Hayır Ve Şer
İnşirah
Müslümanlığımızın en ayırdedici vasıflarından birinden bahsedeceğiz bu sayımızda: Hayır-şer çizgisinin farkında oluş… Hayır nedir, şer nedir? Hayırlı olarak nitelendirdiğimiz şeyleri ve durumları neye göre böyle vasıflandırıyoruz? Şerrin şer oluşunun kaynağı nedir? Ve hayır-şer anlayışında müslümanı diğerlerinden farklı kılan ölçüler nelerdir?
Bizim hayır ve şer olarak gördüğümüz şeyler her zaman ve her durumda gerçekten öyle midir? Evet; hayır ve şer kavramları, ilâhi vahyin bize öğrettiği hayatî öneme sahip kavramlar.
Bu kavramların hakikatini kavradığımız ölçüde rotamız doğru, kalbimiz huzurlu, akibetimiz hayırlı olacak…
Hayır kelimesi, sözlükte aranan, istenen, rağbet edilen gibi anlamlara gelir. Bu tanımdan, hayırda menfaat, fayda, fazilet, üstünlük, iyilik gibi vasıflar bulunması gerektiğini anlıyoruz. Bir diğer şekilde söyleyecek olursak, herhangi bir şeyde veya durumda bu vasıflar mevcutsa biz onu hayır/lı olarak vasıflandırırız.
Bunun tersi olan şer ise, yukarıdaki özelliklerin zıddıyla vasıflandırdığımız şey veya durumdur. Yani her ne ki zararlı, kötü, çirkindir, işte o, şer/li dir…
Günlük konuşmalarımızda kısaca iyi ve kötü olarak ifade ettiğimiz hususları kapsamina alan hayır-şer konusunun, hayatımızda zannettiğimizden daha büyük bir ağırlığı vardır. Dolayısıyla bu konu hakkındaki malumatımızı gözden geçirmek, her an yüzyüze bulunduğumuz murakabe ihtiyacının karşılanmasında önemli bir fonksiyon icra edecektir.
Hayır ve şerrin kaynağı
Âmentü de geçen ve bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî min Allahi Tealâ (hayrıyla-şerriyle kaderin Allah Tealâ’dan olduğuna iman ettim) cümlesi, bize bu sorunun en kestirme cevabını veriyor.
Evet, herşeyin olduğu gibi, hayır ve şerrin de kaynağı ve yaratıcısı Yüce Rabbimiz’dir. O öyle buyurur: Ve eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, artık O’ndan başka onu açıp giderecek yoktur. Ve eğer sana bir hayır dilerse, O’nun fazlını geri çevirecek de yoktur. (Yunus, 107)
Esas konusu Allah Tealâ’ya rağmen kimsenin bir şey yapamayacağı konusuna vurgu yapmak olan bu ayet, aynı zamanda hayır ve şerrin O’nun elinde olduğunu ifade etmekle de konumuz açısından önemlidir.
Şerrin Allah’tan olması ne demek?
Hayrı anladık da, Allah Tealâ kulları için şerri de diler mi? diye sorulacak olursa, cevabı şudur:
Gerek bu ayetin, gerekse Allah dilediğini aziz, dilediğini zelil eder (Âl-i İmran, 26), Allah dilediğini saptırır, dilediğine de hidayet eder (En’am, 39),
Allah dileseydi bütün insanları hidayete sevkederdi (Yunus, 25) gibi pek çok ayetin açıkça ifade ettiği gerçek odur ki, varlık aleminde her şey Yüce Allah’ın dilemesiyle olur.
Ancak O’nun dilemesi ile rızası birbirinden ayrı şeylerdir. Ehl-i Sünnet ulemasının gündeme getirdiği bu ince fakat temel farkın açıklaması şudur:
Allah Tealâ kulları hakkında hayrı diler, aynı zamanda hayra rızası da vardır. Kul hayır işlediği zaman ondan razı olur ve ona hak ettiği mükâfatı verir. Yine Allah Tealâ kulları hakkında aşağıda açıklayacağımız veçhile şerri de diler, ama onun işlenmesine rızası yoktur.
