Kalbin Afetleri
Abdullah
1. SEVGİSİZLİK
BAKARA SURESİ/ 30: Hatırla ki; Rabbin meleklere " Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dedi. Bizler hamdinle seni tesbih ve sana takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun? dediler. Allah da onlara " Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim" dedi.
SAD SURESİ/72: O’nu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!"
Yukarıdaki Ayet-î Kerime’lerden anlaşılacağı gibi; Cenâb-ı Hâkk; insanı sevdiği için yaratıyor. Yarattığı insanı kendisine "Hâlife" tayin ediyor.
Hâlife; kelime anlamıyla incelendiğinde, kendinden üst makamda olan kişinin tüm yetkilerini taşıyan, yöneten, idare eden demektir.
Yani insan yaratılırken, Allah onu kendi yetkileri ile kuşatmış, merhametini ve sevgisini gönlüne koymuş, onu beşer-î mahlukat (yaradılanların en güzeli) haline getirmiş, Ruh’undan ruhuna üfleyerek, "Beni bilerek, bana dön" demiş ve tekamül amacıyla madde alemine göndermiştir. O halde insan, kendisini sevgisinden var eden Rabbine karşı, O’nun ilahi çağrısına cevap vermelidir.
" Allah; sevilmeyi ve bilinmeyi istediği için yarattı, sevdiği için yarattı. Sevgi olmasaydı bilinmeyi de istemezdi, sevgi olmasaydı, yaratmayı da dilemezdi."
Gönlündeki örtüyü açanlardan olunuz…"
Sevgi ; uzun uzun konuşulsa bile bitmeyen bir hazinedir..Ama hiç unutmamamız gereken bir şey var ki; o da, sevgi, bizim Allah’dan aldığımız en güzel emanettir ve biz o emaneti aldığımız gibi tertemiz ehline teslim etmek zorundayız.
" Sevgi o kadar kutsaldır ki; sevginin içinde Yaradan da vardır yaratılan da.."
Evet, sevgi kutsaldır, ancak biz sevgiyi tam anlamıyla biliyormuyuz, öncelikle bunun mukayesesini yapmamız gerekmektedir. Adına zaaf dediğimiz bazı duygularla, burada "kutsal" diye adlandırdığımız sevgiyi karıştırmamalıyız öncelikle…
Kutsal kitabımız, ilahî sevgiye varacak yolda bize rehber oluyor, yol gösteriyor. Allah’ın neleri çok sevdiği, neleri hiç sevmediğini kısaca; nelerin bizi Rabbimizden uzaklaştıracağını veya ne yaparsak O’na daha da yakın olacağımız, çeşitli ayetlerde bildiriyor.
Allah sevgisini gönlünde duyan bir kişi; O’nun yarattığı kulları da sevmeli.
" Ressamı seven eserlerini de sever. Siz hiç Ressam’a hayran ama eserlerinden hoşlanmayan birini gördünüz mü? Allah’ı sevip, O’nun eserlerini sevmemek de bunun gibidir"
Bazı sevgiler de var ki; Cenâb-ı Hakk eğer dilerse onu gönlümüze koyuyor, eğer yeterli liyakatta değilsek de, o sevgiyi tanıyamıyoruz. Örneğin; çocuk sevgisi, hayvan sevgisi, yada insanlara karşı duyulan merhamet..
Dünyevî ve uhrevî sevgilere kapalı bir gönülde mutlaka nefsin bütün alametleri tecelli eder. Gösterilen sevgi ya çıkar düşüncesinden, ya da korkudan kaynaklanan, apaçık bir riyadır.
Kısaca; sevgisizlik; gönülde kaynaklanan. düşüncede oluşan ve eyleme dönüşen negatiftir.
2. ÜMİTSİZLİK (YE’İS) :
Bir kimsenin; bir şeyden emel ve umudunu kesmesi, güvenini kaybetmesi, kalbinden ümit ve emeli tamamen silip atması anlamina gelir.
YUSUF SURESİ/ 87: Ey oğullarım; Gidin de Yusuf’u ve kardeşini iyice araştırın. Allah’ın rahmetinden ümüd kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.
