Nurullah Genç Şiirleri

Nurullah Genç Şiirleri

sitare
Beni Anlamayışına

Sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın
Yavuz kahramanları, şiirin burçlarını
Ayak ucuna koydum gecenin saçlarını
Urganmış boynumda taşıdığın gerdanlık
Sana hükümdarlığı getirdim; anlamadın

Sevda suya karışır, sızar kan dağlarına
Köpüren yüreğimde zıpkınlanır umutlar
Yüzün tunç gibi çöker ülkemin bağlarına
Irmaklar bilmediğin kadar hülyalı akar
Her vadi bir yanıyla senin yüzüne bakar
Bir yanında münzevi hıçkıran Leyla kuşu
Sen henüz tanımadın sevda denen yokuşu
Sen henüz yorulmadın yokuşta devler gibi
Yıkılmak üzre olan çaresiz evler gibi
Sen henüz vurulmadın uçarken göklerinde
Sen henüz bir oltaya takılmadan derinde
Karalar bağlamadın; beni anlayamazsın
O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın

Seni bir yıldız gibi koyacağım göklere
Her gece ışığını ruhumdan alacaksın
Aldanma gururunu okşayan çiçeklere
En güzel güllerini ruhumla alacaksın

Kopacak sanıyorsun bu ip ince yerinden
Bu ipin her çizgisi yaralı bir dev gibi
İnecek sanıyorsun bu bayrak gönderinden
Bu sevda tükenecek sönen bir alev gibi

Sen hala anlamadın sevginin en hasını
Sen hala çözemedin ırmağın dünyasını
O, coşkun bir denizin sularına yürürken
Sen hasta bir çeşmeden doldurmuşsun tasını
Gittiği her iklime sevdanı götürürken
Gözyaşı çukuruna gömmüşsün deltasını

Henüz bir tokat gibi inmedi yüzüne aşk
Kalbine çivilerle gömülmedi ayrılık
Görmedin bir arslanın can çekişen resmini
Yalnızlık kitabında okumadın ismini
Bir takvim yaprağında yanmadı bakışların
Dökülen tüylerine tutunmadın kuşların
Karanlık köşelerde acı acı gülmedin
Sen henüz kovulduğun kapılarda ölmedin
O Celali uykudan uyanmadın, uyanma
Düşlerimin rengine boyanmadın, boyanma

Bir kuş gibi çırpınan kalbimin kafesine
Bir avuç yem bıraksan ölür müsün, a gülüm
Feryadı kayaları parçalayan sesine
Ömür boyu yabancı kalır mısın, a gülüm
Sen henüz bir zindanın küflü duvarlarına
Çarpmadın gözyaşıyla boğulan gözlerini
Sen henüz diken diken saplamadın göğsüne
Dudağında kuruyup dağılan sözlerini
Sen henüz dokunmadın yalnızlığa kan gibi
Acıyı kaynatmadın içinde volkan gibi
Karalar bağlamadın beni anlayamazsın

O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın
Nurullah Genç


Cevap: Bir Kaç Deli Güvercin

sitare
Bir Kaç Deli Güvercin

Siyah belki aldatır içindeki beyazı
Talihin aynaları kırıyorsa,hüzündür
Sen yine anlamadın ne baharı, ne yazı
Beni cehennem kılan o esrarlı yüzündür

Sen küçük bir lalesin; avuçlarında nergis
Ben acının zehrine su katan hummalı dev
Gözlerinde isyanı damıtıyor kan ve sis
Gözlerimi yakıyor bu karayel,bu alev

Sen uzak bir nehirsin denizlere yabancı
Ben ruhumun gölüne göklerden su taşırım
Senin kalbinde kahra gülümseyen bir sancı
Ben kalbimi dağların derdiyle paylaşırım

Bilmem neyi aradım bir ömür kuşlarında
Binbir gece yürüdüm hangi muamma için
Zümrüd-ü anka uçar senin bakışlarında
Benim rüyalarımda birkaç deli güvercin

Nurullah Genç


Yanıt: Yağmur

sahra
YAĞMUR

Vareden’in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat

Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü

İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi’nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak

Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfada talihsiz binlerce kurban düştü

Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin

Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım

Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra’dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahının hayalleri

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğuna arılar nadan düştü

Dolaşan ben olsaydım Save’nin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü

Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva’da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya

Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü

Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların

Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü

Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gölgesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından

Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali

Hazindir ki, dertleri aşmaya umman düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri, beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin

Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü

Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra’yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, bir gün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü

Islaklığı sanadır ahımın, efganımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin

Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü’mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz’an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım


Soru: Nurullah Genç Şiirleri

sitare
NEREDEN BİLECEKSİN

O eski hülyaların sahile vurduğunu
Yakama bir muamma taktığım gün hatırla
Gurbetin mahşerimde bir sıla bulduğunu
Dağlar gibi eriyip aktığım gün hatırla

Nereden bileceksin, şehrin sokaklarında
Kaybolan ışıkların gözlerim olduğunu
Her seher yüreğimde açan karanfillerin
Her akşam ellerimde sararıp solduğunu
Nereden bileceksin

Kim bilir, belki bir gün kapıma geleceksin
Siyah tüylü martılar yorgun pencerelerde
Benimle ağlayacak benimle güleceksin
Göğsümde ızdırabı deniz fenerlerinin
Hayatımdan fışkıran hüzne gömüleceksin

Her şairin bir gülle bahtiyar olduğunu
Bir sana bir göklere baktığım gün hatırla
Gönlümün kahrın ile ihtiyar olduğunu
Sigaramı sessizce yaktığım gün hatırla

Bilemezsin içimde bir denizdir yaşamak
Sen denizin en uzak noktasında şen şakrak
Ben kırgın dalgalarla avunurum derinde
Gemilere yosunlu mendiller bağlayarak

Nereden bileceksin fesleğen köklerinin
Hercai bulutlardan bıkıp usandığını
Ansızın kayıveren yıldızların ardında
Vuslatı bekleyen bir kalbin yandığını
Nereden bileceksin

Yağmura boyun büken susuz topraklar gibi
Kim bilir belki bir gün kapıma geleceksin
Sinesinde bi-vefa bir sırrı saklar gibi
İnfazına yürüyen ölü tutsaklar gibi
Gözlerinin hicranlı yaşını sileceksin

Tatlı bir rayihanın göklere dolduğunu
Irmaklara karışıp aktığım gün hatırla
Gölgelerin ruhumu görüp kaybolduğunu
Mavi bir şimşek gibi çaktığım gün hatırla

