyerarşisi, hiç bir zaman olmamıştır (Ere, 289).
Taoizm: Taoculuk’ta, Miladî dönemlerin sonuna doğru Budizm’in etkisiyle organize bir rahipler kadrosu ortaya çıkmıştır. Bugün, "evli olanlar" ve "olmayanlar" diye iki grup taoist rahip vardır. Beş yıllık eğitimden sonra, rahip olunabilir. Rahipler genellikle mabedlerdeki dinî görevlerin icra edilmesi işini yürütürler (Ere, 292).
Hinduizm: Hinduizm’de rahipler hiyerarşisi, erken dönemlerden itibaren görünmeye başlar. Brahmanlar hem kast’ın, hem de rahiplerin en üst sınıfını teşkil ederler. Brahmanlar, dinî eğitimden sorumludurlar. Vedalar’da "Saman, Prastotr" ve "Udgator" diye üç rahip sınıfı vardır. Bunlar, kurbanların sunulması ve ilahilerin söylenmesiyle ilgili işlemleri yaparlar. "Hotr"adı verilen ilâhî söyleyici bir sınıfa daha atıf yapılır. Yine "adhvargu" denilen bir grup rahip, kurban sunuluşu ile ilgilenirler (Ere, 312).
Zerdüştîlik: Zerdüştîlik’in kutsâl metni Avesta’da rahipler için "athravan" deyimi kullanılır. Kelime, "atar" (ateş)’den türemiştir. Atlıravan, ateş ile ilgili dinî törenleri yürütürler. Geç dönemlerde Zerdüştîlik’te özel bir sihir-rahipler kadrosu türemiştir. Bunlar "mâbed" adını alırlar. Yine "zaotar" denilen rahip sınıfı da Gata’ların okunuşuna iştirâk ederlerdi (Ere, 319).
Yunan Dininde: Bir Yunan mâbedi, her şeyden önce bir tanrı evi olduğundan, bu günkü kiliseler ya da camilerdekinin aksine olarak halk, bunların içine girip dua edemezdi. Dini törenler, mâbedin önünde duran sunağın çevresinde yapılırdı. Gerek dini törenleri idâre etmek, gerek tanrının heykeline ve kutsal eşyasına bakmak işini "hierevs" adını taşıyan rahipler üzerlerine almışlardı. Fakat, Yunan rahipleri, doğu rahipleri gibi, tanrının sevgisini kazanmış ve bunlara yaklaşmış, tanrı kült’ünün tüm sırlarını bilen olağan üstü insanlar değillerdi. Bunlar sadece şehirlerdeki toplumlar tarafından seçilmiş devlet memurları idiler. Bundan dolayı memur olmak için gerekli şartlara sahip her vatandaş, rahip de olabilirdi. İşte bu sebeple Yunanistan’da, eski Doğu devletlerinde olduğu gibi, hükümet içinde ikinci bir hükümet meydana getiren bir rahip sınıfı hiç bir zaman vücut bulmamış, dolayısıyla Yunan dini hiç bir zaman dogmatik bir şekil almamıştır (Arif Müfid Mansel, Eğe ve Yunan Tarihi, Ankara 1971, 142).
Amerika’nın eski dinlerinden İnka, Maya ve Aztekler râhiplerini, büyük millî tanrılarının inançlarından sorumlu sayar. Onları kehanet, tedavi ve şahsî işleri için başvurdukları âyin uzmanlarından daima ayrı tutarlar. Aynı şekilde Afrika topluluklarının çoğu, kabile atalarına ibadetten sorumlu râhiplerle büyücü ve hekimleri daima birbirinden ayrı tutmuşlardır.
Ruhbânlığın en gelişmiş şeklini, merkezi bir otoritenin hâkim olduğu ve belirgin tâlimlerin yerleştiği toplumlarda görmek mümkündür. Ancak bu husus, ileri düzeyde gelişmiş her dinde bir ruhbanlık kurumunun mevcudiyeti manasına gelmez. Günümüzde ruhbanlığın hiyerarşik yapıya en uygun tarzda işlediği din Hristiyanlık, mezhep olarak ifade etmek gerekirse Katolikliktir. Katolikliğin Ortaçağda geliştirdiği ruhbânlık talimleri, büyük bir ekseriyetle Komünyon (şaraba