Görüldüğü gibi; ümit etmek, Kur’an-ı Kerim’de müminlerin önemli bir vasfı olarak belirtilmiştir. Ümitkâr olmak aynı zamanda kişinin imanının göstergesidir. İnsan, imanı ölçüsünde Allah’dan umud eder ve sonsuz nimetlere kavuşmak için büyük özlem duyar. Allah’a olan güveni, yakınlığı, teslimiyeti ve samimiyeti derecesinde bu nimetlere kavuşmayı ümit eder.
ANKEBUT SURESİ/ 7: İman edip iyi işler yapanların kötülüklerini elbette örteriz ve onlara yaptıklarının daha güzeli ile karşılık veririz.
Demek ki; başımıza gelen her ne olursa olsun, düzeltmeye çalışacağız, elimizden gelen bütün gayreti göstereceğiz, yapacaklarımızın tükendiği ve bizim irade ve gücümüzün üstüne çıktığı zaman, işimizin düzelmesi hususunda Allah’ı vekil tayin edeceğiz. Yani Allah’a dayanacağız ve yardımın Allah’dan gelmesini sabırla bekleyeceğiz. Ümit burada bizim dayandığımız asadır.Yukarıdaki ayet’de ise; ümit ve sabırla Allah’a dayanmanın sonunda, güzelliklere mazhar olacağımız net bir ifade ile anlatılmaktadır.
İnananlar, tekâmül etmenin gereği olarak, çetin imtihanlarla denenirler. Ve bu imtihanlar sırasında yaşadıkları zorluklar neticesinde sıkıntılara maruz kalabilirler.
ANKEBUT SURESİ/ 2, 3: İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece "iman ettik" demekle bırakılıvereceklerini mi sanıyorlar. Andolsun ki biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah; doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.
Yaşadığımız zorluklar sırasında, dualarımız ile Allah’a sarılırız. Dua ederken "hayırlısını" dilemek, idrakli bir müminin erdemi olmalıdır. Çünkü bizler; neyin hayırlı olduğunu bilemeyiz, bunu yanlızca Allah bilir. Eğer talebimiz olmuyorsa; ya bizim için hayırlı zaman değildir ya da o talebin olması bizim için hayırlı değildir.
Örneğin; En yakınımızın yanlış da olduğunu görür ve üzülürüz. Onun da hidayete ermesi ve ilâhi huzura kavuşması için, el açıp Allah’dan niyaz ederiz. Bu kadar meşru ve iyi niyetli bir istekde bile, "hayırlıysa" demek gerekir.
ZÜMER SURESİ/ 53: De ki; Ey kendi nefisleri aleyhine, haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O; çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.
Bu Ayet-i Kerime; bu kadar açık Rabbimizi anlatırken, ümitsizliğe düşme elbette ki; gönlün afeti olacaktır.
3. ÜZÜNTÜ VE HAYIFLANMA :
Genellikle üzülüp, hayıflandığımız dünyasal kayıplarımızdan kaynaklanır. Dünyaya bağlılığımız çok ise, hikmet arama yönümüz zayıfsa, kayıplarımıza üzülürüz, üzülmekle kalmaz "Keşke" diye başlayan cümlelerle, hayıflanmalarımızı da sürdürürüz.
Mümin kulun gönlünden "keşke" asla geçmez. Başa gelen her ne ise, olmuş ve bitmiştir. Sonuçda görülen bir hatadan ders alıp onu telafi yoluna gider. Hiçbir zaman, hiçbir hadise için, geri dönüş yoktur. Telâfi ancak; ileriye dönük karşılaşacağımız olaylarda, eskiden ders alıp tekrarlamamakla olur.
Dünyasal olan her şeyin telafisi mümkündür. Telafi olamayan ise; ölüm geldikten sonra; iman ya da imansızlık gerçeğini kavramaktır.
