İltifat edilmeyecek uc zumre (hadis)

İltifat edilmeyecek uc zumre (hadis)

suara
İltifat Edilmeyecek Üç Zümre

İmam Müslim’in rivayet ettiği bir hadîste:

ثلاثة لا يكلِّمهم الله يوم القيامة ولا ينظر إليهم ولا يزكِّيهم ولهم عذاب أليم: الْمُسْبِل إزارَه والمنّان الذي لا يعطي شيئاً إلا مَنَّه، والمنفِق سِلْعته بالحَلِف الكاذب

Üç zümre vardır ki, Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz, onlara bakmaz ve onları temize çıkarmaz. Ve onlara can yakıcı bir azap vardır. Elbiselerini sürüyerek yürüyen, yaptığı iyiliği başa kakan ve malına yalan yeminle revaç verip satmaya çalışan… [1]

Meal Bir Mirsaddır

Arz ettiğimiz bu Türkçe metin yukarıdaki hadîsin kısacık bir mealidir. Mealler, sadece bir mirsad ve ölçüdürler. Onlarla hakikat aranır ama onlar hakikatin kendisi olamazlar. Kur’ân’ı dahi mealde arayanlar ne büyük bir yanlış ve yalana takılıp kalmışlardır. Çünkü Kur’ân’ın; Allah tarafından indirilen şeklinde, mucizelik vardır. Onu meâl haline getirdiğinizde, derisi yüzülmüş bir nesneye benzetmiş olursunuz. Onun için, esas olan, Kur’ân ve hadîsin bizzat kendi orijinal lâfızlarıdır. Binaenaleyh, biz de yukarıda zikrettiğimiz hadîsin lafzı üzerinde bir nebze durarak, anlatılmak istenen hususa, zihni yaklaştırmaya çalışacağız. Zaten, bizim bütün yaptığımız, o nur fevvâresi etrafında dönüp durmaktan ibarettir. Bu, bir seyr-i aklî ve zihnîdir. Dua ve niyazımız, Cenâb-ı Hakk’ın, bizleri seyr-i ruhânîyede muvaffak kılmasıdır.

ثَلاَثَةٌ Üç mutlak olarak bırakılmıştır. İsterseniz siz buna, erkek veya kadın, isterseniz zümre veya cemaat diyebilirsiniz. Ve yine bu üç kişi veya zümreden maksadın, âlimler ya da cahiller olduğunu söyleyebilirsiniz. Burada esas üzerinde durulması gereken husus, bunların kimliklerinden çok, vasıfları olduğu için, hadîste bu mesele tasrih edilmeyip mutlak bırakılmıştır.

ثَلاَثَةٌ nekre bir kelimedir. Sonundaki tenvin, nekrelik ifade eder. Demek ki bunlar belirsiz ve meçhûl insanlardır. Onlar öyle belirsiz insanlardır ki, onları belli edecek bir kimlikleri yoktur. Onlar hor ve hakir insanlardır. O kadar hor ve hakirdirler ki, onlara değer vermeye değmez. Nasıl ki Cenâb-ı Hak, onların yüzüne bakıp onlarla konuşmaz; öyle de sizler de, merak edip onlarla konuşmaz ve onları tanımayı değerli bulmazsınız. Onlar, kalıplarıyla değil, kalbleriyle yenik düşmüş.. ve vicdanları, cesetlerinin altında kalıp ezilmiş kimselerdir. Yüce ve yüksek yerlere karşı içlerinde zerre kadar istidat yoktur. Süfliyet çukurunda yuvarlanıp durmaktadırlar…

Bu üç kelimesinin hemen ardından, üç tane de geniş ve gelecek zamana delâleti olan fiil zikrediliyor. Bu üç fiil, bu üç zümre için karanlık bir tablo çiziyor. İnsan daha üç denince hemen, bu üç ün sırtına binip, o üç zümrenin karanlık akibetini seyrediyor gibi oluyor.

Üç Mahrumiyet

1. Mukaleme Mahrumiyeti

İlk fiil, لا يكلِّمهم الله cümlesinin başındaki fiil-i muzaridir. Fiil-i muzarinin ise, hem geleceğe hem de geniş zamana delaleti vardır. Kendisinde hitap çiçeği açan ve Allah’a muhatap olma istidadı verilen insanla, Allah konuşmayacaktır. Felaket, işte bu ilk cümle ile başlamaktadır. Rahman sûresinde; Allah, onda beyanı yarattığını bir nimet, bir minnet olarak söylediği halde, gör ki, şimdi Allah (cc) bu insanla konuşmayacaktır. Halbuki, insanın konuşması, Cenâb-ı Hakk’ın mütekellim oluşunun bir delilidir. Kendi konuşmasına delil olan ve konuşan insan, öyle bir duruma düşmüştür ki, Allah (cc) onu kendisine muhatap kabul edip konuşmamaktadır.