batırılmış ekmeği yemek) âyiniyle yakından ilgilidir. İnançlarına göre Komünyon, Allah’ın bağışlamasını sağlamak için yapılan bir çeşit kurban törenini andırmaktadır. Dikkati çeken bir diğer nokta da, Budizm’de bazı kurban unsurlarının bulunmasına rağmen, bu dinde ruhbanlığın olmayışıdır. Bununla beraber uygulamada özellikle Budizm’in Mahayana mezhebinde keşişlerle râhipler arasında pek büyük fark görülmemektedir. Özellikle Tibet Budacılığı’nda âyinlerle geleneksel büyü tekniklerini birlikte yürüten bir çeşit ruhbânlık oluşmuştur.
Yahudilikte ilk dönemlerde ruhbânlığın önemsenmemesi sebebiyle bu tür işleri hahamlar yapmıştır. Günümüz Yahudiliğinde kohenlere has olan râhiplik görevleri yine hahamlarca yerine getirilmektedir (Ana Brit., XVIII, 52).
İslâm Dinine Göre : İslâm dinine göre, hristiyan din adamlarına "rahip" denir. Bu kavram, İslâm dini’nin doğuşundan önceki devirlerde, özellikle cahiliyye devrinde de vardı. Bu dönemin şairleri, rahip kelimesini, çölde giden yolcular ve geceleri konaklama yeri hazırlayan kimseler için kullanıyorlardı. "Rahipler", gece uzaktan gelen yolcuları görebilmeleri için çadırlarının önüne lamba asarlar, böylece oranın bir konaklama yeri olduğunu ifade ederlerdi. İslamın ortaya çıkışından sonra kelimenin anlamı değişti. "Rahip", yalnız hristiyan dini görevlileri için kullanılmaya başlandı. Kur’ân’da, hristiyanların, müslümanlara olan yakınlıklarından, bunları rahiplerin sağladıklarından söz edilir, rahipler övülür (el-Mâide, 5/82). Bu övme, rahiplerin kendilerini Allah’a adamalarından; dünya işlerinden, gösterişten el çekerek ibâdete yönelmelerinden dolayıdır.
Ancak dini yetki herhangi bir kurban hadisesiyle ilişkilendirilmediği için, Hristiyanlığın anladığı manada bir ruhbanlık kurumunun İslâm’da yeri yoktur. Kur’ân-ı Kerim, "râhip", "kıssîs" ve "ahbâr" terimlerini Hristiyanlığın dinî başkanları hakkında kullanmıştır. Hristiyanların anladığı manada İslâm’da ruhbânlığın olmadığını Hz. Peygamber "İslâm’da ruhbanlık yoktur" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI, 226) hadisiyle açıklamıştır.
Kur’ân-ı Kerim’de "Onlar, Allah’ı bırakıp da bilginlerini ve râhiplerini rablar (ilâhlar) edindiler…" (et-Tevbe, 9/31) buyurulur. Bu ayetin gerçek manasını Hz. Peygamber şöyle açıklamıştır. Önceleri bir hristiyan olan Adiy b. Hâtim, İslâm’ı kavrayıp anlamak niyetiyle, şüphelerini gidermek için Hz. Peygamber’e birkaç soru sorar. Sorulardan biri "Bu ayet bizi, âlimlerimizi ve râhiplerimizi rabler edinmekle suçluyor. Bunun gerçek manası nedir? Zira biz onları kendimize rabler edinmeyiz" der. Hz. Peygamber cevaben: "Siz onların gayr-i meşru ilân ettiklerini haram, meşru dediklerini (helâl) sayıp öylece kabul etmiyor muydunuz?" Adiy, "evet böyledir" diye tasdik eder. Hz. Peygamber, "İşte bu sizin onları kendinize rabler edinmenizdir" buyurur.
Bu hadis-i şerif, helâl ve haramın sınırlarını tesbit yetkisini kendinde görenlerin, nefislerini ilâh ve rab yerine koyduklarını, onlara kanun koyma yetkisi tanıyanların da onları rabler edindiklerini vurgulamaktadır (Mevdudi, Tefhim, (Türk. Çev.) II, 209).
Osman CİLACI
M.Süreyya ŞAHİN