Yani buradaki dileme kelimesi, arzu etme anlamında değil, sadece irade etme, izin verme anlamındadır. Eğer bu irade etme, izin verme olmasaydı yeryüzünde imtihanın bir anlamı kalmazdı…
Özgürlük ile başıboşluk arasındaki ince çizgi
Herhangi bir şeyin Allah Tealâ’nın dilemesine bağlı olmaksızın meydana gelebileceğini düşünmek, bu alemde O’nun iradesi dışında başka varlıkların iradelerinin O’na rağmen etkin olabildiğini söylemek anlamina gelir ki, bu düşünce, Allah Tealâ’nın mutlak kudret sahibi olduğu inancı ile bağdaşmaz.
Burada hatırlatılması gereken bir diğer nokta da şudur: Bir şeyi Allah Tealâ’nın dilemesi ile kulun dilemesi arasında çok ince bir denge noktası vardır.
Kader ve irade sahasına giren bu hassas konuyu, yazımızın çerçevesini aşmış olmamak için belki başka bir sayıda müstakil olarak ele almak üzere burada ayrıntılı olarak işlemeyeceğiz. Şu kadarını söyleyelim ki, birçok ayette Yüce Allah’ın, insanı hiçbir şeye zorlamadığı , doğru ve yanlışın belli olduğu ve dileyenin iman, dileyenin inkâr edeceği , insanın bu dünyaya imtihan için gönderildiği açıkça belirtilmiştir.
İnsana düşen, yolunu tayin etmek için küçük de olsa bir gayret göstermek ve özgür iradesini kullanmaktır. Bundan sonra Allah Tealâ, kişinin (ister doğru, isterse yanlış istikamette olsun) irade ettiği yolu kendisine açar. Kişi serbest iradesiyle kendisine tayin ettiği bu yolda karşılaşacağı şeyleri de böylece kendisi tayin etmiş olmaktadır.
Seçimini doğru yoldan yana kullananları hidayete erdireceğini; kendine zulmedip dalâleti tercih edenleri de o istikamette bırakacağını bir çok ayette bizlere ihtar eden Cenab-ı Hak yine Kur’an’ın tabiriyle kullarına zulmedici değildir ve O, kullarına zerre kadar haksızlık etmez.
Aksi halde Yüce Allah’ın, kullarını herhangi bir şeyi yapmaya zorlaması ve insanın istemediği halde o şeyi yapmak zorunda bırakılması söz konusu olur ki, böyle bir durumun ne O’nun adaletine, ne de dünya hayatının imtihan olması esprisine ve vakıaya uygun düşeceğini söylemek mümkün değildir.
Hayra dua; her işte, her şeyde
Kısacası hayır ve şerrin yaratıcısı Allah Tealâ olduğu için, müslüman herhangi bir konuda bir adım atmadan önce O’ndan, kendisine hayır vermesini ve şerri uzak tutmasını ister. Bu, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in üzerinde önemle durduğu bir husustur. Sadece zahiren önemli görünen konularda değil, bize sıradan gelebilecek hususlarda bile Efendimiz, Yüce Allah’tan her zaman hayırlı olanı dilemiştir.
Bu konuda Abdullah b. Mes’ud r.a. Hazretleri’nin rivayet ettiği bir hadis oldukça dikkat çekicidir: İbn Mes’ud Hazretleri diyor ki:
Akşam olunca Rasulullah S.A.V. şöyle derdi:
Elhamdülillâh, geceye erdik. Mülk de Allah için geceye erdi. Allah’tan başka ilâh yoktur. O tekdir, ortağı yoktur. Mülk O’nundur, hamdler O’nadır, O her şeye kadirdir.
Rabbim! Bu gecede olacakların hayırlısını ve bundan sonra olacakların hayırlısını senden diliyorum. Bu gecede olacakların şerlisinden ve bundan sonra olacakların şerlilerinden sana sığınıyorum.
Rabbim! Tembellikten ve yaşlılığın kötülüklerinden sana sığınıyorum.