İnsanın, en çok konuşmaya ve derdini anlatmaya muhtaç olduğu bir günde ona, sözünün dinlenmemesinden daha büyük azap olabilir mi? O, medet istemekte ve çırpınıp durmaktadır. Ancak, onun yardımına koşacak yegane Zât onu hiç mi hiç dinlememektedir. Kur’ân-ı Kerim bu tabloyu anlatırken قَالَ اخْسَؤُوا فِيهَا وَلَا تُكَلِّمُونِ Kesin sesinizi ve benimle konuşmayın. Der. (Mü’minûn, 23/108). Çünkü sizin konuşma yeriniz dünyada idi… Orada konuşacak ve üns billahı yakalayacaktınız. Dünyada iken Cenâb-ı Hakk’a enîs olmadınız. Bugün de O, sizin enîsiniz değildir.

2. Nazar-ı İlâhî Mahrumiyeti

İkinci tablo ise وَلاَ يَنْظُرُ اِلَيْهِمْ Allah onlara bakmaz. Onların, en çok rahmet nazarına muhtaç olacakları o günde, Cenâb-ı Hak, onlara kat’iyen rahmet nazarıyla bakmayacaktır. Bazı yüzler beşaşet içinde pırıl pırıl parlarken, bazı yüzler de o gün asık ve abûs olacaktır. Hiç şüphesiz, Cenâb-ı Hakk’ın rahmet nazarıyla bakmadıkları, bu ikinci grup insanlardır.

Herkes ismiyle çağırılırken, herkes bir vesileyle kurtuluşa ererken, kendilerine bakılmayan bu insanların durumu, ne kadar feci, ne kadar ürperticidir!

Kâ’b b. Malik’in, çok kısa bir süre için cezalandırılarak Allah Resûlü tarafından böyle bir muameleye tâbi tutulması, hem ona hem de vakayı duyanlara ne kadar giran gelir.[2] Halbuki sözünü ettiğimiz kimseler bu akıbete ebedî olarak müstehak olacaklardır. Aman Allahım! Cehennem dahi bu kadar korkunç olamaz. Rahmeti sonsuz bir Rabbin, insana bir an dahi bakmaması, ne büyük bir azap, ne korkunç bir akıbettir!.

Ne diyebiliriz ki? İnsanlar, hep yaptıklarının karşılığını bulacaklardır. Hayır yapanlar hayır, şer işleyenler de şerle karşı karşıya kalacaklar.

3. Tezkiye Mahrumiyeti

Üçüncü durum ise, وَلاَ يُزَكِّيهِمْ Allah onları temizlemez. veya temize çıkarmaz.

İnsanlar, burada temizlenip, oraya tertemiz gitmelidirler. Temizleme ameliyesi dünyada yapılır. Ahirette ise, insanı ancak cehennem temizler. Onun için Cenâb-ı Hak, onları tezkiye de etmeyecektir.

İnsanlar, imtihan turnikesine bir kere girer ve on ikiden vurma imkânını, bir kere elde ederler. Kendisine verilen bu fırsatı değerlendiren kazanır; ihmal eden de kaybeder. Bunun üçüncü bir şıkkı yoktur.

Hz. Eyyûb’un maddî hastalıklarına bedel ruh, vicdan, latife-i rabbaniye, sır, hafî, ahfâ, bütün his ve duyguları hırpalanmış, delik deşik olmuş zavallı insan, o gün bu perişan haline bakacak, acaba temizlenebilir miyim diye ümide kapılacak. Ne var ki, bu üç sınıfa ait insanları Cenâb-ı Hak, orada temizlemeyecektir.

Akıbet: Azab-ı Elîm

Ve akıbet: وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ Onlar için can yakıcı bir azap vardır. Onlar, hemen bir adım daha attıklarında karşılarına çıkacak tek şey, o korkunç azaptır. Öyle bir azap ki, can yakan, insanın iliklerine kadar işleyen bir azap. İşte onlar, kendilerini böyle bir azabın gayyâ ve girdabında bulurlar…

Böyle bir akıbete dûçar olacak olan şu üç zümre kimlerdir? Kimdir onlar ki, Allah onlarla konuşmayacak, onların yüzlerine bakmayacak ve onları asla temizlemeyecektir? Ve kimdir onlar ki, onlara can yakıcı bir azap hazırlanmıştır?