Gülümse ve uzaklaş çünkü anlayamazsın
Bu kopan fırtınayı Yusuf’un yüreğinde
Koyu bir çaresizlik ayinidir yalnızlık
Züleyha’nın menekşe büyüyen gözlerinde

Nereden bileceksin kayalara tutunan
Devlerin birer birer vurulup öldüğünü
Rüyaları süsleyen eşsiz mücevherlerin
Bir dervişi görünce yere döküldüğünü
Nereden bileceksin

Kim bilir belki bir gün kapıma geleceksin
Kollarında rüzgarlı bir deprem karanlığı
Kapı aralığından sessizce gireceksin
Işıldayan bu gönül şahikası önünde
El pençe divan durup sen de eğileceksin

Bülbülün lalezardan neden kovulduğunu
Bu hayal zindanını yıktığım gün hatırla
Balığın susuz kalıp suda boğulduğunu
Acılar evreninden çıktığım gün hatırla

Nurullah Genç


sitare
favorilerimden birtanesi:

HAYAL LİMANINDA DEMİRLEYEN YELKENLİYE

bilseydin;baharımdı seni bana getiren
bir vedaya ağlayan içli melekler gibi
anlasaydım,ülkemden hazineler götüren
her bakışı öteden birini bekler gibi

üşüdüğüm sahrada bu deniz sanki serap
hep aynı dakikada dönüp duruyor zaman
O’nsuzlukta dermanım değil,dermanım da harap
ey uyuyan yelkenli,ateşte sen de yan

tahtını en büyülü divanında bulmalı
açılmalı sonsuzluk sularında engine
fırtınalar kopsada,umudumuz olmalı
limanları boyarken gökkuşağı rengine

yapayalnız kalıyor O’nsuz kumlarda köpük
O’nunla damla damla kuruyor masum deniz
batırır en devasa gemiyi bile bu yük
ardında birer birer soluyor düşlerimiz

bilseydin;yakınında soluklanan çiçeğin
izlerine mahpustur çatlayan dudaklarım
ayinimiz sürecek o büyük vakte değin
hatırası köz olsa,yüreğimde saklarım.

Nurullah Genç


sitare
UYUMSUZLUĞUN ŞİİRİ

Sana göre değilim; sırtımda kambur viraneleri ömrün
Ellerimde birikmiş kan damlaları; ayaklarım tutuklu
Yüzüm istediğince taze değil; kirpiklerim yıpranmış
Gözlerim diri, bakışlarım hercai değil meydanlarda

Yürümek istesek deniz kenarında, her şey kararıyor
Bakmak dilesek gönlümüzce ufka, bulutlar yanıyor
Hiçbir şey gereğince olmuyor, ne sessizlik, ne çığlık
Ayağa kalktığım yerde oturuyorsun; göğe dönüyorsun
Gülümsediğin yerde ağlıyorum; yere bakıyorsun

Ne zamana değin ıssız bir sevda, kırık aynalarda
Ne zamana kadar acı bekleyişler uyandıracak volkanları
Seninde özgür bir evrenin olmalıydı yeryüzünde
Seninde uşakların su dökmeli avucuna yorgun bezirganların
Seninle sahilde yürümeliydi rüzgar
Biraz rıhtım koymalıydı, biraz dünya ve şiir

Hain kahkahalar yükselmemeli gölgelerden
Tenhalar size bakmamalı, kırılmamalı pencereler
Mum yakmalısınız romantik olsun diye karanlık
Yokluğumda keşfetmelisin özgürlüğü
Unutmasan da silinmeyen izlerimi bir ömür, her taraf deniz

‘‘ancak ölüm” desek de, ayrılık dudaklarında bir ölüm gibi
gelip ayıracak kalplerimizin öpüşen dudaklarını
bir daha görmeyeceğim yüzünü gözlerimde
celladınla uçurumlarda gezdireceksin ayaklarını

sonrası nedir bilir misin, tufan mı, kıyamet mi? ateş niçin?
Ne ben varım senin için dünyada, ne de sen yaşadın benim için

Nurullah Genç


sitare
NEHİRDİ AŞKA HALLAC

sen yokken, ırmaklarım bilmezdi denizleri
su, kalbimin tahtına damlardı sade siyah
hangi duraklarından geçseydim şehirlerin
bitkin aşklar görürdüm ömrün aynalarında
pençeleri baldıran kokardı kedilerin
sen yokken, gergefinden bana bakardı kızlar
her kuş bir tüy bırakıp giderken kanadından
avcı hep yüreğime savururdu kendini
sen yokken, ne ay vardı göğümde, ne yıldızlar

başakları vahşice örselendi hayalin
aldı hıçkırıkların rengini sardunyalar
dargın bir şirazeydi aramızda melâlin
bizden önce görmüştü bu rüyayı mumyalar
zevâlinle baktığım her aynada bir diken
tahtırevan gönlüme âşiyandı, sen yokken

ellerimde umarsız soluyordu çiçekler
sükûtun, en isyankar süvariydi içimde
tenime tutunmuştu karanlığıyla korku
bakışların çehremde, tebessümün saçımda
öfken dudaklarımda yine hüzzam bir şarkı
simsiyah geceleri anardı dalda baykuş
bir ağaç köklerinden bakardı gözlerime
bir sincap o sevimli edasıyla karşımda
bir çocuk kan ağlayan fotoğrafımı bulmuş

kartal pençelerinden kaçar gibi, her seher
kaçtım en mahrem duran yüzünden meleklerin
penceremde biriken yıldızlar birer birer
kuyusuna gömüldü kanayan bileklerin
dudaklarımı verdim yuvasız kalan kuşa
kör düğümler atıldı içimde her nakışa

benmişim her incinen yürekte eriyen ah
yıkılan mağaralar bırakılmış ömrüme
rüzgâr susmuş; kuşların kanatlarında keder
tükenmeyen geceler getirirken öteden
sensiz kalan turnalar gökyüzünü terk eder
iklim çöller uğruna yakıyor perdesini
aldatılan çocuğun avuçlarında boşluk
sellere karışırken bu çaresiz sarhoşluk
can kendisi dışında arıyor kendisini
sen yokken yağmalandı yüreğimden akanlar
nerdesin? neden katran kokuyor bahtımda tuz
biz bahar vurgunları, pencereden bakanlar
sen yokken karanlıkta aşka zindan olmuşuz
nasıl da çoğaltmışız yalanın gölgesini
can kendisi dışında arıyor kendisini

yüreğim gergef gibi işledi yokluğunu
nakışlarında yüzün filizlendi her akşam
sen yokken, yangınlarda küle dönen benmişim
ayırmışım küçülen varlığımı kendimden
ayrılığı bilmeyen taşlara imrenmişim
efkârıma sunarken yüce dağlar sisini
sen yokken cinler bile ürperirdi adımdan
gökkuşağı bulurdu doğum gününde ruhum
can kendisi dışında arardı kendisini