Rabbim! Cehennem azabından ve kabir azabından sana sığınıyorum. (Müslim, Ebu Davud, Tirmizî)
Yine Efendimiz s.a.v., yeni bir elbise giydiği zaman şöyle dua ederdi:
Allahım! Hamd sanadır. Bunu bana sen giydirdin. Bunun hayrını ve kullanılacağı işin hayrını senden diliyor; bunun şerrinden ve kullanılacağı kötü işlerin şerrinden sana sığınıyorum. (Ebu Davud, Tirmizî)
Bu ve benzeri hadislerin bize anlattığı en önemli hususlardan birisi şudur:
Bizler, ileride başımıza neyin geleceğini (yani gaybı) bilemediğimiz için, gerek şu anda içinde bulunduğumuz durum, gerekse istikbalde karşılaşacağımız olaylar hakkında Yüce Allah’tan bizi daima hayra erdirmesini ve şerri bizden uzak tutmasını dilemeliyiz.
Bu bağlamda hemen yukarıda zikrettiğimiz hadis üzerinde biraz düşünelim: Hadisi okuduğumuzda ilk anda, Yeni bir elbise giymenin insana ne gibi şerri (zararı, kötülüğü) dokunabilir? sorusu akla gelebilir.
Öncelikle bilmeliyiz ki, hadis Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in bize yönelik bir örnekliğini ihtiva etmektedir. Yani Efendimiz yeni bir elbise giydiğimizde nasıl davranmamız gerektiğini bize öğretmektedir.
O’nun kalbine, yeni bir elbise giymekten dolayı gurur, kibir gibi herhangi bir eksikliğin gelmeyeceğini biliyoruz. Ama böyle bir durumun bizim başımıza gelmesi hiç de uzak bir ihtimal değildir. Öyleyse giydiğimiz bir elbisenin bile bize şerri dokunabilir diye düşünerek, kalbimizi hiçbir zaman murakebesiz bırakmamalı ve giydiğimiz bir elbiseden bile gelebilecek şerden Yüce Mevlâmız’a sığınmalıyız.
Helâki rahmet zannedenler
Günümüz insanına önemsiz birer ayrıntı gibi görünebilecek, fakat Efendimiz s.a.v.’in, hayır-şer meselesi üzerinde ne kadar hassasiyetle durduğunu gösteren bir diğer örnek de şudur:
Hz. Aişe r.a. Validemiz diyor ki:
Rasulullah s.a.v. (yağmur yüklü) bir bulut görecek olsa bu, yüzünden bilinirdi. Bir seferinde ben, Ey Allah’ın Rasulü! Halk bir bulut görecek olsa, yağmur getirebilir ümidiyle sevinir; halbuki sen bir bulut gördüğünde endişe ettiğini yüzünden okuyorum. Bunun sebebi nedir? diye sordum. Şöyle buyurdu:
Ey Aişe! Bunda bir azap bulunmadığı hususunda bana kim garanti verebilir? Nitekim geçmişte bir kavim rüzgarla azaba uğratılmıştır. O kavim azabı (getirecek olan bulutu) gördükleri zaman, ‘bu gördüğümüz, bize yağmur getirecek olan bir buluttur’ demişlerdi. (Buharî)
Bu konuyla ilgili olarak burada zikretmeyi faydalı gördüğümüz son örnek de şöyledir: Yine Hz. Aişe r.a. Validemiz naklediyor:
Rasulullah s.a.v., rüzgar estiği zaman şu duayı okurdu: Allahım! Senden bunun hayrını ve bunun getireceği neticelerin de hayrını dilerim. Bunun şerrinden ve bunda olanın şerrinden, bununla gönderilen şeylerin şerrinden de sana sığınıyorum. (Buharî, Müslim, Tirmizî)
Bütün bu rivayetlerin ve burada zikretmediğimiz daha pek çok benzerlerinin bize öğrettiği hakikat şudur: Başımıza gelecek olan şeylerin hakkımızda hayırlı mı, şerli mi olacağını önceden bilemeyeceğimiz için Yüce Allah’tan daima hayır dilemeli, şerri de bizden uzak tutmasını istemeliyiz.
Duanın önemi burada kendisini göstermektedir. Hakkımızda kesinleşmemiş takdirin hayra tebdilinde duanın oynadığı bu rol sebebiyledir ki, Efendimiz s.a.v., dua ibadetin özüdür buyurmuştur.
Bu noktada Hasan Basrî k.s. Hazretleri’nden bir hikmet incisiyle sözü bağlayalım: İnsanlar bir hayrı bekledikleri müddetçe, o hayrın içindedirler.