" Seviyorsanız, hemen söyleyin..İnanıyorsanız, hemen iman edin..yardım edecekseniz, hemen edin; zira yarın her şey için çok geç olur da ,keşke demenizin bir anlamı kalmaz "
İşde bir kıssa:
Bir okulda Din Dersleri öğretmenliği yapıyordum. Öğrencilerimin hepsi pırıl pırıl gençlerdi. İçlerinde Ahmet adlı bir öğrencim vardı ki, diğerlerinden biraz farklıydı. Allah’a kayıtsız, şartsız inanmayı kabul edemiyordu, bu yüzden de benimle çok tartışırdı.
Mezun olurken, bana "Günün birinde Allah’ı bulacağıma inanıyormusunuz Hocam?"diye sordu. Yavaşca "Hayır, Allah’ı bulabileceğini düşünmüyorum, ama O seni mutlaka bulacak birgün, eminim" diye cevap verdim.
Ahmet umursamaz tavırlarla yürüyüp gitti. Mezuniyetinden uzun zaman geçmiş, izini kaybetmiştim. Ama birgün ansızın okula çıkageldi. Hastalanmış, ölümcül bir kansere yakalanmıştı. Zayıflamıştı ama gözleri pırıl pırıl parlıyordu. "Birkaç haftalık ömrüm kalmış Hocam" dedi. Şaşırmıştım, bunu söylemesine rağmen, karşımda dimdik duruyordu. "24 yaşında olup da, öleceğini bilmek nasıl bir duygu Ahmet?"diye sordum."50 yaşında olup da kötü yolda gitmekden daha kötü değil Hocam"diye cevap verdi. Şaşkınlığımı görünce anlatmaya başladı:
Allah hakkındaki düşüncelerimi biliyorsun Hocam..Doktorlar hasta olduğumu söylediklerinde, ciddi olarak Allah’ı aramaya başladım. Sabahlara kadar dualar ettim, ama hastalık vucudumu sarıyor hiçbirşey değişmiyordu. Sonra aramakdan vazgeçtim. Senin sözlerin geldi aklıma; En büyük mutsuzluk sevgisiz bir hayat sürmekdir,bundan daha kötüsü de ,sevdiklerine "Seni Seviyorum" diyemeden gitmektir demiştin. Ben bu eksiğimi gidermeye çalışacaktım. en yakınlarımdan başlayarak, belki hiç söylemediğim o tılsımlı kelimeyi söyledim. Birkaç gün sonra Allah’ı gördüm Hocam, tam yanıbaşımda idi. Sen haklıydın Hocam; ben O’nu bulamadım ama O beni buldu..tam ihtiyacım varken..tam sevdiğimi söylerken..Şimdi anladım Hocam;
Siz Allah’ı aramasanız da, O zaten yanınızda ve lütfen insanlara sevdiğinizi söylemek için ölümün de gelmesini beklemeyin… keşke dememek için hemen söyleyin.
4. SABIRSIZLIK VE ACELECİLİK
İSRA SURESİ/ 11: İnsan hayr’ı istediği kadar, şerri de ister. İnsan pek acelecidir.
ENBİYA SURESİ/ 37: İnsan aceleci yaratılmıştır. Size ayetlerimi göstereceğim, benden acele istemeyin.
Rabb’imizin kelâmından anlaşılacağı gibi, bizler aceleci olarak yaratılmışız ancak bu yönümüzü tekâmül ettirip, sabretmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Dünyaya geliş gayelerimizin içinde, en önemlilerinden biridir sabrı öğrenmek.
Kainâtın içindeki her şeyin ve her olayın, O’nun eseri olduğu bilinince ve her olayda O’nun hikmet, rahmet, kerem, ihsan…gibi sıfatlarının farkına varınca, sabretmenin bir iman ölçüsü olduğunu daha iyi kavrıyor insan. Eğer hadiseler bu şekilde yorumlanmaz, anlaşılmazsa eğer, o zaman acelecilik, öfke ve hiddet gibi duyguların da eşiğinde, bir sabırsızlık hali kuşatıyor dünyamızı..