sensizlik yağmur düşen bir yaraydı her bahar
her sonbahar ölümü tadardım kuytularda
yüzünü görmeyince kırılırdı aynalar
ruhum çılgın süvari, isyankâr ve hovarda
sen yokken uykusunda ağlardı kar tanesi
hayalinle yorgundu derdimin bahanesi

ben içmeden kurudu çeşmeler; karardı su
ben geçmeden yıkıldı köprüler; yandı nehir
ihtiras, bin bir gece masallarında bezgin
intihar, şirpençeli dağlar yıktı başıma
ben hep senin ülkende yargılanan bir gezgin
sen yokken siyah bana yoldaş olurdu kinle
yelesinden huylanan küheylandı gençliğim
ben hep senin uğrunda yürüdüm dehlizleri
sen yokken aldatıldı kaşlarım kaleminle

köy çilekeş yokluğun, şehir ayrılığınmış
kan izi var gecenin kararan gövdesinde
dilsizler, unutulmaz şarkılara sığınmış
körler, şehlâ bakıyor taşların gölgesinde
köle zincire vurmuş masum efendisini
can kendisi dışında arıyor kendisini

şimdi hangi burcundan baksam uzun bir aşkın
toplasam sokaklara dökülen nergisleri
hangi cellada mezar olsa kalbimde kader
ayaklarına özge bir sevda mı toprağım
yollar yurduna yine uçurumdan mı gider
yıllardır tutmak için çırpınır ellerini
o ıssız tapınaklar, o masum azizeler
bir gün gelirsin diye aldattığım dizeler
hala bir deniz gibi döver sahillerini

bilmedim; gelincik mi döküldü kundağına
hangi el beşiğine koydu o gün canımı
girdiğin de ölümsüz çiçeklerin çağına
yaprağınla, kokunla kuşattın her yanımı
ev masalla bezendi, efsaneyle donandı
oda, bir derviş gibi esrarınla sınandı

çaresiz bir kurt gibi hayat emdi kanımı
raksını seyre daldım kara yüzlü devlerin
sen yokken gözlerimde tipi vardı; gülmedim
kuyuya atılmadan yusuf oldu yüreğim
sensiz deniz bulaştı gözlerime; silmedim
adına Nazlı Eşna dediler; kıskandı su
başka şeyler istedi toprağından bahçıvan
rüzgar hep yanılgıyı taşıdı içimize
doğduğunu duyunca kaçtı göğün uykusu

tebessümü seninle öğrendi kum saati
sensiz nabız serseri atıyor; kan yanıyor
resmini büyütüyor samanyolunda âti
seninle kafdağının devleri uyanıyor
yaşasam da, ölsem de, avuçlarımda tüter
buhurdanlık istemem artık; saçların yeter

sensiz, göremez olur bulutlar dağ başını
efsane uykularda yağmurları tükenir
silinir gökyüzünden yıldızların izleri
şakayıklar mahzundur sokak aralarında
geceyi anlayamaz gündüzün dilsizleri
kahramanlık veriyor şimdi son nefesini
rüzgâr bir bilmecenin gözyaşıyla yıkanır
vatansız kalanların kabuslarında bitkin
can kendisi dışında arıyor kendisini

atını terk ediyor süvariler; ufuk boş
umut ağır bir rüya görüyor inleyerek
ilâcını yitirdi sayrılar; hekim sarhoş
sen yokken anlamadı hasret nedir, bir yürek
her durakta yetimler ağlıyor mor çehreli
seni gördü, köprüler yıkıldı; yollar deli

ben böyle yürümezdim eskiden, ak adımla
adımı bin bir hece yazamazdım adınla
sensizlikten bunalır tenhalarda gezerdim
batık bir gemi gibi derinlerde yüzerdim
her sabah şimdi senin bahsini açıyorum
her gün bir turna gibi göğünde uçuyorum
endamına bakarken esrarını özlerim
her gece gözlerinle kapanıyor gözlerim

sen yokken denizlerin dibine çöktü acı
köpüren dalgalara karıştı kan ve zehir
sen yokken hayat yine dare çekti Hallac’ı
yıllarca irin aktı vadiden; yandı nehir
her bahçeden bir mezar gölgesi düştü bana
ısırganlar ağlamış, zakkum gülmüştü bana
sen yokken Azrail’i beklerdi dağda yolcu
ağlayan urbasında ölüm vardı dervişin
sen yokken kıpkızıldı kalpte mızrağın ucu
sevdalı dudakları simsiyahtı âteşin
kumrular benim için yakıyordu sesini
can kendisi dışında arardı kendisini
hep çeşmenin başında, hep susuzdum sen yokken
tende sancıydı zaman; uykusuzdum sen yokken

Nurullah Genç


sitare
KARANFİL Mİ NE/SİN SEN

Yüzün sanki dolunay; yüreğimde mi, nedir?
Ellerin çizgi çizgi belleğimde mi, nedir?
Varlığın yedi iklim sunuyor coğrafyama
Yokluğun diken diken kimliğimde mi, nedir?
Bir özlem fırtınası savuruyorsa beni
Çölleri hatırlamamak dileğimde mi, nedir?
Hayalin bir tereddüt, yapışıyor yakama
Sna alışkın olmak iliğimde mi, nedir?
Eflatun kıvılcımlar düşürdün yollarıma
Her kıvrım bir umut, günlüğümde mi, nedir?
Bir sürgün potasında damla damla eriyen
Yalnız bedenim değil, benliğim de mi, nedir?
Saçları dağılıyor denizin sevda için
Açan nergisim, öten kekliğim de mi, nedir?
Her bakışın ruhuma dokunan bir iğnedir
Mıknatıslı gözlerin, bilirim, şahanedir
Tutkusu yumak yumak sarıyor benliğimi
Bana gülüşün lazım; gözlerin bahanedir.