KİME GÖRE HAYIR NEYE GÖRE ŞER
Hayır ve şerrin, Allah’tan olduğunu biliyoruz. Ancak burada açıklığa kavuşturulması gereken bir mesele var: Bir şey kime veya neye göre hayır/lı , kime veya neye göre şer/li olarak nitelendirilir? Bizim dış görünüşe göre yaptığımız değerlendirmeler bizi her zaman doğruya götürür mü? Yani bu konu bizim vereceğimiz bir karara mı bağlıdır? Ya da hayrın ve şerrin tümünü bilme imkânına sahip olduğumuzu söyleyebilir miyiz?
Yazının girişine koyduğumuz soruya yüce kitabımız Kur’an şöyle cevap veriyor:
Bazen bir şey hoşunuza gitmeyebilir. Halbuki o şey sizin için bir hayırdır. Bazen de bir şeyi seversiniz; halbuki o şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara, 216)
Bu demektir ki bizim değerlendirmelerimiz her zaman gerçeğe tekabül etmeyebilir. İşte bu ve benzeri ayetlere dayanarak Ehl-i Sünnet alimler, bir şeyin iyi mi yoksa kötü mü olduğunun ancak ilâhi haber ile bilinebileceğini söylemiş, insanların değerlendirmelerinin her zaman isabetli olmayabileceğinin altını çizmişlerdir.
Bir iftiranın ardından
Bu durumun son derece çarpıcı bir örneğini Hz. Aişe r.a. Validemiz’e atılan iftira olayında görüyoruz.
Beni Mustalık gazvesinden dönerken, ordu Medine’ye yakın bir yerde konakladıktan sonra karanlık çöktüğü bir vakit tekrar hareket etmişti. Hz. Aişe r.a. Validemiz bir ihtiyacı için konak yerinden uzaklaşmıştı. Geri dönerken çok sevdiği gerdanlığının düşmüş olduğunu fark etti. Tekrar dönüp onu arayayım derken ordu da epey yol almıştı. Belki yokluğumu fark edip geri dönerler diye konak yerinde oturdu ve beklerken uykuya daldı.
Bir süre sonra, ordunun arkasından gelen vedüşürülmüş, unutulmuş eşya varsa toplayıp bir sonraki konak yerine yetiştiren Sahabe’den Safvân b. Mu’attal r.a. oraya geldi. Hz. Aişe r.a. Validemizi görünce devesinden inip, onun binmesi için geri çekildi. Hz. Aişe r.a. Validemiz deveye bindi. O da devenin yularından tutarak hareket ettiler ve bir süre sonra diğer konak yerinde bulunan orduya yetiştiler.
Bu olayı dillerine dolayan Medine’li münafıkların elebaşı Abdullah b. Übey ve arkadaşları, Hz. Aişe r.a. Validemiz’e ağır bir iftirada bulunmuştu. Tepeden tırnağa şer ve büyük bir fitne olarak görünen ve başta Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz olmak üzere bütün müminleri derinden sarsan bu iftira hakkında Kur’an’ın kullandığı ifadeler konumuz açısından büyük bir önem taşımaktadır:
O uydurma haberi (iftirayı) getirenler içinizden (belirli) bir zümredir. O haberi sizin için bir şer sanmayın. Bilakis o, sizin için bir hayırdır…
Nur Suresi onbirinci ayette bu ifadelerle başlayıp devam eden ayetlerde Yüce Allah sadece Hz. Aişe r.a. Validemiz’in bu iftiradan uzak olduğunu bildirmekle kalmamış, aynı zamanda bu olayın müminler hakkında şer değil, hayır olduğunu belirtmiştir. Nitekim bu olaydan sonra kimin samimi olarak iman ettiği ve kimin münafık olduğu ortaya çıkmış, müminlerin imanı, münafıkların ise nifakı artmıştır.
Meleklerin insanoğluna verdiği ders
Demek ki Bakara Suresi 216. ayetin de ihtar ettiği gibi bizim dış görünüşü esas alarak sınırlı kapasitemizle vardığımız kanaatler her zaman meselenin gerçek mahiyeti ile örtüşmeyebilir.
Hz. Adem a.s.’ın yaratılışıyla ilgili ayetlerde meleklerin sergilediği tavır da burada bizim için çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir.