"Sabır imânın yarısıdır; çünkü sabırsızlık ümitsizliği, ümitsizlik hayıflanmayı, hayıflanmak da isyanı getirir"
Sabır; imânımızın ne mertebede olduğuna dair, muazzam bir imtihan vesilesidir kısaca… O’nun sıfatlarına olan imânımız nisbetince, sabır kılıcını kuşanıyor ya da bu imansızlık ile zaafımız nisbetinde sabırsızlık sergiliyoruz.
Şu dünyada bile, cennet misali bir hali bize yaşatacak olan ve "Sabreden zafere erişir" sırrına mazhar olabilmenin en birinci koşulu, acele etmemektir. Öncelikle O’na dair, O’nun hikmet ve rahmetle, kerem ve merhametle yarattığına dair, O’nun Esmâ-ül Hüsna’sına dair bilgimizi kemale erdirmemiz gerekir ki, sabrı öğrenelim.
Bu konuda son söz, her zamanki gibi Cenâb-ı Hakk’ın:
SURA SURESİ/ 43: Kim sabreder ve affederse; şüphesiz bu hareketi yapılmaya değer işlerdendir.
5. ŞÜKÜRSÜZLÜK
HADİS-İ ŞERİF: İmanın bir yarısı sabır, diğer yarısı ise şükürdür.
Bir tasavvuf ehli; müridini imtihan etmek üzere sorar; Hakk, rızkını verdiği zaman ne yaparsın? Vermediği zaman ne yaparsın?"
Mürid sıkıla sıkıla cevap verir;"Verdiği zaman şükrederim, vermediği zaman sabrederim"
Mürşid sinirlenir; " Onu köpekler de yapıyor. Doğrusu ise şudur; verdiği zaman dağıtılır, vermediği zaman şükredilir"
Şükür konusunda bu kadar incelik varken; şükürsüzlüğü anlamak mümkün olmuyor. Gönülden hemen temizlenmesi gereken afetlerden biridir. Dilde de, düşüncede de, gönülde de, şükürsüzlük islâm’la bağdaşmayan, Hâkk yolun yolcularına yakışmayan, imanı lekeleyen bir unsurdur.
" Şükür; dil ve gönülle yapılan ibadetlerin en büyüğüdür"
Kendi kendimize yapacağımız bir iç muhasebesi ile aslında, şükredecek ne kadar çok şeyimizin olduğunu hatırlamamız mümkündür. Başımızı şöyle bir gökyüzüne kaldırdığımızda, karanlık geceyi aydınlatan ay’dan, o gecenin ardından gelen sıcacık ve parlak güneşe, ciğerlerimize çekebildiğimiz havadan, gözlerimizin görebildiği bitkilere, renklere, kendimize baktığımızda ise; göremediğimiz halde varlığından haberdar olduğumuz, irademizle hareket ettirdiğimiz ama irademiz dışında çalışan organlarımıza kadar şükredecek o kadar çok şeyimiz var ki…
Yaratılmış olan bütün canlıların, insanın hizmetinde olması ise farklı bir şükür sebebi. Hani Cenâb-ı Hakk der ya; "Allah’ın nimetlerini saymakla bitiremezsiniz. Bitmeyen nimetleri düşündükce şükürsüzlüğü, akl-ı selim olan kimsenin kabulleneceğini düşünemiyorum.
Mevlâna "Allah’a şükretmek, herkesin boynuna takılmış bir gerdanlıkdır" der. Yani bir başka anlamda; Şükür her kulun boynunun borcudur. Bu borcun bilincinde olmak ve hatırlıyabilmek de, şükretmek için yeterli bir sebep değilmidir zaten.
6. KORKU
TEVBE SURESİ/ 56: Mutlaka sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar korkan bir toplumdur.
Korku; Bir tehlike karşısında yada bir tehlikeyi düşünürken duyulan kaygı..
Neden korkarız? Korkularımızın temeli nedir?