Nurullah Genç


sahra
şehir fotoğrafları taşımazdım yanımda
oysa şimdi gözlerin şehir oldu kanımda
esrarlı bir havzanın koynunda büyüyorsun
bahtiyarsın;gülümün sesini duyuyorsun
dalları meyvelendi karaçamın meşenin
bahçende efsunu var tarihi bir neş’enin
havuzun başı döner gülüm ordan geçince
şadırvan sevincinden yaş döker,su içince
ahuların yol tutup indiği basamaklar
şimdi her ahı değil,benim ahımı saklar
viranelerin bile hümayunabad gibi
oysa ben,köşelerde bekliyorum yad gibi
gülüm,semaver çayı yudumlarken serinde
ama bir kuş gibiyim mesire yerlerinde
ölüm bile uyuyor kucağında a şehir
kül olayım gülümün ocağında aşehir
gözlerinde göreyim güneşin batışını
yıldızlardan duyayım Onun kalp atışını


sitare
ÖTEDEN GELEN ŞİİR

o aşk, kalbime çöken ağır bir yüktü Rabbim
o aşk, ruhumun bile belini büktü Rabbim
kristalin içinde incimi parçaladı
çakallarla sevişen hımcımı parçaladı
yalnızlığım karanlık dökünce yollarıma
siyah lekeler düştü kırılan kollarıma
esrarlı bir köpüğün infilekıydı hayat
tutunduğum her dalın ucunda koptu feryat
O bir masal kızıydı, anlamadı dilimden
kelebekler misali uçup gitti elimden
bulduğum âna değin riyâsız bir kefeni
benimdir bildiklerim çâresiz koydu beni
yarattığın kıvılcım her şeyi yaktı Rabbim
kaderim bana yalnız seni bıraktı Rabbim

ağlamaklı bir yıldız bakıyor taşlarıma
dokunuyor toprakta uçan gözyaşlarıma
görmüyor saatlerin sararıp solduğunu
bilmiyor mezarımın kendisi olduğunu
bozkırımda yeşeren gül sızımdır O benim
göklerime koyduğum yıldızımdır O benim
gölgesini gölgemden esirgeyene inat
‘Şâirindir bu çiçek! ‘ diye duyun kâinat
hayrandım, kapısından kovduğu ânda bile
hangi bülbül beddua eder dünyada güle
göğsünü ışığınla doldur, bırakma Sen’siz
ömrü saâdet bildi gülüm dünt, yada bensiz
orda nefesim soğuk, sesim boğuktu Rabbim
O’na baktığım ânda bile O yoktu Rabbim

ırmak denize aktı; ruhum şimdi Sen’dedir
hayatta bütün mâna bir parça kefendedir
âh benim yeryüzünde oyalanan kaderim
sonsuzluk tezgahında mayalanan kaderim
buldun kayıp ülkeyi bir volkanın içinde
cennetine kavuştun çıkan canın iinde
şimdi yoksun, çünkü yok varlığında yokluğun
sarmaşıklar çölünde tükendi çocukluğun
tanyerinde ânsızın geceyi yaktı Rabbim
senden bana akşamsız seni bıraktı Rabbim

Nurullah Genç


sitare
İLACIMI ÖZÜN SAY

bir akşam sensizliğim eriyip aktı bende
gözlerinin cemresi karanfildir bedende
kirpiklerin kuşattı bütün mevsimlerimi
şimdi varsın; sızın var duranda, yürüyende
kollarım gül kokulu bir baharı sarıyor
acılar ki, önümde diz çöküp yalvarıyor
ayrılık yapayalnız bir ülkedir evrende
hüzün, terk edilmişlik duygusuyla çaresiz
şimdi varsın; hayatım sende, ölümüm sende

şimdi varsın; sokaklar daha bir sıcak bana
nereye git gidersen; orası ocak bana
bazen bir papatyanın beyaz yapraklarından
bazen bir dolunayın çehresinden bak bana
şimdi varsın; ruhumu okşuyor soframda su
ardımda ne yalnızlık, ne de ölüm korkusu
hayatın hiç sönmeyen kandilini yak bana
o eski fırtınalar şimdi sabâ rüzgarı
hüzün benden habersiz, kuşkular ırak bana

ey benim aynalarda gülümseyen çokluğum
nar tadında umutlar taşıyan çocukluğum
gözlerinin ışığı yayıldı mahzenime
ey benim can sarayım, ey benim eşsiz kuğum
asil tebessümünü düşürdün izlerime
müpteladır gemiler benim denizlerime
gülümsedin; kalmadı kederim, burukluğum
çehresinde hâtıran büyüyor bebeklerin
gizemine âşina varlığım ve yokluğum

lügatini yeniden yazıyorum sevdanın
binlerce çiçek açtı kollarımda yorgunluk
gündönümü ruhuma ayarlandı yeniden
bir çerağdır, yanıyor gittiğin her bahçede
şimdi parmaklarının ucundadır baharım
kutlu bir ülke verdin hayatıma özünden
denizlerde sen varsın; ırmaklarda ben varım

yaprak yine hüzünle düştü ayaklarıma
ağaçlardan boşandı hayatımın acısı
anlamadım: Bu gökler benim göklerim değil
bilemedim: Bu toprak canımda akkor gibi
tutuştum hiç kimsenin yanmadığı yerde ben
meğer ömür vermişim bu belalı derde ben
sen geldin; avuçlarım suyla doldu ansızın
sen geldin; evrenimi kuşattı sevda sızın

ders almayı bilmedim yüreğimden; yorgunum
ne sana, ne kendime, ben dünyaya kırgınım
dikenler saplanmıştı çocukluk günlerime
gençliğim bir ejderha pençelerine mahkum
kırk yaşımda, bin yılın ıstırabıyla yandım
uyudum, o bembeyaz ellerinde uyandım
sen geldin; birbirinden ayrıldı renk ve acı
sen geldin; yine vurdu yüzüme aşk utancı

lâyıktır, her lokmayı yedirseler zehirden
lâyıktır, karlı dağlar çökse başıma birden
akıl, sanki içimde bana düşman bir gemi
kahrın karanlığına gömdü şehlâ gölgemi
göremedim; gönlümden ufkuma sızdı keder
en muamma çöllerde ararken yitiğimi
geldin; altın harflerle yazıldı günün adı
geldin; ruhuma meftûn âvâreler ağladı

ders almayı bilmedim hayattan; bir gün ölüm
öğretir o tekrarı olmayan dersi bana
nasıl da uçtu ömrüm renklerin boşluğuna
dal kırıldı; kökleri çürüdü servilerin
duyamadım gövdenin o esrarlı sesini
karayel bir yanımdan esip durdu öteye
sen geldin; yağmur yağdı içime; bahar geldi
sen geldin; yıllar yılı beklediğim yâr geldi

şimdi varsın, yıldızlar bana bakar derinden
bozkırlarda, çöllerde çiçeklenir ellerin
şimdi varsın, gecenin kan akar gözlerinden
ışıldayan çehresi karardı güzellerin
öteyi görmeyenler bilemez, kimle geldin
sen benim kendi ruhum, kendi özümle geldin
şimdi varsın, varımı varlığında sakladın
dayanılmaz yüreğin esrarlı bir bahçedir
şimdi varsın, içimde ebedi konakladın
zariftir bakışların, bal renklidir, incedir
sensizlik geçmişini anıyor; şimdi varsın
burçlarımda lâmbalar yanıyor; şimdi varsın