Yüce Rabbimiz yeryüzünde bir halife (insan) yaratacağını bildirdiği zaman melekler şöyle mukabele etmişti:
Biz seni hamdinle tesbih ve takdis edip dururken, yeryüzünde kan döküp fesat çıkaracak kimseyi mi yaratacaksın?
Buradan da anlaşılacağı gibi melekler bile neyin hayırlı ve neyin şerli olacağını bilme konusunda tam bir yetkinliğe sahip değildir. Meleklerin bu mukabelesine Rabbimiz şöyle karşılık vermiştir:
Muhakkak ki sizin bilmeyeceğiniz şeyleri ben bilirim. (Bakara, 30)
Nitekim Hz. Aişe r.a. Validemiz’in anlattığına göre Rasulullah s.a.v. Efendimiz kendisine şu duayı öğretmiştir:
Allahım ben senden hayrın her çeşidini isterim; yakın olsun, uzak olsun; bildiğim olsun, bilmediğim olsun. Bütün şerlerden de sana sığınırım; yakın olsun, uzak olsun; bildiğim şer olsun, bilmediğim şer olsun.
Allahım! Kulun ve peygamberin Muhammed’in senden istediği şeyleri senden ben de istiyorum. Kulun ve peygamberin hangi şerlerden sana sığınmışsa ben de o şerlerden sana sığınıyorum.
Allahım! Ben senden, cenneti ve cennete götüren söz ve ameli istiyorum. Ateşten ve ateşe götüren söz ve fiillerden de sana sığınıyorum. Ve dahi benim hakkımda hükmettiğin her kaza ve kaderi hayırlı kılmanı senden diliyorum. (İbn Mace)
Tereddütler ve çözümler
Hakkımızda hayır mı, yoksa şer mi olacağı konusunda tereddüt ettiğimiz hususlarda Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in bize istihare ve istişare yapmamızı öğütlemesi burada mutlaka zikredilmesi gereken son derece önemli bir husustur.
Hz. Câbir r.a. anlatıyor:
Rasulullah s.a.v. bize Kur’an’dan bir sure öğrettiği gibi, her işte istiharede bulunmamızı da öğretirdi. Şöyle buyururdu:
Biriniz bir iş yapmak istediği zaman farzlar dışında iki rekât namaz kılsın, sonra da şu duayı okusun:
Allahım! Senden hayır talep ediyorum. Zira sen (her şeyi hakkıyla) bilirsin. Senden, hayır işlemeye kudret talep ediyorum Zira sen vermeye kadirsin. Senden yüce fazlını diliyorum. Sen her şeye kadirsin, ben ise acizim. Sen bilirsin, ben ise cahilim. Sen gaybları bilirsin.
Allahım! Eğer bu iş bana dinim, hayatım ve akıbetim için veya hal-i hazırda ve ileride hayırlıdır, bunu bana takdir et ve yapmamı kolay kıl. Sonra da onu hakkımda mübarek eyle. Eğer bu iş bana, dinim, hayatım ve akıbetim için veya hal-i hazırda ve ileride zararlı ise onu benden, beni de ondan çevir. (Buharî, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî, İbn Mâce)
Kelime anlamı hayır istemek olan istihare, müminleri diğer insanlardan ayıran en temel uygulamalardan birisidir. İstihare yapmakla bizler, her şeyin hakikatini hakkıyla bilen Yüce Allah’ın ilmine, kudretine ve merhametine sığınmış, geleceğimizi O’na teslim etmiş, böylece kendimizi hayır işleme konusunda garantiye almış oluyoruz.
Dış görüntünün arka yüzü
Zahirî belirti ve işaretlerin, hayırlı olanı tesbite her zaman yetmeyeceğini Hz. Ebu Bekir r.a.’ın şu hikmetli sözü son derece çarpıcı biçimde ortaya koymaktadır:
Sonu cehennem ateşi olan hayırda hayır olmadığı gibi, sonu cennet olan şer de şer değildir.
Bu sözün anlatmak istediği şudur: Bize hayırlı gibi göründüğü halde, hakkıyla yerine getirilmediği için temel vasfını ortadan kaldıracak derecede şerre bulanmış ameller aslında hayır değil, şerdir. Bazı şeyler de bize şer gibi göründüğü halde, bizi Allah Tealâ’nın rızasına ve cennete ulaştıran bir amele sevketmesi dolayısıyla aslında şer değil, hayırdır.