Korku; insanın acizliğini istediği noktada başlar. Çağlar değiştikce de korkular da değişir,ama genel olarak ikiye ayırıyoruz bu duyguyu;
a) Dünyevî korkular (Havf)
b) Manevî korkular ( Haşyed)
DÜNYEVÎ KORKULAR; tamamen nefsimizden kaynaklanırlar, Fransız yazar Rousseau’nun " En büyük korkum yanlızlık, kendimle başbaşa kalmanın sıkıntısı içime korku salıyor" dediği korkular; başkaları tarafından beğenilmeme korkusu, fakir kalma korkusu, savaş korkusu, hastalık korkusu, terk edilme korkusu v.s milyonlarca misal verilebilir bu hususda. Benliğimizin bize hissettirdiği bu negatif duygunun menşeine baktığımızda, büyük bir çoğunluğun maddi çıkarların kaybı duygusu ile hissedildiği görülür.
AMERSON " Korkunun kaynağı cehalettir "
Aslında biliyoruz ki; bir korkunun değil, bütün negatif düşüncelerin kaynağı cehalettir.
MANEVÎ KORKULAR; genellikle yüreğimizde hissettiğimiz, çoğunlukla dile vuramadığımız, zaman zaman çevremizle paylaştığımız korkularımızdır.
Eğer dünyasal yönümüz ağır basıyorsa; ilk aklımıza gelen, ölüm korkusudur. Eğer maneviyatımız güçlüyse, o zaman ilk aklımıza gelen manevi korkumuz da "ALLAH KORKUSU" olmaktadır.
Asırlardan beri ölümü, yok olma, toprak altında çürüyüp kaybolma olarak belleklerimize kazıyan toplum gerçeği, Amerson’un vurguladığı cehaletin bir ürünüdür.
" Ölüm; güneşin bir tarafdan batarken diğer tarafdan doğması gibi; hayâl aleminde batıp, gerçekler alemine doğmakdır"
Gönül dostunun söylediği gibi, gerçek olan aleme doğmak, yürümek, sonsuz saadete kavuşmak, sanallıkdan kurtulup gerçeğe dönmek ve inananlardan isek; sonsuz saadete ulaşmak olarak düşünüp kabul etmek gerekmektedir.
Yukarıda açıklama yaparken; "eğer maneviyatınız güçlüyse, Allah korkusu akla gelir" demiştik. Allah korkusu, zikrettiğimiz korkulardan biraz farklı..
NAHL SURESİ/ 51: Allah buyurdu ki; İki Tanrı edinmeyin, O ancak bir Tanrı’dır. O halde yanlız benden korkun.
Allah korkusu bir müminin en temel vasıflarından biridir. Çünkü insanın, Allah’a olan yakınlığının ve imanının artması ve de O’nun sevgisini kaybetmemesi; her an ihlâslı davranması, güzel ahlâk göstermesi ve bunda istikrarlı olması, sadece Allah korkusuyla mümkün olur.
Çünkü insan fıtratı (yaradılışı) gereğince; sevdiğini üzmekden, onu kaybetmekden, kırmakdan, küstürmekden korkar.
Bir mümin için en çok sevilen de Allah olması gerektiğinden, O’ nun emirlerinin dışına çıkıp üzmekden, sevgisini kaybetmekden, Yaradan’ı tarafından adının anılmamasından korkulur.
Bu sebeple; Allah korkusu bizde olumsuz değil, tekâmülümüzde olumlu etki bırakan pozitif korkumuzdur.
7. VAKARSIZLIK:
Vakar ağırbaşlılık, vakarsızlık ise hafif meşreplik, basitlik anlamina gelmektedir.
Abdullah Bin Mes’ud şöyle der "Müslümanlardan her iki kişi arasında (manevî) bir perde vardır. İçlerinden biri, arkadaşlarına ayrılığa sebebiyet verecek bir kelime konuşunca, aralarındaki bu perde yırtılır. Perde yırtıldı mı vakarsızlık ortaya çıkar.
Bu konuda gönül dostu Ahmed Abdülhâk Radulî Hazretleri şu nasihatlarda bulunuyor.
" Sizler çevrenize göre farklı olmak zorundasınız, nefsinizi, egonuzu yenmek zorundasınız, aldığınız bilgiler doğrultusunda hareket etmek zorundasınız. Dilinizle değil, hareketlerinizle konuşmak zorundasınız.