Nurullah Genç


sitare
AŞK CEFA ÜLKESİNDE UMUDUN RÜYASIDIR

aşk ölümcül bir hülyadır
anlayamadığım
ey sarı gök bulutu, ey ıstırab gülşeni
son bir karanfil gibi
taşıyacağım seni
kalbimin hüsnüyusuf mahrem bahçelerinde
derindesin, rüya kadar derinde

aşk ipek bir karanlıktır
kollayamadığım
gecenin bir vaktinde gelen çiçekler için
tenhâsında kuşlar uçan
sulara karışıp akmak isterim
kan çölünün ıssız vâhalarından
saâdet burcuna çıkmak isterim
gitmeliyim buralardan seninle
kalırsam, surları yıkmak isterim

aşk gizemli bir şarkıdır
dinleyemediğim
ayrılığın arkasından duyulan
gün doğuyor, neden gülemiyorum
siyah bir tanyerinde
beklemek yakışmaz bana geceyi
eylül mü vurdu güllerimi, bilemiyorum

aşk isyankâr bir korkudur
sonlayamadığım
gece yolculuğuna takılır ayakları
özlem beyaz bir gül, açar bağrında
yâr kokusu yayılsın diye kaldırımlara
ölü ve gözüyaşlı bırakır çocukları
arıbeyi konunca ruhun zümrüt taşına
mor gülüşlü haramî çıkar dağlar başına
diriltir sarı saçlı, kırılgan aynaları

aşk veremli bir türküdür
söyleyemediğim
nağmeleri doruklardan yayılan
anılar sehpasında
takıyor boynumuza kırmızı urganları
kötürüm bir vâdide geziyor kurbanları
her aşkı dâre çeken vefâsız leylâsıdır
alır avuçlarına, öper ısırganları
aşk cefâ ülkesinde umudun rüyasıdır

Nurullah Genç


sitare
BENİM ŞİİRİM

Bakmayın çevremi kuşatanlara
Hüznün,yalnızlığın şairiyim ben
Issız ovaların nehiriyim ben
İçimde işliyor derin bir yara
Aşkın öldürmeyen zehiriyim ben
Bakmayın çevremi kuşatanlara
Hüznün,yalnızlığın şairiyim ben

Kapattım kalbimin son kapısını
Dokunun;boşlukta bir taş gibiyim
Hafızası ölü nakkaş gibiyim
Çekiyorum mutsuzluğun yasını
Ayaklara mahkum bir baş gibiyim
Kapattım kalbimin son kapısını
Dokunun;boşlukta bir taş gibiyim

Ölümü yaşadım ölmeden önce
Bana sonsuzluğu beklemek düştü
Mazide benim de yüzüm gülmüştü
Uyandım,mutsuzluk geri dönünce
Ölümü yaşadım ölmeden önce
Bana sonsuzluğu beklemek düştü

Gelsene,nerdesin,ey sessiz ölüm
Adını yazsana dudaklarıma
Zaman kan süzüyor kulaklarıma
Hıçkırığa mahkum biçare gönlüm
Haydi takılıver ayaklarıma
Gelsene,nerdesin,ey sessiz ölüm
Adını yazsana dudaklarıma

Bulsam Kafdağı’nın eteklerini
Başımı çevirip gitsem mi bilmem
Ben ki yaranamam,şakaya gelmem
Kuruttum bengisu peteklerini
Karanlık dolu bir dünyada gülmem
Bulsam Kafdağı’nın eteklerini
Başımı çevirip gitsem mi bilmem

Umutlar sultanı anlayamadı
Sizler beni asla anlamazsınız
Biraz sevdasınız,biraz nazsınız
Kimse benim gibi ağlayamadı
Belki gülersiniz,inanmazsınız
Umutlar sultanı anlayamadı
Sizler beni asla anlamazsınız

Nurullah Genç


sitare
BİLEYDİM LAYIK OLMADIĞINI

bileydim lâyık olmadığını
yürür müydüm yollarında

sen birazı tereddüt
birazı kan ve gurur
acılarla beslenen bir zakkum çiçeğisin

oysa hep ışıl ışıl
hep rengârenk göründün bulutların ardında
anlayamadım
yeşil sadece zehir dumanlı gözlerinde
özlem sadece tûfan

her akşam kefen giydi yüreğim kollarında
her gece bir giyotin
rüyalarım hıçkırık
kâbuslarım ölümdü
ellerin yavaş yavaş beni bataklığına
beni isyana gömdü

şimdi kopardım urganlarını
dostluğum da sensiz, düşmanlığım da
ırmak ikiyüzlü akar mı sandın
güneş karanlıktan korkar mı sandın
git, seninle gitsin pişmanlığım da

bileydim lâyık olmadığını
yürürmüydüm yollarında

Nurullah Genç


sitare
RÜVEYDA

fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
yetim çığlıklarımı duyurmak üzere sana
koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına

adını söylemek istemiyorum
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum
Rüveyda dediğim zaman
anla ki, senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından

hangi yıldızdır bilmem, gözlerin
kayar da üzerime Rüveyda
önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime
sonra açılır önümde ıstırab vadileri
silik renkleriyle adımlarıma
çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
hayalin bittiği menfeze doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru

uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair
yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda
oysa Rüveyda
baştan başa ben
kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim

kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden
bir anlatsam nasıl utandığımı
bir doğrulsam eğrildiğim yerden
ağarır tanyeri nilüferlerin
alaca bir at koşar içimde
ezer toynaklarıyla anılarımı

sular köpürmemeliydi Rüveyda
kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin
ben zehire alışkınım, şerbete değil
rüyalar nefret eder avare duruşumdan
kabuslar çekerek ancak derdimi yeryüzünde
sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber
ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş
yargılamak için zeval kayıtlarını
inkilap bekliyorum

hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin
uzanır da gönlüme Rüveyda
derinden bir ok saplanır bağrıma
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız, mekansız nefese doğru

varlığın cinayettir memleketimde işlenen
akıtır kanını asil pehlivanların
yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi
varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın

artık eskisi gibi bakamıyorsun
göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda
binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
güneş bir ane gibi dururdu başucunda
artık dokunamıyor kakülün bulutlara
karalara bürünmüş saçlarında dolunay

Nurullah Genç


sitare
RÜVEYDA BEN SENDEYİM SEN BENDESİN

Önce korkunç azaba kahra gömülüyorum
Sonra en büyük affa uğrayıp gülüyorum
Çatlıyor da mezarım dışa vuruyor beni
Terazi Rüveyda’ya divan kuruyor beni
güneş aktı, ay söndü parçalandı yıldızlar
Rüveyda şimdi burda sen varsın, gözlerin var
Beyaz tüller içinde ruhun sarıyor beni