Sözün Özü
Hayır ve şer konusuyla ilgili pek çok ayet ve hadis bir arada değerlendirildiği zaman, hayır-şer konusunda şunların söylenmesi yanlış olmayacaktır:
1. Kur’an ve Sünnet’te yer bulmuş olan emir ve yönlendirmeler, isterse görünüşte bize şer gibi gelsin, hayrın ta kendisidir. Kur’an ve Sünnet’in bizi sakındırdığı hususlar ise, görünüşte bize hayır gibi gelse de, şerdir.
2. Bizler sınırlı bilgimizle hayrı ve şerri her zaman hakkıyla bilemeyiz. Bu sebeple Yüce Allah’tan, bizi her konuda hayra iletmesini ve şerri bizden uzak tutmasını daima dilemeliyiz. Bu anlamda istihareyi ve elbette istişareyi hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline getirmeli ve özellikle önemli addettiğimiz hususlarda mutlaka istişare ve istihare yapmalıyız.
3. Bizim dışımızda gelişen tabiat olayları gibi hadiseler hakkında da Yüce Allah’ın onları bize hayırlı kılmasını, getirebileceği şerleri de bizden def etmesini dilemeliyiz.
4. Yemek yemek, elbise giymek, yolculuğa çıkmak gibi günlük hayatın sıradan işlerini yaparken bile Yüce Allah’tan daima o işin bize hayır getirmesini istemeli, ondan gelebilecek şerlerden de Yüce Rabbimiz’e sığınmalıyız.
Cevap: Hayir Ve Şer
Şema
Hayır ve şer konusuyla ilgili pek çok ayet ve hadis bir arada değerlendirildiği zaman, hayır-şer konusunda şunların söylenmesi yanlış olmayacaktır:
1. Kur’an ve Sünnet’te yer bulmuş olan emir ve yönlendirmeler, isterse görünüşte bize şer gibi gelsin, hayrın ta kendisidir. Kur’an ve Sünnet’in bizi sakındırdığı hususlar ise, görünüşte bize hayır gibi gelse de, şerdir.
2. Bizler sınırlı bilgimizle hayrı ve şerri her zaman hakkıyla bilemeyiz. Bu sebeple Yüce Allah’tan, bizi her konuda hayra iletmesini ve şerri bizden uzak tutmasını daima dilemeliyiz. Bu anlamda istihareyi ve elbette istişareyi hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline getirmeli ve özellikle önemli addettiğimiz hususlarda mutlaka istişare ve istihare yapmalıyız.
Yanıt: Hayir Ve Şer
rana
Allah c.c. razı olsun
"Umulur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırdır. Ve yine umulur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir" (el-Bakara 2/216)
Soru: Hayir Ve Şer
DaG_FuLYaSI
Allah razı olsun güzel paylaşımınızdan dolayı..
acikgoz
hayır cenabı hak tan şer nefsimizdendir.biraz açarsak hayrın vucuda gelmesi için bir çok sebebin olması gerekiyor.başta Allah hayrı istiyor şerri istemiyor.mesela sadaka vermek istesek bikere paramızın olması ve onu vereceğimiz insanların olması Allah ın dilemesi gerekiyor.şer ise tahrip olduğu için kolaydır.mesela bir bahçede yetişen meyve için bir çok şartın hali hazırda mevcut olması lazım. su ilaç toprağın çapalanması gibi.oysa o meyvenin ademi için bu şartlardan birisinin olmaması yeter.su vermessiniz yeter.
sagocu_kız
Hayır Ve Şer
Sözlükte; "iyilik, iyi, faydalı iş ve fayda" anlamlarına gelen hayır, Allah’ın emrettiği, sevdiği ve hoşnut olduğu davranışlar demektir. Sözlükte; "kötülük, fenalık ve kötü iş" demek olan şer de, Allah’ın hoşnut olmadığı, sevmediği, meşru olmayan, işlenmesi durumunda kişinin ceza ve yergiye müstehak olacağı davranışlar demektir.