Hadîsin buraya kadar olan kısmını okuyan bir insanda, müthiş bir merak uyanmıştır.. ve şimdi o, bütünüyle dikkat kesilmiş, bu üç meçhul zümrenin kimliğini öğrenmek için, bütün tecessüs gücünü harekete geçirmiştir. Allah Resûlü sözlerine devamla: اَلْمُسْبِلُ اِزَارَهُ Eteklerini sürüye sürüye gezen. Bu söz, kibir ve gururdan kinayedir.

Roma, Yunan ve Grek tarihlerinde, eteklerini sürüye sürüye gezen insanların resimlerini görürsünüz. Mevzu ile alâkalı çevrilmiş filmlerde bu, daha da açık görülür. Ancak, esas olan etek sürümek değil, bu işin bir gurur ve kibir alâmeti olarak simge haline getirilmesidir. Zaten hadîste kastolan da budur.

Kibir ve Gurur

Gurur ve kibirin nasıl kötü bir illet olduğu ve nasıl kötü neticeler doğurduğu birçok âyet ve hadîste ayrı ayrı ele alınıp işlenmiştir. Meselâ, bir hadîslerinde Efendimiz: Kalbinde zerre miktar kibir bulunan insan cennete giremez. [3] buyurmuşlardır.

Çünkü, kalbinde zerre kadar kibir ve gurur bulunana Allah (cc), hidayet yollarını tıkamıştır. Cenâb-ı Hak, Kur’ân’ında şöyle buyurmaktadır:

سَأَصْرِفُ عَنْ آيَاتِيَ الَّذِينَ يَتَكَبَّرُونَ فِي الأَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَإِن يَرَوْاْ كُلَّ آيَةٍ لاَّ يُؤْمِنُواْ بِهَا وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الرُّشْدِ لاَ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً وَإِن يَرَوْاْ سَبِيلَ الْغَيِّ يَتَّخِذُوهُ سَبِيلاً ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا وَكَانُواْ عَنْهَا غَافِلِينَ

Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri, âyetlerimden uzaklaştıracağım. (Onları anlamayacaklar). Onlar, bütün mucizeleri görseler yine de iman etmezler. Doğru yolu görseler, onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen onu yol edinirler. Bu durum, onların âyetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil olmalarından ileri gelmektedir. (A’raf, 7/146).

Kibir, basireti kör eden bir perdedir. Kibirle meşbû bulunan bir vicdan, kainatta sayfa sayfa yazılmış mucizeleri göremez, idrak edip anlayamaz. Zira, basiret körleşince idrak adına basar da, hiçbir işe yaramaz.

Büyüklük ancak Allah’a mahsustur. Günde beş defa minarelerden ilan edilen bu hakikatin bir başkasına izafesi nasıl hoş görülebilir ki?

Bir kudsî hadîste: Cenâb-ı Hak, şöyle buyurur:

الكبرياء ردائي والعظمة إزاري، فمن نازعني واحداً منهما قذفته في النار Kibriya, benim ridâm, azamet ise benim izârımdır. Kim benimle bu mevzuda münakaşaya kalkışırsa onu (başaşağı getirir) cehenneme atarım. [4]

Kibriya : büyüklük, ululuk, Cenâb-ı Hakk’ın bir sıfatıdır. İnsan için, iç ve dış elbiseler ne ifade ediyorsa keyfiyeti bizce meçhul, Cenâb-ı Hak için de kibriya ve azamet, aynı şeyi ifade eder. Bu iki sıfatı Cenâb-ı Hak’la paylaşmaya kalkanı Allah, hakkıyla paylar ve cehennemine atar.

Kibirli kalbe iman taht kuramaz. Başka bir ifadeyle, Allah’tan başkasının taht kurduğu bir kalbe, Allah’a iman gelip oturmaz. Hareket ve davranışlarıyla, kibri, gururu temsil eden adamın da durumu budur. Hadîste böyle bir insan, eteklerini sürüye sürüye yürüyen olarak ele alınmaktadır.

Başa Kakma

İkinci insan veya zümre de, mennân dır. Allah (cc), ona mal ve mülk vermiştir ki, bu nimetlerden kendisi istifade ettiği gibi, başkalarına da infakta bulunsun, Cenâb-ı Hak da, ona, bu infakına mukabil, birine binle karşılık versin. Ancak bu insan, hiç oralı olmamış… İnfakta bulunmadığı gibi, bazen verse de, onu da başa kakmak ve minnet etmekle iptal etmiştir. Oysa ki hem o mal, hem de kendisi Allah’ın mülkü ve memlûkü idiler. Onun bütün vazifesi Cenâb-ı Hakk’ın malını tevzi etmekten ibaret iken o, asıl mülk sahibi gibi insanlara minnet etme sevdasına düşmüştür. Bu, ne büyük bir gaflet, bu ne korkunç bir düşüştür!