Sahibisin bu eşsiz muhabbet sarayımın
Mağrur yükseliyorsun uluların katına
Huriler imreniyor sonsuz saltanatına
Elime tutuşturup kalbinin kadehini
Sevgini şarap gibi sunuyorsun Rüveyda
Çiçek çiçek kalbime doluyorsun Rüveyda

Acı yok, intizar yok eskide kaldı hasret
Ömrünü tamamladı endişe, korku, hayret
Buz ve köz tarih oldu
Geçti zaman ve mekan
Zaman biziz, mekan biz
İmkansıza yok imkan
Ömrün ne sonundayız, ne de henüz başında
Otuz üç yaşındayız, hep otuz üç yaşında
İçim sensin bu ilde, dışım sensin Rüveyda
Rüveyda,
Ben sendeyim sen bendesin Rüveyda

Nurullah Genç


sitare
RÜVEYDA’YA AĞIT

ben bir aziz değilim
hele gündüz değilim
attığı her adımda siyah bir iz bırakan
bir yanında ürküten bir baldıran gövdesi
bir yanımda kederi özümleyen bir lale
merhamet sahrasının uyuyan gecesiyim
bırakta böyle bitsin bu günahkar serüven
bırakta kurtarayım bu emanet sarayı
yeter intiharınla oyduğun yüreğimi
umutsuz şarkılarla avutulduğun yeter

göğsümde bir yanardağ kıvranıyor rüveyda
yaraları kapandıkça kanıyor rüveyda
duman çöktü güneşin sitem aynalarına
aralandı perdeler şimdi sensiz değilim
dertliyim, viraneyim, ben bir aziz değilim
azizler tohum eker sevgi tarlalarına

senin gözlerin dram, oysa ağlatan benim
ben dilenci, sen sultan sevgi dağıtan benim
sen ışık ben karanlık ve aydınlatan benim
ben ölümüm sen hayat cana can katan benim
sabah sende oluyor güneşi tutan benim
soran ben sorulan sen hüznü damıtan benim
öldüren ben ölen sen kabirde yatan benim
sen, sevda yüklü bulut, göklerimin sahibi
saklıyorum içimde seni bir tufan gibi

nerde uğruna ömür verdiğim bela, nerde
her hatıra bir demet zakkum meyhanelerde
düşlerim esrsrınla çoğalan pervanedir
götür benden ahzanı bana, ihsanı getir
yalanı reddederken düşüyorum yalana
ben bir aziz değilim rüveyda anlasana

bu ağıdı öldüğün için söylemiyorum
sen ölmedin rüveyda
at vuruldu ben öldüm
her hamlesi bir tabut şimdi bakışlarının
yıkayıp kefenledim mehtabına gömüldüm
duysun alem ateşin dağı erittiğini
bu illetin daşları bile çürüttüğünü

gün olurda ayrılık yumağı çözülürmü
bergüzarım ayaklar altında ezilirmi
rüveyda görürmüyüm yeşil ufuklarını
seninle bir sonsuzluk bulurmuyum rüveyda
yoksa hep bu kabirde kalır mıyım rüveyda

Nurullah Genç


sitare
UNUTURSUN DEYİŞİNE

unutmak, yıldızların ciğerine saplanan
bir lâle yaprağına gömmektir sevgiliyi
unutmak, bir kaktüsün küllerinde ansızın
alevli bir tapınak eylemektir sevgiyi
unutmak, semendere zehir sunmaktır, gülüm
taş dolu yüreklerin lügatinde bulursun
unutmak, sessizliğe yine kanmaktır, gülüm
unutulursa şair, sen de unutulursun

bir dağın bir kuyuya tohum ektiği yerde
balığın yüzgecinden irin döktüğü yerde
kralın, kölelerin emrinde yürüdüğü
geminin bir köpükte okyanus aradığı
ay’ın arzı terkedip gökte durduğu ânda
serseri bir kurşunun ay’ı vurduğu ânda
başını ellerinin arasına al ve dur
işte o lahza gülüm, bu can seni unutur

unutmak, bir saatin kırılan camlarında
zamanı çürüterek öldürmektir sevgiyi
unutmak, bayramlığı giydirilen çocuğun
aldatılan göğsünde vurmaktır sevgiliyi
unutmak, bir ülkenin tozlu kaldırımlarında
taşlara boğdurmaktır yağız atlı yiğidi
unutmak, susturmaktır yolların ayrımında
şairlere can veren muhteşem bir ağıdı
unutmak, koparmaktır çiçekleri dalından
sisli bir yalnızlığın ekseninde bulursun
unutmak, ayırmaktır arıları balından
unutulursa şair, sen de unutulursun

Nurullah Genç


sitare
İÇİM İÇİME SIĞMIYOR

Havanın dumanlı
Vaktin dar olduğu bir zamanda
Bu sözü bir gül gibi bıraktın yüreğime:
"İçim içime sığmıyor! .”

Şimdi sana dairim

Ölesiye tutkulu

Ölesiye şairim

Tarihe gömüyorum acıyı ve ölümü
Yenilgiyi zafer şarkılarına

Çünkü sen geldin; kumrular geldi

İçim içime sığmıyor
Umurumda mı sanki ayrılık trenleri
Ay tutulması, rasathaneler
Aşkın değerini düşüren darphaneler
Başbakanın Amerika evleri
Umurumda mı sanki

Sen geldin; çöllere yağmurlar geldi
Bana göre değil Küba’nın çiçekleri
Yeni bir skandal senaryosunda
Şaşkın bir İngiliz prensesinin
Yıkılan hayalleri

Bana göre değil kavga
Uygarlığın kriz noktalarında
Gurbet kokan bir hayatım var benim
93 harbinden kalma sokaklarında
İkindi sonrası sirenler çalar
Eritir dağların kirli karını
Susuz bir denizde hırçın dalgalar
Deler karanlığın kulak zarını

Sen geldin; vefakâr duygular geldi
Yakamozlar oynaşıyor sularda
Benim de sırlara ermek çağımdır
Buzlar vadisinde bir gelin, sevda
Sevda benim özgül ağırlığımdır

Sen geldin; güvertelere
Umut yükleyip boşaltan gemilerin
Hindistan cevizi kırdığı kırdığı limanlarda
Ermiş kaptanlara muhabbet duyan
Meczup tayfalar geldi
İçim içime sığmıyor
Çünkü hem sen geldin; hem bahar geldi