Benim size tavsiyem; daima hoşgörülü ve tevazû içinde olun. Daha ağır, daha mazbut ve daha ciddi olarak Hakk yolunda ilerlemeye çalışın. Hakk ile bütünleşmiş mürşidleri düşünerek, daha kontrollü ve az konuşun, yerinde konuşun ve daha bilerek konuşun"
Vakar’ın bundan daha açık tarifi olmaz sanırım.
8. NEFSİ TEZKİYEDE BULUNMAK:
YUNUS SURESİ/ 53: Nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü Rabbimin acıyıp koruduğu hariç, nefs aşırı şekilde kötülüğü emredicidir.
ŞEMS SURESİ/ 9, 10: Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş,onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir.
Nefs nedir, neden kötülüğü emreder, nasıl tezkiye (terbiye) edilir, nefsini terbiye edeni Cenâb-ı Hakk nasıl bir mükâfatlandırıyor? Bütün bu sorulara cevap, başlı başına ayrı bir ders konusu olduğundan ,burada uzun uzun ele almıyoruz. Tüm arınmaların (Dilde, düşüncede ve gönülde) giriş kapısı olarak ele aldığımız "Nefs-i Tezkiye", Hakk yolunun olmazsa olmazları arasında bulunmaktadır.
Zaten Kur’an-ı Kerimde de zikredilen ayetlerden anlaşılacağı gibi, nefsimizin bize yaptırdığı aşırılıkları Cenâb-ı Hakk’da men ediyor ve terbiye etmemizi istiyor.
Söylendiği veya yazıldığı kadar kolay olmayan Nefsi terbiye etme konusu, asırlardır bütün Hakk yolun yolcularının ilk terbiye kapısı olmuş ve gerçekden de zor aşılmıştır.
Ancak; Allah için yapılan nefs’i terbiye neticesinde de; Cenâb-ı Hakk kulunu her türlü şerden hıfz-ı muhafaza eyliyor. Bu gibi kişilerde artık, gören Hakk, konuşan Hakk, duyan Hakk olduğundan, çeşitli kerametler hâsıl oluyor. Bunlara eren, evliya diye adlar veriyoruz.
İşde nefsini terbiye etmiş ve evliyâ makamına ulaşmış Bayezid-î Bestami Hazretlerinden bir kıssa:
Bayezıd-î Bestami Hazretleri bir evin yanından geçerken, yukarıdan aşağıya bir leğen kül dökülür. Sıcak külün etkisiyle sarığı, üstü başı yanar.
Başından aşağıya kül dökeni araştırıp bulmak kızmak gibi bir davranışda bulunmak kendisine yakışmazdı. Kızmadığı gibi ellerini açıp Allah’a şükretti.
Soranlara niçin şükrettiğini de şöyle açıkları:
– Ben küle değil ateşe layik biriyim. Allah başımdan aşağıya ateş de dökebilirdi. Ateşe layikken kül döküldüğü için şükrediyorum.
Nefsini terbiye edenlerin başına şerr gelmez, çünkü olaya bakış açıları şerr değildir, bu yüzden de onlar, her olayda hikmet bulur ama şerr bulmazlar.
9. İLİMSİZLİK
ALAK SURESİ/ 1-5: Yaradan Rabb’inin adıyla oku! O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku ve öğren! İnsana bilmediklerini öğreten ve kalemle yazdıran Rabb’in ekremdir.
TAHA SURESİ/ 114: Gerçek yönetici olan Allah, yücedir. Sana O’nun vahyi tamamlanmazdan önce Kur’an’ı (okumakta) acele etme ve "Rabbim benim ilmimi artık" de.
ZÜMER SURESİ/ 9: Yoksa o, geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen ve Rabb’inin rahmetini dileyen kimse (gibi) mi olur? De ki; Hiç bilenle bilmeyen bir olurmu? Doğrusu ancak, akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.
NİSA SURESİ/ 162 : Fakat içlerinden ilimde derinleşmiş olanlar ve müminler, sana indirilene ve senden önce indirilene iman edenler, namazı kılanlar, zekatı verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar..işte onlara pek yakında büyük mükafat vereceğiz.