Cevap: Ruhbân

fecr
Allah c.c. razı olsun bilgilendik sagolasin


Cevap: Ruhbân Nedir? İslamda Ruhbanlık

Hoca
İslam da Ruhbanlık var mı?

Yüce Allah her peygamber gönderdiğinde bir kısım ruhban peygamber sözlerine ekleme ve çikarma yaparlar ve din yara alır. Buna rağmen ruhbanlık müesssesesi halen açık (bizim ilahiyatçılar dahil). İnsanların dini ümmice kavramaları gerekmiyor mu. İnsanlığın bu son döneminde neden hala ruhbanlık revaçta?

İslam da ruhbanlık var mıdır? Yüce Allah her peygamber gönderdiğinde, bir kısım ruhbanlar (bizim ilahiyatçılar dahil) peygamber sözlerine ekleme ve çıkarma yaparlar ve din yara alır.

Genel olarak, "ruhbanlık" dünyadan tamamıyla el etek çekerek, evlenme, ev-bark edinme gibi nimetlerden vazgeçerek ve hatta meşrû lezzetleri de topyekün terkederek, bütün ömrü inziva ve ibadet üzere geçirmek şeklinde tarif edilmiştir.

Ne var ki, bazı dinlerde ya da din görünümlü organizasyonlarda, ruhbaniyetin çok yanlış yorumlanması, ruhban sınıfının zamanla imtiyazlı bir konum kazanması ve bunların kendilerini Yaratıcı’nın vekili gibi görmeleri, dolayısıyla kendilerinin rehberliği olmadan günlük ibadetlerin bile yerine getirilemeyeceğine halkı inandırmaları ve böylece bir manada Ma’bud ile kul arasına girmeleri de ruhbaniyet konusuna girebilir.

İslam dininde bu anlamda bir ruhbanlık yoktur. Ancak müctehid ve din alimleri vardır. İslam dininin kaynağı Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimiz (asm)’in söz ve hareketleridir. İslam alimleri de bunları esas alarak içtihad yapmaktadır.

İslâm’da âlim; Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerîm başta olmak üzere Resulullah (asm)’ın hadîslerini ve bütün sünnetini bilen, diğer İslâmî ilimlerden gerektiği şekilde haberdar olup ileri seviyede bir bilgi birikimine ulaşmış kimseye denir. Bu kâbiliyetli kimseler temel İslâmî bilgileri aldıktan sonra, belli bir ilim dalında daha çok ilerleyip özel bir ihtisas alanına sahip olurlar.

Âlim; bilgisi artıp ilerledikçe görüş açısı genişleyen ve bilgisi ile ihtisası dışındaki alanlarda hüküm vermekten çekinen, bildiklerinin doğruluğunu sürekli olarak araştıran kimsedir.

İslâm âliminin farz-ı ayn veya farz-ı kifâye olan ilimlerden birinde ilerlemesi mümkün olduğu gibi, her mümin için farz-ı ayn olan belli seviyedeki ilimleri elde ettikten sonra, daha dar çerçevede bir ilim alanında söz sahibi olacak kadar ayrı bir sahada ilerlemesi mümkündür.

İslâmî bir toplumda tefsir, hadis, fıkıh, kelâm gibi ilimlerde gerçek otorite sahibi âlimlerin varlığı zarurettir. Ayrıca bu ilimlere belli bir düzeyde sahip olup; ayrıca kimya, fizik, matematik, astronomi gibi bugün fen ilimleri olarak kabul edilen ilimlerin birinde de ihtisas kesbetmiş ilim adamlarının toplum içinde varlığı zorunludur. Bu ilimlerin birinde mütehassıs olmak her toplum içinde yaşayan insanlar için farzı kifâye durumundadır. Toplum içinde bir kişi veya birkaç kişinin bu ilimlere sahip olması, toplumun mükellef olduğu farz- ı kifâye durumunu ortadan kaldırır.

İslâm toplumunda âlimin en önemli görevlerinden biri ’emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’dir. Âlimin toplumda Allah’ın emir ve yasaklarının tam anlamıyla uygulanıp uygulanmadığını, yöneticilerin Allah’ın hükümlerini uygulamada titiz davranıp davranmadıklarını kontrol edip bu hususta yöneticileri uyarması gerektiği gibi; bu konuda halkın da dikkatini çekmesi gerekir.

Âlim, ümmetin ileri gelen şahsiyeti demektir. Âlim, her hususta İslâm’ın izzetini koruyan, İslâm’ın hâkimiyeti için gayret sarfeden, Allah’ın ahkâmını uygulama hususunda ihmalkâr davranan yöneticileri her zaman hak yola çekmeye çalışan kimse demektir.

Âlim; yöneticiler zulüm ve adaletsizliğe sapınca onlardan ayrılan ve onlara karşı İslâmî bir tavır takınan kimsedir. İslâm âliminin, Allah’ın emirlerini çiğneyen yöneticilere yaltaklık eden İsrailoğulları âlimlerinden ayrı bir özellik taşıması, İslâmî izzetin gereğidir. Bu tavır İslâm âliminin takınması gereken bir tavırdır. İmam-ı Â’zam Ebû Hanîfe, İmam Ahmed İbn Hanbel gibi vb. âlimlerin tavrı ve hassasiyeti bu idi.

İslâm âlimi, hevâ ve hevesine uyup kendi arzuları istikametinde dîne ilâvelerde bulunan kimse değildir. İslâm bu çerçevedeki âlime büyük değer vermiştir. İslâm, âlimin izzet ve haysiyetini korumuş ve ona gereken mevkîi vermiştir.

"…Allah’ın kulları arasında ondan en çok korkan âlimlerdir. " (Fâtır, 35/28).
"Bilmiyorsanız ilim erbâbına sorunuz… " (Nahl, 16/43).
aetleriyle, Kur’an’ın âlimler hakkındaki hükmü en açık bir şekilde belirtilmiştir.