Allah (cc) ona mülk vermiştir. Ancak bu mülkte, başkalarının da hakkı vardır. Halbuki bu insan, cimrilik yapmakta, verdiği zaman da başa kakmaktadır. Kendisini eza takip eden sadakadan ise, hiç vermeyip güzelce savmak daha iyidir ki, Kur’ân-ı Kerim: قَوْلٌ مَّعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِّن صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَا أَذًى buyurmaktadır (Bakara, 2/263).

Mennân aynı zamanda cimri insandır. Halbuki cimrilik insanı, Allah’dan, cennetten ve diğer insanlardan uzaklaştırır.. uzaklaştırır ve cehenneme yaklaştırır. Efendimiz bir hadîslerinde cimri hakkında şöyle buyurmaktadır:

البخيل بعيد من الله بعيد من الجنة بعيد من الناس قريب من النار Cimri Allah’tan uzaktır.. cennetten uzaktır.. insanlardan uzaktır. Cehenneme yakındır. [5]

Fiil Cinsinden Ceza

Hadîste, belagat kaideleri açısından; Leff-ü neşr-i müretteb vardır. Yani, وَلاَ يَنْظُرُ إلَيْهِمْ ibaresi; Mennân a bakmaktadır. Zira ikisi de ortadadır. Birinci ve sonuncu ifadeler de yine birbirlerine bakarlar. Durum böyle olunca, bu hadîsten şöyle bir nükte anlamak da mümkündür. Nasıl ki, mennân, dünyada iken, insanlara rahmet nazarıyla bakmamış, onlarla ilgilenmemiş, bazen verdiğini de başa kakmakla iptal etmiştir; ahirette de, bu yaptıkları cinsinden bir ceza ile karşılaşacak ve Cenâb-ı Hak da, ona aynı şekilde muamele edecektir.

Kibir ve gururla yürüyen, eteklerini sürüyen, başkalarıyla konuşmaya tenezzül etmeyen insanlar da, ahirette kendileriyle Cenâb-ı Hakk’ın konuşmayacağını bilmelidirler. Bilmeli ve o cezaya götüren yollarda yürümemelidirler.

Normal zamanda bile yemin etmek doğru değilken, yalan yere ve sırf dünyevî menfaat temini gibi, hasis bir duyguya kapılarak yemin etmek ve böylece malına revaç kazandırıp onu satmaya çalışmak; bu da insanı yine karanlık akıbete doğru sürükleyen üçüncü tablodur ki وَلاَيُزَكِّيْهِمْ tehdidi de bu hususa bakmaktadır.

Üçüncü zümre المنفق سلعته بالحلف الكاذب ifadesiyle anlatılmaktadır.

Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi bunlar, ticarette yalan söyleyerek, kâr etmeyi hesaplamış, yalan yeminlerle halkı kandıracağına inanmış insanlardır. Evet, azaba müstahak olan üçüncü zümre de işte bunlardır.

Allah Resûlü’nün şu cevamiu’l-kelim ine bakın ve şöyle deyin: فَصَدَقَ رَسُولُ اللهِ Her hadîsten sonra böyle söylemek bize bir borçtur ve O’nun her ifadesi, bize Muhammedü’r-Resûlullah , dedirtmektedir.

[1] Müslim, İman, 171-174; Tirmizi, Buyû, 5; Ebû Davud, Libas, 25
[2] Bkz. Buhârî, Meğâzi, 79; Müslim, Tevbe, 5
[3] Ebu Davud, Libas, 26; Müslim, İman, 149; Tirmizi, Birr ve Sıla, 61; İbn Mace, Zühd, 16
[4] Ebu Davud, Libas, 26; Müslim, Birr ve Sıla, 136; İbn Mace, Zühd, 16
[5] Tirmizî, Birr, 40


Yorum: İltifat edilmeyecek uc zumre (hadis)

BELMA
elbisesini sürüyerek yürüyende büyüklenme vardır yaptığı iyliği başa kalkan ise malını yalan yere satan da ise yalancılık ve art niyet vardır


üç zümre vardır ki Allah kıyamet günü onlarla konuşmaz

Yorum yapın

1melek.com petinya.net Kompozisyon/ !function(){"use strict";if("querySelector"in document&&"addEventListener"in window){var e=document.body;e.addEventListener("mousedown",function(){e.classList.add("using-mouse")}),e.addEventListener("keydown",function(){e.classList.remove("using-mouse")})}}();