HADİS-İ ŞERİF: İlim Çin’de de olsa isteyiniz. Çünkü ilmi istemek, her Müslüman’a farzdır. Melekler ilim isteyene, onun isteklerinden mumnun oldukları cihetle, kanatlarını gererler.
HADİS-İ ŞERİF: Bir saat ilim istemek, bir gece ibadet etmekden daha hayırlıdır. Ve bir gün ilim istemek, üç ay nafile oruç tutmakdan daha iyidir.
" Hakk’a ulaşmak zor, bu zorlu yolda size gerekli olan; aşk, ilim, ihlâs ve azimdir"
Hz. MEVLÂNA: İlmiyle amel etmeyen alim eşek misalidir, zira eşeğin sırtına ne kadar kitap yüklersen yükle, eşek yine aynı eşektir.
Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı gibi; Peygamberimize ilk gelen emir "Oku" şeklindedir. Bu ilahi emir, insanlara hayata geliş maksatlarını açıkca ortaya koymaktadır. O maksat ki; insanın ilim ehli olması ve kendisini yaradan Rabb’ini tanımasıdır. İnsanın hayata geliş sebebini bilmesi, hayatının düzgün bir şekilde yaşamasına vesile olur. Ne kuvveti, ne yemesi ne de içmesi, insanın üstünlük sebebidir; onu üstün kılan tek şey ise; kendini ve Rabb’ini bilmesidir ki bu takvanın neticesi, takva ise ilmin ve ihlâsın sonucudur.
İslâm dini; ilmi her vesile ile teşvik etmiş, hatta nafile amelden hayırlı bulmuş iken, insanın ilimsizlik içinde olması anlaşılamaz.
Çünkü biliyoruz ki; Cenâb-ı Hakk; karşısında inançlı imanlı olduğu kadar, ilim ve tefekkürde ilerlemiş bir müslüman istemektedir.
Abdülkadir Geylâni Hazretleri anlatıyor:
Henüz Tasavvufa yeni girmiştim. Bir akarsu kenarında ibadetle meşguldüm. Gökyüzünden bir nida geldi:
– Ey Abdülkadir! Hazır ol sana tecelli edeceğim!!!
Bu ses gelir gelmez etrafımda ne kadar ağaç varsa secdeye kapandı. Ben hayretler içinde kaldım. Düşündüm ki; Hak Teâla, mekandan münezzehdir. Bu ses ise gök tarafından geliyordu, herhalde şeytanidir diyerek yüz çevirdim ve ibadete devam ettim. Ses tekrar etti;
– Ey Abdülkadir, ben senin yüce Rabbi’nim!! Yine herşey secdeye kapandı ve ben yine iltifat etmeyerek zikre devam ettim.
Bunun üzerine gökden siyah bir şey parça parça olarak yanıma geldi. Meğer şeytanmış, etrafımda secdeye kapananlar da onun yardımcılarıymış..Hepsi dağılıp gittiler ve Şeytan bana dönerek dedi ki;
Yürü ya git Geylâni, ilmin bereketi ile şerrimden kurtuldun.
Netice Olarak;
İnsanoğlunun fıtri (yaradılış) özelliklerinden biri de; iyiyi ve kötüyü seçmesidir. Cenâb-ı Hakk kendisine"Hür İrade" vererek, seçim yapması konusunda serbest bırakmış ise de; Kur’an-ı Kerim’de bizlere doğruyu ve yanlışı da göstermiştir.
Nefsimiz bize yol olarak herzaman kolayı göstermesine karşılık, kolay olan yolun doğru olmadığını da kutsal kitabımız anlatmaktadır. Ve daima "Nefsiniz kötülüğü emreder" diyerek de uyarmıştır.
İnsanoğlu düşünmeli, belki bir defa olsun kendini dünya nimetlerinin teminine kaptırmadan, başını ellerinin arasına alıp düşünmeli, kendisine "Ben ne olmam lazım ama şimdi ne haldeyim, ne için gönderildim ama şimdi ne yapıyorum?" diye sormalı ve cevabını düşünmelidir…
Yeryüzüne bir halife olarak gönderilen insan, fevkalâde meziyetlere, harikulade üstünlüklere sahiptir. Kutsal kitabımızda; "Biz insanı en güzel surette yarattık" buyrulmakla bu hakikat ifade edilmektedir. Gerçekden de madde ve manası ile "Ekmel" yaradılan insanın, öyle fevkalade hasletleri ve meziyetleri vardır ki onu diğer mahlûkatta bulmak mümkün değildir.