Nurullah Genç


sahra
Saçlarına can veren yıldızlar nerde gülüm
Hangi ferman dokundu bakışlarına senin
Belki sahrada değil, şimdi göklerde gülüm
Taşıyor bulutları gözlerinde, nazenin

Senin her kirpiğinde bir dervişin ahı var
Muhteris aynaların eskidiği yerdesin
Yüzünde en çaresiz devlerin günahı var
Zamanı sonsuzluğa bağlayan mahşerdesin

Divan-ı harbe giden yiğitlerin ardında
Kanayan kitaplara gül götüren yağmurum
Hüznü bir tabut gibi buluyorum derdinde
Senin toprağın için çırpınıp ağlıyorum

Memnu bir zerrin kadar edalı ve soylusun
Gamzelerinde nazlı kıvılcımlar gizlenir
Bağbozumunda bile yediveren boylusun
Gün olur ki, kalbinde gözlerin filizlenir

Bu sevda dayanılmaz bir ağıttır zülfünde
Rüzgarın her busesi içimde kurşun olur
Yıldız kayar, ay susar geceye güldüğünde
Dağda çiğdem solarken çölde ceylan vurulur

Ben bu yol ayrımında sensiz olsam ne çıkar
Kahra göçen kuşların kanatlarında kaldın
Ölümün gözyaşları bir gün hicranı yıkar
Tarihe bir sır gibi düşer senin de adın


sahra
seni kaybettiğim o günden beri
içimi dağlıyor hasretin, sızın
kah gönderiyorsun yalnızlığını
kah karşıma çıkıyor ansızın

herhangi bir gecede, dumanlı bir köşeden
bazen ayın ondördü kadar şehla ve güzel
bazen bir ejder gibi, bakışları bir kızın
ızdırab şarabıyla ruhumu sarhoş eden
kil renkli gözlerini buluyorum ansızın

herhangi bir zamanda muamma bir şarkının
dalgın nağmelerinde duyuyorum seni
ağlayan kirpikleri bazen kumral ve kısa
uçurtmalar taşıyor göklere nefesini

bazen karanlıkları örtecek kadar uzun
alevli saçlarında dağılıyor gül ve gün
kalbimden bir karanfil koparıyor sonsuzun
savaşta yenik düşen gemiler kadar üzgün

herhangi bir denizin efsunuyle yeniden
her şey sanki yeniden başlayacak derinde
sönerken mutluluğun nazenin kandilleri
yaralı bir güvercin görürüm ellerinde
hayalinde bulurum solgun karanfilleri


sahra
l

ey imtiyazlı güzel, uyan derin uykudan
hatırla bülbüllerin divane olduğunu

dün sabah seni görüp çarpılmış gökte güneş
önce anlayamamış ona ne olduğunu

gönderince kalbime ışığını bu gece
bildim bütün aşkların bahane olduğunu

şimdi ben de garip bir haldeyim, biçareyim
şaşırdım ayın kime pervane olduğunu

ll
rüzgarı senin için öpüyor dudaklarım
bal rengine boyuyor yolları senin için

dehlizlerin dumanlı, küflü karanlığından
aydınlığa çekiyor kulları senin için

misk-ü amber kokuyor çölün kalbinde zaman
sim-ü zerle süslüyor kumları senin için

senin için ırmağa karışıyor denizler
can meyvesi kırıyor dalları senin için

lll
bülbül yine mey’ustu; vatan virandı gülüm
uğrunda hayallerim bile yıprandı gülüm

Mecnun dahi Leyla’yı anmaz oldu yürekten
güzeller güzeliydi; hani sultandı gülüm

yaşamak, sonsuzluğu tattı avuçlarından
ölüm tomurcuklandı; kabir uyandı gülüm

bir kafdağı kalmıştı varlığından bihaber
seni görünce, o da tutuşup yandı gülüm


Bulut_001
s.a çok güzel yani içten bir tazış etkilenmemek elde değil


sitare
NEHİRDİ AŞKA HALLAC

sen yokken, ırmaklarım bilmezdi denizleri
su, kalbimin tahtına damlardı sade siyah
hangi duraklarından geçseydim şehirlerin
bitkin aşklar görürdüm ömrün aynalarında
pençeleri baldıran kokardı kedilerin
sen yokken, gergefinden bana bakardı kızlar
her kuş bir tüy bırakıp giderken kanadından
avcı hep yüreğime savururdu kendini
sen yokken, ne ay vardı göğümde, ne yıldızlar

başakları vahşice örselendi hayalin
aldı hıçkırıkların rengini sardunyalar
dargın bir şirazeydi aramızda melâlin
bizden önce görmüştü bu rüyayı mumyalar
zevâlinle baktığım her aynada bir diken
tahtırevan gönlüme âşiyandı, sen yokken

ellerimde umarsız soluyordu çiçekler
sükûtun, en isyankar süvariydi içimde
tenime tutunmuştu karanlığıyla korku
bakışların çehremde, tebessümün saçımda
öfken dudaklarımda yine hüzzam bir şarkı
simsiyah geceleri anardı dalda baykuş
bir ağaç köklerinden bakardı gözlerime
bir sincap o sevimli edasıyla karşımda
bir çocuk kan ağlayan fotoğrafımı bulmuş

kartal pençelerinden kaçar gibi, her seher
kaçtım en mahrem duran yüzünden meleklerin
penceremde biriken yıldızlar birer birer
kuyusuna gömüldü kanayan bileklerin
dudaklarımı verdim yuvasız kalan kuşa
kör düğümler atıldı içimde her nakışa

benmişim her incinen yürekte eriyen ah
yıkılan mağaralar bırakılmış ömrüme
rüzgâr susmuş; kuşların kanatlarında keder
tükenmeyen geceler getirirken öteden
sensiz kalan turnalar gökyüzünü terk eder
iklim çöller uğruna yakıyor perdesini
aldatılan çocuğun avuçlarında boşluk
sellere karışırken bu çaresiz sarhoşluk
can kendisi dışında arıyor kendisini
sen yokken yağmalandı yüreğimden akanlar
nerdesin? neden katran kokuyor bahtımda tuz
biz bahar vurgunları, pencereden bakanlar
sen yokken karanlıkta aşka zindan olmuşuz
nasıl da çoğaltmışız yalanın gölgesini
can kendisi dışında arıyor kendisini

yüreğim gergef gibi işledi yokluğunu
nakışlarında yüzün filizlendi her akşam
sen yokken, yangınlarda küle dönen benmişim
ayırmışım küçülen varlığımı kendimden
ayrılığı bilmeyen taşlara imrenmişim
efkârıma sunarken yüce dağlar sisini
sen yokken cinler bile ürperirdi adımdan
gökkuşağı bulurdu doğum gününde ruhum
can kendisi dışında arardı kendisini