Hz. Peygamber (asm), âlimleri birçok hadislerinde övmüştür. En çok övdüğü âlimler ise ilimleriyle amel edenler olmuştur. (Dârimî, Mukaddime, 27). İnsanları ilimleriyle irşâd edip, onlara ilmini duyuran kimseyi, Allah toplum içinde sözü dinlenir kimse kılar. (İbn Hanbel, II, 162, 223-224). Buna karşılık ilmiyle dünyaya talip olan âlimler de yine Resulullah (asm) tarafından yerilmiştir. (Tirmizî, İlim, 6). Müslüman daima Hz. Peygamber (asm)’in dua buyurduğu gibi, Allah’tan dünya ve ahiretine yararlı bir ilim ister (Müslim, Zikir, 73; Ebû Dâvud, Vitir, 32; İbn Mâce, Mukaddime, 23).

"İnsanların en hayırlıları âlimlerin en hayırlılarıdır." (Dârimî, Mukaddime, 34, 55)
"Âlimler peygamberlerin vârisleridir." (Buhârî, ilim, 10; Ebû Dâvud, İlim, 1; İbn Mâce, Mukaddime, 17)
buyuran Resulullah (asm), âlimlerin toplumu yönlendirme hususunda peygamberlere vekil ve halef olduklarını beyan etmiştir.

İbn Mes’ud’dan rivayet edilen bir hadiste şöyle buyrulur:

"Allah Teâlâ kıyamet gününde âlimleri toplayarak buyuracak ki: ‘Ben size sırf hayır murad ettim. Bunun için de kalblerinize hikmeti koydum. Haydi girin Cennetime. İşlediğiniz kusurlarınızı mağfiret ettim."
Ebü’d-Derda’dan rivayet edilen bir hadiste Resulullah (asm) âlimleri şu şekilde övmüş ve müjdelemiştir:

"Her kim bu ilim yoluna girer ve ondan bir ilim talep ederse; Allah onu cennet yollarından bir yola koyar ve ilim isteyene melekler kanatlarını gererler. Bunu o âlimin uğraşısından hoşlandıkları için yaparlar. Peygamberler ne dinar ne de dirhem miras bırakmadılar. Onlar yalnız ilmi miras bıraktılar. Şu halde onu alan çok büyük bir nasip almış olur." (Buhârî, İlim, 10; Müslim, Zikir, 37; Ebû Dâvud, İlim, 1; Tirmizî, ilim, 19; ibn Mâce, Mukaddime, 17).
İlmi bir seviyeye sahip olan âlime, Allah katındaki değerinden dolayı itaat, Allah’ın emrine itaattir. Hak yolda ve hayra götüren bir hususta âlimin yaptığı tavsiyeye uymak müminler için farzdır. Bu farziyet ancak âlim, Allah’ın razı olduğu bir hususu tavsiye ederse söz konusudur. Allah’ın razı olmadığı ve Allah’ın emretmediği, dinde olmayan bir bid’atı tavsiye eden âlimin tavsiyesine uyulmaz. Böyle bir bid’ate çağrıldığında reddetmek ise mümin için farzdır.

İslâm’da olmayan bir hususu dine sokmak ve kendinden bir hüküm koymak Rububiyyet iddiasında bulunmak demektir. Allah’ın emir ve yasakları dışına çıkıp İslâm dışı tağutî nizamlara yapışmak nasıl küfür ise, âlimlerin hevâ ve heveslerine uyarak koydukları hüküm ve gösterdikleri gayri İslâmî yol ve ibadetlere yönelmek ve bu ibadetleri dinden kabul etmek de küfürdür.

Bu duruma göre İslâm âlimi, toplumu yönlendiren ve Allah’ın hükümlerinin uygulanmasında titizlik gösteren bir rehberdir. Âlimler ilimlerinin gereği olarak toplum içindeki görev ve fonksiyonlarını daima hatırlamak zorundadırlar. Ümmetler, âlimlerinin doğru yolu izledikleri ve doğru yolda oldukları müddetçe ayakta kalırlar. Bunun için Hz. Peygamber (asm) "Ali’min ölümü İslâm’da açılan bir gediktir." (Dârimî, Mukaddime, 32) buyurmuşlardır. @

Selam ve dua ile…
Sorularla İslamiyet


Cevap: Ruhban nedir? İslamda ruhban kavramı

@hmet

Ruhban ne demek? kısaca bilgi

Kur’ân-ı Kerîm’de kendilerini ibadete adayan hıristiyanlar için kullanılan bir terim.

Arapça râhib kelimesinin çoğulu olan ruhbân, rahbe ve rahbâniyye (ruhbâniyye) kökünden gelir.


ruhbanlık nedir, ruhban ne demek, ruhbanlık ne demek

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();