Bizi sevgisinden yaradan Yüce Rabbimiz; bu hasletleri ortaya çıkarmamız ve O’na, O’ndan geldiğimiz gibi saf bir şekilde dönmemiz için, yardımları esirgemiyor.
O’nun yolunda yürürken; dilde, düşüncede ve gönülde arınmak ve bunu samimiyetle istemek; O’na varan yolda ciddi bir adımdır.
BİR DUA:
Yüce Allah’ım;
Bizi bizde arıtacak, bizi bizden koparacak, bizi sana vardıracak..Sevgini ver gönlümüze….
Yüce Allah’ım;
Bizi bilginle donatacak, bizi sevdiklerinden edecek, bizi sana bağlayacak..Sevgini ver gönlümüze…
Yüce Allah’ım;
Bizi maddeden koparacak, bizi manaya salacak, bizi hep şükrettirecek..Sevgini ver gönlümüze..
Yüce Allah’ım;
Bizi şer’lerden koruyacak, bizi hayra vardıracak, bizi sende yok edecek..Sevgini ver gönlümüze..!!
Cevap: Kalbin Afetleri
Leyli Rana
Allah razı olsun hocam
Yanıt: Kalbin Afetleri
zehraoku
BİR DUA:
Yüce Allah’ım;
Bizi bizde arıtacak, bizi bizden koparacak, bizi sana vardıracak..Sevgini ver gönlümüze….
Yüce Allah’ım;
Bizi bilginle donatacak, bizi sevdiklerinden edecek, bizi sana bağlayacak..Sevgini ver gönlümüze…
Yüce Allah’ım;
Bizi maddeden koparacak, bizi manaya salacak, bizi hep şükrettirecek..Sevgini ver gönlümüze..
Yüce Allah’ım;
Bizi şer’lerden koruyacak, bizi hayra vardıracak, bizi sende yok edecek..Sevgini ver gönlümüze..!!
amin
Soru: Kalbin Afetleri
meryemgül1
BİR DUA:
Yüce Allah’ım;
Bizi bizde arıtacak, bizi bizden koparacak, bizi sana vardıracak..Sevgini ver gönlümüze….
Yüce Allah’ım;
Bizi bilginle donatacak, bizi sevdiklerinden edecek, bizi sana bağlayacak..Sevgini ver gönlümüze…
Yüce Allah’ım;
Bizi maddeden koparacak, bizi manaya salacak, bizi hep şükrettirecek..Sevgini ver gönlümüze..
Yüce Allah’ım;
Bizi şer’lerden koruyacak, bizi hayra vardıracak, bizi sende yok edecek..Sevgini ver gönlümüze..!!
Paylaşım için Allah c.c.razı olsun kardeş
Ecrinim
< ZÜMER SURESİ/ 53: De ki; Ey kendi nefisleri aleyhine, haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O; çok bağışlayan ve çok esirgeyendir. >
< Sabır imânın yarısıdır; çünkü sabırsızlık ümitsizliği, ümitsizlik hayıflanmayı, hayıflanmak da isyanı getirir
Sabır; imânımızın ne mertebede olduğuna dair, muazzam bir imtihan vesilesidir kısaca… O’nun sıfatlarına olan imânımız nisbetince, sabır kılıcını kuşanıyor ya da bu imansızlık ile zaafımız nisbetinde sabırsızlık sergiliyoruz. >
Yüce Allah’ım;
Bizi şer’lerden koruyacak, bizi hayra vardıracak, bizi sende yok edecek..Sevgini ver gönlümüze..!!
amin..
çok güzel ve isabetli bir konu işlemişsin,Rahman razı olsun kardeşim,emeğine sağlık
kalbin afetleri