sensizlik yağmur düşen bir yaraydı her bahar
her sonbahar ölümü tadardım kuytularda
yüzünü görmeyince kırılırdı aynalar
ruhum çılgın süvari, isyankâr ve hovarda
sen yokken uykusunda ağlardı kar tanesi
hayalinle yorgundu derdimin bahanesi

ben içmeden kurudu çeşmeler; karardı su
ben geçmeden yıkıldı köprüler; yandı nehir
ihtiras, bin bir gece masallarında bezgin
intihar, şirpençeli dağlar yıktı başıma
ben hep senin ülkende yargılanan bir gezgin
sen yokken siyah bana yoldaş olurdu kinle
yelesinden huylanan küheylandı gençliğim
ben hep senin uğrunda yürüdüm dehlizleri
sen yokken aldatıldı kaşlarım kaleminle

köy çilekeş yokluğun, şehir ayrılığınmış
kan izi var gecenin kararan gövdesinde
dilsizler, unutulmaz şarkılara sığınmış
körler, şehlâ bakıyor taşların gölgesinde
köle zincire vurmuş masum efendisini
can kendisi dışında arıyor kendisini

şimdi hangi burcundan baksam uzun bir aşkın
toplasam sokaklara dökülen nergisleri
hangi cellada mezar olsa kalbimde kader
ayaklarına özge bir sevda mı toprağım
yollar yurduna yine uçurumdan mı gider
yıllardır tutmak için çırpınır ellerini
o ıssız tapınaklar, o masum azizeler
bir gün gelirsin diye aldattığım dizeler
hala bir deniz gibi döver sahillerini

bilmedim; gelincik mi döküldü kundağına
hangi el beşiğine koydu o gün canımı
girdiğin de ölümsüz çiçeklerin çağına
yaprağınla, kokunla kuşattın her yanımı
ev masalla bezendi, efsaneyle donandı
oda, bir derviş gibi esrarınla sınandı

çaresiz bir kurt gibi hayat emdi kanımı
raksını seyre daldım kara yüzlü devlerin
sen yokken gözlerimde tipi vardı; gülmedim
kuyuya atılmadan yusuf oldu yüreğim
sensiz deniz bulaştı gözlerime; silmedim
adına Nazlı Eşna dediler; kıskandı su
başka şeyler istedi toprağından bahçıvan
rüzgar hep yanılgıyı taşıdı içimize
doğduğunu duyunca kaçtı göğün uykusu

tebessümü seninle öğrendi kum saati
sensiz nabız serseri atıyor; kan yanıyor
resmini büyütüyor samanyolunda âti
seninle kafdağının devleri uyanıyor
yaşasam da, ölsem de, avuçlarımda tüter
buhurdanlık istemem artık; saçların yeter

sensiz, göremez olur bulutlar dağ başını
efsane uykularda yağmurları tükenir
silinir gökyüzünden yıldızların izleri
şakayıklar mahzundur sokak aralarında
geceyi anlayamaz gündüzün dilsizleri
kahramanlık veriyor şimdi son nefesini
rüzgâr bir bilmecenin gözyaşıyla yıkanır
vatansız kalanların kabuslarında bitkin
can kendisi dışında arıyor kendisini

atını terk ediyor süvariler; ufuk boş
umut ağır bir rüya görüyor inleyerek
ilâcını yitirdi sayrılar; hekim sarhoş
sen yokken anlamadı hasret nedir, bir yürek
her durakta yetimler ağlıyor mor çehreli
seni gördü, köprüler yıkıldı; yollar deli

ben böyle yürümezdim eskiden, ak adımla
adımı bin bir hece yazamazdım adınla
sensizlikten bunalır tenhalarda gezerdim
batık bir gemi gibi derinlerde yüzerdim
her sabah şimdi senin bahsini açıyorum
her gün bir turna gibi göğünde uçuyorum
endamına bakarken esrarını özlerim
her gece gözlerinle kapanıyor gözlerim

sen yokken denizlerin dibine çöktü acı
köpüren dalgalara karıştı kan ve zehir
sen yokken hayat yine dare çekti Hallac’ı
yıllarca irin aktı vadiden; yandı nehir
her bahçeden bir mezar gölgesi düştü bana
ısırganlar ağlamış, zakkum gülmüştü bana
sen yokken Azrail’i beklerdi dağda yolcu
ağlayan urbasında ölüm vardı dervişin
sen yokken kıpkızıldı kalpte mızrağın ucu
sevdalı dudakları simsiyahtı âteşin
kumrular benim için yakıyordu sesini
can kendisi dışında arardı kendisini
hep çeşmenin başında, hep susuzdum sen yokken
tende sancıydı zaman; uykusuzdum sen yokken

Nurullah Genç


sitare
SENİ ÇAĞIRDIM BOŞUNA DEĞİL

Yüregim adına cagırdım seni
Bulutlara tutun, yagmurlarla gel
Günesin dogup da, battıgı yerden
Yalnız benim olan bir bir baharla gel

Gel ki, ayak sesleri duyuluyor yoklugun
Onune gecilemez bir depremdir gokyuzu
OLumsuz bır cazibe saklare kendisinde
Donusu olmayana cekiyor omrumuzu
Gel ki, matem tukensin yaslı bulbul adına
İksirini alnıma süreyim gül adına

Sabrını tasıyarak semenderin
Giriyorum en gizli ormanına gecenin
Güneşten usul usul çalıyorum gölgeni
İhanet kurşunuyla vursun avcılar beni
Vaadler, meyhaneler, nağmeler, sesler yalan
Neruda’nın Umutsuz Sarkısı’dır duyulan

Kanatları cicek turnalarla gel
Sırları gosteren aynalarla gel
Beni sensiz bırakacaksan, gelme
Karanlık olmayan dunyalarla gel

Nurullah Genç


memuka42
Harikka

Allah razı olsun

teşekkürler. Allah razı olsun ve çalışmalarınızda başarılae diler. yeni ve güzel çalışmalarınızı bekleriz


sevgi.çicegi
Revamı beni böyle kurşunlamak derinden
Ruhum bakamaz oldu güllere kederinden
Revamı içimde soluklanan kuşların
Kırmak kanatlarını
Sonrada bakmaksızın arkaya bir defa
Bırakıp adım adım istihza tohumları
Bu zamansız şairi incitmek reva mıdır
Sevindirmek dururken
Öldürmek reva mıdır…

(Nurullah Genç)


beni anlamayışına, o kalp sende oldukça gülüm ağlayamazsın, sararmış yapraklar sonbaharda aşk hüzzamlı şiirleri

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();