Amentü’de ifade edildiği üzere her müslüman kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanır. Yani alemlerin yaratıcısı olan allah-u Teala hayrı da, şerri de irade eder ve yaratır. Çünkü alemde her şey O’nun irade, takdir ve kudreti altındadır. Alemde O’ndan başka gerçek mülk ve kudret sahibi, tasarruf yetkisi olan bir başka varlık yoktur.
İnsan, hayrı da şerri de kendi iradesi ile kazanır. Allah’ın hayra rızası vardır, şerre ise yoktur. Hayrı seçen mükafat, şerri seçen ceza görecektir. Şerrin Allah’tan olması, kulun fiilinin meydana gelmesi için Allah’ın tekvini iradesinin ve yaratmasının devreye girmesi demektir. Yoksa Allah kulların kötü filleri yapmalarından hoşnut olmaz, şerri emretmez, şerre teşrîî (dinî) iradesi yoktur.
Ehl-i sünnet’e göre, Allah’ın şerri irade edip yaratması kötü ve çirkin değildir. Fakat kulun şer işlemesi, şerri kazanması, şerri tercih etmesi ve şerle nitelenmesi kötüdür ve çirkindir. Mesela usta bir ressam, sanatının bütün inceliklerine riayet ederek, çirkin bir adam resmi yapsa, o zatı takdir etmek ve sanatına duyulan hayranlığı belirtmek için "ne güzel resim yapmış" denilir. Bu durumda resmi yapılan adamın çirkin olması, resmin de çirkin olmasını gerektirmemektedir.
Yüce Allah mutlak anlamda hikmetli ve düzenli iş yapan yegane varlıktır. Onun şerri yaratmasında birtakım gizli ve açık hikmetler vardır. Canlı-ölüden, iyi-kötüden, hayır-şerden ayırt edilebilsin diye, Allah eşyayı zıtlarıyla birlikte yaratmıştır.
Ayrıca insana şer ve kötü şeylerden korunma yollarını göstermiş, şerden sakınma güç ve kudretini vermiştir. Dünyada şer olmasa hayrın manası anlaşılamaz, bu dünyanın bir imtihan dünyası olmasındaki hikmet gerçekleşemezdi.
Şer Allah’ın adalet ve hikmeti gereği veya kendisinden sonra gelecek bir hayra vasıta ve aracı olmak, yada daha kötü ve zor bir şerri defetmek için yaratılmıştır.
Allah’ın kudreti ile meydana gelen her işte ya kendimiz, ya başkaları ya da toplum için birtakım faydalar bulunabilir. Bir şeyin şer olması bize göredir. Bir ayette bu husus şöyle açıklanmaktadır; "Umulur ki, hoşlanmadığınız bir şey sizin için hayırdır. Ve yine umulur ki, sevdiğiniz bir şey de sizin için şerdir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir." (Bakara 2/216)
Bir şeyin şer sayılmasının gerçeğe ve sonuca uymayışına şöyle bir örnek verilebilir: Hz. Peygamber’in yurdundan ayrılmaya zorlanıp Mekke’den Medine’ye hicret etmesi ilk bakışta birçok kimseye şer olarak gözükmüş ise de, bu olay bir süre sonra Mekke fethi gibi iyi bir sonuca ortam hazırlamış ve nice hayırlı gelişmelere vesile olmuştur.
Anlaşıldığı üzere dünya bir imtihan yeri olup, kullar kendi istek ve iradelerine göre yaşayıp, kendi hesabını verecektir. Mevla Teala cümlemizi hayır işleyen kullarından eylesin. Kötülüğe düşmekten muhafaza eylesin. Kendisine en güzel şekilde ibadet eden kullarından eylesin. Şerden kaçan, hayra koşan kullarından eylesin.
Allah’a emanet olun Selam ve dua ile.
meryemgül1
Bilgi paylaşımı için Allah c.c.razı olsun
yasemin
Tüm sorunumuz Amentüyü unutmamız zaten . Dilimizde olan söyledikelrimizi kalbimize nakşedebilsek ( hayır ve şerrin Allah’tan olduğunu , yapan ve yaptıranın O olduğunu ), ne sıkıntımız kalcak ne üzüntümüz nede hüznümüz..
Ümmet06
Hayır ve şeri açıklayabilirmisiniz Allah razı olsun
hayır ve şer ile ilgili ayetler, hayır ve şer örnekleri, hayır ve şer